MEVLİD-İ NEBİ KUTLAMALARI

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla… Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl’üne, onun ashabına, pak Ehl-i Beyt’ine ve kıyamete kadar onlara ihsan üzere tabi olanlara salât ve selam olsun.[1]

Makalemizin konusu Allah Resûlü’nün (sav) doğum günü olarak her sene düzenlenen Mevlid-i Nebi etkinlikleridir. Makalemizde mevlidin manasını, bu günlere özel ne yapıldığını, bu uygulamanın kısa tarihini ve İslam’daki hükmünü incelemeye gayret edeceğiz. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc)…

Mevlid Nedir?

Sözlükte mevlid, “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelir.

Yaygın kullanım olarak mevlid, Peygamber’in doğumunu, bu vesileyle yapılan törenleri ve yazılan eserleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bu terim genel olarak Allah Resûlü’nün (sav) doğumu için yapılan etkinlikler için kullanılsa da bazı çevreler meşhur şeyh, zat ve salih olduğu düşünülen kişilerin doğum günü etkinlikleri için de kullanmaktadır.

Bu etkinlikler toplumumuzda, “Mevlid Kandili”, “Kutlu Doğum Haftası”, “Mevlid-i Nebi Haftası” gibi bazı isimlerle bilinir. Bazı kimseler kamerî takvimi, yani 12 Rebîu’l Evvel’i esas alır ve o günü kutlar. Kameri ve şemsi takvim arasında gün farkı olduğu için şemsi takvimde Mevlid-i Nebi’nin karşılığı her sene farklıdır. Kimisi de “Allah Resûlü’nün (sav) doğduğu yılın 12 Rebîu’l Evvel’i, şemsî takvimde 20 Nisan’dır. Her senenin 20 Nisan’ı Mevlid-i Nebi diye kutlanır” diye düşünmüş ve bu etkinlikleri şemsi takvim üzerinden sabitlemiştir.

Bu Kutlamalarda Ne Yapılıyor?

  • Bu günlerde mevlid-i şerif denilen bazı metinler okunuyor. Birçok metin bulunmakla beraber Türkiye’de meşhur olanlar, Vesile-i Necat ismiyle meşhur Süleyman Çelebi mevlidi (Türkçe), Hasan Ertuşi (Kürtçe) ve İbni Hacer El-Heytemî’ye nispet edilen (Arapça) mevlit metinlerdir. Bu metinlerin içerisinde asılsız, aşırı, Kur’ân ve Sünnete aykırı sözler mevcuttur.

İnsanlar bugüne özel olarak bir evde, mescidde veya kutlamalar için tahsis edilen geniş meydanlarda toplanıyorlar. Bugüne özel ibadetler eda ediyor, kasideler okuyor, zikir toplantıları veya sema gösterileri yapıyorlar. Allah Resûlü’nün (sav) bu toplantılara bizzat veya ruhaniyetiyle katıldığına inanılıyor. Bu toplantıların bazılarında ihtilat (kadın erkek karışık bulunma) ve çalgı aletleri gibi münkerler de bulunmaktadır.

  • Bugüne özel bazı ibadetler yapılıyor, hayırlı işler arttırılıyor, yiyecek ve tatlılar dağıtılıyor.
  • Allah Resûlü’nün (sav) doğum günü olması münasebetiyle bugünü sevinçli ve mutlu geçirmeye çalışıyorlar, Allah Resûlü’nden (sav) şefaat isteyip ondan yardım dileyebiliyorlar.

Mevlid Kutlamalarının Aslı-Kısa Tarihçesi[2]

Mevlid kutlamaları Allah Resûlü (sav) ve ondan sonraki üç hayırlı nesil olan sahabe, tabiin ve etbau’t tabiin devrinde mevcut değildir. Ne emredilmiş ne de uygulanmış bir şeydir. Tabi olunan fıkıh-mezheb imamları Ebû Hanife, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed ibni Hanbel’den de aktarılmamıştır. Muhaddislerden Buhari, Müslim ve başka âlimlerden de bu uygulamalara dair bir şey aktarılmamıştır.

Sahabeden Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Alî’nin (r.anhum) mevlide önem atfettiklerine dair bazı ifadeler nakledilir ki bunların sağlam kaynaklarda aslı, dayanağı veya karşılığı yoktur.

İmam Şâfiî’ye dayandırılan, “Mevlid için ihvan toplayıp yemek hazırlayan, Peygamber (sav) ile beraber haşrolunur.” şeklindeki sözün aslı yoktur.

Mevlid-i Nebi’ye bidat-i hasene gözüyle bakan ve meşru kabul eden âlimler dahi ilk üç nesilde mevlidin olmadığını itiraf etmişlerdir. İbn Hacer (rh) şöyle der:

“Mevlid amelinin aslı bidattir. İlk üç nesil ve selef-i salihinin hiçbirinden buna dair herhangi bir şey nakledilmemiştir.”[3]

Yine mevlid etkinliklerine sıcak bakan Sahâvî (rh) şöyle der:

“Faziletli üç asırdaki selef-i salihinin hiçbirinden bu nakledilmemiştir. Bu, sonradan çıkmış bir şeydir.”[4]

Mevlide sıcak bakanlardan Hafız Iraki (rh) de benzer şeyler söylemiştir.[5]

Mevlid etkinliklerinin ilk nasıl çıktığını, kimin çıkardığını ve hedeflerinin ne olduğunu şöyle anlatabiliriz:

Tarih kitaplarındaki verilere göre bu uygulama ilk olarak Râfizi Ubeydiler (Fâtimiler) tarafından H 4. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmıştır.

Râfizi Ubeydiler (Fâtimiler) kimdir?

Fâtimiler Mısır’da bir devlet kurmuştur. Bu kimseler içlerinde küfrü, zındıklığı, Allah Resûlü (sav) ve ashabına nefreti taşıyan, ancak dışa Ehl-i Beyt taraftarlığını ve sevgisini vuran, intikam ateşiyle İslam’ı içten içe yıkmayı ve bozmayı hedefleyen kimselerdir. Bâtınilik esaslarına bağlılıklarıyla akide, ahkam ve ahlak olarak sapkınlığın ileri gelenlerinden olmuşlar, toplumda yozlaşmaların öncülüğünü yapmışlar, İslam ehline karşı kâfirlerin yanında yer almışlar ve ilim adamlarına ve avama türlü işkenceler etmişlerdir. H 567 yılında da Eyyûbiler eliyle tarih sahnesinden silinmişlerdir. İbn Kesir şöyle der:

“Fatımi halifeleri en zengin, en zorba, en zalim, en kötü idareli, en murdar niyetli halifelerdi. Onların hakimiyetleri zamanında bid’atler ve çirkinlikler ortaya çıkmış, fesatçılar çoğalmış, yanlarında salih, âlim ve abidler azalmıştır. O zamanlarda Şam diyarında Hristiyanlık ve Dürzilik ile Haşşaşilik çoğalmıştı. Haçlılar da Şam sahillerinin tamamına hakim olmuşlar, nihayet Kudüs, Nablus, Aclun, Ğur, Gazze, Askalan, Kereku’ş-Şevik, Taberiye, Banyas, Sur, Akkâ, Sayda, Beyrut, Sıfd, Trablus, Antakya ve bu yörelere bağlı tüm beldeleri Ayas ve Sis mıntıkalarını ele geçirmişlerdi. Amid, Urfa, Re’su’l-Ayn ve birçok beldeleri istila etmişler, sayılarını ancak Allah’ın bildiği miktarda Müslümanları öldürmüşler, sayısız Müslüman kadın ve çocukları esir almışlardı. Oysa bütün bu beldeleri sahabiler fethetmişler ve İslam diyarı haline getirmişlerdi. Müslümanların haddi ve evsafı bilinmeyecek derecede çok ve kıymetli mallarını gasp ettiler. Neredeyse Dımaşk’ı da istila edeceklerdi. Ama Allah orayı korudu. Devletleri yıkılıp hâkimiyetleri sona erdiğinde Aziz ve Celil olan yüce Allah bütün bu beldeleri kendi kerem, rahmet, cömertlik, güç ve kuvveti ile tekrar Müslümanlara iade etti.”[6]

Fâtimiler, Mevlid-i Nebi etkinliklerini Fâtimi Halifesi Muiz Lidinillah[7] Dönemi’nde (H 362-365) başlatmışlardır. Makrizi’nin anlattığına göre Fâtimiler sene içerisinde çeşitli günleri matem, bayram veya mevlid olarak kutlamışlar ve bu tür merasimlerinin sayısı yirmi yediye varmıştır. Bu kutlamaların arasında Nevruz, Mihrican ve Îsâ’nın (as) doğum günü gibi Mecusi ve Hristiyan bayramları da yer alır. Yine bu merasimlerin arasında, Allah Resûlü (sav), Alî, Hasan, Hüseyin, Fatıma (r.anhum) başta olmak üzere mevlid kutlamaları yer almaktadır.[8]

Mevlid-i Nebi kutlamalarına karşı çıkan âlimler olmuştur. Örneğin H 474 yılında vefat eden Ebu’l Velid El-Baci isminde bir ilim adamı “er-Risale Fi’t Tahzir min Bid’ati Mevlidi’n Nebi” isminde bir risale kaleme almıştır. Bu kutlamaları reddetmekle beraber, o asırda yaşananlara ışık da tutmuştur. Mısır’da bu törenler El-Efdal ibn Emiri’l Cuyuş[9] tarafından H 515’te kaldırılır. El-Amir Biahkamillah[10] Dönemi’nde (H 524), unutulmaya yüz tutmuşken tekrar serbest bırakılır.

Bu kimselerin bu uygulamayı çıkarma gayelerini şöyle anlatabiliriz:

a. Bunlar kendilerini Fâtimi diye adlandırmışlardır. Böyle adlandırmalarının nedeni, kendilerinin Alî (ra) soyundan geldiğini vehmettirme, böyle olduğunu gösterme gayretidir. Hem tarih kitapları hem de nesep âlimleri bu kimselerin soyunun Alî’ye (ra) dayanmadığını, neseplerinin Yahudi veya Mecusi kişilere dayandığını ispatlamakta ve bu iddialarının batıl olduğunu göstermektedir. Bu taife bu iddialarının kökleşmesini sağlamak için bu tarz doğum günü etkinlikleri düzenlemiş, böylece İslam âleminde kimsenin sahiplenmediği günleri soylarından gelen kimseler adına kutlama liyakatinde olduklarını göstermeye çalışmışlardır.

b. Ubeydiler batıl ve en sapık fırkalardan biridir. İçlerinde küfrü gizleyen, dışa ise takiyye gereği farklı gözüken sinsi bir yapıya sahipler. Sadece bu tarz doğum günlerini değil, Mecusilerin ve Hristiyanların da bayramlarını kutlamışladır. Bâtıni ve sapkın inançlarını gizlemek, halkı oyalamak, kendilerini sevdirmek, halkın da sevdiği kişileri sahiplenerek gözlerini boyamak, insanları bir arada tutmak ve sert tepkileri yumuşatmak açısından böyle bir şey yapmışlar ve bu günlerde halka oldukça cömert davranmışlardır.

Onlardan sonra bu kutlamaları en çok sufiler sahiplenmiştir. Bunun izlerini Fâtimilerden sonra el-Meliku’l Muzaffer Ebû Said Gökbörü Et-Türkmani[11] Dönemi’nde (H 638) görmekteyiz. Fâtimilerin uydurma bayramları kaldırılmış olsa da halktan mevlid kutlamalarını kendi aralarında sürdürenler -özellikle sufiler- vardı. Meliku’l Muzaffer ise bunu çok daha ihtişamlı ve masraflı törenlerle kutlamaya başladı ve yaygınlaştırmış oldu. Birçok tarihçinin aktardığı bu durumu İbn Kesir’den dinleyelim:

“Es-Sıbt dedi ki: ‘Melik Muzaffer’in Mevlit Kandili münasebetiyle verdiği ziyafette hazır bulunanlardan birinin anlattığına göre, kendisi bu ziyafet sofrasına 5000 kızarmış koyun, 10.000 tavuk, 100.000 tabak kaymak, 30.000 tabak helva-tatlı koydurmuştur.

Melik Muzaffer’in mevlit ihtifallerine âlimlerin ve sofilerin önde gelenleri katılır, onlara hil’atler giydirilir, armağanlar verilirdi. Öğleden fecre kadar sofiler için sema ayinleri düzenletir, kendisi de bizzat onlarla birlikte raksederdi. (…) Mevlit ihtifali için her sene 300.000 dinar harcardı. (…)’ ”[12]

Memlükler Dönemi’nde (H 648-922) Mısır’da mevlid kutlamaları bütün ihtişamıyla devam etti. Kuzey Afrika’da önceleri mevlid kutlama adeti yokken ilk defa Ebû’l Abbas Ahmed ibni Muhammed ibni Hüseyin Es-Sebtî El-Azefî (H 633) tarafından halkın Hristiyan bayramlarını kutlamalarını önlemek amacıyla icra edilmeye başlamıştır. Mâliki âlimlerin şiddetli bir şekilde reddetmesi Mevlid-i Nebi kutlamalarının Tunus’a bir asır kadar geç girmesini sağlasa da netice itibarıyla Ebû Fâris Abdülaziz El-Mütevekkil[13] Dönemi’nde (H 796- 837) resmî olarak kutlanmaya başlanmıştır. Osmanlı’da ise bu uygulama ilk olarak III. Murat[14] Devri’nde (H 996) başlar ve 1910 yılında resmî bayram ilan edilir. Cumhuriyetin ilanından sonra resmî bayram olmaktan çıkarılsa da Mevlid-i Nebi, Diyanet İşleri Başkanlığı ve farklı çevrelerce kutlanmaya devam etmektedir.

Allah Resûlü (sav) Ne Zaman Doğdu?[15]

Mevlid kandili etkinliklerinin tarihi 12 Rebî’u’l Evvel veya 20 Nisan’dır. Ancak Allah Resûlü’nün (sav) doğduğu gün, ay ve yıl üzerinde ulema arasında tam bir ittifak bulunmamaktadır. Bu konuda birçok görüş vardır.

Ay hakkındaki görüşler: Rebîu’l Evvel, Ramazan, Safer, Rebîu’l Ahir ve Receb şeklindedir.

Günü hakkındaki görüşler: Rebîu’l Evvel ayının, iki gece sonrası, 8’i, 9’u, 10’u, 12’si 17’si, 18’i, bitişine sekiz gün kala…

Mevlid-i Nebi’yi, 12 Rebîu’l Evvel diye kesin olarak tayin etmek pek mümkün görünmemektedir. Nitekim el-Meliku’l Muzaffer bile her sene farklı tarihlerde kutlanmasını emretmiştir. Diyelim ki 12 Rebîu’l Evvel olsun… Peki, Allah Resûlü (sav) ne zaman vefat etmiştir? Bu konuda da farklı görüşler olmakla beraber cumhur-u ulemanın, “12 Rebîu’l Evvel” tercihi bu görüşlerin en başında yer alır.

Sorular

a. Mevlid-i Nebi kutlamaları Allah Resûlü’nün (sav) doğumunun kutlaması mı, yoksa vefatının kutlaması mıdır?

b. Bu kutlamayı başlatanlar içlerinde küfrü gizleyen ve İslam’dan intikam alma ateşiyle yanan Fâtimilerdir. Acaba onlar bu kutlamayı hangi amaçla yaptılar?

c. Fâtimiler, bâtıni dünyalarında Allah Resûlü’nün (sav) vefatına sevinirken bu kutlamalara katılanları da “Onun doğum günüdür!” diye kandırıp sevinçlerine ortak ediyor olmasınlar?

Mevlid Kutlamak Doğru Mu?[16]

a. Bidat-i hasene diye bir şey yoktur, İslam adına uydurulan her iş, güzel niyetle de yapılsa merduttur

Bir günün veya mekânın diğerlerine göre daha kıymetli oluşu ve onda yapılacak ibadetler ancak Kur’ân ve Sünnetle sabit olur. Ancak Kur’ân ve Sünnetle sabit olanlar kabulümüzdür. Kadir Gecesi, Zilhicce’nin ilk on günü, Ramazan ayı gibi… Kur’ân ve Sünnette hakkında fazilet veya özel bir ibadet sabit olmayan bir günü veya mekânı din adına kutsallaştırmak, ona özel birtakım ibadetler yapmak, etkinlikler düzenlemek, dinî ritüeller belirlemek bidattir, din adına sonradan çıkarılmış şeylerdir. Din adına çıkan, dine yamanan tüm yenilikler/bidatler kötüdür, iyisi ya da güzeli yoktur.

“…Bundan sonra, şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Sonradan çıkarılan her şey bidattir, her bidat sapıklıktır, her sapıklık da ateştedir.”[17]

Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Her kim bizim bu işimize (dinimize) ondan olmayan bir şey katarsa kattığı şey reddedilir.”[18]

Bir amel ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın sünnete uygun değilse Allah Resûlünün (sav) dediği gibi merduttur.

Abdullah ibni Mes’ûd’un (ra) mescidde halkalar hâlinde oturup bir kişinin komutuyla sesli ve toplu zikir yapan kişilerle diyaloğunu okuyalım:

“…İbni Mes’ûd, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi:

‘Bu yaptığınızı gördüğüm nedir?’

Dediler ki: ‘Ebû Abdurrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, Lâilaheillallah ve Subhanallah deyişleri sayıyoruz.’

Bunun üzerine Abdullah ibni Mes’ûd) dedi ki: ‘Artık kötülüklerinizi sayıp (hesap edin)! Ben, iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamberinizin (sav) şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Nefsim elinde olan (Allah’a) yemin olsun ki sizler kesinlikle ya Muhammed’in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz, ki bu imkânsızdır ya da bir sapıklık kapısı açmaktasınız.’

Onlar, ‘Vallahi Ebû Abdurrahman, biz başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) istedik.’ dediler.

O da şöyle karşılık verdi: ‘Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Allah Resûlü (sav) bize haber vermişti ki Kur’ân’ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.’

Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi.

(Amr b. Yahya’nın dedesi) Amr ibni Seleme, bundan sonra şöyle dedi: ‘Bu halkalardaki (insanların) tamamını, En-Nehrevân olayında, Haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük.’ ”[19]

Allah Resûlü (sav) bazı vakitlerde namaz kılınmasını yasaklamıştır. Bu vakitlerden biri de sabah namazından sonra Güneş’in doğup bir mızrak boyu yükseldiği âna kadar olan vakittir. Bir adam bu vakitte namaza durdu. Said bin Müseyyeb, “Sana bir fitnenin veya can yakıcı bir azabın isabet etmesinden korkuyorum.” dedi.

Adam, “Allah namazdan dolayı insana hiç azap eder mi?” diye tepki gösterince Said (ra), “Allah, namazdan dolayı değil ama Resûl’üne muhalefet ettiğinden dolayı azap eder.” diyerek “…Onun emrine muhalefet edenler…” ayetini okudu.[20]

Adamın biri mikatın öncesinde ihrama girdi. İmam Mâlik (rh), “Bu adama dünyada fitne, ahirette can yakıcı bir azabın isabet etmesinden korkarım.” dedi.

Adam, “Daha fazla ecir için yaptım, ne fitnesi?” deyince İmam Malik, “Allah Resûlü’nün (sav) yapmadığı bir fiille Allah’a yakın olacağını zannetmenden daha büyük ne fitne olabilir?” dedi.[21]

Mucâhid’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“İbni Ömer ile beraberdim. Bir adam öğle veya ikindi namazında, ‘Es-Salâtu hayrûn mine’n nevm.’ dedi.

İbni Ömer, ‘Haydi buradan çıkalım. Bu yapılan bir bidattir.’ dedi.”[22]

Nafi’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Adamın biri İbni Ömer’in yanı başında aksırdı ve ‘Elhamdulillah ve’s selamu alâ Resûlillah. (Allah’a hamd, Resûl’üne selam olsun.)’ dedi.

Bunun üzerine İbni Ömer şöyle dedi: ‘Ben, ‘Elhamdulillah ve’s selamu alâ Resûlillah.’ mı diyorum? Resûlullah (sav) bize böyle öğretmedi. Bize, ‘Elhamdulillahi alâ kulli hâl. (Her hâlimizde Allah’a hamdolsun.)’ dememizi öğretti.’ ”[23]

Dinî bir gayeyle yapılan fiil; sebebi, cinsi, miktarı, kefiyyeti-nasıllığı, zamanı, mekânı açısından Kur’ân ve Sünnetteki sınır içerisinde değilse aslı İslam’da var olsa da bidattir. Yukarıdaki örnekler bunu göstermektedir.

b. Allah Resûlü’nün (sav) sevgisi, ona ittiba etmeyi ve bidatten kaçınmayı gerektirir[24]

Allah Resûlü’nü (sav) sevmek, ona ittibayı gerektirir:

“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba/tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.’ ”[25]

Kur’ân’da insanlar Peygamber’e (sav) karşı iki şeyle mükellef tutulmuştur: itaat ve ittiba. İtaat, emrettiği şeyleri yerine getirmek ve nehyettiklerinden kaçınmakla gerçekleşir. İttiba ise itaatten çok da farklıdır. İttiba; onun peşinden gitmek, onun yoluna tabi olmak, onun gibi yapmak, onun ardına takılmak demektir. Bundan dolayı Allah (cc), kendisine itaati emretmiş, ama kendisi için ittiba kavramını kullanmamıştır. Ancak Resûl’ü için hem itaat hem de ittiba kavramını kullanmıştır. Çünkü kişi Allah’a itaat eder, ittiba edemez. Resûl’e ise hem itaat hem de ittiba edebilir. Allah Resûlü’ne (sav) ittibanın gereği, onun sünnetiyle yetinmek ve onun sünnetinde bulunmayandan yüz çevirmektir. Onun yapmadığını kendisiyle gönderildiği din adına yapmak ittibayı zedeler, hidayet üzere olan yolundan çıkarır.

Allah Resûlü (sav) haber veriyor:

“Allah’ın benden önce herhangi bir ümmete gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki onun ashabı ve havarileri olmuş olmasın. (Yani Allah’ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ashabı ve havarileri olmuştur.) Peygamberin sünnetini alır, onun yoluna uyarlar. Onlardan sonra yapmadıklarını söyleyen, emrolunmadıklarını yapan kavimler gelir. Kim onlarla eliyle cihat ederse o, mümindir. Kim onlarla diliyle mücadele ederse o, mümindir. Kim onlarla kalbiyle cihat ederse o, mümindir. Bunun ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[26]

Mevlid kutlamaları Peygamber sevgisi adına yapılmaktadır dedik. Seven sevdiğini görmek, gözünden düşmemek ister. Allah Resûlü’nü (sav) seven, Kıyamet Günü’nde onunla Havz’da buluşmak ve onu görmek isteyenin dikkat etmesi gereken bir şey vardır: Onun sünnetine tabi olmak ve ondan sonra din adına birtakım şeyler uydurmamak.

Ebû Hureyre (ra) anlatıyor:

“Peygamber (sav) mezarlığa çıkıp ölülere selam vererek, ‘Selam size, ey Müminler diyarı! İnşallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi isterdim.’ dedi.

Sahabe, ‘Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ey Allah’ın Resûlü?’ diye sorunca Resûlullah (sav), ‘Siz benim ashabımsınız. Benim kardeşlerim henüz gelmedi. Ben onları Kevser Havz’ında bekleyeceğim’ cevabını verdi.

Onlar, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ümmetinden henüz gelmeyenleri nasıl tanıyacaksın?’ diye sordu.

Peygamber (sav), ‘Düşünün, bir adamın siyah atlar arasında alnı beyaz, ayaklarında seki olan bir atı olsa o atını tanımaz mı?’ karşılığını verdi.

Onlar, ‘Evet tanır, ey Allah’ın Resûlü!’ cevabını verince Resûlullah (sav), ‘İşte onlar (benden sonra gelecek kardeşlerim) abdest sebebiyle Kıyamet Günü alınları ve abdestte yıkadıkları uzuvları parlayarak gelecekler. Ben ise onları Havz başında bekleyeceğim. Dikkat edin! Sizden bazıları, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim Havz’ımdan kovulacaklar. Ben onlara, ‘Buraya gelin!’ diye sesleneceğim, fakat bana, ‘Onlar senden sonra hâllerini değiştirdiler.’ denilecek. Bunun üzerine ben de, ‘Uzak olsunlar, uzak olsunlar!’ diyeceğim.’ buyurdu.”[27]

c. Peygamber (sav) dinde bir eksik mi bıraktı? İslam tam ve kâmil değil mi?

Sünnet imamlarından İmam Mâlik (rh) şöyle demiştir:

“Kim dinde bir bidat çıkarır ve bunun güzel olduğunu iddia ederse Muhammed’in (sav) peygamberlik görevine ihanet ettiğini söylemiş olur. Çünkü Allah (cc), ‘Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum.’[28] buyurmaktadır. Öyleyse o gün dinde olmayan, bugün de dinden değildir.”[29]

İrbâd İbni Sâriye’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ben sizi gecesi de gündüzü gibi aydınlık olan bir din ve hayat tarzı üzerinde bıraktım. Benden sonra kimin ayağı kayıp da o yoldan çıkarsa o helak olup gitmiştir. Sizden kim yaşarsa pek çok ayrılıklar görecektir. Kim yaşar da böyle ayrılıklar görürse bilip durduğunuz benim sünnetime ve yoluma, ayrıca benim yolumda olan halifelerimin yoluna sıkıca tutunup sarılınız! Dirençli olup bu konuda son gücünüze kadar dayanınız…”[30]

Abdurrahman ibni Yezîd’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Selmân El-Fârisî’ye dendi ki: ‘Sizin Peygamberiniz (sav), hela/tuvalet adabına varıncaya kadar size her şeyi öğretti mi?’

Selmân El-Farisi, ‘Eve,t öğretti. Büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye karşı durmamızı, sağ elle temizlenmemizi, üçten az taşla temizlenmemizi ve tezek ve kemikle temizlenmemizi bize yasakladı.’ dedi.”[31]

Ebû Zerr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) bizi havada iki kanadıyla uçan kuş hakkında dahi mutlaka bir bilgi vermiş olarak bıraktı.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Cennete yaklaştıran ve cehennemden uzaklaştıran şeylerin hepsi size açıklandı, bunlardan açıklanmadık hiçbir şey kalmadı.’ ”[32]

Ebû’d Derdâ’dan (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Resûlullah (sav) bizi gökte iki kanadıyla uçan kuş hakkında bile bilgi vermiş olduğu hâlde bıraktı.”[33]

Mevlid-i Nebi İçin Getirilen Bazı Deliller

Buraya kadar Mevlid-i Nebi adıyla yapılan kutlamaların, o güne özel ibadet etmenin bidat olduğunu ve Allah Resûlü’ne (sav) iman ve ittiba eden hiç kimsenin bu günleri kutlamaması gerektiğini delilleriyle açıklamaya çalıştık. Şimdi de bu bidati savunanların getirdiği akıl karıştırabilecek bazı nasları inceleyelim.

1. Delil:

Mûsâ’nın (as) ve ashabının Aşure Günü kurtulması dolayısıyla Allah Resûlü’nün bugünde oruç tuttuğu ve tutulmasını emrettiği hadis bu konuda gösterilen delillerdendir.

İbni Abbâs (ra) şöyle dedi:

“Peygamber (sav) Medine’ye gelince Yahudilerin Aşure Günü oruç tuttuğunu gördü. Onlara bugünde neden oruç tuttuklarını sordu.

Onlar da, ‘Bu güzel bir gündür. Allah, İsrailoğullarını düşmanlarından bugün kurtardı, bu sebeple Mûsâ bugün oruç tuttu.’ dediler.

Bunun üzerine Peygamber (sav), ‘Ben Musa’ya (Musa’nın yaptığını yapmaya) sizden daha layığım.’ dedi.

O gün oruç tuttu ve Aşure Günü’nde oruç tutulmasını emretti.”[34]

Delil alınan nokta şudur: O gün sevinç günüydü ve bunun şükrü olarak oruç tutuldu. Allah Resûlü’nün (sav) doğduğu gün de böyledir. O günü diğer günlerden ayrı kılacak, şükürle geçirecek şeyler yapılabilir.

2. Delil:

“De ki: ‘Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, (evet) yalnızca bunlarla sevinsinler. O, onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.’ ”[35]

Delil alınan nokta şudur: Allah Resûlü’nün (sav) doğduğu gün tüm insanlığa Allah’ın lütfu ve rahmetidir. Bugünde sevinmek, sevincimizi paylaşmak için etkinlikler düzenlemek gerekir.

Bu tür delillendirmeler için iki şey söylenebilir:

a. Yukarıda zikredilen ve buna benzer nasların tamamını Allah Resûlü de (sav) biliyordu. Ayrıca sahabe başta olmak üzere ümmetin en hayırlı nesline de ulaşmıştı, onlar da biliyordu. Peki, onlar bu delillerden böyle bir istinbat yaptılar mıd? Onlar da bunu kutlayabilme imkânına, bu istinbatı yapabilecek ilim ve fehme sahiplerdi. Allah Resûlü’nü (sav) en çok seven ve ona en güzel ittiba eden onlardır. Ya Allah Resûlü (sav) bunu unuttu ya onlar bunun cahililerdi ya onlar Allah Resûlü’nü (sav) sevmiyordu ya da bile bile terk ettiler. Böyle bir durum yoksa geriye tek seçenek kalıyor: Mevlid-i Nebevi’yi dinî bir şölen hâline getirenler, bu konuda onların yolundan çıkmış ve din adına yenilikler çıkarmışlardır.

b. Bu tür nasların delil olarak alınmasının sosyolojik bir yönü vardır. Bu delillendirmeler mevlid kutlamalarının yaygınlaşması, toplum arasında artık vazgeçilemez bir hâl almasından sonra yapılmıştır. Başka bir deyişle ilk nesilde varlığına dair hiçbir iz bulunmayan bu amel, inkâr edilmesi gerekirken bazı ilim adamları meşrulaştırıcı delil arayışına koyulmuş, dinî bir kılıf arayışına girmiş ve zorlama tevillerle aslı olmayan bu işi İslam’a yamamaya çalışmışlardır. [36] Bu ameli reddeden, dinde yeri olmadığını belirten âlimlere reddiye vermeyi de -Asr-ı Saadet’te aslı olmadığını bilmelerine rağmen- ihmal etmemişler, yoka “yok” diyenlere ısrarla “var” demeyi sürdürmüşlerdir…

3. Delil:

“Hristiyanlar kendi peygamberlerinin doğum gününü kutluyor. Biz tüm insanlığa gönderilmiş olan Peygamberimizin doğum gününü kutlamayacak mıyız?” düşüncesi.[37]

Bizim kendi Peygamberimize (sav) olan muamelemizi Hristiyanlar mı belirliyor? Peygamberimize (sav) göstereceğimiz değer ve yanımızdaki konumu hakkında Kur’ân ve Sünnette bir eksik mi var? Kendi Peygamberine ilahlık sıfatı veren, onun hakkında aşırıya giden, onun adına türlü şeyler uyduran ve dinlerini kendi elleriyle mahveden bu kimseleri mi kendimize ölçü kabul edeceğiz? Allah Resûlü (sav) tam da bu tehlikeye dikkat çekmek için şöyle buyurmuştur:

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘…Siz, sizden önceki milletlerin sünnetine adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Öyle ki onlar kelerin deliğine girecek olsa siz de peşi sıra gireceksiniz.’

‘Ey Allah’ın Resûlü! Onlar Yahudi ve Hristiyanlar mıdır?’ dediler.

‘Başka kim olacak?’ buyurdu.”[38]

Amr ibni Şuayb’ın dedesinden (ra) rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bizden başkalarına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin, çünkü Yahudilerin selamlaşmaları parmak işaretiyledir. Hristiyanların selamlaşmaları ise el ile işaret etmekten ibarettir.”[39]

Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Hristiyanların Meryem oğlu (Îsâ) hakkında ileri derecede hak olmayan bir şekilde onu tazim edip övdükleri gibi siz de beni olmadık şekilde tazim edip övmeyiniz. Ben ancak O’nun kuluyum. Bu sebeple bana Allah’ın kulu ve resûlü deyiniz.”[40]

Sonuç

a. Bir şey Kur’ân ve Sünnette yoksa bu zamana kadar yapılmış ve gelenek hâlini almış olması onu hak yapmaz. Aynı şekilde dokunulamaz, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez gibi bir konuma da yükseltmez.

b. “Bu kadar âlim, hoca, ecdad bunu bilmiyor mu?” düşüncesi yanlıştır. Zira bu, bir ayet veya hadis değildir. Hak Kur’ân ve Sünnettedir. Hakkın ölçüsü çoğunluk, önemli zatlar, atalar, gelenek… olmamıştır. Kitap ve Sünnet delillerini bir kenara itip bu tarz ölçülere göre hareket edenler doğru yoldan sapmaya mahkûmdur. Kur’ân’da bununla ilgili kıssa ve uyarılar çoktur.

c. Bir kişinin Mevlid-i Nebi’yi kutlamaması ve reddetmesi, Peygamber’ini sevmediği anlamına gelmez. Bidatçı kişilerin özelliklerinden biridir, dayanakları olmayınca işi yokuşa sürerler. Bu tarz polemikler oluşturmalarının gayesi açıktır. Muhatabı üzerinde “peygamber düşmanı” algısı oluşturup itibarsızlaştırmak, toplumun yumuşak karnını fırsat bilip davetçinin sinmesini sağlamak, işlerindeki dayanaksızlığı sümen altı etmek, duyguları harekete geçirip gözleri ve akli muhakemeyi kör etmek…

d. Mevlidi kabul etmeyenler, günümüzde hiçbir şey bilmeyen üç beş kişi, sonradan bitme gençler değildir. İslam tarihinde bunu reddeden birçok ilim adamı olmuştur. Bir şeyi kabul eden sayısının çokluğu veya kimliği hakkın ölçüsü değildir.

e. Mevlid-i Nebi’yi ve sair bidatleri çok iddialı, üstten, kendinden emin, duygusal ve arabesk edayla savunan kişiler bu tarzlarıyla üste çıkmayı, haklı görünmeyi hedeflerler. Ancak bu tarz, hakkın ölçüsü değildir, duygularla gerçekleri örtme çabası ve duygusal çarpıklıktır. İstidlalde çarpıklık yaşayan kişilerde pek de şaşırmayacağımız bir durumdur.

Örnek olması açısından bir kıssa anlatıp yazımızı sonlandıralım. Bir şahıs, bidat olan kandil günlerini ve ibadetlerini savunuyor. İddialı iddialı konuşuyor. Bu günler için, “Bidattir, İslam’da yeri yoktur.” diyenleri bir ilim adamına yakışmayacak saygısızlıkla aşağılıyor, iftiralar atıyor. Sonra da diyor ki: “Ben şimdi delilini söyleyeceğim, ondan böyle gürlüyorum ha! Diyor ki Efendimiz (sav), ‘Beş gece vardır, bu gecede yapılan dualar reddolunmaz: Receb ayının ilk cuma gecesi…’ Hani yalandı? Hani Peygamber yapmıyordu, hani sahabe yapmıyordu? Hani onlardan sonrakiler yapmıyordu?.. 1500 yıldır var bu iş! Yeni mi çıktı? Yoku sen mi buldun? O hadis yalan, bu hadis sahte! Milletin imanını elinden aldınız, gittiniz! Oynamayın bu milletin ayarlarıyla! Beyler! İlim, iki tane kitap okumak değil, senin günlük okuduğun gazete gibi değil! Âlimlerin peşini bırakmayın! Ehl-i Sünnet hocaların peşini bırakmayın!.. ”

O kadar emin konuşuyor ki insan bildiğinden, mevcut ilmî gerçeklerden şüphe ediyor. Söylediği hadise gelince hadis mevzu (uydurma) çıkmasın mı? Böyle bir hadisi aldıktan sonra üzerine bina edip sarf ettiği büyük sözlere dikkatle bakınız. Devenin, “Neren eğri?” sorusuna verdiği, “Nerem doğru ki?” cevabını hatırlatıyor. Allah (cc) en doğrusunu bilendir…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…


[1]. Daha geniş bilgi için bk. Kandil Geceleri ve Bin Yıllık Yanılgı, Mehmet Emin Akın, s. 217-341

[2]. Mevlid: Tarihi ve Dini Hükmü, Ahmed Özel (makale); El-Kavlu’l Celiy Fi’l İhtifal bi’l Mevlidi’n Nebiy, Muhammed Enver Muhammed; Bidat ve Batıl İnançlar Ansiklopedisi, Abdulcelil Candan, s. 480

[3]. El-Hâvi li’l Fetvâ, Suyuti, 1/229

[4]. El- Ecvibetu’l Merdiyye, Sahavi, 3/1116

[5]. Yanlış anlaşılmasın; mezkûr ilim adamları, münkeratın eşlik ettiği kutlamaları değil, bu günleri özelleştirip içerisinde salih amellerin ve hayır işler arttırılmasını bidat-i hasene görmüşlerdir.

[6]. El-Bidaye ve’n Nihaye, 12/478-479

[7]. Kendisi Mehdi ilan edilmiştir. Birkaç gün insanlardan saklanmış sonra çıkıp Allah’ın kendisini katına yükselttiğini iddia etmiştir. Etrafa yaydığı casusları sayesinde insanlara yaptıkları şeyleri haber vermiş ve cahil kişileri etkilemiştir. İlim adamlarına işkence eden, diri diri derilerini soyduran bir canidir. Müneccimlerin söylediklerine göre hareket etmiş, biri Hristiyan biri de Yahudi iki vezir edinmiş, ezanı tahrif etmiş ve “Hayya ala hayri’l amel” diye okunmasını emretmiştir. (bk. Er-Ravdateyn fi Ahbari’d Devleteyn, Ebû Şame el-Makdisi 2/219, Tarihu’l İslam, Zehebi, 26/350; Husnu’l Muhadara, Suyuti, 2/22; El-Beyanu’l Muğrib, Merakişi, 1/223)

[8]. El-Mevaiz ve’l İ’tibar, 2/436

[9]. Fâtimilerin meşhur vezir ve kumandanlarındandır.

[10]. 10. Fâtimi halifesi

[11]. Eyyûbilerin ileri gelen komutan ve yöneticilerinden

[12]. El-Bidaye ve’n Nihaye, 13/271 (630. Yılda yaşananlar) Ayrıca bk. Vefeyatu’l A’yan, İbn Hallikan, 3/274

[13]. Hafsî Hanedanının 23. sultanı

[14]. 12. Osmanlı sultanı

[15]. bk. Siyer Kronolojisi, Mehmet Apaydın, s. 215, 689; Hekaik Havle Mevlidi’n Nebevi, Ahmed ibni Abdulaziz el-Hamdan, s. 2

[16]. Bidatin tanımı, çıkma ve yaygınlaşma nedenleri, zararları ve bidat-i hasene düşüncesi hakkında bk. Tüm Resûllerin Ortak Müjdesi, s. 128-196

[17]. Müslim, 867; Nesai, 1578

[18]. Buhari, 2697; Müslim, 1718

[19]. Darimi, 210

[20]. bk. Sünen-i Dârimi, 436

[21]. bk. Fetava, 20/375

[22]. Ebu Davud, 538. Hadiste geçen “tesvib”,  ezan ile kamet arasında ihdas edilen ilave kamet olarak da yorumlanmıştır. bk. Avnu’l Ma’bûd, 538 No.lu hadis şerh

[23]. Tirmizi, 2738

[24]. Günümüzde, “ ‘Benim doğum günümü kutlamayın.’ diye bir nas yoktur. Ancak böyle bir nas olsaydı bile biz bugünü kutlarız. Kutlamaktan vazgeçmeyiz. Çünkü bu, Allah Resûlü’nü (sav) sevmenin bir gereğidir.” diyecek cüreti gösterenler dahi olmuştur…

[25]. 3/Âl-i İmran, 31

[26]. Müslim, 50

[27]. Müslim, 249; İbni Mace, 4306; Ahmed, 7999

[28]. 5/Mâide, 3

[29]. El-İ’tisam, 1/49

[30]. İbni Mace, 43; Ahmed, 17142

[31]. Müslim, 262; Ebu Davud, 7; Tirmizi, 16; İbni Mace, 316

[32]. Mu’cemu’l Kebir, 1647; Ahmed, 21361

[33]. Mecmeu’z Zevaid, 13973

[34]. Buhari, 2004; Müslim, 1130

[35]. 10/Yûnus, 58

[36]. Örnek olması için bk. El-Hâvi li’l Fetvâ, 1/229; El-Ecvibetu’l Merdiyye, 3/1116

[37]. Bu istidlal Sahâvi’ye aittir!

[38]. Buhari, 7320; Müslim, 2669

[39]. Tirmizi, 2695

[40]. Buhari, 3445

Önerilen makaleler

Yorum (2)

  • Tevhid ehli 1 yıl önce Cevapla

    Çok faydalı bir yazı. Allah razı olsun 🙂

  • Hasan Can 11 ay önce Cevapla

    Allah razı olsun

Cevap Ver