İslâm’dan Müslümanlığa, Zihniyet Değişim Süreçleri – 5

İslâm’dan ciddi sapmaların yaşandığı Milâdî 661’den 850’li yıllara kadar, “Müslüman” ve “Müslümanlık” kelimelerinin hiç telâffuz edilmediği kuvvetle muhtemeldir. Fakat “Müslümanlık” kelimesinin Milâdi 900’lerde kullanıldığı kesindir. En azından bunu, Satuk Buğra Han Tezkiresi (922-955) adlı belgeden öğreniyoruz. Bu belge üzerinde çalışma yapan Mehmet Turgut Berbercan’ın yazdığı akademik bir makalede bu konu ile ilgili çok önemli bilgiler mevcuttur. Araştırmacı Berbercan’ın incelediği parçada “Müslümanlık” kelimesi, Orta Asya klasik dönem sonrasındaki Çağatayca’da “Müselmānçılık” şeklinde kullanılmıştır. Adı geçen belgede “Müselmân” ve “Müselmānçılık” sözcükleri, 27 kez geçmektedir.[1]

Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’ya göre Emevî Komutan Nasr bin Seyyar’ın (663-748) Horasan Valiliği günlerinden itibaren bu bölgede İslâm, yüz yıl kadar tam anlamıyla yerleşmemiştir.[2] Bu süre -zihniyet bunalımının hüküm sürdüğü- 750-850 yılları arasına rastlamaktadır. İşte Müslümanlığa ortam hazırlayan olayların çoğunun bu süre içinde cereyan ettiğini var saymak gerekir. Bunların başında, 869’da patlak veren ve “Zenci İsyanı” olarak tarihe geçen olay gelmektedir. “Yeşil komünizm” diye niteleyebileceğimiz bu hadise ve sonuçları -tarih boyunca- çeşitli içerikler kazanarak etkilerini zamanımıza kadar devam ettirmiştir.

Abbasilerin yükselme devrindeki refah, ahlâkta büyük bir çöküntüye yol açınca Tasavvufun ve İran Pers milliyetçiliğinin gelişen etkileriyle İslâm’ın kutsal değerleri büyük bir erozyona uğradı. Hilâfet kavramı iyice yozlaştı. Gerek Endülüs Emevî Devleti’nin Bağdat’taki hilâfet makamından bağımsız hareket etmesi, gerekse Abbasi İmparatoru, “Halife” Harunu’r-Reşîd’in, Endülüs Emevi Devleti’nin Hükümdarı Abdurrahman ed-Dahil’e karşı Frankları cesaretlendirmesi bunu göstermektedir. Bunun yanı sıra aşırı düzeyde zenginleşen bir azınlık ile son derece yoksullaşan geniş halk kitlesi arasında derin bir uçurum meydana geldi. Sonuç olarak, 900’lü yıllardan sonra çok daha tehlikeli hale gelen zihniyet bunalımı ortamında Hürremîlik (Babekîlik)[3], Karmatîlik[4], İsmailîlik ve Nusayrîlik gibi inanç ve düşünce akımları ortaya çıktı. Bu akımlar bir yandan Fars-İran Şiî Müslümanlığını şekillendirmeye başlarken, öbür yandan Türk Müslümanlığının ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. İnanç ve düşünce krizinin zirveye ulaştığı bu dönemin en önemli olaylarından biri “İhvânu’s-Safa” hareketi, Öbürü ise 1200’lerde yeşermeye başlayan Türkistan Tasavvufu’dur. (Bu tasavvuf ekolünde iman kurumu yoktur.)

İhvânu’s-Safa hareketi; -Milâdî 980 yılında Zencî İsyanı bastırılınca, önce Irak’ın Vâsıt kentinde ortaya çıkan, daha sonra geniş çevreleri etkileyen- gizli bir entelektüel devrim girişimidir. Bunu bir bilgelik hareketi olarak yorumlayan araştırmacılar da vardır. Burada önemli bir noktayı tespit edelim; Gerek İhvânu’s-Safa hareketi, gerekse Hürremîlik, Karmatîlik, İsmailîlik ve Nusayrîlik arasında önemli bir ortak paydada bulunmaktadır: Ali (ra) yandaşlığı veya başka bir ifadeyle “Ehli Beyt”e bağlılık… İşte bu maske, söz konusu hareketlerle ilişkisi bakımından Şiîliğin içyüzünü net bir şekilde açıklamaktadır. Sonuç olarak; İslâm dünyasında, 900’lü yıllardan sonra zihniyet bunalımının tehlikeli boyutlara ulaştığını söyleyebiliriz. 1090 yılında Alamut Kalesi’nde -bir cinayet şebekesi olarak organize olmaya başlayan- Haşhaşîler örgütünün varlık göstermesiyle birlikte İslâm’ın neredeyse gerçek izlerinin tamamı, artık vicdanlardan silinmiş oldu ve Politeist Müslümanlık dönem başladı.

Bu dönemden itibaren Ümmetin siyasi birliği bozuldu; Abbasi coğrafyası üzerinde; Maveraünnehir’de Sâmânoğulları (819-999); Sistan’da Saffarîler (861-1003); Mısır’da Tolunoğulları (868-905); İran’da Büveyhoğulları (934-1055); önceleri Tunus’ta, daha sonra Mısır’da Fatimîler veya Ubeydîler (921-1171); yine Mısır’da İhşitoğulları “Akşitler” (935-969); Mısır’da ve Suriye’de Eyyubîler (1174-1341); gibi çeşitli devletçikler kuruldu, Şiî-İsmailî Fatimîler, Hilâfeti Abbasîler’den almak için İran’daki Şiî Büveyhoğulları ile anlaştılar. Böylece İslâm dünyası tam anlamıyla parçalandı. İnanç birliği ortadan kalktı. Mısır’da Fatımîler döneminde Mevlit geleneği başlatıldı; ezanın sözlerinde değişiklik yapıldı; Fatımî diktatörü el-Hakim Biemrillâh (985-1021) ilâhlığını ilân etti. İran kökenli Hamza bin Ali, onun inanış ve davranışları etrafında Dürzîlik[5] adı altında bir din üretti. Sonraları Mısır’da kurulan Memlükler (1250-1517); bu dinin yayılma hızını nispeten kesti iseler de Dürzîlik Lübnan’a ve Kuzey Afrika’nın uç noktalarına sıçrama yaparak buralarda tutunmayı başardı. Varlıkları günümüze kadar devam etmektedir. Gerek Haçlıların, gerekse sömürgecilik döneminde Batılıların Orta doğu’ya yerleşmelerinde Nusayrîlerin ve Dürzilerin büyük yardımı olmuştur.

İslâm dünyasındaki zihniyet bunalımı 1000’li yıllarda bir kat daha artarak devam etti. Çoktanrıcılık (evliyacılık), kerametçilik (efsanecilik ve mitoloji), bid’at ve hurafeler her tarafa yayıldı. Gazalî (1058 -1111) gibi birikimli ve güçlü bir şahsiyetin bile ruhsal bunalım geçirerek bir süre kayıplara karışması, döndükten sonra da -ölünceye kadar- toplumdan soyutlanması, -850’den sonra ortaçağ boyunca- yaşanan iman ve ahlâk krizinin ne kadar şiddetli olduğunu kanıtlamaktadır. Bu durum dış dünyaya yansıdığı için önce Batı’da Katolik Hristiyanlar Papa II. Urbanus’un (öl. 1099) fetvası üzerine 1096 yılında Ortadoğu’ya saldırmaya başladılar. Bu dönemde İslâm tamamen unutuldu. Onun yerini irili ufaklı mitolojik ve animist birtakım dinler doldurmaya başladı. Bu sıralarda, Orta Asya’da da (İranlıların etkisiyle) zihinler oldukça bulanıktı. İmam Matüridî (862-944), Ömer Nesefî (1069-1142), Fahreddin Râzî (1149-1209) ve Sa’deddin Teftazânî (1322-1390) gibi ilim erbabı ve emsallerinin etkileri ortadan silindi. Buhara ve Semerkant medreseleri ruhsuzlaştı, topluma yön veren eski ilmî kudretlerini tamamen yitirdiler.

Haçlılardan sonra bu kez İslâm coğrafyasına Moğollar saldırdı. Selçuklu Ordusunun 1243’te Kösedağ mevkiinde Moğol ordusuna yenilmesinden sonra Anadolu’nun birliği bozuldu. Şamanist inançlar bütün Anadolu’ya yayıldı. İman fukaralığı o derece yaygın hale geldi ki İslâm dünyasının başkenti (Bağdat) Moğol ordusunun karşısında direnemedi. Sözde “İslâm Ümmetinin Halifesi” yakalanarak yüzlerce âlim ve devlet adamı ile birlikte birer çuvala konduktan sonra binlerce Moğol süvarilerine çiğnetildiler. Bağdat’taki kütüphaneler yakıldı, külleri Dicle’ye döküldü (1258).

Bu sıralarda Orta Asya’da Türk Müslümanlığının temelleri atılıyordu. Çünkü ilim ve iman göçmüş, meydan boşalmıştı. Tam bu sırada Türk Müslümanlığının (daha sonraları iki ayağından birincisini oluşturacak olan) Nakşbendîliğin temeli Abdülhalık Gucdevânî tarafından; (ikinci ayağını oluşturacak olan) Bektaşiliğin ve Alevîliğin temeli de Ahmed Yesevî tarafından atıldı.[6]

Abbasi dönemi Şiîliğinin etkili olduğu Fars bölgesinde vaktiyle türeyen sapkın akımlardan, siyaseti ve toplum zihniyetini en çok Hürremîlik (Babekîlik) meşgul etmiştir. Geç dönem Safevî Şiiliğinin bir yansıması olarak ortaya çıkan Babîlik[7] ve Bahailik[8] gibi mistik-siyasi karakterli akımlar ise XIX. Yüzyılda ortaya çıktı. Türk Müslümanlığı da kendi tarihi içinde (Şamano-Budist karakterde) onlarca mistik akım üreterek gelişmesine devam etti. Bunlar arasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkımını hazırlayan nedenlerden Babaîliğe de bilhassa burada işaret etmek gerekir. Bu akımın günümüzdeki uzantısı sayılan (ve mezhep görünümünde kendini sunan) Alevilik ile Hanefist kesimin çabalarıyla devam ettirilen Nakşbendîlik, Türkiye’de (toplumun zihniyetini yönlendirmede) geniş etki alanına sahiptirler. Gerek Alevîlik[9] gerekse Nakşbendîlik birbirine aykırı karakterde yapılanmış olmalarına rağmen, Türk Müslümanlığını besleyen önemli birer kaynak niteliğini taşırlar.

***

Namık Kemal Zeybek Türk Müslümanlığını -ayrıntılı şekilde, akıcı ve açık bir üslupla- tanımlamış ve anlatmıştır. Günümüzün en tanınmış şahsiyetlerinden biri olan Namık Kemal Zeybek, verdiği bir röportajda konu hakkında çarpıcı ifadeler kullanmaktadır. “Türk’ün İnancı” adı altında kaleme aldığı kitabında Zeybek, Türk Müslümanlığını Arap Müslümanlığından kalın çizgilerle ayırmaktadır. Türkiye’de bir dönemin Kültür Bakanlığı makamında oturan Zeybek’le yapılmış olan bir röportaj Oda TV web sitesinde şu başlık altında verilmiştir:

“Türklerde din yok inanç var.

Namık Kemal Zeybek, yeni kitabı ‘Türk’ün İnancı’nda bilimin önemine dikkat çekiyor, Türk ve Arap Müslümanlığı arasındaki farkları ortaya koyuyor. (…) Hürriyet’ten İpek Özbey’e konuşan Namık Kemal Zeybek, iki inanç arasındaki zihniyet farkları ve ‘evrimin müfredattan kaldırılması’nın sonuçlarını anlattı.”[10]

“Türklerin Allah inancı nasıl?” şeklinde yöneltilen soruya ise Zeybek şöyle bir yanıt vermektedir:

“Varlığın dışında bir Tanrı falan yok. O yüzden Türk inancında ‘Tanrı var mıdır, yok mudur’ tartışması da yok. Çünkü Tanrı gök. Gök dediğimiz uzay, kozmos. Bayat ve mengü. Başlangıcı ve sonu olmayan, sınırsız, ne varsa içine alan ama her var olanın da içinde olan. Varlığın kendisi Tanrı yani. Onun için Türk Tengri dendiği zaman gök kastedilir. Allah varlığı kendisinden yaratmıştır. Varlığın kendisi Tanrı’dır. Türk Müslümanlığıyla Arap Müslümanlığını ayıran birinci mesele budur: Tanrı inancı.”[11]

Günümüzde, birikimli Türk aydınlarından biri olan Namık Kemal Zeybek’in Müslümanlığı bu ifadelerle tanımlamış olması oldukça önemlidir ve ciddiye alınması gerekir. Nitekim Türkiye’de ne Diyanet İşleri Başkanlığı ne de bilim otoriteleri bu tanımlamaya karşı herhangi bir reddiye ortaya koymamışlardır. Dolayısıyla İslâm’a karşı tavır alarak 1000 yıl önce Müslümanlık adı altındaki dini üretenlerin ve onu yüzyıllar boyu yeni içeriklerle şekillendirenlerin macerasını (yukarıdaki kanıtlar ışığında) böylece anlamak artık mümkündür.


[1] .bk. Feriduddin Aydın, Geçmişten bugüne Nakşbendîlik (Tarîkatçılığın Sırları ve Şifreleri), s. 240, İstanbul, 2020. Not: Bu çalışma henüz basılmamış ve yayınlanmamıştır.

[2] .Yazarın kullandığı ifade şöyledir: “Uzun süre yaklaşık olarak bir asır içinde büyük mücadeleler sonucu gerçekleştirilen bu siyasi fetih hareketleri sırasında Aşağı Türkistan’da İslâmiyetin tam manasıyla yayıldığı ve dinî hakimiyetin tamamen yerleşmiş olduğu söylenemez.” Kaynak: Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Orta Asya’da İslâmiyetin Yayılışı ve Türkler, s. 87, Damla Ofset Matbaacılık ve Tic. A.Ş. Baskı III, Konya,1994

[3] .Hürremîlik ُخرمية : İran halkının İslâm öncesindeki dini olan Mecûsilikten ilhamını almış mistik/ideolojik bir akımdır. İran’ı fetheden Araplardan intikam almak amacıyla kurulduğu söylenebilir. Farsça şen, neşeli anlamına gelen “Hurrem” kelimesi, bu akımın ibâhî bir temele dayandığını düşündürmektedir. Çıkardıkları isyanlarla hem Emevî hem Abbasî yönetimlerini meşgul etmişlerdir. Hürremîler, Ebû Müslim El-Horasanî’ye efsanevî ve kutsal bir kişilik mâl etmiş, ona bir peygamber hatta bir ilâh olarak inanmışlardır. Emevî Hânedânı’nın yıkılmasında ve yönetimin Abbâsîler’e geçmesinde büyük rol oynayan bu İranlı komutan, -Müslümanlık tarihi boyunca Türk ve Fars muhitlerinde- daima haklının yanında yer alan, haksızlığa ve zulme karşı çıkan bir sembol olarak vicdanlara yerleşmiştir. Onun kahramanlıkları hakkında üretilen mitolojik halk hikâyeleri ve destanlar, asırlar boyu toplantılarda ve sohbetlerde halk arasında anlatıla gelmiştir.

[4] .Karmatîlik: “İsmailî Dini”‘nin bir koludur. Bu dinin felsefesi, -Abbasîler zamanında ortaya çıkan- İsmailîliğin misyonerlerinden “Karmat” ya da “Kırmıt” lakabıyla anılan Hamdân bin El-Eş’as (öl. 906) tarafından düzenlendi (869). Hamdan, Milâdî 869-883 yılları arasında meydana gelen zenci isyanı sırasında, işçilerin ezilmişliğini fırsat bilerek yoksul kesimleri (Abbasi yönetimine karşı) organize etti. Bu süreçte, kayın biraderi Abdân ile birlikte takipçilerine özel bir beyin yıkama sistemiyle yeni inançlar aşılamaya koyuldular. Hitap ettikleri topluluklar arasında materyalist düşünceyi yaymak için dokuz aşamalı bir eğitim uygulaması başlattılar. Bu aşamaların adları şöyle idi:

1. Teferrus (deneğin psikolojisini yönetme); 2. Te’nîs (Isındırma); 3. Teşkîk (kuşkulandırma); 4. Ta’lîk (bekleterek konsantrasyonu sağlama); 5. Rabt (bağlama); 6. Tedlîs (yanıltma); 7. Te’sîs (imansızlaştırmayı temellendirme); 8. Hal’ (dinden soğutma); 9. İnsilâh (Dinden tamamen soyutlama)… Bu olayların başlangıcı, Abbasî Halifesi El-Mu’tazıd-Billâh (857-902) zamanına rastlar.

Karmatîlik: Ortak mülkiyet esasına dayalı, siyasi, protest, mistik, mesyanik ve gizemci bir felsefedir; beşerî bir din niteliğini de taşır. Hinduizm, Zerdüştîlik, Manicilik, Mazdekçilik, Sabiîlik, Hristiyanlık, Yahudîlik ve İslâm gibi birçok dinin değerleri sentezlenerek Neoplatonculuk temeli üzerinde yapılandırılmıştır. İran’ın ilk İslâm Devleti tarafından fethedilmesinin intikamı olarak bu dinin kurulduğu kuvvetle muhtemeldir. Karmatîlerin (850-1250 yılları arasında) giriştiği isyanlarla devam eden macerası, İslâmî değerlerin büyük ölçüde yıkımına neden olmuştur. Nitekim Karmatîler Bahreyn’de (909-1078 yılları arasında) bir devlet kurdukları gibi Suriye’de, İran’da, Türkistan’da ve Hindistan’da da devletçikler kurmuş, böylece -dolaylı da olsa- Müslümanlığın peydahlanmasına zemin hazırlamışlardır. Karmatîlik hakkında birçok kitap yazılmıştır. Ancak bu teşkilât ve felsefesi oldukça karmaşık bir içeriğe sahip olduğundan, barındırdığı sırlar günümüze dek gizemini korumaktadır.

[5] .Dürzîlik: “El-Hakim Biemrillah” unvanıyla bilinen 6. Fatımi Hükümdarı El-Mansur bin El- Azizbillah’ı tanrı olarak kabul eden Neoplatoncu, ezoterik-beşerî bir dindir. “Bâtınî karakterli olan, bünyesinden çıktığı İsmâilî çevrenin inançlarını reddeden ve kendilerini tevhid ehli diye adlandıran Dürzîler, asırlar boyu hemen herkes için bir muamma olma özelliğini korumuştur. (Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Öz, TDV İslâm Ansiklopedisi, 10/39-48). Prof. Dr. Muhammed Hayr Ramazan Yusuf’a göre, Dürzîler’in dinleri için, -Kur’ân-ı Kerim’den alıntılarla düzenledikleri- bir “Mushaf” bulunmaktadır. Bu kitap Muhammed (sav) hakkında ağza alınamayacak hakaretler içermektedir. Yazarın Arapça ifadesi aynen şöyledir:

“إٕن الدروز يؤ وِّلون كلَّ ما في الكتب السماوية، وأٴن المقصودَ بإبليس فيها ” محمدٌ”

صلى اللّٰه عليه وسلم، وهو الذي بشَّرَ به جميعُ الرسل عليهم الصلاة]

“!!والسلام]. وأٴوردَ أٴشياء من عقيدتهم في نبينا لا يُطاق كتابتها

bk. https://www.alukah.net/web/khair/0/38063

[6] .Geniş bilgi için bk. Feriduddin Aydın, Geçmişten Bugüne Nakşbendîlik (Tarîkatçılığın Sırları ve Şifreleri) İstanbul, 2020.

[7] .Bâbîlik: Bir devlet adamının oğlu olan İranlı Mirza Ali Muhammed Şirâzî (1819-1850) tarafından kurulmuş mistik-mesyanik, spekülütif bir beşerî dindir. Bu şahıs, gençliğinde önce Hurûfiliğe merak saldı. Ardından saatlerce oturup güneşe bakarak tuhaf psikolojik durumlar yaşadı. Sonra “beklenen Mehdi”yi arama macerasına girişti. Nihayet etrafına topladığı bağlılarına 23 Mayıs 1844 günü, kendini Mehdi’ye ulaştıran yolun kapısı olarak kabul ettirdi. Bunun üzerine ona, bağlıları tarafından (Arapça kapı anlamına gelen) “Bâb” unvanı verildi. Çok geçmeden Mehdi olduğunu ilân edince İran yönetimini telaşlandırdı. Olaylar gelişince, Kaçar Hanedanlığının yönetimi döneminde Nâsırüddin Şah’ın emriyle 9 Temmuz 1850 günü Tebriz’de kurşuna dizildi. Ölümünün ardından kurulan Bahâî Dini’nde peygamber sayılmaktadır.

[8] .Bahâîlik: Mirza Ali Muhammed Şirâzî’nin ardıllarından Mirza Hüseyin Ali (1817-1892) adında bir aktivist tarafından din niteliğinde kurulan siyasi-mistik bir akımdır. Bâbîliğin devamı niteliğindedir.

“Sosyete dini” olarak bilinmektedir. Özellikle Batı dünyasında, çok sayıda bağlıları bulunmaktadır. Bunlar kapitalist bir zümre olarak dinlerini yaşamaya ve yaşatmaya çabalamaktadırlar. Fazla bilgi için bk. TDV, 4/ 464-468. Gerek Bâbîliğin, gerekse Bahâîliğin, İslâm’a duyulan aşırı nefret ve düşmanlık etkisiyle kurulduğu söylenebilir.

[9] .Alevîlik: Bilgi için bk. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV İslâm Ansiklopedisi, 7/320-321, 1993; 13/279-280, 1996; 16/169-175, 1997, 16/282-285, 1997; 18/518-521, 1998

[10] .bk. https://odatv.com.tr/turklerde-din-yok-inanc-var-0307171200.html

[11] .https://odatv.com/turklerde-din-yok-inanc-var-0307171200.html

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver