Allah’a hamd Rasûlü’ne salât ve selam olsun…
Allah subhanehu ve teâlâ bizden Müslüman olmamızı istediği gibi İslam üzere sebat etmemizi ve İslam üzere can vermemizi de istemiştir.
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” [1]
“Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da: ‘Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. O hâlde sadece Müslümanlar olarak ölünüz’ (dediler).” [2]
Müslüman olmak, başlangıç olarak kolaydır. Devamını getirebilmek, sebat etmek ise zordur. Çünkü birtakım zorluklar, Müslüman olduktan sonra yavaş yavaş kendini göstermeye başlar. Bu nedenle İslam’ı muhafaza edebilmek, oldukça zor bir şeydir. Peygamberlerin kıssalarına baktığımızda; onların eğitiminden geçen, birçok mucizeye şahit olan insanların dahi sebat edemediklerini görüyoruz.
Örneğin; Musa’nın aleyhisselam ashabı, onun bizzat eğitiminden geçtiler, denizin ikiye yarılması mucizesine, gökten kudret helvası ve bıldırcın eti indirilmesi mucizesine ve bunun dışında birçok mucizeye şahit oldular. Fakat buna rağmen, aradan belli bir müddet geçtikten sonra sebat edemeyip buzağıya taptılar.
Örneğin; Peygamberimize sallallahu aleyhi ve sellem son dönemlerinde birçok kişi iman etti. Fakat Peygamberimizin vefatından sonra, kimisi yalancı Peygamberlere tabi olarak, kimisi ise zekât vermeyerek, kimisi ise başka sebeplerden ötürü dinden çıkıp dinde sebat edemedi.
Bu örnekler, bize gerçekten İslam üzere sebat etmenin zorluğunu gösterir. İnsanın Peygamberleri görmüş olması, mucizeler görmüş olması sebat edeceği anlamına gelmez.
İslam üzerine sebat etmenin önünde birçok engel vardır. Bu engellerden biri de imtihanlardır. Rahatlık hâlinde Müslüman olan birçok kişinin, imtihanlar esnasında dininden döndüğü, hem tarihte hem de günümüzde sıkça rastlanılan bir durumdur. Allah subhanehu ve teâlâ sünneti gereği, sadıklarla yalancılar birbirinden ayrılsın diye insanları imtihan eder. Davalarında sadık olanlar, her imtihanı başarıyla atlatırken; sadık olmayanlar ise her imtihanda sürekli dökülürler. Talut ile Calut’un kıssası, bizim için bu konuda güzel bir örnektir.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Musa’dan sonra, Beni İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir Peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi. ‘Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?’ dedi. ‘Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda neden savaşmayalım?’ dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah, zalimleri iyi bilir. Peygamberleri onlara: ‘Bilin ki Allah, Talut’u size hükümdar olarak gönderdi’ dedi. Bunun üzerine: ‘Biz, hükümdarlığa daha layık olduğumuz hâlde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?’ dediler. ‘Allah, sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah, her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir’ dedi. Peygamberleri onlara: ‘Onun hükümdarlığının alameti, tabutun size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o tabutun içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun hanedanlarının bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz, sizin için bunda şüphesiz bir alamet vardır’ dedi. Talut, askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: ‘Biliniz ki Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim, ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse bendendir’ dedi. İçlerinden pek azı müstesna, hepsi ırmaktan içtiler. Talut ve iman edenler, beraberce ırmağı geçince: ‘Bugün bizim Calut’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur’ dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: ‘Nice az sayıda bir birlik, Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir’ dediler. (Talut’un askerleri) Calut ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: ‘Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.’ ” [3]
Bu ayetlere dikkat edilirse rahatlık hâlindeyken, daha hiçbir sıkıntı yokken İslam üzere olan insanlar, imtihan esnasında dökülmeye başlamışlar. Rahatlık hâlinde cesur, itaatkâr olacağını söyleyen insanlar imtihanların başlamasıyla söylediklerinin aksini yapmışlardır. Buradan imtihanların, sebat etmenin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu açıkça anlıyoruz. Herkesin imtihanı farklıdır. Bir imtihanda sebat edenler diğer imtihanlarda da sebat edecek anlamına gelmez. Kıssaya dikkat ettiğimizde şunu görüyoruz: Birinci imtihanda sebat edenler, ikinci imtihanda sebat edememiş; ikinci imtihanda sebat edenler ise üçüncü imtihanda kaybetmişlerdir. Ve netice olarak çok az kişi kalmışlar. Günümüzde insanları tevhide davet eden, şirki yeryüzünden kaldırmaya çalışan Müslümanların başına gelen imtihanlardan biri de cezaevidir. Allah subhanehu ve teâlâ sadıklarla yalancıları birbirinden ayırıp Müslümanların saflarını temizlemek için, içerisinde birçok sıkıntının olduğu cezaevi ile onları imtihan ediyor. Bazı Müslümanlar, bu imtihanı tüm zorluklara rağmen başarıyla atlatırken, bazıları ise bu imtihanın altında kalıyorlar.
Sebat Edebilmek İçin Ne Yapmak Gerekir?
İmtihan esnasında insanın hevasına uymayan, nefse ağır gelen birtakım şeyler olduğu için sebat etmek zordur. Allah subhanehu ve teâlâ da sünneti gereği insanları imtihan edeceğini Kur’an-ı Kerim’de defaten bildirmiştir. ‘Peki, imtihanlarda sebat etmek için ne yapmak gerekir, sebat etmemizi sağlayacak şeyler nelerdir?’ diye soracak olursak bunu maddeler hâlinde şöyle sıralayabiliriz:
1. Yakin
İmanın şartlarından biri yakindir. Yaşadığı dinin hak olduğu konusunda yakin ehli olmayan, tereddütleri olan kimseye imanı fayda vermez.
“Müminler ancak Allah’a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular, ancak onlardır.” [4]
“Kim, Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim, onun Rasûlü olduğuma şehadet ederse ve bu kelimede şüphe duymadığı hâlde Allah’a kavuşursa cennete girecektir.” [5]
Üzerinde olduğu dinin hak olduğu konusunda şüpheleri olan kimseye imanı fayda vermediği gibi, bu kişiler belli bir zaman sonra üzerinde oldukları yolu terk ederler. Çünkü şüpheyle bir yere varılmaz. Şüpheleri olan kişinin en ufak meselede kafası karışır ve üzerinde olduğu yolun aksini savunmaya başlar. Normalde Müslümanın imtihan esnasında sabretmesini sağlayan şey, üzerinde olduğu yolun hak olduğuna ve alacağı mükâfata yakinen inanmasıdır. Yakini zedelenen kişi, imtihan esnasında bunları düşünmez. Düşünmediği için de bunalıma girer, sıkılır, niçin bunlar başıma geldi diye kendini sorgular ve netice olarak ayağı kayar. Sebat için yakin şarttır. Ondan dolayı ister bilgiden, isterse de bilgisizlikten kaynaklı şüphelerin izale edilmesi ve yerine yakinin ikame edilmesi gerekir. Çünkü şüpheleri olan kimsenin ayağının kayması, an meselesidir.
2. Allah’a dua etmek
Hidayeti vermek de, hidayet üzere sabit kılmak da tamamen Allah’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. O, dilediğini hidayete erdirir ve sabit kılar, dilediğini ise saptırır.
“Allah dilediğini doğru yoldan saptırır, dilediğini de doğru yol üzerinde bulundurur.” [6]
Peygamberler ve salih müminler, İslam üzere sabit kalabilmek için Allah’a subhanehu ve teâlâ yalvarmış, O’na dua etmişlerdir. İnsan kendi kendine sabit kalamayacağı için, aynısını yapması gerekir.
Enes radıyallahu anh anlatıyor:
“Rasûlullah, şu duayı çok yapardı: ‘Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl.” [7]
Yusuf aleyhisselam Allah’a dua ederken şöyle diyor:
“…Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim! Benim velim sensin, benim canımı Müslüman olarak al ve beni salih kulların arasına kat!” [8]
İman ettikten sonra Firavun’un zulmü ile karşılaşan müminler şöyle dua etmişlerdir:
“Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı Müslüman olarak al.” [9]
Yine başka müminler şöyle dua etmişler:
“(Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.” [10]
3. Allah ile bağları kuvvetlendirmek
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey örtüsüne bürünen! Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk! Gecenin yarısı kadar veya biraz eksilt yahut dilersen ilave et. Kur’an’ı tertil üzere oku. Gerçekten senin üzerine ağır bir yük yükleyeceğiz. Doğrusu gece kalkmak, insanda bıraktığı etki bakımından daha sağlam, söz olarak da daha kuvvetlidir. Gündüz senin için uğraş vardır. Rabbinin ismini zikret ve her şeyden yüz çevirerek O’na yönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilah yoktur. Yalnızca O’nu vekil tut. Onların söylediklerine karşı sabret, onlardan güzel bir şekilde ayrıl. Yalanlamakta olan zenginlik sahiplerini bana bırak ve onlara az bir mühlet tanı.” [11]
Allah subhanehu ve teâlâ davetin ilk dönemlerinde Peygambere sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp Kur’an okumasını ve namaz kılmasını emrediyor. Sebep olarak: “Sana ağır bir yük yükleyeceğiz” diyor. Ağır yükü kaldırabilmek için, bu gerekliydi. Bu olmadan, yaşanan zorluklara ve çekilen eziyetlere karşı sabretmek, İslam üzere sebat etmek, mümkün değildi. Aynısı günümüz için de geçerlidir. Müslüman olan insanlar, ağır bir yük altındadırlar. Bu yükü kaldırıp altında ezilmemek için; Allah ile bağların kuvvetlenmesi, gece namazlarına kalkıp Kur’an okunması gerekir. Aksi takdirde kişinin, kendi gücüyle; yaşadığı sıkıntılara, imtihanlara karşı sabretmesi mümkün değildir.
4. Allah’ın dinine ensar olmak
“Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” [12]
Allah subhanehu ve teâlâ, kendi dinine yardım edenlere yardım edeceğine ve ayaklarını sabit kılacağına dair vaadde bulunmuş. Allah vaadine en sadık olandır. O’nun dinine yardım eder, O’nun dinini yüceltmek için samimice mücadele edersek, bize yardım edecek ve ayaklarımızı sabit kılacaktır. Dinde sabit kalmanın yolu, dine yardım etmektir; hizmet ehli, dava insanı, cemaat adamı olmaktır. Emir sahiplerine güven vermektir. İslam’a hizmet için düşünülen her işte: ‘Bu kardeşimiz, yüzünün akıyla yapar’ dedirtmektir. Ne mutlu o insanlara, ki ensarlıkları müminlerin gönlünde tescillidir. Onlar, Allah’a güvendikleri gibi müminler de onlara güvenir, her hizmete layıktırlar, müminlerin gözünde. Çünkü ensardırlar, yardımcıdırlar. Onlar konuşmaz, iş yaparlar, aynalarında laf kalabalığı yoktur, amelleri vardır. Allah’ın dinine ensardırlar, geriye bakıldığında bıraktıkları iz, hep hizmettir. İnsanlar konuşmuş, onlar çalışmıştır; insanlar eleştirmiş, onlar yapmıştır. Ne mutlu o, hayatlarını ensar olmaya vakfedenlere. Ve ne yazık ki bu şerefi, basit meseleler ve kişisel problemler sebebiyle terk edenlere.[13]
Herkesin Allah’ın dinine yardım etme şekli farklıdır. Kimisi canıyla, kimisi malıyla, kimisi çocuklarıyla, kimisi ilmiyle, kimisi vaktiyle kimisi de başka yetenekleriyle… Hiçbir şey bulamayanlar ise dualarıyla Allah’ın dinine yardım ederler. Allah’ın dinine yardım etmede hiç kimsenin özrü yoktur. Herkesin yardım edecek bir şeyleri vardır mutlaka. Önemli olan, yardım edebilme şeklini tespit edebilmektir. Bu da ancak dert edinmek ile olur. Dert edinmeyen insan, yardım edecek onlarca imkâna da sahip olsa, yardım etmez.
5. Günahlardan kaçınmak
Günahlar; imanı azaltan, zayıflatan şeylerdir. Günahlardan sakınanın, imanı kuvvetli olacağı için sebat etmesi de kolay olacaktır. Günahlardan sakınmayan ise günahlar ile imanını zayıflatacağı için şeytana karşı direnç gösteremez ve sebat etmesi zorlaşır.
“İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip kaçanları, şeytan ancak yaptıkları bazı hatalardan dolayı yoldan kaydırmak istemişti. Ama yine de Allah, onları affetti. Kuşkusuz Allah, çok bağışlayandır, halimdir.” [14]
Bu ayet, Uhud’da yerlerini terk eden okçular hakkında indi. Okçulardan bazıları daha önceden işlemiş oldukları günahlardan ötürü sebat edemediler. Şeytan, günahlar ile imanı azalan bu kişilerin, yerlerinde sebat etmelerine engel oldu ve ayaklarını kaydırdı. Allah’ım sen ayaklarımızı sabit kıl…
Allah’ım sen bizleri son nefesini İslam üzerine veren kullarından kıl… (Allahumme âmin.)
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
[1] . 3/Âl-i İmran, 102
[2] . 2/Bakara, 132
[3] . 2/Bakara, 246-250
[4] . 49/Hucurat, 15
[5] . Müslim
[6] . 6/En’am, 39
[7] . Tirmizi
[8] . 12/Yusuf, 101
[9] . 7/Araf, 126
[10] . 3/Âl-i İmran, 8
[11] . 73/Müzemmil, 1-11
[12] . 49/Muhammed, 7
[13] . Bu paragraf, Ebu Hanzala Hoca’nın ‘Allah’ın Dinine Ensar Olun’ yazısından alıntılanmıştır.
[14] . 3/Âl-i İmran, 155
İlk Yorumu Sen Yap