İman Farkı: Emanet Bilinci

İMAN FARKI: EMANET BİLİNCİ

Talha AKMAN

وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ

“Onlar, (gerek Rabbleriyle kendi aralarında gerek insanlarla aralarında var olan) emanetlerini ve sözlerini gözetirler.”[1]

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Rabbimiz (cc), mutlak olarak başarıyı elde eden ve kurtulan mümin kullarının vasıflarını zikretmeye devam ediyor. Bu ayki yazımızda konu edineceğimiz esaslar hem bireyin hem de toplumun selametini, güvenliğini ve huzurunu sağlayan temel ilkelerdendir.

Verdiğimiz sözlere karşı sorumluluklarımızla ilgili Saff Suresi’nin 2 ve 3. ayetlerini tefsir ettiğimiz yazımızda konuyu müstakil olarak ele almıştık.[2] Mu’minûn Suresi’nde kaldığımız yerden devam edeceğimiz bu yazımızda emanetlere riayet sorumluluğumuzu ele alacağız.

Emanetlere Riayet

Emanetlere riayet, müminler ile cahiliye ehlinin arasındaki en belirgin farklardan biridir. Başta Resûlullah’ın (sav) geldiği toplum olmak üzere cahiliye karanlığında kaybolmuş tüm toplumların ortak özelliklerinden biri, emanet bilincinin kaybolmasıdır. Bundan dolayı Resûlullah’ın (sav) kavmine emrettiği ilk ilkelerden biri emanete riayettir.

Ebû Sufyân (ra) henüz iman etmediği zamanlarda Roma İmparatoru Heraklius ile karşılaşmış ve Heraklius ona Resûlullah (sav) ve daveti hakkında sorular sormuştu. Ebû Sufyân’a (ra) sorduğu “Muhammed size ne emrediyor?” sorusuna Ebû Sufyân (ra), “Bize namazı, doğru sözlü olmayı, iffetli olmayı, sözlere bağlı olmayı ve emanetlere riayet etmeyi emrediyor.” diye cevap vermiştir.[3] Resûlullah’ın (sav) davetinin ilk emirlerinde sözlere bağlı olma ve emanetlere riayet etme ilkesini görüyoruz.

Bununla birlikte emanetlere riayet etmek, müminler ile münafıkları birbirinden ayıran ahlaklardan biridir:

Abdullah ibni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dört şey var ki kimde bunların hepsi bulunursa münafığın ta kendisidir, kimde de bunlardan biri varsa bırakıncaya kadar kendisinde nifak alameti vardır:

Verilen emanete ihanet etmek, konuştuğunda yalan söylemek, söz verdiğinde yerine getirmemek ve düşmanlığında aşırı gitmek.”[4]

Emanet Nedir?

Emanet kelimesi, lugatta أمن kökünden gelir ve ihanetin zıddı; kalbin kendisinde sükûnet bulduğu ve tasdik etmek manalarına gelir.[5]

Günlük yaşantımızda yaygın olarak kullandığımız emanet kavramı önemli ve hassas bir kavramdır. Örneğin, bir işimiz olduğunda çocuğumuzu veya değerli bir eşyamızı kendisine emanet ettiğimiz kişi, kendisine güvendiğimiz, ondan emniyette ve selamette olduğumuz kişidir.

İslam şeriatı, emanet kavramını daha geniş bir manada kullanmıştır. Emanete riayet sorumluluğumuzu Allah’ın (cc) razı olduğu şekilde yerine getirebilmemiz için emanet kavramının şer’i kullanımlarını da bilmemiz gerekir.

Şer’i Sorumluluklar Rabbimizin Emanetidir

“Şüphesiz ki biz; göklere, yere ve dağlara emaneti (şer’i sorumluluğu/irade ve mükellefiyeti) teklif ettik. Onu yüklenmekten kaçındılar. Ve ondan endişeye kapıldılar. (Ama) insan onu yüklendi. Çünkü o, pek zalim, pek cahildir.”[6]

Ayet-i kerimede geçen emanetin ne olduğu hakkında müfessirlerden lafzen farklı nakiller aktarılmıştır. İbni Abbâs (ra), “Allah’ın kullarına farz kıldığı şeylerdir.”[7] olarak tefsir ederken İbni Ömer (ra) “Taatler ve masiyetlerin mükellefiyeti.”[8] olarak tefsir etmiştir. Selef dönemi müfessirlerinden “Farzlar, dinin sınırları…” gibi tefsirler de nakledilmiştir. Burada aktarılan görüşler bir ihtilaf değildir. Lafzi bir farklılık olsa da mana olarak aynı şeye delalet ederler.

Selef imamlarının yaptıkları tefsirlerden anladığımız şudur: Şer’i sorumluluklarımız Rabbimizin bize emanetidir. O’nun (cc) emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınırken aslında Rabbimizin emanetine riayet etmiş oluruz. Riayeti en fazla hak eden emanet hiç şüphesiz Allah’ın (cc) emanetidir.

Mümin, Allah’ın (cc) emanetini gözetir, ona sahip çıkar. Müşrik ise Rabbinin emanetine ihanet etmiştir. O’nun (cc) hakkını ortaklara pay etmiştir. Bundan dolayı da Allah’ın (cc) rahmetinden mahrum kalmış ve cennet kendisine haram kılınmıştır.

Sosyal Sorumluluklar Emanettir

“Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi gören) Basîr’dir.”[9]

Ebû Zerr’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne, ‘Beni yönetici tayin etsen?’ dedim.

Eliyle omuzlarıma vurdu ve ardından, ‘Ey Ebâ Zerr, sen zayıf bir kimsesin. Yöneticilik ise bir emanettir. Kıyamet Günü’nde de bir eziklik ve pişmanlıktır. Ancak yöneticiliği hak edip alan ve üzerine düşeni yerine getiren bunun dışındadır.’ buyurdu.”[10]

Yöneticilik ve insanların işlerinde sorumlu olmak emanettir. Ayette Rabbimizin emri gereği bunun ehline verilmesi gerekir. Bu sorumluluk Allah’ın (cc) kanunlarını tatbik eden adil yöneticilere tevdi edilmelidir. Allah’ın (cc) kanunlarını tatbik etmeyen, O’nun (cc) anayasasıyla hükmetmeyen kişilere yöneticilik verilmesi, kişiyi dinden çıkarmakla birlikte emanetlerin zayi edilmesidir.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘Emanetler zayi edildiğinde kıyameti bekle.’

Sahabe sordu: ‘Emanetlerin zayi edilmesi nasıl olur?’

Resûlullah (sav), ‘İşler ehil olmayan kişilere verildiğinde kıyameti bekle.’ buyurdu.”[11]

Kur’ân ve Sünnette işi ehline vermenin emanetlere riayet olduğunu ve bunun başında da yönetim işinin geldiğini öğrendik. Ancak bu konu sadece yönetim ve liderlikle sınırlı değildir.

Yöneticilik makamı toplumun bir emaneti olduğu gibi toplum bireylerinin herhangi bir konuda işi ehline vermeleri de gözetmeleri gereken bir emanettir.

Müslimler olarak yaşadığımız toplumun bir parçasıyız ve o toplumun içinden geliyoruz. Bundan dolayı geçmişten kalan bazı cahiliye kırıntılarını üzerimizde taşıyabileceğimiz gibi sürekli hemhâl olduğumuz bu toplumdan etkilenmemiz de kaçınılmazdır. Ancak mümin bilinçlidir, teyakkuz hâlindedir. Komşuluğunda, akrabalık bağlarında, ticaretinde, ustalığında, zanaatında… her şeyiyle ve her şeyinde cahiliye ehliyle arasındaki farkı ortaya koyması gerekir. Yaptığı işlerde, müşterilerinin siparişlerinde, esnaf olarak yaptığı ticaretinde aslında bir emanet sahibi olduğunu bilmeli ve emanetine riayet etmelidir. Ehil olmadığı bir işi yapmaya çalışarak emaneti zayi etmemesi gerekir: Boya işi yapan bir Müslim’in bilmediği hâlde fayans işi yapmaya kalkışması gibi. Zanaat ehli bir Müslim, ehli olmadığı bir işle karşılaştığı zaman, “Ben bilmiyorum.” diyebilmelidir.

Yaşadığımız günlerin âdeta portresini çizen Huzeyfe’nin (ra) aktardığı uzun bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) bize iki hadiseyi haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini ise bekliyorum. Allah Resûlü (sav) bize emanetin salih kimselerin gönüllerinin derinliğine indiğini haber verdi. Sonra Kur’ân’dan, daha sonra da sünnetten ilim öğrendiler. Allah Resûlü (sav) sonra bize emanetin kaldırılacağını da haber verdi.

Huzeyfe dedi ki: ‘Öyle bir zaman yaşadım ki o devirde kiminle alışveriş edeceğim diye tasalanmazdım. Çünkü münasebette bulunacağım kimse Müslim’se onu İslam dini (bana hıyanet etmekten) menederdi. Eğer Hristiyan ise onu bulunduğu yerin valisi hıyanetten menederdi. Bugün ise ben filan ve filandan başka kimse ile alışveriş edemez oldum!’ ”[12]

Sosyal sorumluluklarla ilgili Müslimlerin riayet etmeleri gereken diğer bir emanet, meclisler/ortamlardır. Rabbimiz şöyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûl’e ihanet etmeyin. (Ayrıca) bile bile emanetlerinize de ihanet etmeyin.”[13]

Ayetin zahirinden emanetlere karşı genel sorumluluğumuzu öğrenirken ayetin nüzul sebebine baktığımızda bu sorumluluğumuzun kapsamını daha net bir şekilde görüyoruz.

Resûlullah (sav) sözlerini bozmalarından dolayı Kurayzaoğullarının üzerine ordu gönderdi ve onları yirmi gün muhasara altına aldı. Onlar sulh yapmak isteseler de Resûlullah (sav) kabul etmedi. Onlar da geçmişteki münasebetlerine güvenerek kendileri hakkında Sa’d ibni Muâz’ın (ra) hüküm vermesi şartıyla kaleden ineceklerini haber verdiler. Resûlullah (sav) onların şartını kabul etti. Sa’d ibni Muâz da (ra) onlardan savaşacak durumda olanların öldürülmesi, kalanların ise köle olarak alınması yönünde hüküm verdi. Bu ortamda bulunan Ebû Lubâbe (ra) oradan çıktı. Onu gören Yahudiler, “Bizim hakkımızda karar ne?” diye sordular. Ebû Lubâbe’nin (ra) “ölüm” anlamında eliyle boynuna işaret etmesi üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.[14]

Dikkat edilirse burada Ebû Lubâbe (ra), eliyle sadece bir imada bulundu; alınan kararı zaten birazdan herkes öğrenecekti.

Buna rağmen Rabbimiz bunu bir emanet addetti ve bu hareketin bir ihanet olduğunu haber verdi.

Buna göre, herhangi bir konuda edindiğimiz bir bilginin veya bir ortamda şahit olduğumuz durumun “emanet” olduğunu bilmemiz gerekir. İlle de o ortamda konuşurken “Bu bir sırdır.” denmesine gerek yoktur. “Zaten yarın söylenecek.” veya “Çok önemli bir konu değil.” düşüncesiyle küçümsediğimiz şeyler aslında birer emanet, bu hususta yaptığımız hatalar ise bir ihanettir.

Câbir ibni Abdullah’tan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kişi söz söyleyip daha sonra uzaklaşırsa, o söz, dinleyen için bir emanettir.”[15]

Ancak şu var ki kişinin gerek şahsi gerek toplumu ilgilendiren ve şeriata aykırı bir duruma şahit olması durumunda, “Meclisler emanettir.” deyip bu konuyu ilgili kişilere haber vermemesi yanlıştır. Zeyd ibni Erkam’ın (ra), münafıkların lideri olan Ubeyy ibni Selûl’un Resûlullah (sav) ve müminler hakkında söylediği sözleri[16] Resûlullah’a (sav) iletmesi buna örnektir.[17]

Selam ve dua ile…


[1]. 23/Mu’minûn, 8

[2]. bk. Neden Yapamayacağınız Şeyleri Söylüyorsunuz? Tevhid Dergisi, S 126, s. 17

[3]. bk. Buhari, 2681; Müslim, 1773

[4]. Buhari, 2459; Müslim, 58

[5]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 1/133, e-m-n maddesi

[6]. 33/Ahzâb, 72

[7]. Tefsîru’t Taberî, Dâru Hecr, 19/197, Ahzâb Suresi, 72. ayetin tefsiri

[8]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 18/155, 62967 No.lu rivayet

[9]. 4/Nisâ, 58

[10]. Müslim, 1825

[11]. Buhari, 6496

[12]. Buhari, 6497; Müslim, 143

[13]. 8/Enfâl, 27

[14]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 10/20, 30592 No.lu rivayet

[15]. Ebu Davud, 4868; Tirmizi, 1959

[16]. 63/Münafikun, 8

[17]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 21/667-668, 77012 No.lu rivayet

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver