Allah İndinde İki İnsan Tipi

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

“İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır. (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez. Ona, ‘Allah’tan kork!’ denildiği zaman, gururu/kibri onu günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir yataktır. (Bu bozguncuların yanı sıra) insanlardan öylesi de vardır ki; Allah’ın rızasını elde etmek için canını feda eder. Allah, kullarına karşı (şefkatli olan) Raûf’tur.”[1]

Yüce Allah, Kitab’ında iki insan tipini karşılaştırır. Biz de bu ayki yazımızda Bakara Suresi’ne konu olan bu iki insan tipini ele alacak, ayetlerdeki incelikleri fıkhetmeye çalışacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).

Ayetlere mücmel anlam verecek olursak iki zıt karaktere dair şunlar söylenebilir:

“Birinci insan tipi karakter bakımından ikiyüzlü, şirret, tatlı dilli, benliğini hayatın ekseni sayan, görünüşü alımlı fakat içi canlar yakan bir tiptir. Bu kimse nefsini ıslah etmeye, kendine çekidüzen vermeye ve Allah’tan korkmaya çağrıldığı zaman hakka dönmez, nefsini ıslah etmeye girişmez. Bunun tersine günahları ile gururlanma damarı kabarır, gerçeğe ve iyiye yönelmeyi reddeder, ayetin deyimi ile ‘ekini ve nesli’ yani bitki, hayvan, insan ve bütün canlıları mahvetmeye devam eder. İkinci insan örneği ise mümin ve samimi bir tiptir. Varlığını tümü ile Yüce Allah’ın rızası uğruna kullanır, hiçbir şeyini geriye bırakmak istemez. İşinde ve çalışmasında şahsını asla hesaba almaz. Çünkü o tüm varlığıyla O’na yönelmiştir.”[2]

İncelediğimiz pasajdaki incelikleri şu başlıklarla ele alabiliriz:

İki İnsan Tipinin Oluşmasında Ahirete İmanın Rolü

Makalemize konu olan ayetlerin bağlamı dikkatle okunduğunda Yüce Allah’ın iki farklı insan tipini ele aldığı ve onların sıfatlarını zikrettiği görülür. Bu ayetlerin öncesinde şöyle buyurulur:

“İnsanlardan öylesi vardır ki (dua ederken) şöyle der: ‘Rabbimiz! Bize dünyada ver.’ (Böyle dua edenin) ahirette hiçbir nasibi yoktur. Bazısı da (dua ederken) şöyle der: ‘Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru. Bunların yaptıkları amellerden ötürü (güzel) bir nasipleri vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.’ ”[3]

İkiyüzlü, kibirli ve gösterişçi insan tipi; tek gayesi dünya olan, dua edeceği zaman dahi yalnızca dünyalık isteyen insana tekabül eder. Böyle bir insanın ahirete dair hiçbir endişesi olmadığından tüm yatırımını dünyaya, yani vitrine yapar. Onun tek arzusu insanların takdirini kazanmaktır. Bu nedenle sözünü ve dış görünüşünü süsler, insanları ikna etmek için kalbinde olana Allah’ı şahit tutar. İnsanların olmadığı yerde ise ihmal ettiği öz benliği, asli karakteri devreye girer. Yakar, yıkar, ayetin ifadesiyle bozgunculuk yapar.

Allah rızasını elde etmek için canını feda eden ikinci tip ise dünya yanında ahiret endişesi taşıyan, Rabbine yöneldiğinde dünyada iyilik istediği gibi ahiret iyiliği de isteyen ve ateşin azabından endişe eden insana tekabül eder. O; ahirete dair yüreğinde bir korku ve umut taşıyan, Allah’ın rızasını arzulayarak serden geçen bir cennet fedaisidir. Bu da gösterir ki ayette okuduğumuz iki farklı tipin oluşmasında en temel faktör, ahiret bilincidir. Ahirete imanımız, ebedî hayata dair umut ve korkularımızı ifade ettiği kadar bugünümüzü ve kulluk kalitemizi de belirler.

Tefsir kaynaklarımız okuduğumuz ayetlerin muayyen insanlar hakkında indiğini nakleder.[4] Ancak Rabbimiz (cc) ayetleri muayyen insanlar üzerinden değil, muayyen sıfatlar üzerinden nazarımıza sunar. Böylece tarihin hangi döneminde olursa olsun canını Allah’a (cc) satanlar ile tek gayesi dünya hayatı olan bozguncu insanı tanımış oluruz. Bu insan tipi Kur’ân’ın indiği dönemde olduğu gibi ondan önce de vardı ve sonra da olacaktır:

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Âhir zamanda bazı kimseler çıkacak ve dini dünyaya alet edecekler. İnsanlara yumuşak görünmek için kuzu derilerine/kuzu postuna bürünecekler; dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbidir.”[5]

Kur’ân’dan önce indirilen eski kitapları okuyanlardan Nevf ibni Fudâle (rh) şöyle der:

“Bu ümmetten bazı insanların sıfatlarını indirilmiş kitaplarda görüyorum. Onlar dinlerini dünya karşılığında değişmiştir; dilleri baldan tatlı, kalpleri sabr ağacından daha acıdır. İnsanlara yumuşak görünmek için koyun postuna bürünürler de kalpleri kurt kalbi gibi sert ve acımasızdır.”[6]

Söz ve Amel Uyuşmazlığı

“İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair söyledikleri senin hoşuna gider/sözleriyle seni etkiler. O, kalbinde olanın (iyilik, güzellik, ıslah) olduğuna dair Allah’ı şahit tutar. Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.”[7]

Kur’ân’ın bize tanıttığı bu insan tipi çok güzel ve etkileyici konuşur. Ancak yaşantısı ile konuşmaları arasında uyum yoktur. Amelleri sözlerinin doğruluğuna tanıklık etmez. Yaşantısı sözlerine tanıklık etmeyince o da Allah’ı şahit göstererek bu açığı kapatmaya çalışır. Kur’ân bize bir ölçü verir. İnsanların ne söylediğine değil, ne yaptığına bakmamızı ister. Aksi hâlde söz yanıltıcıdır. Nebi (sav) gibi hikmet, feraset ve basiret imamını dahi yanıltabilir. Ki ayete konu olan kişinin dünyevi meselelere dair yaptığı konuşmalar Nebimizi (sav) etkilemiş, Yüce Allah, Nebi’sini ve onun şahsında biz müminleri uyarmak için bu ayetleri indirmiştir. Başka bir ayette şöyle buyurulur:

“Onları gördüğünde cüsseleri/kalıpları hoşuna gider. Konuşacak olsalar sözlerini dinlersin. Onlar, (kendi başına ayakta duramayan, meyve vermeyen,) duvara yaslanmış kütük gibilerdir. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar. (Dış görünüşleriyle cesur, özü sözü bir görünseler de iç dünyalarında korkak ve her şeyden ürken bir yapıları vardır.) Asıl düşman onlardır, onlardan sakın. Allah, onları kahretsin, nasıl da çevriliyorlar?”[8]

Allah Resûlü (sav) beyanın sihir gibi etkili olduğunu, etkili konuşan insanların insanları büyülediğini haber verir.[9] Bu nedenle güzel ve etkili konuşma asla ölçü olamaz. Şaşmaz ölçü, yaşam ile söz arasındaki uyumdur.

Düşmanın En Beteri

“Oysa o, düşmanın en beter olanıdır.”[10]

Bu insanların bir diğer özelliği de “eleddu’l hisam” olmalarıdır. “Düşmanın en beteri” şeklinde meal verdiğimiz sözcük öbeği iki kelimeden oluşmaktadır: Eled ve hisam! “L-d-d” kökünden türeyen kelime şedid düşman veya bir şeyin tarafı, köşesi anlamına gelmektedir.[11] “H-s-m” kökünden türeyen hisam kelimesi ise çekişme, tartışma anlamına gelmektedir.[12] Hâliyle bu terkip tartışmacı ve düşmanlıkta aşırı giden bir karaktere işaret etmektedir. Bu da münafıkların en belirgin özelliklerindendir.

Abdullah ibni Amr’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır, kimde de bunlardan biri bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar.”[13]

Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar arasında Allah’ın en buğzettiği eleddu’l hasm olandır/düşmanlıkta haddi aşandır.”[14]

Hâliyle mümin bu ahlaka sahip insanlardan sakındığı gibi bu ahlaktan da sakınmalı; tartışmacı, husumet güden, biriyle arası bozuldu mu düşmanlığı ileri seviyelere taşıyan insanlardan olmaktan sakınmalıdır. Buna mukabil Müslim uyumlu, yumuşak ve affetmeyi bilen; kalbini kin, buğz ve öfke gibi duyguların istila etmesine müsaade etmeyen bir yapıda olmalıdır.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘Kendisi ateşe haram edilen ve kendisine de ateşin haram kılındığı kimseyi size haber vereyim mi?’

‘Evet, ey Allah’ın Resûlü!’ denildi.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Ateş; insanlara yakın olan, yumuşak huylu ve insanlara kolaylık gösterene haram kılınmıştır.’ ”[15]

Kulluk mücadelesinde kalp müminin otağı, komuta merkezidir. Kalpte yer eden ve kalbe kök salan her duygunun kulluk mücadelesi üzerinde etkisi vardır. Hâliyle mümin kalbini korumalı, Allah’ın (cc) hoşnut olmadığı duygularla karartmamalıdır.

Bozgunculuk

“(Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez.)”[16]

Konuştuğunda mangalda kül bırakmayan bu tip, fırsatını bulduğu ânda bozgunculuk yapar, ekini ve nesli ifsad eder. Fırsat kollamasını ifade etmek için Kur’ân “tevvelli” kelimesini kullanır. Bu ifade üç ayrı şekilde tefsir edilmiştir:[17]

Öfkelenmek

Bir yerden ayrılmak

Sorumluluk üstlenmek

Seleften nakledilen bu üç tefsirin her biri Arap diline uygundur. Yüce Allah öyle bir ifade seçmiştir ki bir Arap, ayeti okuduğunda her üç anlam da zihninde canlanır. Bu da Kur’ân’ın belagat örneklerindendir. Aynı zamanda etkileyici konuşan ve hasbi duygularına Allah’ı (cc) şahit tutan insanların samimi olup olmadığını anlamak için sabit bir ölçüdür. Ayet dolaylı olarak der ki bir insanın hakikati öfkelendiğinde, yalnız kaldığında ve de önemli bir vazife üstlendiğinde ortaya çıkar.

Ekini ve Nesli Yok Etmek

“Yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır.”[18]

Bu bozguncu tipin ekini ve nesli yok etmesi iki türlü anlaşılabilir:

Yeryüzünde bozgunculuk yapmak masiyettir. İnsanlar masiyet işlediğinde karada ve denizde düzen bozulur,[19] Yüce Allah yağmuru keser, ekinler ve nesiller yağmurun kesilmesiyle zarar görür.[20] Ayrıca ayete konu olan insan tipi, ikiyüzlü münafık bir karakterdir. Nifak ise toplumu parçalar, içeriden çürütür; bu da parçalanmalara neden olur.[21] Bu tefsire göre aslolan bozgunculuktur. Ekinin ve neslin helakı ise bozgunculuğun neticesi, İlahi bir cezadır.

Bozguncu tip yeryüzünü ifsad eder. İfsadın bir parçası da yakmak suretiyle ekinlere zarar vermesi, hayvanları (ve çocukları) öldürmesidir.[22]

Geçmişte bu ayeti okuyanlar ekinin ve neslin ifsad edilmesini, ekine ve nesle verilen maddi zarar olarak tasavvur etmişlerdir. Oysa bugün bizler ayetin yeni tecellilerine şahit oluyor, ekinin ve neslin sistematik ve programlı ifsadına maruz kalıyoruz. İnsanları müşrikleştirmek için gece gündüz tuzak kuran müstekbirler,[23] Yüce Allah’ın insanoğluna ihsan ettiği bilimsel gelişmeleri de yanlarına alarak ekini ve nesli bozmak için kullanıyorlar.

Ekini ifsad ediyorlar. Sürdürülebilir tarım gerek diyorlar, tohum ıslahı diyorlar, kaynaklar sınırlı diyorlar… Yalan söylüyor ve bozgunculuk yapıyorlar. İnsanoğlunun iyiliği için çalıştıklarına dair süslü cümleler kuruyor, yalnızca daha fazla üretip kazanmak için ekini/gıdayı zehirleyerek ifsatta bulunuyorlar. Ayrıca biliyorlar ki insan ne yiyorsa odur. İnsanın yedikleri onun inancını, ahlakını, istikametini belirliyor. İnsanların yiyip içtiklerini zehirleyerek onların kulluğunu etkiliyor; iradesiz, hastalıklı, hantal bireyler oluşturuyorlar. Allah (cc) kullarına temiz olandan yiyip salih amel yapmalarını emrederken onlar insanlara temiz vasfını yitirmiş yiyecekler yedirerek kötü ameller işlemelerine vesile oluyorlar.

“Ey resûller! Temiz şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun. Şüphesiz ki ben, yaptıklarınızı bilmekteyim.”[24]

Ayrıca gıdanın sömürü aracı olduğunu biliyorlar. Dün ordularla işgal ettikleri toplumları bugün gıdada dışa bağımlı kılarak işgal ediyorlar. Önce toplumları üretemez hâle getiriyor, sonra onları genetiğiyle oynanmış “ebter” tohumlara mahkûm ediyorlar. Günümüz işgalci müstekbirlerinin akıl hocalarından Henry Kissinger, “Enerjiye hükmeden devletlere, gıdaya hükmeden insanlığa hükmeder.” diyerek gıdanın sömürüdeki rolüne işaret ediyor.

Nesli ifsad ediyorlar. Öncelikle zehirledikleri gıdalarla çocukları zehir bağımlısı hâline getiriyor, onların karakterlerini şekillendiriyorlar. Sonra eğitim öğretim adı altında çocukların yıllarını heba ediyorlar. Ortalama on altı yıl süren eğitim hayatı sonunda her gün gördüğü dersi dahi anlamayan çocuklar yetiştirme becerisi gösteriyorlar. Çocuklara yönelik ürettikleri içeriklerle onların başta cinsiyet algılarını değiştirip fıtratlarını bozuyorlar…

Ekini yakmak ve nesilleri katletmek ifsattı evet, ancak günümüzde var olan ifsad dün olduğu gibi vahşice ve saldırganca değil. Bilakis daha sistemli ve sureti haktan görünerek gerçekleşiyor. İnsanlar kendilerinin faydası için çalıştıklarını düşündükleri insanlar tarafından yok ediliyor. Dünün bozguncularına mecburiyetten katlanan insanlar, bugünün bozguncularına gönüllü katlanıyor. Yetmiyor, kendilerini ifsad edenlere seçmen, takipçi, hayran… oluyorlar. Üstüne bir de zehirlenmek ve yıllarını heba etmek için günümüz bozguncularına para ödüyorlar…

Allah’tan Kork!

“Ona: ‘Allah’tan kork!’ denildiği zaman, gururu/kibri onu günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter. O, ne kötü bir yataktır.”[25]

Bozguncu insanı tanımanın en kestirme yolu ona, “Allah’tan kork!” demektir. Zira kalbindeki samimi duygulara Allah’ı şahit tutan bozguncu Allah’ın adını duyduğunda sinir krizleri geçirir, kibri onu günaha sürükler. Oysa kalbinde olana Allah’ı (cc) şahit tutan insanın, Allah’ın adını duyduğunda yumuşaması gerekir. Bozguncu, Allah’ın adını aldatmak içini ağzına aldığından O’nun ismini duymak onu yumuşatmak şöyle dursun, çileden çıkarır. Bundandır ki insanları aldatmak için sıklıkla Allah’ın adını ağzına alan tağutlar; yeryüzünde bozgunculuk yapar, ekini ve nesli ifsad ederler. Allah (cc) ile uyarıldıklarında ise uyarıcıları hapseder veya katlederler. En sevmedikleri şey, karşılarında hak sözün söylenmesi ve hak sözle uyarılmaktır.

Mümin bu sıfatla bozguncuları tanıdığı gibi bu sıfattan kaçınmalıdır. Zira bu sıfat, Allah’ın en çok buğzettiği sıfatlardandır. Abdullah ibni Mes’ûd (ra), “Allah indindeki en büyük günahlardan biri, kardeşi kendisine, ‘Allahtan kork!’ dediğinde kişinin, ‘Sen kendine bak, sen mi beni uyaracaksın?’ demesidir.’ demiştir.”[26] Çünkü hakka davet edildiğinde hakka karşı büyüklenmek kibirdir ve Allah (cc) kibirli kulları sevmez.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), ‘Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete girmez.’ demişti.

Bir adam sordu: ‘Bir adam elbisenin güzel olmasını ister, ayakkabısının güzel olmasını ister. (Bu da mı kibirdir?)’

Allah Resûlü (sav), ‘Allah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir, hakka karşı büyüklenmek ve insanları küçümsemektir.’ buyurdu.”[27]

Allah’ın Razı Olduğu İnsanlar

“(Bu bozguncuların yanı sıra) insanlardan öylesi de vardır ki; Allah’ın rızasını elde etmek için canını feda eder. Allah, kullarına karşı (şefkatli olan) Raûf’tur.”[28]

Bozguncu tipin karşısında Yüce Allah’ın razı olduğu, şefkati ve rahmetiyle muamele edeceği insanlar vardır. Bunlar konuşan değil, yaşayan insanlardır. Kalplerinde olan samimiyete ve adanmışlığa hayatları şahittir. Allah’a (cc) cennet karşılığında canlarını ve mallarını satmış, hayatları boyunca sözlerine sadık kalmışlardır. Onların önceliği Allah’ın rızasıdır. Tercih yapmak durumunda kaldıklarında tereddüt etmeden Allah’ın rızasını seçerler. Onlar, “Satılmış malın pazarlığı olmaz.” diyen insanlardır. Başlarına ne gelirse gelsin, “Rabb olarak Allah’tan razı oldum!” derler. Dinleri uğruna dünyaları da gitse, “Din olarak İslam’dan razı oldum.” derler. Şeriatın emirleri onları ne kadar zorlarsa zorlasın, “Nebi olarak Muhammed’den razı oldum.” derler.[29] Kaderin veya şeriatın zorlu imtihanları, yalnızca onların iman, takva ve sabırlarını arttırır.[30]

Âlimlerimiz bu ayete örnek olarak Suheyb Er-Rûmî’nin (ra) kıssasını örnek göstermişlerdir.[31]

“Suheyb Er-Rûmî, Medine’ye hicret etmek için yola çıktı. Kureyş’ten bir grup onu takip etmeye başladı. Suheyb bineğinden indi ve sadağından oklarını çıkardı. Sonra dedi ki: ‘Ey Kureyş Topluluğu! Kuşku yok ki sizler, içinizde en iyi ok atanın ben olduğumu biliyorsunuz. Allah’a yemin olsun ki sadağımdaki bütün okları size atarım ve beni ele geçiremezsiniz. Kalanlarınızı da elimdeki kılıçla öldürürüm. Dilediğinizi yapın. Dilerseniz benim malımı alın ve benim yolumu serbest bırakın.’ Kureyşliler onun malını almayı kabul ettiler. Suheyb, Allah Resûlü’nün (sav) yanına geldiğinde Allah Resûlü, ‘Ticaretin kârlı olsun, ey Ebâ Yahyâ! Ticaretin kârlı olsun, ey Ebâ Yahyâ!’ dedi ve bu ayet nazil oldu.”[32]

Nefsini Allah yoluna feda edenler, ticareti kârlı olan insanlardır. Dünyevi açıdan bakılınca zararda, İlahi ölçülerle bakınca kârdalardır.

Allah Resûlü de (sav) okuduğumuz ayetlerde olduğu gibi insanları iki kısma ayırır.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Dinarın kulu helak oldu, dirhemin kulu helak oldu, kumaşın kulu helak oldu… Kendisine ondan verilince razı olur, verilmediğinde kızar. Helak oldu ve baş aşağı çevrildi. Ayağına diken batsa çıkaracak kimse bulamaz. Müjdeler olsun o kula ki atının yularından tutmuş, Allah yolundadır. Saçları dağınık, ayakları tozlanmış vaziyettedir. Nöbet işinde oldu mu onun hakkını verir, develeri sürme işinde onun hakkını verir. (Fakat) izin istese izin verilmez, aracı olsa aracılığı kabul edilmez.”[33]

Birinci insan tipi eşyaya, yani dünyaya kulluk eder. Tüm kalbini dünya kaplamıştır. Sevincini de öfkesini de dünya belirler. İkinci insan tipi ise Allah’a (cc) kuldur; onun sevinci de öfkesi de Allah (cc) içindir, Rabbinin rızası neredeyse o da oradadır. Yaptığı her iş onun kulluğudur ve her işi en güzel şekilde yapar.

Sonuç olarak;

Yüce Allah bizlere razı olduğu ve düşman bildiği iki insan tipini anlattıktan sonra bize bir öğütte bulunur:

“Ey iman edenler! İslam’a bir bütün olarak girin. Şeytanın adımlarına uymayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.”[34]

Allah’ın (cc) razı olduğu insanlardan olmak için İslam’a bir bütün olarak girmemiz gerekir. Şeytanın bizi adım adım çektiği tuzaklara dikkat etmemiz, Allah’ın rızasını umma hedefinden sapmamamız elzemdir. İnsanı değerli kılan İslam, yani hayatın her alanında Allah’a teslim olma ilkesine sıkı sıkıya bağlanmaktır. Siyasette laikliği reddetttiğimiz gibi inançta, ahlakta, iş hayatında ve mücadelede de laikliği reddetmek, hiçbir ayrıma gitmeden İslam’ı bir bütün olarak hayatımıza hâkim kılmaktır. Allah’ı (cc) razı edenlerden olmanın yolu ahiret kaygısı taşımak ve bu kaygıyı bilinçli sözlerle duamıza yansıtmaktır.

“Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.”[35]

Allah’ın (cc) razı olduğu kullardan olma ümidiyle…


[1]. 2/Bakara, 204-207

[2]. Fî Zılâl-il Kur’ân, 1/403, Bakara Suresi, 204-214. ayetlerin tefsiri

[3]. 2/Bakara, 200-202

[4]. Ayetin nüzul sebeplerine dair tefsir kitaplarımızda şu bilgiler yer almaktadır:

           Birincisi: Bu, Ahnes ibni Şerîk hakkında inmiştir. Kendisi yumuşak sözlü, kalbi kâfir idi, Peygamber’e (sav) güzel görünür ve onu sevdiğine dair yemin ederdi. Dinine uyardı, içinde ise başkasını gizlerdi. (Bu, İbni Abbâs, Suddî ve Mukâtil’in sözüdür.)

           İkincisi: O, münafıklık edip dilleriyle kalplerinde olmayanı söyleyen münafıklar hakkında indi. (Bu da Hasen, Katâde ve İbnu Zeyd’in görüşüdür.)

           Üçüncüsü: Recî’ Vakıası’nda esir düşen Hubeyb ve Zeyd gibi sahabiler hakkında inmiştir. Bazı münafıklar Hubeyb ve arkadaşları için, “Yazık şu maktüllere, ne evlerinde oturdular ne de sahiplerinin mesajını ilettiler.” dediler.

           Yüce Allah Zubeyr, Mikdâd, Hubeyb ve arkadaşları ile münafıklar hakkında bu ayeti ve bundan sonraki üç ayeti indirdi. (bk. Zâdu’l Mesîr, 1/170-171) Rivayetlerin isnadı hakkında tartışılmış, hadis ilmi kriterleri açısından çoğu rivayet zayıf kabul edilmiştir. (bk. El-İstîâb fî Beyâni’l Esbâb, 1/169-170)

[5]. Tirmizi, 2404; Tirmizî (rh) rivayetin hasen ğarîb olduğunu söylemiştir.

[6]. Tefsîru’t Taberî, 4/232, 3965 No.lu rivayet

[7]. 2/Bakara, 204

[8]. 63/Munafikûn, 4

[9]. bk. Buhari, 5146; Müslim, 2009

[10]. bk. 2/Bakara, 204

[11]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 5/204, l-d-d maddesi

[12]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 2/187, h-s-m maddesi; El-Mufredât, s. 284, h-s-m maddesi

[13]. Buhari, 34; Müslim, 58

[14]. Buhari, 2457; Müslim, 2668

[15]. Tirmizi, 2488

[16]. 2/Bakara, 205

[17]. bk. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr 3/636-636, 7257-7261 No.lu rivayetler

[18]. bk. 2/Bakara, 205

[19]. “İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle, karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.” (30/Rûm, 41)

[20]. bk. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 3/638, 7274 No.lu rivayet, Mucâhid’den (rh) naklen

[21]. bk. Tefsîru’l Kurtubî, 3/148, Bakara Suresi, 205. ayetin tefsiri

[22]. bk. Zâdu’l Mesîr, 1/171, Bakara Suresi, 205. ayetin tefsiri

[23]. “Mustazaflar, müstekbir olanlara derler ki: ‘Bilakis (işiniz gücünüz) gece gündüz hile (yapmaktı)… (Çünkü) siz, Allah’a karşı kâfir olmamızı ve O’na ortaklar koşmamızı emrediyordunuz bize.’ ” (34/Sebe’, 33)

[24]. 23/Mu’minûn, 51

[25]. 2/Bakara, 206

[26]. Tefsîru’l Beğavî, 1/236, Bakara Suresi, 206. ayetin tefsiri

[27]. Müslim, 91

[28]. 2/Bakara, 207

[29]. Abbâs ibni Abdulmuttalib’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

           “Kim rabb olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, resûl olarak da Muhammed’den razı olursa imanın tadını almıştır.” (Müslim, 34)

[30]. “Müminler, orduları gördüklerinde dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûl’ünün bize vadettiğidir. Allah ve Resûl’ü doğru söylemiştir.’ (Bu,) yalnızca onların iman ve teslimiyetlerini arttırdı.” (33/Ahzâb, 22)

[31]. Suheyb Er-Rûmî’nin kıssası sahihtir. Ancak kıssa ile ayet arasında bağlantı kuran rivayetlerin isnadında konuşulmuştur. Muhtemelen bu kıssa ayetin nüzul sebebi değil, tefsiri kabilindendir.

[32]. Tefsîru İbni Ebî Hâtim, 2/368-369, 1939 No.lu rivayet

[33]. Buhari, 2887

[34]. 2/Bakara, 208

[35]. bk. 2/Bakara, 201

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver