Kim Borç Verir?

مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

“Allah’a güzel bir borç verip de (Allah’ın) ona kat kat fazlasını vereceği o (bahtiyar) kimdir? Allah, (rızkı) daraltır ve genişletir. O’na döndürüleceksiniz.”[1]

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

İbni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bu ayet-i kerime nazil olduğu zaman Ebu’d Dahdâh (ra) Resûlullah’a (sav) gelip şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Anam babam sana feda olsun, Allah (cc) bizden borç mu istiyor?’

Resûlullah (sav), ‘Evet, ey Ebu’d Dahdâh, bununla sizi cennetine koymak istiyor.’ dedi.

Ebu’d Dahdâh, ‘Ey Allah’ın Resûlü, bana elini uzat.’ dedi.

Resûlullah’ın (sav) elini tuttu ve ‘Ey Allah’ın Resûlü, benim iki bahçem var. İkisini de Allah’a borç veriyorum!’ dedi.

Resûlullah (sav), ‘Birini Allah için ver, diğeri de ailenin geçimini sağlasın.’ dedi.

Ebu’d Dahdâh, ‘Sen şahit ol, ey Allah’ın Resûlü, ben ikisinin hayrını da Allah’tan istiyorum.’ dedi.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘O hâlde Allah sana cennetinde bunun karşılığını verecektir.’

Ebu’d Dahdâh yola koyuldu ve bahçesine gitti. Bahçesinde Ummu’d Dahdâh ve çocuğu hurma ağacının altında oturuyordu. Ebu’d Dahdâh bahçenin kapısından ‘Ey Ummu’d Dahdâh!’ diye seslendi.

Hanımı, ‘Buyur!’ dedi.

Ebu’d Dahdâh, ‘Bahçeden çık. Ben bu bahçeyi Rabbime borç olarak verdim!’ dedi.

Ummu’d Dahdâh şöyle dedi: ‘Ne kârlı bir alışveriş! Ne kârlı bir alışveriş! Allah ticaretini ve satın aldığın şeyi bereketli kılsın!’

Sonra çocuğuna döndü ve yediği hurmayı ağzından çıkardı.[2]

Câbir ibni Abdullah şöyle demiştir: ‘Resûlullah (sav) Ebu’d Dahdâh’ın (ra) cenaze namazını kılmıştı. Sonra Resûlullah’a (sav) eyeri olmayan bir at getirildi. Adamın biri ata eyer bağladı ve Resûlullah (sav) ata bindi. Resûlullah (sav) önden gidiyordu, biz de arkasından onu takip ediyorduk.

İçimizden biri şöyle dedi: ‘Resûlullah (sav) şöyle diyordu: ‘Ebu’d Dahdâh için cennette ne kadar çok hurmalık vardır…’ ’ ”[3]

Allah’a verilen güzel bir borç

Allah (cc), kullarının, Rabbleri yolunda verdikleri sadakaları/infakları “borç” olarak isimlendirmiştir. Allah’ın (cc) böyle bir isimlendirme yapması manidardır. Zira borç, karşılığı olan bir şeydir. Karşılıksız bir şekilde verilene borç denmez. Verilen borcun geri ödenmesi için bir zaman vardır. Allah (cc), kullarının infak ve sadakalarının karşılığını, yani geri ödemesini Kıyamet Günü’nde yapacaktır. Ve bir şey borç olarak alınmışsa kesinlikle bir karşılığı olacaktır. Allah (cc), kullarının infaklarını karşılıksız bırakmayacak, bir borç almış gibi karşılığını mutlaka verecektir.

Borç isteyen kişi ihtiyaç sahibidir. Fakat zengin bir kişi ihtiyacı olmadığı hâlde birilerinden borç istiyorsa, onun gayesi karşısındakine iyilik yapmaktır. Ya o kişiden borç alıp malını daha faydalı ve kârlı bir hâle getirmek istiyordur ya da o kişiye çok büyük bir iyilikte bulunacaktır. Ancak karşılıksız olmasın diye bunu borç adıyla yapmaktadır. En yüce misaller Allah (cc) içindir. Allah (cc), kullarından borç isterken zaten kendisine ait olanı talep etmektedir. Hâl böyleyken Allah’ın (cc), kullarına vereceği karşılık ve onların verdikleri “borçların” yani sadaka ve infakların nasıl kârlı bir şekilde ödeneceğini insan tahayyül etmekten aciz kalmaktadır.

Müfessirlerden “güzel borç”tan kastın ne olduğuyla ilgili lafzen farklı tefsirler zikredilse de mana olarak aynı anlamda olan tefsirler aktarılmıştır: Helal maldan yapılan infak, sadece Allah (cc) için yapılan infak, minnet ve başa kakma olmadan yapılan infak, malın en hayırlı ve güzel olanından yapılan infak…

Bu ayet-i kerimede dikkatimizi çeken bir diğer husus şudur: İnsanlar Allah’ın (cc) emir ve çağrılarına karşı farklı tepkiler verirler. Bu ayet-i kerime nazil olduğu zaman Yahudiler, “Muhammed’in Rabbi fakirmiş, bize ihtiyacı varmış!” dediler. Bu sözlerinin üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Andolsun ki Allah, ‘Allah fakir, biz ise zenginiz.’ diyen kimselerin sözünü işitti. Onların söylediklerini ve haksız yere nebileri öldürmelerini yazacağız ve: ‘Yakıcı ateşin azabını tadın.’ diyeceğiz.”[4]

Bir diğer kısım, Allah’ın (cc) ayetlerini işittiği zaman cimrileşen ve Allah (cc) yolunda hiçbir şey infak etmeyip, hiç kimseye yardımcı olmayanlardır. Bunlar Allah’ın (cc) emirleri ve taatleri konusunda tembellik gösterirler. Münafıklar gibi…

“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyar ve ellerini sıkar (cimrilik ederler). Allah’ı unuttular, Allah da (onları yardımsız ve nefisleriyle baş başa bırakarak) unuttu. Şüphesiz ki münafıklar, fasıkların ta kendileridir.”[5]

Son kısım ise Allah’ın (cc) emir ve çağrılarını direkt olarak kendilerine alarak üzerlerine düşeni yapanlardır: Ebu’d Dahdâh (ra) gibi…

Allah’ın, verilen borca kat kat karşılık vermesi

Borç hukukunda malum olduğu üzere kişi ne kadar borç almışsa o kadarını ödemelidir. Ancak Rabbimiz (cc) öyle cömert ki, ihtiyacı olmadığı hâlde aldığı borçların karşılığını kat kat ödemektedir.

Osman En-Nehdi’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ebû Hureyre’nin (ra), ‘Allah (cc) mümin kulunun bir iyiliği karşılığını binlerce kat olarak yazar.’ dediğini işittim. O sene hac yapmak için yola çıktım, ancak tek derdim Ebû Hureyre ile karşılaşıp bu hadisi sormaktı. Onunla karşılaştım ve ona bu hadisi sordum.

O da bana dedi ki: ‘Ben böyle demedim, sana anlatan tam ezberlememiş. Ben şöyle dedim: ‘Allah (cc) mümin kulunun yaptığı bir iyiliğin karşılığını binlerce kat fazlasıyla verir.’ Sen Allah’ın Kitabı’nda bunu bulamıyor musun? Allah (cc) şöyle buyuruyor: ‘Allah’a güzel bir borç verip de (Allah’ın) ona kat kat fazlasını vereceği o (bahtiyar) kimdir?’ Allah’ın katında benim söylediğimden daha da fazlası vardır. Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki ben Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: ‘Allah (cc) bir iyiliğin karşılığını binlerce kat iyilik olarak verir.’ ’ ”[6]

İbni Abbâs ve Suddî, ayet-i kerimede geçen اَضْعَافًا‭ ‬كَث۪يرَةًۜ lafzını “karşılığı sayılamayacak kadar fazla olan” olarak tefsir etmişlerdir.

Allah, (rızkı) daraltır ve genişletir

Rabbimizin güzel isimlerinden ikisi El-Kâbıd ve El-Bâsıt’tır. Rabbimizin dilediğini dilediği kadar daraltması ve genişletmesi demektir. Ayetin bu kısmıyla öncesini ele aldığımızda şu dersi çıkarıyoruz:

Bu ayeti okuyan veya duyan bir kulun, Ebu’d Dahdâh gibi harekete geçmeyip kendi üzerine düşeni yap(a)maması, Allah’ın (cc) onun elini daraltmasındandır. Allah (cc), “Ben size her şeyi fazla fazla, hiçbir karşılık beklemeden veriyorum. Cimri olmayın, benim size verdiğim mülkü infak edin. Benim size rızkınızı genişlettiğim gibi siz de elinizi açın. Açın ki ben size daha da fazla vereyim ve arttırayım.” der. Ancak kul bunun karşısında cimrileşip elini sıkı tuttuğu zaman, “Ceza, amelin cinsindendir.” kaidesi gereğince Allah (cc) o kulunun rızkını daraltacağı gibi elini de infak yapma konusunda daraltacaktır. Kul ne yaparsa karşılığını o cinsten görecektir. Bununla birlikte kişinin cimriliğinin ve elini sıkı tutmasının, rızkının fazlalığı veya azlığına hiçbir etkisi olmayacaktır. Çünkü;

“Rabbin, rızkı dilediğine genişletip daraltır. Kuşkusuz O, kullarına karşı (her şeyden haberdar olan) Habîr, (her şeyi gören) Basîr’dir.”[7]

Rabbimiz rızkı kullarına hikmetiyle takdir eder ve aynı zamanda kullarından haberdardır. Kullarının neye, ne kadar ihtiyacı olduğunu ve hangisinin onlar için hayırlı olduğunu bilir. Dolayısıyla, rızkı genişleyen mümin, Rabbine hamdetmeli ve Allah’ın (cc) ona rızık vererek iyilikte bulunduğu gibi, o da insanlara iyilikte bulunmalıdır. Rızkı daralan mümin ise “Rabbim bana bu kadar takdir etmiş, O’na hamdolsun! O El-Hakîm olandır, hikmetiyle bunu yapmıştır. O El-Latîf olandır, benim neye ihtiyacımın olduğunu bilir ve Er-Rahmân olandır, kullarına karşı merhametlidir. Rabbim benim için bundan razı olmuşsa ben de Rabbimin benim hakkımda razı olduğundan razıyım!” diyerek Allah’ın (cc) kaderine rıza göstermelidir.

Rabbimizin daraltması ve genişletmesi sadece rızık konusunda geçerli olan bir husus değildir. Allah’ın (cc), gönülleri ve kalpleri daraltması da O’nun El-Kâbıd ve El-Bâsıt isminin tecellilerindendir. Allah (cc), kulunun kalbini daraltır, daraltır ki yanlışlarının farkına varsın ve kendine gelsin; tevbeyle, zikirle Rabbine yönelsin. Rabbini tanıyan kul bunun bir ikaz ve hatırlatma olduğunu bilir ve hemen Rabbine yönelir. Çünkü kalbini daraltanın, Rabbi olduğunu ve O’nun hiçbir şeyi boş yere yapmayacağını bilir. Ancak bundan gafil olmuş kul, kendisine bir uyarı ve hatırlatma olarak gelen bu darlığı gidermek için haramlara ve boş işlere yönelir. Bu da tıpkı susayanın tuzlu su içmesi gibidir… İçtikçe susuzluğu artacağı gibi kısa bir zaman sonra da ölecektir. Kalp de böyledir. Zaman olur, Rahmân’ın zikrine karşı susar ve kurur. Bu susuzluğu tuzlu su misali haram ve boş işlerle gidermek, kalbin ölmesi demektir. Allah’ın (cc) kullarının kalbini bu şekilde daraltması onlar için bir ceza değil; bilakis, bir uyarı ve hatırlatmadır. Kul bu uyarıya karşı duyarsız kaldıkça Allah (cc) bu sefer ceza olarak kalbini daha da daraltır ve kalbi katılaşır.

Rabbimizin daraltıp genişletmesine dair verebileceğimiz bir diğer örnek ise insanlara verilen ilim, akıl, beden gücü ve güzelliğidir. Rabbimiz hikmetiyle bazı kullarına ilim verir, ilmi onlara genişletir. Bazı kullarına da ilim vermez, beden gücü verir, kuvvetlerini genişletir. Ancak bunlar, sahiplerine sadece bir imtihandır! Allah’ın (cc) kendilerine verdiği her beden gücü veya güzelliği bu kulları için hayır dilediği anlamına gelmez. Veya ilim verdiği her kulunu sevdiği ve onun derecelerini yükselttiği anlamına da gelmez. Bunlar birer imtihandır ve kulun sahip olduğu bu nimetlerle Rabbine yönelmesi gerekir. Bunu yapan imtihanı kazanmıştır. Tıpkı Suleymân (as) gibi:

“(Süleyman, karıncanın) sözü nedeniyle tebessüm ederek güldü. Dedi ki: ‘Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlerden ötürü sana şükretmemi ilham et/beni şükre sevk edip yönlendir. Razı olacağın salih ameller yapmaya muvaffak kıl. Ve beni rahmetinle salih kulların arasına dâhil et.’ ”[8]

Kim de Allah’ın (cc) verdiği bu nimetleri/genişlikleri unutup masiyetlerine aracı kılmışsa, şeytana tabi olmuş ve imtihanı kaybetmiştir:

“Hatırlayın! Hani (Allah) sizleri Nuh Kavmi’nden sonra halifeler kılmış ve (boy pos, güç ve kuvvet vererek) yaratılışta genişlik ihsan etmişti. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.”[9]

Kur’ân-ı Kerim’de, geçmiş kavimlerin ve onlara gönderilen peygamberlerin kıssalarını okuduğumuzda Allah’ın (cc) onlara dünyevi olarak pek çok genişlik sağladığını, ancak sonuç olarak masiyetleri ve zorbalıkları nedeniyle helak olduklarını görüyoruz:

“Her yüksek yere bir bina inşa edip eğleniyor musunuz? Ebedî kalmak umuduyla yapılar inşa edip duruyor musunuz? Ele geçirdiğiniz (insanları) zorbalıkla mı yakalıyorsunuz? Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin. Size, bildiğiniz (güzelliklerle) destek veren (Allah’tan) korkup sakının. Size hayvanlar ve çocuklarla destek verdi. Bahçeler ve su kaynaklarıyla.”[10]

Kendisine verilen beden kuvveti ve güzelliğiyle Allah’a (cc) itaat eden insan sayısı çok azdır. Kur’ân’da buna örnek olarak Yûsuf’u (as) ve Tâlût’u görüyoruz. Demek ki önemli olan, kişinin bedeninin ne kadar güzel veya kuvvetli; ne kadar zeki yahut ilimli olması değildir. Önemli olan, kulun bunları Rabbinden bilmesi ve Rabbinin razı olduğu alanlarda kullanmasıdır. Resûlullah’ın (sav) sahabesinde de durum böyledir. Sahabe içerisinde adını bildiğimiz en fazla yirmi ya da otuz sahabi vardır. Resûlullah’ın (sav) sahabesi bu kadar değildi elbette. Ancak kendisine verilen genişlikleri/imkânları Rabbinin yolunda hizmetkâr kılabilenler her zaman az olmuştur.

Önemli bir not

Günümüz cahiliyesinin âdeta kitle imha silahı olarak kullandığı “sosyal medya”nın insanlar üzerinde çok ciddi zararları var ve ne yazık ki bu toplumun içinde olan biz Müslimler de bu zararlardan etkilenebiliyoruz.

İnsanlar artık hayatlarını sosyal medyaya göre tanzim ediyorlar. Tabiri caizse “instagramlanabilir” ve “tweetlenebilir” hayatlar kuruyorlar kendilerine. Hâl böyle olunca kendilerinde olmayanı var gibi gösterip olmayanları da ayıplayıp aşağılıyorlar. Kullandıkları programların filtreleriyle önce bir güzellik algısı üretip bu filtreye uymayanları dışlıyorlar. Ya da yedikleri yemekleri, içtikleri içecekleri, giydikleri elbiseleri ve kullandıkları eşyaları insanların gözlerinde “olması gereken bu” olarak gösteriyorlar. Kişi bunları gördükten sonra kendi hayatını sorguluyor ve bunları göremeyince kendini eksik, fakir, zayıf ve yetersiz buluyor, onlar gibi olmaya çalışıp kendisini göstermeye, olmadığı gibi görünmeye çabalıyor! Toplum, “Kendini ne kadar gösterebilirsen o kadar güzelsin/zenginsin!” dercesine röntgencilik ve teşhircilik yarışına giriyor…

Müslim bir kulun şunu bilmesi gerekir: Sahip olduğu vücut, Rabbinin El-Hâlık isminin; eli yüzü, El-Musavvir isminin; sahip olduğu güzellik, El-Cemîl isminin; sahip olduğu beden gücü, dünyalık imkân genişliği ve keskin zekâ da El-Kâbıd ve El-Bâsıt isminin tecellisidir. Rabbinin kendisine verdiklerinden razı olup şükretmesi gerekir. Sahip olduklarını hiçbir filtreye tabi tutmamalı, cahiliye toplumunun değer yargılarıyla yargılamamalıdır. İnsanı güzelleştirecek olan yalnızca iman, salih amel ve Rabbimizin hükümlerine/takdir ettiklerine rıza göstererek teslim olmaktır:

“O’na döndürüleceksiniz.”[11]

Allah’a (cc) güzel bir borç verip mallarınızdan infak verseniz de vermeseniz de…

Sahip olduğunuz genişliklerin şükrünü eda etseniz de etmeseniz de…

İçinde bulunduğunuz darlığa sabretseniz de sabretmeseniz de…


[1]. 2/Bakara, 245

[2]. İsnadında ihtilaf vardır. İbni Cerîr, İbni Ebî Hâtim ve İbni Kesîr zayıf bir senedle zikretmişlerdir. Ancak Ebû Ya’la ve Taberânî sika bir senedle rivayet etmiştir. Hadis, diğer yollarıyla sahihtir.

[3]. Müslim, 965

[4]. 3/Âl-i İmrân, 181

[5]. 9/Tevbe, 67

[6]. Ahmed, 7945; Tefsîru İbni Ebi Hâtim, 2434

[7]. 17/İsrâ, 30

[8]. 27/Neml, 19

[9]. 7/A’râf, 69

[10]. 26/Şuarâ 128-134

[11]. bk. 2/Bakara, 245

Önerilen makaleler

Yorum (2)

  • Kevser 2 yıl önce Cevapla

    Allah razı olsun

  • Kevser 2 yıl önce Cevapla

    Allah, emeği geçen müslüman kardeşlerden razı olsun.

Cevap Ver