EY İMAN EDENLER, KALKIN!

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

“Ey iman edenler! Size meclislerde: ‘Yer açın/Açılın!’ dendiğinde, yer açın ki Allah da size (cennetinde) yer açsın. Size (Allah’a ve Resûl’üne itaat olan bir konuda) ‘Kalkın!’ dendiğinde, kalkın ki Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[1]

Allah’ın adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Biz Müslimler, dinimizin bir gereği olarak müşterek yaşıyoruz. Ferdî/Yalnız bir şekilde yaşamak dinimizce yasaklanmış ve hep birlikte, cemaat olarak bu dini yaşamamız emredilmiştir:

“Allah’ın (cc) ipine hep beraber/topluca tutunun ve ayrılığa düşmeyin.”[2]

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilaf edip ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bunlar için büyük bir azap vardır.”[3]

“Size cemaatleşmek gereklidir. Fırkalaşmaktan sakının. Şeytan bir kişi ile beraber, iki kişiden ise uzaktır. Kim cennetin ferahlığını istiyorsa cemaate yapışsın.”[4]

Bir bütün olarak yaşadığımız dinimizde, müminler olarak paylaştığımız ortamlarımızda, faaliyetlerimizde ve meclislerimizde dikkat etmemiz gereken bazı hususlar vardır. Bize toplu bir şekilde dinimizi yaşamamızı emreden İslam, bunu yaparken nelere dikkat etmemiz gerektiğini de çok açık bir şekilde öğretmiştir. Mücadele Suresi’nin 11. ayeti, bu hususta bize ders veren ayetlerden biridir.

Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebine baktığımızda İbni Ebî Hâtim’in şu rivayetini görüyoruz:

Allah Resûlü (sav) bir cuma günü Suffa’da ashabıyla birliktedir. Ancak Allah Resûlü’nün (sav) bulunduğu yer dar bir alandır. Nebi (sav) Bedir ashabından olan Ensâr ve Muhacir ile birlikteyken başka kişiler daha gelir, ancak yer olmadığı için Allah Resûlü’nün (sav) karşısında ayakta kalırlar. Kimsenin onlara yer vermemesi ve ayakta kalmalarından dolayı Nebi (sav) rahatsızlık duyar ve etrafından bazı sahabileri kaldırıp yeni gelenlerin onların yerlerine oturmasını ister. Meclisten kaldırılan sahabilerin rahatsızlıkları yüzlerinden belli olur. Bunun üzerine münafıklar bunu müminler aleyhine kara propaganda malzemesi hâline getirir ve Allah Resûlü’nün (sav), ashabı arasında adil olmadığını iddia ederler. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) şöyle buyurur: “Kardeşi için yer açana Allah (cc) merhamet etsin.”[5] Bundan sonra insanlar meclislerinde birbirlerine yer açtılar ve bunun üzerine cuma günü bu ayet-i kerime nazil oldu.

Bu ayet-i kerimeden öğrendiğimiz genel kaide ise şudur: Ceza (Görülecek karşılık), amelin cinsindendir. Kişi ne yaparsa karşılığını, yaptığının cinsinden alacaktır. Ayette Allah (cc), “Yer açın ki Allah da size cennetinde yer açsın.” buyurmaktadır. Buradaki genişliğin, kabir genişliği/ferahlığı olduğu da söylenebilir.

Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah (cc) için bir mescid inşa ederse Allah da (cc) ona cennetinde bir ev inşa eder.”[6]

Başka bir hadiste, “Kim zorda kalmışın işini kolaylaştırırsa Allah da (cc) dünya ve ahirette onun işini kolaylaştırır. Kim bir Müslim’in ayıbını örterse Allah da onun dünya ve ahirette ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da kulunun yardımındadır.”[7]

“Size (Allah’a ve Resûl’üne itaat olan bir konuda) ‘Kalkın!’ dendiğinde, kalkın ki Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.”

Allah’a (cc) ve Resûl’üne (sav) itaat olan bir konuda hayırlı bir amele, İslam için bir hizmete çağrıldığımızda o çağrıya icabet etmemiz bizim hem dünyada hem de ahirette derecelerimizin artmasına vesile olacaktır. Allah’ın emirlerine karşı kişinin tevazusu dünya ve ahirette derecelerin yükselmesi demektir. Tıpkı Ömer’in (ra) İbni Ebza hakkında, “Allah (cc) bu Kur’ân’la bazı insanların derecelerini yükseltir ve bazı insanların da derecelerini düşürür.”[8] dediği gibi. İslam’a hizmet alanında bir çağrıya icabet edeceğimiz zaman bu icabetin bizlerin dünya ve ahirette mertebesinin artmasına vesile olacağını bilmemiz gerekir.

Bu ayet-i kerimeden öğrendiğimiz bir diğer husus, tolerans ve anlayış sahibi olmaktır. Müminler birbirlerine karşı hoş görülüdür, birbirlerine engel olmaz, birbirlerine sevgi ve merhametle yaklaşırlar. Bir mümin diğer bir kardeşine yerini verirken veya yeni gelen bir misafire yer açarken memnuniyetle bunu yapar. Bunu sadece mescid ya da meclisler ile sınırlandırmamak gerekir. Bu, genel olarak tüm sosyal hayatımızı kapsayan bir durumdur. Ticarette, eğitimde, İslam’a hizmette, insanlarla ilgilenirken, muhacire ensar olurken… her alanda müminlerin birbirlerine karşı tolerans ve gönül genişliğine sahip olması gerekir.

Bununla birlikte herhangi bir ihtiyaçtan dolayı bir emîr/sorumlu bizlerin ortamda bulunmamasını isteyebilir, ortamdan çıkmamızı talep edebilir. Burada bize düşen, bunun Allah’ın (cc) emrine icabet olduğunu ve bununla dünya ve ahiretteki mertebemizin yükseleceğini düşünerek icabet etmektir.

Allah (cc) ve Resûl’ü (sav), kalpleri ve ruhları bu şekilde eğitmekte ve arındırmaktadır. Teşvik ve duyarlılık üslubuyla müminlere toleransı, gönül zenginliğini ve itaati öğretmektedir. Çünkü din, motamot yerine getirilen yükümlülüklerden ibaret değildir. Din, bilinçteki bir dönüşüm ve vicdandaki bir duyarlılıktır.

Bu ayet-i kerimeden öğrendiğimiz bir diğer husus, ilim ehlinin faziletidir. Allah (cc) burada hususi olanı umumi olana atfetmiştir. “İman edenler” umumiyetine “ilim verilenler” de dâhildir, ancak Allah ilim ehlini ayrıca zikrederek onların faziletine vurgu yapmıştır.

Rabbani ilim ehlinin; yani öğrendikleriyle amel eden, öğrendiklerini insanlara ulaştıran ve hakkı gizlemeyen âlimlerin Allah (cc) katında çok büyük bir yeri vardır.

Allah (cc), kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığına melekleri ve Rabbani olan âlimleri şahit tutmuştur:

“Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına (ibadeti/kulluğu hak edenin yalnızca Allah olduğuna), Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim adamları şahitlik etti. O’ndan başka ilah yoktur. O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.”[9]

Allah (cc), Resûl’üne (sav) indirdiği risaletin hak olduğunu bilenlerin ilim ehli olduğunu haber vermiştir:

“Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz ve (her daim övgüyü hak eden ve varlık tarafından övülen) El-Hamîd olan (Allah’ın dosdoğru) yoluna hidayet ettiğini bilirler.”[10]

“Ebu’d Derdâ (ra) bir gün Dımeşk mescidinde otururken bir adam geldi ve ona dedi ki: ‘Ey Ebu’d Derdâ! Ben buraya Medine’den geliyorum. Allah Resûlü’nden (sav) bir hadis aktardığını işittim.’

Ebu’d Derdâ, ‘Buraya başka herhangi bir ihtiyaç için gelmedin mi?’ diye sordu.

Adam, ‘Hayır!’ dedi.

Ebu’d Derdâ, ‘Ticaret için de mi gelmedin?’ dedi.

Adam yine, ‘Hayır.’ dedi.

‘Buraya sadece bu hadisi dinlemek için mi geldin?’ diye sordu Ebu’d Derdâ.

Adam, ‘Evet, sadece bunun için geldim.’ dedi.

Bunun üzerine Ebu’d Derdâ (ra), ‘Ben Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işittim.’ der ve aktarır:

‘Kim ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah da (cc) onu cennetin yoluna iletir. Muhakkak ki melekler ilim talebelerinden razı olmalarından dolayı kanatlarını onların önüne sererler. Yer, gök ve sudaki balık; ilim talebesi için dua eder. Âlimin abide olan üstünlüğü, Bedir gecesi dolunayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Muhakkak ki âlimler peygamberlerin vârisleridir ve peygamberler miras olarak dinar ve dirhem bırakmazlar, onların mirası ilimdir. Kim onu elde ederse muhakkak ki büyük bir pay edinmiştir.’ ”[11]

Bu, Allah’ın fazlıdır ve Allah (cc) fazlını dilediğine verir, dilediğinin derecesini yükseltir:

“Biz dilediğimizin derecelerini yükseltiriz. Her bilenin üzerinde daha iyi bilen biri vardır mutlaka.”[12]

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) hamdetmektir.


[1]. 58/Mücadele, 11

[2]. 3/Âl-i İmrân, 103

[3]. 3/Âl-i İmrân, 105

[4]. Tirmizi, 2165; Ahmed, 114

[5]. Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 21/427-428, 75990 No.lu rivayet

[6]. Buhari, 450; Müslim, 533

[7]. Müslim, 2699

[8]. Müslim, 817

[9]. 3/Âl-i İmrân, 18

[10]. 34/Sebe’, 6

[11]. Ebu Davud, 3641; Tirmizi, 2682

[12]. bk. 12/Yûsuf, 76

Önerilen makaleler

1 Yorum

  • Erhan AbdurRahman 1 yıl önce Cevapla

    Faydalı ve hikmetli bilgiler içeren bu güzel yazınız için çok teşekkürler. Özellikle şu ifade çok hoşuma gitti;
    “Allah (cc) ve Resûl’ü (sav), kalpleri ve ruhları bu şekilde eğitmekte ve arındırmaktadır. Teşvik ve duyarlılık üslubuyla müminlere toleransı, gönül zenginliğini ve itaati öğretmektedir. Çünkü din, motamot yerine getirilen yükümlülüklerden ibaret değildir. Din, bilinçteki bir dönüşüm ve vicdandaki bir duyarlılıktır.”
    El-Vahhab olan Rabbimiz hayırla mükafatlandırsın, Daha fazla insanın faydalanmasını nasib etsin ..
    Allahumme Amin..
    Allahumme Amin..
    Velhamdulillahi Rabbil alemin ..

Cevap Ver