Cennet çağrısına Koşan Sahabi: Umeyr İbnu’l Humam

Umeyr ibnu’l Humam ibni’l Cemuh ibni Zeyd ibni Haram ibni Kab el-Ensârî

İnsan, yaşam ve ölüm arasında sürekli bir yöne doğru seyretmektedir. Hayattaki güzellikleri elde etmek için hep çaba sarf eder. Bu bazen ahiret için baki olan güzellikler olur, bazen de dünya için fani olan güzellikler. Kişi inancı doğrultusunda tercihlerini yapar.

Bazı insanlar vardır ki yönleri batıla doğru olmuştur. Beyhude işlerin peşinde ömür tüketmişlerdir. Onlar için dünya ânlık hazlardan ibarettir. Bazı insanlar da vardır ki hakka doğru yönelmiş ve ömrünü onurlu amaçlara ulaşmak için harcamıştır. İşte Allah (cc) müminlerin daima hayırlarda yarışmalarını ister.

“Herkesin yöneldiği bir yönü/kıblesi mutlaka vardır. (Öyleyse) hayırlarda yarışın.”[1]

Sahabeye baktığımız zaman bu emrin mucibince mücadele ettiklerini açıkça görürüz. Nerede bir salih amel varsa orada öne geçmek için var güçleriyle çaba sarf etmişlerdir. Hayırda yarışın en güzel tablosudur onlar. Örneğin Ensâr ile Muhâcir’in yarışını okuruz, örneğin Hazrec ile Evs’in yarışını okuruz, örneğin Ebû Bekir ile Ömer’in (r.anhum) yarışını okuruz… Bu öncü şahsiyetlerin iyiliklere olan hırsları ve bu uğurdaki yarışları biz sonradan gelenleri çoğu zaman hayrete düşürmüştür.

İşte onlardan biridir Umeyr ibnu’l Humam (ra). Ensâr’dan olan Umeyr, faziletli amellerde isimlerini çokça duyduğumuz Hazrec Kabilesi’ndendir. Annesi Nevvar binti Amir’dir. Allah Resûlü’ne (sav) iman edip beyat eden Humeyme bintü’l Humam kız kardeşidir. Allah Resûlü (sav) Umeyr’i, Ubeyde ibnu’l Hâris (ra) ile kardeş kılmıştır. Bedir’de birlikte şehit olmuşlardır.[2]

Umeyr (ra) Medine’de İslam’ı kabul etmiş ve kalan ömrünü İslam yolunda geçirmiştir. Büyük Bedir Savaşı’nda yaptıkları, tarihe ismini övgüyle yazdırmıştır. Bu gazvede Allah Resûlü’nün (sav) nidasını duyunca duraksamadan bu çağrıya yönelmiştir. Allah da (cc) onu bu samimi arzusundan dolayı önce şehadet sonra cennet gibi yüce bir makama taşımıştır.

Genişliği Yerle Gök Arası Kadar Olan Cennetlere Koşun!

Allah Resûlü (sav) Medine’ye hicret edip orada temkin bulduktan sonra çevre beldelerden haberdar olmak ve oraları kontrol altına almak için küçük seriyeler düzenlemeye başlamıştı. Bu esnada Kureyş’in ticaret kervanlarını da vurmak istiyordu. Çünkü bu faaliyette başarılı olursa ciddi bir maddi gelir elde edeceği gibi Kureyş’e de büyük bir iktisadi darbe vurabilirdi.

Nebi (sav) hicretin ikinci yılında Ebû Sufyan’ın kontrolündeki Kureyş kervanının Şam’a doğru harekete geçtiği haberini aldı. Ashabına yöneldi ve “İşte Kureyş kervanı! Onların mallarıyla dolu. Ona doğru sefere çıkın. Umulur ki Allah size ganimet verir…”[3] dedi. Sonra kervana doğru yola çıktı. Savaş olacağını ummuyordu. Bu yüzden kimseyi zorlamayıp sadece gönüllü kimselerle oraya gitti.

Müminlerin üzerine doğru geldiğini öğrenen Ebû Sufyân, Mekke’ye kervan sahiplerine mallarını korumaları için haber yolladı. Kureyş, adamlarını toplayarak bir ordu hazırlayıp Ebû Sufyân’a destek olması için gönderdi. Sonra Ebû Sufyân kervanı başka yollardan götürerek kurtardı. Müminler kervanı kaçırmışlardı. Ebû Sufyân da Kureyş’e geri dönmelerini söyledi. Ortada savaş için bir sebep kalmadı. Ancak onlar kibirlenerek, çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak Allah’ın (cc) yolundan alıkoymak ve müminlerle savaşmak için Bedir’e doğru geldiler.

Allah Resûlü (sav) savaştan başka bir yolun kalmadığını anladı. Durumu ashabıyla istişare etmek ve onların da görüşlerini almak istedi.

Muhâcirlerden Mikdâd ibni Amr (ra), “Ey Allah’ın Resûlü! Allah’ın sana gösterdiği yolda yürü, şüphesiz ki biz seninle beraberiz. Allah’a yemin olsun ki biz Ben-i İsrail’in Mûsâ’ya dediği gibi ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada bekliyoruz.’ demeyiz. Bilakis biz ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın, muhakkak ki bizler de sizinle birlikte savaşacağız.’ deriz. Seni hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki bizleri Berku’l Ğımad’a kadar yürütsen bizler de düşmanlarına karşı galip oluncaya kadar seninle birlikte mücadele ederiz.” dedi.

Allah Resûlü (sav) Muhâcirlerin zaten kendisiyle birlikte olduğunu ve son nefeslerine kadar kendisine yardım edeceklerini biliyordu. Ensâr hem sayı hem güç bakımından daha üstün olduğu için ve ayrıca onlarla sadece Medine’de kendisini koruma adına sözleştiği için özellikle Ensâr’ın desteğini almak istiyordu. Sorularına devam edince artık sözü Ensâr’ın liderlerinden Sa’d ibni Muâz (ra) aldı.

“Vallahi, sanki sen bizi kastediyorsun, ey Allah’ın Resûlü! dedi. Resûlullah, evet diye cevap verdi. Sad, biz sana iman ettik. Seni tasdik ettik. Getirdiğin kitabın hak olduğuna şahitlik ettik. Bu hususta dinleyip itaat etmek üzere sana söz verdik anlaşma yaptık. Ey Allah’ın Resûlü! İstediğin yere yürü. Şüphesiz ki bizler seninle beraberiz. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki bize şu denizi göstersen ve sen de denize dalsan biz de seninle beraber o denize dalarız. Bizden hiçbir kimse bundan geri kalmaz. Biz yarın düşmanımızla karşılaşmaktan da korkmuyoruz. Biz savaşta sabırlıyız. Düşmanla karşılaştığımızda sözümüze sadığız. Umulur ki Allah senin yüzünü ağartacak davranışlarda bulunmayı bize nasip eder. Allah’ın bereketiyle bizimle yürü! dedi.”[4]

Allah Resûlü (sav) ashabının bu güzel sözlerini duyduktan sonra onların birlikteliğiyle Bedir’e doğru yürüdü. Ordusunu en uygun yere yerleştirdi ve Rabbine uzunca niyazda bulundu. Sonra iki ordu birbirleriyle karşılaştı. Nebi (sav) ve arkadaşları şiddetli bir savaşa giriştiler. Ashab düşmanla amansızca vuruştu. Allah (cc) onlara yardım etmiş, meleklerle onları desteklemiş, büyük bir zafer bahşetmişti.[5]

Bu savaşta göz kamaştıran fedakârlık ve cesaret dolu sahneler vardı. Bu sahnelerden birini de Umeyr ibnu’l Humam (ra) sergiliyordu.

Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“…Resûlullah (sav) ve ashabı yola koyuldular. Nihayet müşriklerden önce Bedir’e vardılar. Müşrikler de oraya geldiler. Resûlullah (sav), ‘Sizden hiçbir kimse ben onun önünde olmadığım sürece bir şey yapmaya kalkışmasın.’ buyurdu. Müşrikler yaklaşınca Resûlullah (sav) ‘Genişliği gökler ile yer kadar olan cennete koşuşun.’ buyurdu.

(Enes anlatmaya devam ederek) dedi ki: Umeyr ibnu’l Humam el-Ensârî, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Genişliği gökler ile yer kadar olan cennet mi?’ deyince Allah Resûlü, ‘Evet.’ buyurdu. Umeyr, ‘Ah, ah!’ dedi. Resûlullah (sav), ‘Ah, ah demene seni iten sebep nedir?’ buyurdu. Umeyr, ‘Hayır, Allah’a yemin olsun ki (olumsuz bir sebepten dolayı demedim) ey Allah’ın Resûlü! Yalnızca o cennet ehlinden olmayı ümit ettiğim için öyle söyledim.’ dedi. Resûlullah (sav), ‘O hâlde şüphesiz ki sen cennet ehlindensin.’ buyurdu.

(Enes anlatmaya devam ederek) dedi ki: Umeyr ok torbasından birkaç hurma çıkartıp onlardan yemeye başladı. Sonra ‘Ben bu hurmalarımı yiyene kadar hayatta kalacak olursam şüphesiz ki o çok uzun bir hayattır!’ dedi ve beraberindeki hurmaları fırlattı sonra öldürülünceye kadar onlarla savaştı.”[6]

Umeyr (ra) cennet çağrısını duyduğu ânda harekete geçiyor. Bir avuç hurmayı yiyecek kadar vakti dahi dünyada kalmak için fazla buluyor ve elindeki hurmaları atıp şehadete koşuyor. Şiirler okuyarak ölüme kucak açıyor:

“Allah Resûlü (sav), ‘Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki bugün sabrederek, sevabını ahirette bekleyerek, arkasını dönmeden ileri yönelerek savaşan hiç kimse yoktur ki muhakkak Allah onu cennete koyacaktır.’ buyurdu.

Bunun üzerine Ben-i Seleme kabilesinden olan Umeyr ibnu’l Humam, elinde yemekte olduğu hurmalar varken ‘Çok güzel, çok güzel! Şüphesiz ki benimle cennete girmem arasında sadece şunların beni öldürmesi var.’ dedi. Sonra hurmaları atıp kılıcı eline alıp o kavimle öldürülünceye kadar savaştı. O esnada şöyle diyordu:

Azığın olmadan Allah’a koş

Yalnız takva ve ahiret için yapılan amel ile

Allah için sabrederek cihaddan başka

Tüm azıklar yok olmaya mahkumdur

Takva, iyilik ve doğru yol dışında”[7]

Allah Teala, Umeyr’i İslam’ın ilk savaşında Ensâr’ın ilk şehidi olarak ebedî saadete eriştirdi.[8] Allah Resûlü’nün (sav) mübarek dudaklarından dökülen o yüce müjdeye muvaffak kıldı. Ümit ve korku arasında sunduğu bu yüce ameli cennet yarışında öne geçmesini sağladı. Âdeta şu ayetlerin canlı bir yansımasıydı:

“Şüphesiz ki (o müminler), Rablerine olan saygılarından dolayı (kalpleri) ürperti içinde olanlar, Rablerinin ayetlerine iman edenler, Rablerine (hiçbir şeyi) ortak koşmayanlar, yapmaları gereken (tüm sorumluluklarını) yerine getirmelerine rağmen, Rablerine dönecekleri için (ya kabul edilmezse ya Allah’ın şanına yakışır şekilde yapamamışsam diye) kalpleri titreyenler. İşte bunlar, hayırlarda yarışmakta ve bundan dolayı öne geçmektelerdir.”[9]

İşte Umeyr (ra) üzerinden gördüğümüz bu durum ahirete imanın en gerçekçi hâlidir. Önce cenneti duymuş sonra orayı arzulamış sonra oraya girmek için var gücüyle mücadele etmiş. Allah da (cc) onu en üst makamlardan biri olan şehitlik mertebesine eriştirmiş. Bu mertebenin büyüklüğünü anlamak için sadece şu hadis bile yeterlidir:

Mikdâm ibni Ma’dî Kerib’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Şehidin, Allah katında altı (ayrıcalıklı) özelliği vardır; Şehit olur olmaz günahları affedilir, cennette gidip kavuşacağı yer kendisine gösterilir. Kabir azabından korunur ve kıyametteki en büyük korkudan güven içindedir. Başına vakar tacı giydirilir. O taç üzerindeki tek bir yakut taşı dünyadan ve içindekilerden daha değerli ve kıymetlidir. Cennetteki iri gözlü yetmiş iki huri ile evlendirilir. Akrabalarından yetmiş kişiye şefaat etmesi için izin verilir.”[10]

Bunun yanı sıra Peygamberimiz (sav) Bedir ehli için “İstediğinizi yapın, ey Bedir ehli! Şüphesiz ki Allah, sizi affetmiştir.” buyurmuştur.[11] Umeyr Bedir ehlinden ve şehitlerinden olarak ayrı bir affa ve mağfirete mazhar olmuştur.

Ahirete iman dediğimiz kuru bir iddiadan ibaret değildir. Doğruluğu salih amellerle tasdiklenmesi gerekir. Mümin; ahirete, cennete, cehenneme olan inancını amelleriyle ispatlamak zorundadır. Umeyr’in (ra) yaptığı gibi dünyayı bir geçimlilikten öteye geçirmemelidir. Modern hayatın seline kapılmadan, sonucu belli olmayan mecralara kaymadan asıl kudretini ahiret için kullanmalıdır. Yoksa kısa süren lezzetler ve şehvetler geriye pişmanlıktan ve günahtan başka bir şey bırakmayacak. Bunun ötesinde yüce bir gayeye adanmamış yaşam değerli olmayacaktır.

Özellikle bugün… Nübüvvet menheci üzerine bina edilen bir nizamı şiddetle arzuladığımız şu sıralarda biraz daha fazla çalışmalıdır. Amelleri asgari düzeyde kalmamalıdır. Ahireti düşünerek, arkasına cehennemi alıp önüne cenneti koyarak hızla ilerlemelidir. Allah’ın (cc) kendisine açtığı salih amel yolunda tükenmez nimetleri elde etmek için daha çok, daha çok çaba harcamalıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde Umeyr (ra) gibi hurmalarını atıp koşmalıdır. Azimle, kararlılıkla, coşkuyla nefes nefese yarışmalıdır. Cennet ipini ancak bu azimle göğüsleyebilir. Şiarımız bellidir:

“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. (O,) muttakiler için hazırlanmıştır.”[12]

Selam olsun Umeyr’e. Allah (cc) kendisinden razı olsun…


[1]. bk. 2/Bakara, 148

[2]. bk. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 3/565; El-İsâbe fi Temyizi’s Sahabe, İbni Hacer El-Askalânî, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 4/594

[3]. bk. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbni Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/607

[4]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbni Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/615

[5]. bk. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbni Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/607-653

[6]. Müslim, 1901

[7]. El-İstiab fi Ma’rifeti’l Ashab, İbni Abdulber, Daru’l Cil, 3/1214; Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s Sahabe, İbnü’l-Esir, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 4/279

[8]. bk. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 3/565; El-İstiab fi Ma’rifeti’l Ashab, İbni Abdulber, Daru’l Cil, 3/1214

[9]. 23/Mu’minûn, 57-61

[10]. Tirmizi, 1663; İbni Mace, 2799

[11]. bk. Buhari, 4274; Müslim, 2494

[12]. 3/Âl-i İmrân, 133

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver