Hidayete Eren ve Hidayete Götüren: Cerîr ibni Abdullah El-Becelî

Geçtiğimiz sayıda Cerîr ibni Abdullah’ın (ra) hayatını anlatmaya başlamıştık. Allah Resûlü’nün (sav) onu hâdî ve mehdî olarak kavmine göndermesinden ve Ömer’in (ra) onu bu ümmetin Yûsuf’u olarak nitelemesinden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise hayatının başka örnek yönlerine değinmeye devam edeceğiz.

Hadis Rivayetindeki Yeri

Kur’ân-ı Kerim’den sonra en asli kaynağımız Nebevi hadislerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in nasıl anlaşılması ve yaşanması gerektiği Allah Resûlü’nün (sav) üzerinden gösterilmiştir. Bu yüzden onun sözleri ve davranışları temel ölçümüzdür. Bu büyük ehemmiyetinden dolayı sahabiler hadislere çok önem vermişlerdir. Onlar için Allah Resûlü’nün (sav) o güzel duasını yineliyoruz.

Zeyd ibni Sâbit’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah, bizden bir hadis işitip de sonra ezberleyip başkasına aktaranın yüzünü ağartsın.”[1]

İşte Cerîr ibni Abdullah da (ra) bu kimselerdendir. Allah Resûlü’nün (sav) yanında bir yıldan az kalmasına rağmen pek çok sahabiden daha fazla hadis ezberlemiş ve rivayet etmiştir. Rivayet ettiği yaklaşık yüz hadisle birçok kimsenin önüne geçmiştir.[2]

Ayrıca hadis meclisleri oluşturmuş ve sünneti sonraki nesillere halka halka yaymıştır. Tabiinin birçok meşhur imamı birçok meşhur rivayeti ondan nakletmişlerdir. Hiç şüphesiz bu çabası Nebi’ye (sav) olan sevgi ve bağlılığının bir göstergesidir.[3]

Demek ki Cerîr (ra) yaşadığı asırda sünneti yaşamaya ve yaşatmaya çalışmıştır. Böylelikle o sorumluluk sırasını en güzel şekilde savmıştır. Şimdi ise sıra bize gelmiştir. Bu sorumluluğun gereği olarak bizler de sünneti en güzel şekilde yaşamaya ve yaşatmaya çalışmalıyız.

Kargaşadan Uzak Duruşu

Cerîr ibni Abdullah (ra) Allah Resûlü (sav) ile birlikte mücadele etmişti. Allah Resûlü’nden sonra da Ebû Bekir’le, Ömer’le, Osmân’la (r.anhum) birlikte mücadelesini sürdürmüştü. Bu süre zarfında büyük savaşlara katılmış büyük fedakârlıklar sergilemişti.

Alî’nin (ra) dönemine gelince Muâviye’yle (ra) arasında çıkan sorunlarda Alî’nin yanında durmuş ve ona yardımcı olmaya çalışmıştı.[4] Muâviye’ye de doğru olanı öğütlemişti. Ne var ki hem Alî’nin hem de Muâviye’nin yanındakiler onları Cerîr’e karşı kışkırtmış ve onlar da Cerîr’e bazı kötülükler yapmıştı. Cerîr de bu yüzden olmalı ki iki taraftan da uzak durmaya çalışmıştı.

Ebû Avn’dan rivayetle dedi ki:

“Ali ibni Ebu Talip, Cerîr ibni Abdullah’ı kendi durumuyla isteğini bildirmek üzere onunla konuşması için Muaviye’ye gönderdi. Cerîr yola çıktı ve Şam’a varınca Muaviye’nin yanına gitti. Sonra kalkıp Allah’a hamd etti ve onu övdü, Nebi’ye (sav) salat ve selam getirdikten sonra şöyle dedi: “Sadede gelince ey Muaviye! Amcaoğlun için Haremeyn (Mekke ve Medine) bir araya geldi ve insanlar o iki beldeye tabidirler. Bununla beraber Basralılar, Kufeliler, Mısırlılar ve Yemenliler ona biat etti. Sen de amcaoğluna biat et, muhalefet etme, hakka inatla karşı gelme! Sen şu anda içinde bulunduğun kimselerin arasında olmamalısın! Beraberindekilere sözü dolandırıp durma! Onlara karşı dürüst ol! Durumu onlara bütün açıklığıyla aydınlat! Din ve hak konusunda onlara karşı samimi ol! Ali, Şam’ı ve Mısır’ı hayatta olduğun müddetçe Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin (sav) sünneti ile idare etmen şartıyla sana veriyor.

O sırada Muaviye’nin yanında Şam’ın ileri gelenlerinden Zü’l Kela, Şürahbîl ibni es-Simt, Ebû Müslim el-Havlânî ve Mesrûk el-Akki bulunuyordu. Bu kimseler ağır ifadeler kullanıp (Cerîr’in teklifini) şiddetle reddettiler. Muaviye’yi bu talebe olumlu cevap verip de Osman’ın kanını yerde bırakmaması için tehdit ettiler. Bunun üzerine Cerîr ‘Müslimlerin kanlarının dökülmesini durdurmak konusunda Allah’tan korkun, Allah’tan! Ali ümmetin işlerini düzene koydu ve onların iki yakasını bir araya getirdi. İşin barışla sonuçlanmasına çok az kaldı.’ dedi. Onlar ise, ‘Osman’ın katilleri ile savaşmadıkça biz bu barışı istemiyoruz. Biz onun velisi ve kanının yerde kalmaması için mücadele veren kimseleriz.’ dediler. Muaviye burada söze karışıp ‘Sakin olun! Siz ne diyor ve ne istiyorsanız son nefesimize kadar sizinle beraberim.’ dedi. Bu durum karşısında oradaki topluluk ona memnuniyetle karşılık verdi. Akabinde de onu rahat bıraktılar.

Cerîr yola çıkıp Ali’nin yanına varınca Ali ona, ‘Ardında ne bıraktın?’ dedi. O da ‘Şer!’ dedi. Sözüne şöyle devam etti: ‘Muaviye’ye gelince, o kendisine verilenlere razı oluyor. Ancak o, kendileriyle hiçbir işinin olmaması gereken bir toplulukla beraberdir. Onların hepsi Osman’ın kanının peşindedir. Sayıları yüz binleri bulan bu topluluk seninle savaşacaktır!’ Bu sözler karşısında (orada Ali’nin yanında bulunan) el-Eşter, ‘Ey Becile’nin kardeşi! Osman senin ve kavminin dinini Hemezân’da satın almıştır.’ dedi. Bunun üzerine Cerîr şöyle dedi: ‘Ey Müminlerin Emiri! Vallahi ben sana nasihat ettim ve dürüst davrandım.’ El-Eşter, Ali’nin yanında Cerîr’in üzerine o kadar yüklendi ki, Cerîr korkup kaçtı ve Muaviye ile mektuplaştı. Bu olaya binaen Ali, Cerîr’in evine varıp (onu yıkmak niyetiyle içindekileri) dağıttı. Nihayet Ebu Mesud el-Ensari onunla konuştu da Ali’yi bu işten vazgeçirdi.”[5]

Yezîd ibni Cerîr ibni Abdullah El-Becelî’den, o da babasından şöyle dediğini rivayet etti:

“Ali, harbi savaşı siyaseti bilen biri değildi. O Cerîr’i, Muaviye’ye kendisine biat etmesi için, Allah’ın kitabı ile ve Peygamberi’nin (sav) sünneti ile idare etmesi şartıyla Şam ve Mısır’ı vermeyi teklif etmek üzere gönderdi. O bunu kabul etti. Ancak onun taraftarları buna yanaşmayıp ‘Biz bunu asla kabul etmeyiz!’ dediler. Cerîr, Ali’ye durumu haber vermek üzere ayrıldı. Rivayete göre el-Eşter şöyle dedi: ‘Ey Müminlerin Emiri! Bu adam seni aldattı, düşmanını kışkırttı ve yalan söyledi.’ Bunun üzerine Cerîr, kendisi için endişelendi ve koşarak çıktı. Nihayet Ali evimizi yıkmak üzere geldi. Biz dışarı çıkıp ona ‘Allah’tan kork! Bu ev yetimlerin ortak malıdır.’ deyince yıkmaktan vazgeçti.”[6]

Cerîr’in, Alî’yi desteklediğini ve müminler arasında çıkacak savaşa engel olmaya çalıştığını görüyoruz. Onların birlik ve beraberlikleri için var gücüyle çaba sarf ediyor. Allah Resûlü’ne (sav) verdiği sözün gereği olarak Müslimlere nasihat ediyor. Ne var ki aradaki zararlı kimseler yüzünden iyi niyetli çabası kılıçların kendisine çevrilmesine yol açıyor. Çare olarak tüm taraflardan uzak durmayı tercih ediyor. Dinini ve dünyasını bu şekilde korumaya çalışıyor. Hatta bu yüzden öz yurdundan çıkıp yıllarca başka yerlerde yaşamak ve birkaç defa da beldesini değiştirmek zorunda kalıyor.

“Sonra sahabeye hakaret eden Kufelilerden ayrılmak için Karkısya’ya gitti.”[7]

Muhammed ibni Ömer dedi ki:

“Cerîr ibni Abdullah, ed-Dahhâk ibni Kays’ın Kufe valiliği esnasında, eş-Şerât’ta ölene kadar el-Cezîre ve çevresinde kalarak Ali ile Muaviye’den mütemadiyen uzak durdu.”[8]

Israrla onu savaşa çekmeye çalışsalar da asla katılmayacağını, çünkü Allah Resûlü’ne (sav) bu şekilde söz verdiğini bildirmişti.

İbrâhîm ibni Cerîr, babasının şöyle dediğini rivayet etti:

“Ali, ben Karkısya’dayken İbni Abbas ile el-Eş’as ibni Kays’ı ‘Bana Cerîr’i getirin.’ diyerek bana yollamıştı. Onlar da bana gelip ‘Müminlerin Emiri sana selam ediyor ve ‘Muaviye’den ayrılman konusunda Allah sana ne güzel yol gösterdi! Ben, seni Allah Resûlü’nün (sav) getirdiği konuma getireceğim.’ diyor.’ dediler. Bunun üzerine Cerîr onlara ‘Nebi (sav) beni onlarla savaşıp İslam’a davet edeyim diye Yemen’e gönderdi. Onlar La ilahe illallah dedikleri zaman malları ve kanları dokunulmaz oldu. Ben La ilahe illallah diyen hiçbir kimseyle ebediyen savaşmam.’ diye cevap verdi. Bu cevaba binaen onlar gerisin geri döndüler.”[9]

Cerîr ölüm kendisini bulana kadar bu hâlde kaldı. Ömrünün son yıllarını bu şekilde geçirmişti. Hayatından geriye kalan az bir süreyi de kargaşalı faaliyetlerin içerisinde geçirmektense ilmî faaliyetlerin içerisinde geçirmeyi tercih etmişti.

Biz Allah Resûlü’ne (sav) Müslimlere Nasihat Etmek Üzere Biat Ettik

Cerîr’in (ra) Allah Resûlü’ne (sav) işitip itaat etmek ve her Müslim’e nasihat etmek üzere biat ettiğini okuduk.[10] İşte bu sözün yansımasını hayatının her alanında görüyoruz. Daima nasuh bir mümin olmak için çaba sarf ediyor. Verdiği söze taalluk eden her durumda çok hassas davranıyor.

Cerîr dedi ki:

“ ‘Resûlullah’a (sav) sözünü dinleyip itaat etmek ve her Müslim’e nasihat etmek üzere biat ettim.’

(Ebû Zur’a dedi ki:) Cerîr bir şey sattığı veya satın aldığı zaman, ‘Bizim sizden aldığımız bu şey size verdiğimizden daha sevimlidir. Dolayısıyla hangisini tercih edersen et.’ derdi.”[11]

Abdullah dedi ki:

“Cerîr bir mal satacağı zaman bütün kusurlarını söylerdi. Sonra müşteriyi muhayyer bırakır ve ‘İstersen al, istersen bırak.’ derdi. Bunun üzerine kendisine ‘Allah iyiliğini versin! Böyle yaparsan satış yapamazsın.’ denildi. O da bu söze karşılık ‘Biz Allah Resûlü’ne (sav) Müslimlere nasihat etmek üzere biat ettik.’ dedi.”[12]

Cerîr’in (ra) bu fiili her mümine her alanda örnek olmalıdır. Bulundukları her yerde nasuh bir mümin olmaya çalışmalıdır. Bilhassa ticaretle uğraşan kimseler. Çünkü bugün ticaret hayatın büyük bir kısmını oluşturuyor. Gayri İslami bir sistemde yaşayınca da haramlara düşmek kaçınılmaz oluyor. Düzen, insanı ısrarla günahlara itiyor. Öyleyse mümin çok daha dikkatli olmalıdır.

Dürüstlüğü tercih eden biri hiçbir zaman zarar etmez. Allah dürüst kimselerin samimiyetini ya bu dünyada ya da ahirette mutlaka mükâfatlandıracaktır. Dünyada rızkına, ahirette ecrine bereket verecektir. O hâlde her zaman ama her zaman ahiret bilinciyle hareket etmelidir. Hiç şüphesiz ahiret için kazandıklarımız dünya için kazandıklarımızdan daha hayırlıdır.

Cerîr de (ra) çoğu zaman dünyadaki çabasının karşılığını ahirette beklerdi. Kendisi konum sahibi biriydi. Allah Resûlü’nün (sav) sohbetinde bulunmuş, Ebû Bekir’in (ra) ve Ömer’in (ra) idaresi altında komutanlık ve valilik yapmış, birçok beldenin fethine katılmış, birçok başarıya imza atmıştır. Fakat buna rağmen herhangi bir ayrıcalık beklememiş, kendisini diğer Müslimlerden biri saymıştır. Yani fedakârlıkları onun tevazusuna tevazu katmıştır. Bu özelliği Ömer (ra) ile bazı konuşmalarında açıkça göze çarpıyor.

Yezîd ibni Cerîr dedi ki:

“Ömer ibni Hattab, Cerîr’e ‘İnsanlar Irak’ı korumaya çalışıyor ve Acemlerle savaşıyorlar. Kavminle birlikte yola çık. Yarın galip gelir de (düşmandan ganimet olarak) ne elde edersen dörtte biri senindir.’ demişti. Ganimetler -yani Celula ganimetleri- toplandığında Cerîr, bunun dörtte birinin kendisine ait olduğunu iddia etti. Bunun üzerine Sa’d bu konuyu Ömer’e yazdı. Ömer de ona cevaben ‘Cerîr doğru söylüyor. Ben ona bunu söylemiştim. Eğer kendisi ve kavmi maddi bir mükâfat için savaşmışsa istiyorsa ona hisseyi verin! Yok eğer yalnız Allah için, Resûlü için, dini ve rızası için savaştıysa o takdirde Müslimlerden biridir. Onların lehine olan şey, onun da lehinedir. Onların aleyhine olan şey, onun da aleyhinedir.’ diye yazdı.

Mektup Sad’a ulaşınca Cerîr’i çağırıp Ömer’in yazdıklarını ona haber verdi. Bunun üzerine Cerîr ‘Müminlerin Emîri doğru söylüyor. Benim ona ihtiyacım yok! Ben de Müslimlerden herhangi birisiyim. Onların lehine olan şey, benim de lehimedir. Onların aleyhine olan şey, benim de aleyhimedir.’ dedi.”[13]

Ebû Hazim dedi ki:

“Ömer, Becile kabilesine üç yıllığına Es-Sevad’ın dörtte birini vereceğini vaat etti. Cerîr, Ömer’in huzuruna varınca Ömer ‘Ey Cerîr! Ben paylaşım yapan sorumlu biri olmasaydım sana verdiğim sözümde dururdum.’ dedi. Bunun üzerine Cerîr onu iade etti. Ömer de onu seksen dinarla ödüllendirdi.”[14]

Cerîr, daha fazla isteyebilecekken asgari bir mümin olarak kendisine verilene razı olmuştu. Çünkü emeli her zaman ahiretti. Dünyanın boş bir yer olduğuna öyle kanaat etmişti ki kişinin en temel ihtiyacı olan barınma konusunda bile bir şeyler inşa etmiş olmak istemezdim derdi…

Kays dedi ki:

“Cerîr kavmine öğüt verirken şöyle dedi: ‘Allah’a yemin olsun ki şayet yeni doğmuş olsaydım dünyada asla hiçbir şey inşa etmezdim.’ ”[15]

Rabbine Doğru

İşte Cerîr özveri, mücadele, ilim, ittika, ihtiraz dolu bir hayatı ardında bırakarak H 54’te vefat etti. Bizler de onun hayatından ibretler alıp kazanımlar elde etmeyi ümit ediyoruz.


[1]. Ebu Davud, 3660; Tirmizi, 2656

[2]. bk. Cevamiu’s Sire, İbni Hazm, Daru’l Mearif, s. 319

[3]. bk. Ma’rifetu’s Sahabe, Ebu Nuaym, Daru’l Vatani Lin’Neşri, 2/591

[4]. bk. El-İstiab fi Ma’rifeti’l Ashab, İbni Abdulber, Daru’l Cil, 1/239

[5]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru’s Sıddîk, 4/829

[6]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru’s Sıddîk, 4/830

[7]. Ma’rifetu’s Sahabe, Ebu Nuaym, Daru’l Vatani Lin’Neşri, 2/591

[8]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru’s Sıddîk, 4/830

[9]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru’s Sıddîk, 4/813

[10]. bk. Müslim, 56

[11]. Ebu Davud, 4945

[12]. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru’s Sıddîk, 4/803

[13]. age, 4/826

[14]. age, 4/827

[15]. age, 4/814

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver