Zulme Uğrayan Müslim’e Vahyin Nurundan Tavsiyeler

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, Resûl’üne olsun.

İfk Hadisesi İslam toplumunun hemen hemen her kesimini etkileyen önemli bir olaydı. Tabii ki sıkıntıları en derinden hissedenlerin başında Allah Resûlü (sav) ve ehli ile Ebû Bekir (ra) ve ehli gelmekteydi. Birinin pak zevcesine, diğerinin ise tertemiz kızına atılan bir iftira vardı.

İşte tam burada bir konu gündeme geldi. İslam toplumunun bir bireyi zulme uğradığında ona verilen haklar nelerdir ve tavsiye edilen davranış biçimi nedir?

Zulme uğrayan bir müminin şer’i sınırlar çerçevesinde hakkını aramasında hiçbir beis yoktur. İslam toplumunda şer’i bir merciye başvurmak, İslam’ın hüküm sürmediği topraklarda ise her iki tarafın da sözüne değer verdiği hakemlere gitmek meşru olan bir davranış biçimidir. Bu yol tercih edilmeden zulmü defetme girişimleri ise ne yazık ki başarıyla sonuçlanmamakta, zulüm daha da katmerleşmektedir.

Bununla birlikte İslam, zulme uğrayanların, haddi aşmadan zulme karşı sesini yükseltmesine de izin vermektedir:

“Allah, kötü sözün açıktan söylenmesinden hoşlanmaz. Zulme uğrayan müstesna. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.”[1]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Karşılıklı olarak birbirlerine söven iki kişinin söylediklerinin günahı, (kendisine küfredilerek haksızlığa uğrayan) mazlum kimse (küfrü başlatan kimseden) daha da ileri gitmediği sürece (küfre) başlayan kimsenin üzerindedir.”[2]

Ancak burada çok ince bir çizgi vardır: Mazlum kimse daha ileri gitmediği sürece. Zulme uğrayan, doğal olarak öfkelidir. Öfkeli insanın akl-ı selimle hareket edip şer’i sınırlara uyması pek beklenen bir durum olmaz. O yüzden vahiy genel bir hatırlatma yaparak çizgileri belirginleştirir:

“Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. (Çünkü) Allah, haddi aşanları sevmez.”[3]

Bir şeyin hak olması onun illa kullanılması gerektiği anlamına gelmez. Mazlumun elinde bu imkânlar olmakla birlikte İslam ona başka bir şey tavsiye eder: Affetmek ve dahası güzellikle muamele etmek

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş.”[4]

Ancak bu kolay bir davranış değildir. Sahabenin öncüleri bile yaşadıkları olayın sıcaklığıyla bu genel tavsiyeleri unutabilmiş, sonrasında yapılan hatırlatmalarla kendilerine gelmişlerdir.

Bunun en belirgin örneği İfk Hadisesi üzerinden Ebû Bekir ile Mistah arasında yaşananlardır. Mistah, Âişe Annemize (r.anha) atılan iftiraya katılan ve maddi ihtiyaçlarını Ebû Bekir’in karşıladığı bir sahabiydi. Olayın iftira olduğu açığa çıkınca Ebû Bekir yardımı keseceğine dair yemin etti. Ancak Allah (cc) Nûr Suresi’nin 22. ayetini indirerek ashâbın ulaşmasını istediği o ulvi ufukları onlara gösterdi:

“İçinizden fazilet ve zenginlik sahipleri, akrabalara, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (bir daha mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler. Affetsinler, hoş görsünler (yaptıklarını görmezden gelsinler). Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[5]

Ebû Bekir de (ra) hemen itaat etti. Çünkü Nebi’nin (sav) ahlakıyla ahlaklanmaya çalışan, bazen unutsa da hatırlatılınca hemen kendine çekidüzen veren bir sahabeydi.

Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) kendi nefsi için intikam almamıştır. Ancak Allah’ın yasaklarının çiğnenmesi durumunda Allah hakkı için intikam almıştır.”[6]

Siyeri bir kıssa gibi okumayı bir kenara bırakıp o olayın kendi üzerimizden yaşandığını hayal ettiğimizde Ebû Bekir’in (ra) artık yardım etmeyeceğim diye yemin etmesinin çok yumuşak bir tepki olduğu aşikârdır. İşte sahabe ile aramızdaki farkın sebebi budur. Onlar Allah (cc) ve Resûl’ü (sav) için öfkelenirler, kendi nefislerine gelince merhamet duygularını harekete geçirirlerdi.

Peki, neden böyle oluyor ve insanların af yolunu tercih etmeleri nasıl mümkün olabilir?

Öncelikle kul, Rabbinin mağfiretine muhtaç olduğunu hatırından çıkarmamalı ve bunun yollarını zorlamalıdır. İşte o zaman zulme uğradığında af yolunu tercih etmenin, ona, El-Ğafûr ve El-Afuvv olan Rabbinin rahmet kapılarını açmasını sağlayacağını bilecektir:

“İçinizden fazilet ve zenginlik sahipleri, akrabalara, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (bir daha mallarından) vermeyeceklerine dair yemin etmesinler. Affetsinler, hoş görsünler (yaptıklarını görmezden gelsinler). Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[7]

“Ey iman edenler! Şüphesiz ki (sizi Allah’a ve Resûl’üne hicret etmekten alıkoyan) kadınlarınız ve çocuklarınız, sizin için birer düşmandır. Onlardan sakının. (Ancak) affeder, hoş görür ve bağışlarsanız şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[8]

Abdullah ibni Abbâs (ra) ayete dair şunları söyler:

“Sahabeden bazıları aileleri nedeniyle hicret edemediler. Bir zaman sonra hicret edince kardeşlerinin ilim, edep ve hikmette ciddi yol katettiklerini gördüler. Onları hicretten ve bu hayırdan alıkoyan ailelerine karşı öfke duydular ve onları cezalandırmak istediler. Bunun üzerine Allah (cc) bu ayeti indirdi.”[9]

Aynı zamanda zulme haddi aşarak karşılık verdiğinde ise her türlü mahrumiyetin ona isabet edeceğini de unutmamalıdır.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır. Ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan her kula (günahları) mağfiret edilir. Yalnız din kardeşiyle aralarında düşmanlık bulunan kimse müstesna! (Onlar hakkında,) ‘Şu iki kişiyi barışıncaya kadar erteleyin! Şu iki kişiyi barışıncaya kadar erteleyin! Şu iki kişiyi barışıncaya kadar erteleyin!’ denilir.”[10]

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Müflis kimdir bilir misiniz?’

Ashâb, ‘Bizim nezdimizde müflis kimse hiçbir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.’ dedi.

Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Benim ümmetimden müflis, Kıyamet Günü’nde namaz, oruç ve zekâtla gelecek olan kimsedir. Ama şuna sövmüş, buna zina isnadında bulunmuş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, diğerini de dövmüş olarak gelecek. Ve bu kimselere onun hasenatından verilecektir. Şayet davası görülmeden hasenatı biterse onların günahlarından alınarak bu kimsenin üzerine yüklenecek, sonra da cehenneme atılacaktır.’ ”[11]

Af yolunu tercih edecek olan müminin yolunun üzerine şeytan oturacaktır. Bu sebeple Rabbine çokça sığınmalıdır:

“(Bütün bunlara rağmen) sen af yolunu tut, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir. Şeytandan sana bir dürtü/vesvese gelirse, Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. Korkup sakınan (muttakileri), şeytanlar (vesvese ve kışkırtmalarıyla) kuşattığında, (Allah’ı) anıp hatırlarlar. (Bir de ne göresin hemen o hâlden kurtulmuş, şeytanın vesvesesine karşı) basiretli hâle gelmişlerdir.”[12]

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş. Bu (ahlaka) sabredenlerden başkası eriştirilmez. Bu (ahlaka) ancak (hayırdan) büyük bir payı olandan başkası eriştirilmez. Şayet şeytandan sana bir dürtü/vesvese gelirse, Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.”[13]

Şeytanın en büyük vesveselerinden biri de affetmeyi zillet olarak göstermesidir. Asla bu oyuna gelmemeli, tam tersine Kitap ve Sünnetin yoluna ittibanın izzet olduğunu hatırlamalıdır.

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir mal, sadaka nedeniyle azalmamıştır. Bir kul, insanları affettikçe Allah onun izzetini arttırır. Allah rızası için tevazu gösteren hiçbir kul yoktur ki mutlaka Allah onun derecesini yükseltir.’’[14]

Özetle müminlerin, beraberce yaşadıkları İslam toplumunda safları ve kalpleri yakınlaştıracak adımları atmaları elzemdir. Bunun da en kestirme ve etkili yolu affedici olmaktan geçer.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. 4/Nisâ, 148

[2]. Müslim, 2587

[3]. 2/Bakara, 190

[4]. 41/Fussilet, 34

[5]. 24/Nûr, 22

[6]. Buhari, 6853; Müslim, 2328

[7]. 24/Nûr, 22

[8]. 64/Teğabûn, 14

[9]. Tirmizi, 3317

[10]. Müslim, 2565

[11]. Müslim, 2581

[12]. 7/A’râf, 199-201

[13]. 41/Fussilet, 34-36

[14]. Müslim, 2588

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver