İfk Hadisesi’nden İslam Toplumu Ne Kazandı?

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, Resûl’üne olsun.

İfk Hadisesi Allah Resûlü’nün (sav) ashabından umduğu desteği bulamaması nedeniyle daha da zor bir hâl almaya başlamıştı. Münafıklar seslerini kesecek vahyin henüz inmemesinin verdiği şımarıklıkla fütursuzca konuşmaya, safları ve kalpleri karıştırmaya devam ediyorlardı.

Olay tüm sıcaklığını korurken bazı şeylerin daha yeni farkına varan Âişe Annemiz (r.anha) ise her iffetli kadının yaşayacağı o sıkıntıları en derinden hissetmeye başlamıştı:

“O gece ben yine sabaha kadar ağladım ve gözüme uyku girmedi. Annem ve babam da yanımda sabahladılar. Bir gün, iki gece boyunca ağladım. Ne gözümün yaşı kesildi ne de gözüme uyku girdi. Öyle ki anne babam ağlamaktan dolayı ciğerimin parçalanacağını düşündüler.

Annem babam yanımda oturuyorlarken ve ben de ağlıyorken Ensâr’dan bir kadın girmek için izin istedi. Ona izin verince de geldi ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Bizler bu durumdayken yanımıza Resûlullah (sav) girdi, selam verdi ve oturdu. İftira olayları ortaya çıktıktan sonra Nebi (sav) yanımda hiç oturmamıştı. Bir ay geçmiş olmasına rağmen durumum hakkında da vahiy nazil olmamıştı. Resûlullah (sav) otururken şehadet getirdi, sonra da, ‘Ey Âişe! Şöyle şöyle yaptığın bana ulaştı. Şayet masumsan Yüce Allah senin masumiyetini ortaya koyacaktır. Ama eğer öyle bir suç işlediysen Yüce Allah’tan mağfiret dile ve tevbe et. Zira kul suçunu itiraf edip tevbe ederse Yüce Allah onun tevbesini kabul eder.’ buyurdu.

Resûlullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım bitti. Artık akıtacak tek damla dahi kalmamıştı. Babama, ‘Benim yerime, söyledikleri için Resûlullah’a (sav) sen cevap ver.’ dedim.

Babam, ‘Vallahi Resûlullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum!’ karşılığını verdi.

Anneme, ‘Resûlullah’ın (sav) dediklerine sen cevap ver.’ dediğimde o da, ‘Vallahi Resûlullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum!’ karşılığını verdi.

Henüz yaşı küçük bir kızdım ve Kur’ân’dan da fazla bir bilgim yoktu. Buna rağmen şöyle dedim:

‘Vallahi anlıyorum ki insanların dedikleri içinizde yer etmiş ve onlara inanmışsınız. Şayet size suçsuz olduğumu söylesem -ki Allah suçsuz olduğumu biliyor- bana inanmayacaksınız. Oysa size bunu yaptığımı itiraf etsem -ki Yüce Allah bundan uzak olduğumu biliyor- o zaman bana inanırsınız. Durumumuzu ifade edecek bir söz bulamıyorum, ama sadece Yûsuf’un babasının dediğini diyebiliyorum. Ki o, ‘(Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin söylediklerinize karşı (yardımına sığınılacak) El-Mustean olan Allah’tır.’[1] demişti.’

Bunu dedikten sonra da yatağıma uzandım. Masum olduğumu ve Yüce Allah’ın masumiyetimi göstereceğini de biliyordum. Ancak benim hakkımda okunur bir vahiy indirileceğini hiç beklemiyordum. Kur’ân’da benimle ilgili bir şeyler indirilecek kadar değerli değilim. Sadece Yüce Allah’ın benim masumiyetim yönünde Resûlullah’a (sav) bir rüya göstermesini dilemiştim.

Vallahi henüz Nebi (sav) oradan ayrılmadan ve bizden hiç kimse henüz dışarı çıkmadan vahiy nazil oldu. O esnada vahyin ağırlığından dolayı Resûlullah’ı (sav) bir terleme aldı. Vahiy indiği zaman kış günü olsa dahi Resûlullah’ın (sav) alnında boncuk boncuk ter olurdu. Bu hâli geçtikten sonra Resûlullah (sav) sevinçten gülüyordu. Söylediği ilk söz, ‘Müjde ey Âişe! Vallahi Yüce Allah senin masum olduğunu vahyetti!’ oldu. Annem bana, ‘Kalk ve Resulûllah’a (sav) teşekkür et!’ deyince ben, ‘Vallahi kalkmam! Masum olduğum hakkında vahiy indiren Allah’tan başkasına da şükretmem!’ karşılığını verdim.

Yüce Allah bu konuda, ‘Şüphesiz ki (Aişe’ye zina iftirasında bulunarak) o yalanı getirenler, sizin içinizden bir topluluktur. Onu kendiniz için şer sanmayın. (Hayır, öyle değil!) Bilakis o, sizin için hayırlıdır. Onlardan her birine kazandığı günahın karşılığı vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır… Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim de şeytanın adımlarına uyarsa şüphesiz ki o, fuhşiyatı ve münkeri emreder. Şayet üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı içinizden hiç kimse ebediyen arınamazdı. Fakat Allah, dilediğini temizleyip arındırır. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.’[2] şeklinde tam on ayet indirmişti.”[3]

Âişe Annemizin (r.anha) daha genç yaşına rağmen kalbine iman yerleşmiş, Kur’ân’la kurduğu samimi bağ sayesinde bu ağır imtihana karşı gayet vakur bir karşılık vermişti. Bu durumda vaveyla koparıp ortalığı ayağa kaldırmak varken Rabbine dayanma ve O’ndan bir şeyler bekleme yoluna gitmişti.

Genellikle Kur’ân kıssalarından dersler çıkarırken toplumsal olarak bazı değerlendirmeler yapmak daha yaygındır. Ancak Âişe Annemiz Yûsuf’un (as) kıssasından bizzat kendine bir ders çıkarttı, karşılığında Kur’ân ona sabır kaynağı oldu.

Kendisi gibi iftiraya uğrayan herkese de örnek oldu:

“İnsanların kalpleri Allah’ın (cc) elindedir, sana kim ne söylerse söylesin şayet Rabbinin adil ve vekil olduğuna inanıyorsan korkma. Eziyet çekeceksin elbet, ama netice hayır olacak.”

İfk Hadisesi üzerine Nûr Suresi’nde iftira hükmüne dair birçok ayet indi, münafıkların maskeleri bir kez daha düştü, mümin gönüllere sekinet ve rahmet indi.

Peki, bu imtihan neticesinde İslam toplumu neler kazandı?

Bir kardeşleri iftiraya uğradığında nasıl muamele etmeleri gerektiğini öğrendiler. Hem de bu, en şereflilerin hanesi üzerinden oldu:

“O günlerde Ebû Eyyûb el-Ensârînin hanımı Ümmü Eyyûb, kocasına:

‘İnsanların Âişe aleyhinde söyledikleri şeyleri işittin mi?’ diye sordu. Ebû Eyyûb:

‘Evet! İşittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır!’ dedi. Sonra hanımına:

‘Sen böyle bir kötülük yapar mısın?’ diye sordu. O da:

‘Hayır! Vallâhi ben kat’iyyen böyle bir kötülük yapmam!’ dedi. Bunun üzerine Ebû Eyyûb:

‘Sen böyle olunca, vallâhi Âişe senden daha hayırlıdır!’ dedi.”[4]

Kardeşlerinden herhangi birine atılan iftiranın aslında hepsine atılmış olacağını, kardeşin kardeş üzerindeki haklarından en önemlisinin onu savunmak olduğunu öğrendiler.

Münafıkları bir kez daha tanıdılar. Toplumsal bir kargaşada ne yapmaları gerektiğini öğrendiler.

İfk Hadisesi’nin Allah Resûlü’nün (sav) hanesi içinde de sonuçları oldu.

Temiz bir hane olduğu sema tarafından bir kez daha tescillendi.

Her imtihanın günahları döktüğü gibi bu da onları manevi olarak temizledi.

Âişe Annemizi (r.anha) bu zorluklar daha da kuvvetlendirdi. Yaşça genç, ama ruhen olgun bir hanım oldu.

Sonuç olarak Kur’ân şer’i bir hükmü yine olaylar üzerinden İslam ümmetine aktardı. Zihinler iftiraya uğrayan birini görünce Âişe Annemizi; iftira atanları görünce münafıkları hatırlamaya kodlandı.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.


[1]. 12/Yûsuf, 18

[2]. bk. 24/Nûr, 11-21

[3]. Buhari, 4141; Müslim, 2770

[4]. Tefsîru İbni Ebî Hâtim, 14221

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver