Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür – 4

Allah’ın Adıyla…

Bizleri İslam’a hidayet edip, Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam; önderimiz ve bizlere nefislerimizden daha evla olan Rasûlullah’a, pak ailesine ve seçkin ashabının üzerinin olsun.

Bir önceki yazımızda Allah Rasûlü’nün Peygamberliğine şahitlik etmenin dört hususu gerektirdiğini söylemiştik:

1. Haber verdiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem tasdik etmek

2. Emrettiklerinde ona sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmek

3. Nehyettiklerinden kaçınmak

4. Allah’a yalnız onun sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği şekilde itaat etmek.

Bu esasların çoğu, organların amelidir. Organların sorumluluğunun Allah’ın rızasına uygun şekilde yerine gelmesi için, kalpte onu besleyen unsurların bulunması gerekir. Bu da öncelikle Allah sevgisi ve O’na bağlı olan Rasûlullah sevgisidir. Kalplerde şeriatın kabul ettiği sevgi olmadan, organların şeriata uygun hareketi mümkün değildir. Sevgi kalpte olduğundan, iddia edilmesi en kolay şeylerdendir. Allah subhanehu ve teâlâ yarattığı insanı en iyi tanıyan olarak, sevgi iddiasını birtakım alametlere bağlamıştır. Kuru kuruya seviyorum demek; İslam nezdinde iddiadan öteye geçmez. Başta ittiba olmak üzere sevginin diğer alametleri mevcut olduğunda ‘seviyorum’ kelimesi bir anlam ifade eder. Geçen iki yazımızda Rasûl sevgisinin alametlerini anlatmıştık.

Bu yazımızda; sevgiyi elde edip kazanmanın yolları, var olan sevgiyi arttırmak, muhafaza etmek ve Allah Rasûlü’nün sevgisinin kişiye olan faydalarından söz edeceğiz.

Sevgiyi Elde Etmek ve Arttırmak

1. Yüce Allah’a el-Vedud ismiyle dua etmek

Sevginin mahalli olan kalp; Allah’ın subhanehu ve teâlâ mülküdür Allah, onda dilediği gibi tasarruf eder.

“Kalpler, Rahman’ın parmakları arasındadır, dilediği kalbi doğrultur, dilediğini saptırır.” (Müslim, 2654)

Kalplerin azığı olan ve Müslümanca bir yaşam için olmazsa olmaz olan sevginin hazineleri de yine Allah’ın subhanehu ve teâlâ yanındadır. Çünkü O subhanehu ve teâlâ el-Vedud’dur. Yani kullarını seven ve kulları tarafından sevilen Allah… Güzel olan ve kulu için faydalı olan tüm sevgileri kendinde toplayan Allah… Zatından dolayı sevilen ve tüm sevgilerin onun muvafakatına bağlı olduğu Allah… Sevgiye muhtaç olanların sığınağı olan Allah… Sevdiği kulları için kalplerde sevgi kılan Allah…

Diyebiliriz ki; sevginin mahalli olan kalp de, kalbin azığı olan sevgi de bütünüyle Allah’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. Aradığımız O’nun yanındaysa, başvuracağımız merci de O subhanehu ve teâlâ olmalıdır. O’nun yanında olanları talep etmenin yolu dua, O’na yalvarmanın anahtarı esma-i hüsnadır.

“Güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse onlarla Allah’a dua ediniz.” (7/A’raf, 180)

Sevgi isminin anahtarı Allah’ın el-Vedud ismidir. Öyleyse Allah ve Rasûlü’nün ihtiyacımız olan sevgisini isterken bu ismi anahtar kılıp, Rabbimize iltica edeceğiz.

Bizden önce yaşayan ve sevgileri Allah tarafından kabul edilmiş olan salihler de Allah’a yalvarır, ondan sevgi talep ederlerdi. Bunlardan biri İbni Ömer’di radıyallahu anh. Allah’a subhanehu ve teâlâ şöyle yakarırdı:

‘Allah’ım beni; seni, Rasûllerini, meleklerini ve salih kullarını sevenlerden kıl.’

Burada asıl müjdemiz olan şey Rabbimizin el-Kerim olmasıdır. Kerem sahibi olan Allah… Yani cömertliği ile kulun her ihtiyacı yanında bulunan; onu, katındaki hayra en kolay yoldan ulaştıran Allah…

Ey Vedud olan Rabbim, sen tüm sevgileri elinde bulunduransın. İhtiyacım olan zatının sevgisini, Rasûlü’nün sevgisini ve müminlerin sevgisini senden talep ediyorum. Bu konuda bana indireceğin hayra muhtacım. Beni iki cihan saadeti olan muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûl’den mahrum kılma.

2. Tanımak/Marifet-i Rasûl

Allah Rasûlü’nü tanımak, ona sallallahu aleyhi ve sellem olan sevgiyi artıracak sebeplerdendir. ‘Marifet muhabbetin kantarı/köprüsüdür’ diyenler bunu kastetmişlerdir. İlk dönemin salih insanları bunu bildiklerinden, onu sallallahu aleyhi ve sellem göremeyen veya geç yetişenlere ayet, hadis, fıkıh öğrettikleri gibi, onun hayatından kesitler anlatıyor, onu sevmelerini sağlıyorlardı.

İbni Abbas radıyallahu anh Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem görme şerefine nail olanlardandı. Ancak yaşının küçük olması nedeniyle birçok önemli hadiseyi görememişti. Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem daha iyi tanımak için geceleri teyzesi Meymune radıyallahu anha annemizin evine gider yatıya kalırdı. (Bkz. Buhari, 183; Müslim, 763.)

Hayatından bilmediği kesimleri sahabeye sorar, onlardan öğrenirdi. İbni Kesir rahimehullah El Bidaye ve Nihaye’de onun dilinden: ‘Yaşlı sahabelere gider, onlardan Allah Rasûlü’nün savaşları ve buna dair inen ayetleri öğrenirdim’ sözünü aktarmıştır. Yine öğrendiğimize göre kendi öğrencileri için oluşturduğu ders halkalarını bir gün fıkıh, bir gün tefsir, bir gün de siyere ayırmıştır.

Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem tanımanın önemini fark edenlerden biri de Aişe radıyallahu anha annemizdir. Yalnızlığını gidermek için yanına aldığı öz yeğeni Urve bin Zubeyir’e radıyallahu anh Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem siretini tüm detaylarıyla anlatmıştır. Aişe annemizin Urve’ye öğrettikleri toplandığında hacimli bir siyer çalışması ortaya çıkmış ve sonradan yazılacak olanlara kaynaklık teşkil etmiştir. (Urve bin Zubeyir, Meğazi Rasûlillah, Prof. Dr. Mustafa El Azami)

Ehlibeyt imamlarından olan Hüseyin’in radıyallahu anh oğlu Ali şöyle der:

‘Biz Allah Rasûlü’nün meğazisini/siretini Kur’an’dan bir sure öğrenir gibi öğrenirdik.'(a.g.e, Mukaddime)

Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem tanıma yolunda ilginç bir örnek Sümeyra radıyallahu anha yani Afra binti Ubeyd annemizdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret ettiğinde, şöyle dediği naklolunur:

“Ben Medineli olduğum için onun sallallahu aleyhi ve sellem on üç yıllık hayatını bilmiyorum. Onun hayatının bu dönemini Mekkeli hanımlardan öğreneyim. Ne kadar onu tanırsam o kadar severim.” diyerek muhacir kadınlara giderek onlara ilginç bir teklif sunar; ‘Ben her gün sizin evinize gelip ev işlerinizi yapayım, buna karşılık siz de bana Allah Rasûlü’nün hayatını anlatın.’ (Efendimizi Sahabe Gibi Sevmek, M.Emin Yıldırım, s. 105)

Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem tanıyan ve tanıdıkça seven bu anne; çocuklarının kalbinde öyle bir ateş tutuşturdu ki, tarihin unutmadığı şu mübarek sahneler kaydedildi;

Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh anlatıyor:

“Bedir gününde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktım. Ensardan iki çocuk vardı. Ben o ikisinden daha yapılı iki kişinin arasında olmayı temenni ettim. O sırada onlardan biri beni dürttü. ‘Ey amca Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ dedi. ‘Evet, senin Ebu Cehil’le ne işin olur ey kardeşimin oğlu’ dedim. ‘Duydum ki o Allah Rasûlü’ne sövüyormuş, vallahi onu görürsem ikimizden biri ölünceye dek onu bırakmayacağım’ dedi. Çocuğun bu durumuna şaşırdım. O sırada öbür yanımda olan beni dürttü ve aynı şeyleri söyledi. Bu konuşmanın üstünden çok geçmeden Ebu Cehil’in insanların arasında gezindiğini gördüm. O iki gence; ‘Bu bana sorduğunuz şahıstır’ dedim. Kılıçlarıyla fırlayıp ona saldırdılar ve onu öldürdüler…”( Buhari, 3141; Müslim, 1752.)

Bu gençler kim mi? Yukarıda zikrettiğimiz Sümeyra’nın çocukları. ‘Sevgi bulaşıcıdır’ diyen ne de doğru söylemiş.

Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem tanımak sevgiyi arttırır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ el-Vedud ismiyle O’ndan sözlü olarak yardım isteyenler, onu tanımak için adım atarak fiilî duada bulunmalıdırlar. Onu tanıyan ashab onu tanıdıkça sevdikleri gibi, bugünün insanı da onu sevecektir.

Gayrimüslim bir edebiyatçıya nispet edilen şu sözler ne anlamlıdır:

‘Tarihî şahsiyetleri yakından tanıdıkça büyü bozulur, onların da bizler gibi zaafları olduğunu fark ederiz. Bunun tek istisnası Muhammed’dir sallallahu aleyhi ve sellem.’

Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ, ona sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.” (68/Kalem, 4)

Büyük bir ahlak… İnsan fıtratına hoş gelen, insanın kendini güvende hissettiği ne varsa; o sende mevcuttur. Bir insan düşünelim ki insanlar onun her anını takip etmiştir. Sözlü olarak bunu başkalarına aktarmışlardır. Yatak odasını, helasını, sofrasını, aile hayatını, ibadetlerini, uykusunu… Ne o bu durumdan rahatsızlık duymuştur, ne de insanlar onda kınayacakları bir şey görebilmişlerdir. Bu gerçekten akılları hayrete düşüren bir manzaradır. İnsan belli bir müddet izlendiğini hissetse sıkılır, endişe duymaya başlar. Kendine ait bir mahremin, özelin olmasını ister. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem ahlakı meleke haline gelmiş; o ahlak, ahlak ise onunla anılır olmuştur. Şüphesiz onun bu üstün meziyeti, onu Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu buyruğuna ulaştırmıştı:

“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (33/Ahzab, 21)

Önceki sayfalarda da zikrettiğimiz gibi; bu, Allah’ın subhanehu ve teâlâ onun her halinden razı olduğunu gösterir. Öyle ki hususi bir nokta zikretmeden “…sizin için onda…” denmiştir. Devlet reisi, davetçi, esnaf, aile babası, komutan, işçi, patron, eğitimci… Kim olursanız olun sizin için onda güzel örnek vardır. Yani Rabbi onun her halinden razıdır. Hali, ahlakı böyle olan bir insanı sallallahu aleyhi ve sellem tanıyıp da sevmemek mümkün müdür?

Siz onu tanımaya başladığınızda öncelikle onun ne denli mükemmel bir insan olduğunu görürsünüz, “Şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.” ayetinin nasıl da haklı bir övgü olduğuna şahitlik edersiniz. Çevrenizde basit ahlak kurallarını kendinde bulunduran insanların dahi ne denli sevilip, takdir edildiklerine şahit olmuşsunuzdur. O sallallahu aleyhi ve sellem ise bütün bu güzellikleri kendi nefsinde toplamış bir insandır. Tanıdığınız, öğrendiğiniz her özelliği ona sallallahu aleyhi ve sellem olan sevginizi arttıracaktır.

Bir insan düşünün; insanlar 13 yıl boyunca eziyetin her türlüsünü ona reva görsün. Toplumun en dürüst insanı iken yalancılıkla, en mutevazısıyken liderlik sevdasıyla, en ağırbaşlısıyken şairlik ve kahinlikle suçlansın. Kovulsun, hakarete uğrasın, malına el konsun, üç yıl açlığa ve sosyal boykota tabi tutulsun. İtibarsızlaştırılsın, ötekileştirilsin ve nihayet canına kastedilsin.

Sonra kendine bir devlet kursun. O devletin tartışmasız lideri olsun. Bu defa münafıkların eziyetine duçar olsun. Fakirliğiyle dalga geçilsin, ashabı alaya alınsın, hanımına zina iftirası atılsın ve nihayet suikast girişiminde bulunulsun. Ancak insanlar ona şu şahitlikte bulunmaktan geri durmasınlar:

“Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem nefsi için hiç intikam almadı. Allah’ın sınırlarından birinin çiğnenmesi müstesna, o zaman Allah için intikam alırdı.”(Buhari, 3560; Müslim, 2327.)

Kendi evinde mahrumiyet ve yokluk had safhadayken isteyen kimseyi geri çevirmesin. Bunca yıl hep yokluk gördük, rahat sırası bizde demesin.

‘Allah Rasûlü İslam adına ne istense mutlaka verirdi. Öyle ki bir adam ondan istedi. Ona iki dağ arası (sürü) koyun verdi. Adam kavmine dönüp; İslam olun, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem fakirlikten korkmayan kişinin vereceği şekilde veriyor.’ Dedi. (Müslim, 2312)

Ebu Zumeyl uzun bir kıssanın ardından;

“Çünkü Nebi kendisinden ne istense evet diyordu.”(Müslim, 1056) diyecekti.

Akıl hastası bir kadın ona gelip ‘Sana ihtiyacım var’ dediğinde, deli diye başından savmıyor, nerede istersen görüşelim diyordu. Kadının tercih ettiği bir köşeye çekilip, uzun müddet onun sıkıntılarını dinliyordu. (Müslim, 2326)

Bu örnekler anlatmakla bitmez. Bunlardan çok daha önemlisi, onu sallallahu aleyhi ve sellem tanıdıkça onun sizi ne kadar sevdiğini göreceksiniz. O hiç ayrım yapmadan ümmetinden her bir kişiyi gönülden bir sevgiyle sevmiştir. Onun size olan sevgi ve şefkati, sizin ona olan sevginizi arttıracaktır.

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir. (Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.”( 9/Tevbe, 128-129.)

Bize ağır gelecek, zorlayacak olan, onu sallallahu aleyhi ve sellem üzer. Onun hayatı, ayetteki bu ifadenin tefsiri gibidir. Birkaç örnekle inceleyelim.

Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anh anlatıyor:

“Allah Rasûlü, İbrahim ve İsa’nın sözleri olan şu ayetleri okudu:

“Rabbim şüphesiz ki onlar/putlar birçok insanı saptırdılar. Bana tabi olanlar bendendir.”

“Onlara azap edersen onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan şüphesiz sen Aziz ve Kerim olansın.”

Bu ayetleri okudu ve ağladı: ‘Allah’ım, ümmetim. Ümmetim.’ dedi. Allah, onun niye ağladığını çok iyi bilmesine rağmen Cibril’i ona gönderdi: ‘Git ve Muhammed’e sor, onu ağlatan nedir?’ Cibril ona geldi. Allah Rasûlü onu ağlatanın ne olduğunu söyleyince (ümmetinin hali ve bağışlanmama endişesi) Allah, Cibril’le ona haber yolladı: ‘Biz seni ümmetin hususunda razı edecek, seni üzmeyeceğiz.’ “(Müslim, 202)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle diyecekti:

“Her Nebi’nin icabet edilen bir duası vardır. Her Nebi dünyada o duayı yaptı. Ben ise kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak sakladım.”(Buhari, 6304; Müslim, 198-199.)

Ebu Zer radıyallahu anh anlatıyor:

“Allah Rasûlü bir gece sabaha kadar, rükuda ve secdede aynı ayeti tekrar ederek namaz kıldı. O, sürekli ‘Onlara azap edersen onlar senin kullarındır, onları bağışlarsan şüphesiz Aziz ve Kerim olansın’ ayetini okumuştu. Sabah olunca yanına geldim. ‘Anam babam sana feda olsun, dün gece sabaha kadar aynı ayeti tekrar edip durdun’ dedim. Bana: ‘Ben Allah’tan ümmetim için şefaat istedim, Allah’a şirk koşmayanlar ona nail olacaktır Allah’ın izniyle’ dedi.”(Ahmed, 5/149)

Hani bazen anlatıyoruz. Sabahlara kadar namaz kılar, seccadesi gözyaşlarıyla ıslanır, ayakları şişerdi. (Buhari, 1130; Müslim, 2819.)

Demek ki o gecelerde onu sallallahu aleyhi ve sellem ağlatan, dertlendiren sebeplerden biri de senmişsin! Ümmetinden olan sen!

Nasıl sevmeyeceksin böyle bir Peygamberi, sana gelecek zarar için ağlıyor, sabahlara kadar dua ediyor, sana dokunacak bir fayda ise onu mutlu edip secdelere götürüyor.

Bir önceki yazımızda ona salât getirmenin onun sevgisine alamet olduğunu anlatmıştık. Allah subhanehu ve teâlâ onu sallallahu aleyhi ve sellem müjdelemişti: “Sana bir defa salât getirene, ben on defa salat getireceğim.” diye. Bu müjdeyi alan Allah Rasûlü tek başına Medine’nin dışına çıkmış, yalnız kaldığı bir ortamda secdeye kapanıp öyle kalmıştı. Onu uzaktan izleyen Abdurrahman bin Avf dayanamayıp yanına gelmiş ve onu kontrol etmişti. Allah Rasûlü ise: “Rabbim beni müjdeleyince ona şükür etmek istedim” demişti.(Müsned)

Onu sallallahu aleyhi ve sellem tanımak için çabalamalı, çalışmalar yapmalıyız, ki; varlığı iman olan sevgiyi elde edelim. (Faydanın tamamlanması, onu sallallahu aleyhi ve sellem hakkıyla tanımak isteyenlere yardımcı olması açısından bazı kitap isimleri verelim.

* Allah Rasûlü’nün siretini bir bütün olarak sahih rivayetlerden öğrenmek isteyenler, Risale Yayınları’nın neşrettiği Safiyurrahman Mubarekfuri’ye ait ‘Peygamberimizin Hayatı ve Daveti’ adlı eserden istifade edebilirler. Dünya siyer ödülünü de alan bu kitap sahih rivayetlerle siyer yazımında Türkçe’ye kazandırılmış önemli bir eserdir.

* Allah Rasûlü’nün hayatında Tevhidî mücadele ve metod için:

Hak Yayınları’nın neşrettiği, Abdurrahman El Muhacir’e ait ‘Rasûlullah’ın Hayatı ve İslami Hareket Metodu’ Pınar Yayınları’nın neşrettiği Celalettin Vatandaş’a ait ‘Hz. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem Hayatı ve İslam Daveti’

Aynı yayınevinin yayınladığı, Mevdudi’ye ait ‘Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı’

* Onun sallallahu aleyhi ve sellem hayatının fıkhi boyutu ve vakıalardan dersler çıkarmak için:

Geniş bir eser olarak, İbni Kayyım’ın ‘Zadu’l Mead’ Daha hafif bir eser olarak Guraba Yayınları’nın neşrettiği Ahmed Ferid’e ait ‘Fıkhu’s Sire’ adlı eser okunabilir.

* Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kişisel özellikleri ve ahlakı için:

İmam Tirmizi ve İbni Kesir’e rahimehumullah ait Şemail kitapları/Polen Yayınları ‘Peygamberin Şahsiyeti ve Karakteri’

* Savaşlarda tutumu, komutanlığı ve şahsiyeti için Mahmud Şit Hattab ‘Komutan Peygamber’

* Aile içinde Peygamberimizin hayatı ve sünnetleri için Polen Yayınları’nın ‘Bütün Yönleriyle Ev İçindeki Sünnetler’ ve ‘Peygamber Evinin ve Sahabe Hanımlarının Yaşantıları’ Guraba Yayınları’ndan ‘Peygamberin Evinde Bir Gün’ adlı eserlere müracaat edilebilir.)

3. Ona benzemeye çalışmak

İslam inancına göre insanın dış dünyası ve iç dünyası arasında telazum/gerektiricilik bağı vardır. İnsanın zahirinde yaptığı her amel bâtınını etkilediği gibi, etkilenen bâtın/kalp bir sonraki yapılacakların belirleyicisi olur. Bunun en hayırlı şahidi Allah Rasûlü’nün:

“Size doğruluğu emrediyorum, çünkü doğruluk insanı iyiliğe götürür, iyilik de cennete. Kişi doğru söylemeye devam eder, ta ki Allah katında doğrulardan/sıddık yazılıncaya dek. Sizi yalandan sakındırıyorum, çünkü yalan fücura, fücur da insanı ateşe götürür. Kişi yalan söylemeye devam eder ta ki yalancılardan yazılıncaya kadar.”(Buhari, 6094; Müslim, 2607)

Hadis-i şerifi açıkça doğruluk ve yalanın insanın daha sonra yapacağı amelleri etkileyeceğini bildirmiştir. Peki bu nasıl olur?

Başka bir hadisinde:

“Dikkat edin kalpte bir et parçası vardır, o ıslah oldu mu bütün ceset/organlar ıslah olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur.” (Buhari, 52; Müslim, 1599)

Dış dünyamızda olan her şey kalbimizi etkiler; etkilenen kalp, bedenin komutanı olarak bir sonraki ameli, belirler.

Zahirde Allah Rasûlü’ne benzemeye çalışmak/teessi kalpte olan sevginin artmasına sebep olacaktır. Benzeme gayreti kalpteki sevgiyi tetikledikçe, bu etkilenme bir sonraki süreçte benzeme isteğini, örnek alma ve ittibayı etkileyecektir.

İbni Teymiye rahimehullah:

‘Zahirde benzeşmek, kalpte sevgi oluşmasına neden olur. İçeride var olan muhabbetin zahirde benzeşmeye neden olduğu gibi… Bu duruma duygu ve tecrübe şahitlik eder.’ (İktida Sırata’l Mustakim, s. 488)

Buna binaen her Müslümanın, zahirinde Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem benzemek için çaba göstermesi gerekir. Öyle ki; bu çaba kalbe sevgi olarak yansısın, sevgiyse organlara salih amel…

4. Onu anmak/salâvat

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (33/Ahzab, 56)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kim bana bir defa salât getirirse Allah ona karşılık ona on defa salât getirir.” (Müslim, 408) buyurmuştur.

İnsan vücudunda kalbi ve diğer organları en çok etkileyen, dil ve amelleridir. Bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Her sabah organlar dile nida eder. ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork! Sen istikamet bulursan biz de istikamet buluyor, sen sapıtınca biz de sapıtıyoruz.’ der.” (Tirmizi, 2407)

Bundan dolayı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, dilini garanti edene cenneti garanti etmiş, ashabına tavsiyesinde dili göstererek “bunu tut” demiştir. Muaz’a radıyallahu anh onu cennete götürecek Tevhid, namaz, oruç, sadaka, cihad gibi ulvi amelleri anlattıktan sonra “Sana bunların hepsini elde edeceğin şeyi göstereyim mi? Dilini tut.” Demiştir. (Tirmizi)

Dil ile yapılan zikir, kalpteki muhabbet ağacını sular. Zamanla daha fazla muhabbet olarak meyve vermeye başlar.

Hepimiz tecrübeyle biliriz ki, kişinin gönlünde olan neyse dilinde olan da odur. Seven sevdiğini görmeyi, bunun olmadığı zamanlarda onu anarak sevgisinin hasretini hafifletmeyi ister.

Bizler belki kalbi, onun sallallahu aleyhi ve sellem sevgisiyle tutuşma ve her daim ona salât getirme mertebesinde olmayabiliriz. Ancak sürekli salât getirip, onu her mecliste insanlara hatırlatmak suretiyle onu anıp kalbimizi bu hale hazırlayabiliriz.

İnsanoğlu sadece gün içindeki boş zamanlarını, yürüme mesafelerini, ev işi vakitlerini ve çalışma anlarını; Allah’ı ve Rasûlü’nü zikretmeye ayırsa, iki cihanın saadeti olan muhabbeti elde etmesi kaçınılmazdır. Bugün büyük şehirlerde yaşayan kardeşlerimizin neredeyse günlük iki saati trafikte geçmektedir. Bir ev hanımının daha fazla saati ev işlerine ayrılmaktadır. Bu zamanlar sağlam bir iradeyle zikir, Allah ve Rasûlü’nü anmaya hasredilse; elde edilecek dünya ve ahiret mükâfatının değeri hiçbir sözle ifade edilemez. Bir defa Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem salavat getirmeniz karşılığında Rabbinizin semada sizi on defa anması ve övmesi dahi tek başına bilinse, ne büyük hazinelerin elden kaçtığı anlaşılacaktır.

Onu Sevmenin Faydaları

1. Sevgi insanı harekete geçirir

Bu ümmetin bir ferdi olarak her Müslümanın üzerinde Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem birtakım hakları vardır. Hakların yerine getirilmesi, çaba ve azim ister. İnsan tabiatı, sorumluluktan hoşlanmaz. Kur’an’ın ifadesiyle insanların çoğunun ‘müşrik, bilmeyen, cahil, zalim, nankör, cedelci ve unutkan’ olmasının yani hevasına tabi olmasının nedeni; başıboşluğa olan düşkünlük, sorumluluk almaya olan hoşnutsuzluğudur. Sevgi, insanoğlunun en ciddi problemi olan başıboşluk/sorumsuzluk hastalığının şifasıdır.

Sevgi öyle bir şeydir ki, sevene sevdiği uğruna çektiği çile ve ızdırabı dahi sevimli kılar. Dağların yükünü insanın gözünde hafifletir, saç ağartan sorumlulukları insanın gözünde basitleştirir.

Günlük hayatta yük kaldırmaktan nefret eden bir insan, yaptığı iş halterse ve de işini seviyorsa yüzlerce kiloyu hiç umursamadan kaldırır. Evinde kendi çocuğunu taşıması talep edilen Dünya Şampiyonu bir halterci, bundan rahatsız olurken; sadece bir günlük antremanda kaldırdığı yük hesaplansa tona ulaşır.

Sokaklarda oyun olarak kilometrelerce koşan bir gence, iki adımlık bakkaldan ekmek alıp gelmek ne de zordur. İşte, severek yapılan her iş böyledir. Sevgi, insanı sevilen yönünde harekete geçirir, dahası o uğurda karşılaşılacak zorlukları insanın gözünde basitleştirir.

Sahabenin İslam davası uğruna katlandıklarını, bu gerçeği bilmeden anlayamayız. Allah Rasûlü için ailelerini terk etmek, yurtlarından hicret etmek, hatta savaş meydanlarında ciğerlerinden bir parça olan insanlarla savaşmak onlara zor gelmiyor muydu sanıyorsunuz? Onlar robot ya da makine değillerdi. Duyguları olan, bizim gibi zaaf ve değerleri olan insanlardı. Ancak kalpleri gerçek sevgiyi tattığından her engeli aşmış, en hayırlı ümmet, en seçkin ashab olmuşlardı.

Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh anlatıyor:

“Bedir gününde safta duruyordum. Sağıma ve soluma baktım. Ensardan iki çocuk vardı. Ben o ikisinden daha yapılı iki kişinin arasında olmayı temenni ettim. O sırada onlardan biri beni dürttü. ‘Ey amca Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ dedi. ‘Evet, senin Ebu Cehil’le ne işin olur ey kardeşimin oğlu’ dedim. ‘Duydum ki o Allah Rasûlü’ne sövüyormuş, vallahi onu görürsem ikimizden biri ölünceye dek onu bırakmayacağım’ dedi. Çocuğun bu durumuna şaşırdım. O sırada öbür yanımda olan beni dürttü ve aynı şeyleri söyledi. Bu konuşmanın üstünden çok geçmeden Ebu Cehil’in insanların arasında gezindiğini gördüm. O iki gence; ‘Bu bana sorduğunuz şahıstır’ dedim. Kılıçlarıyla fırlayıp ona saldırdılar ve onu öldürdüler…” (Buhari, 3141; Müslim, 1752)

Bu gençler nasıl bu hale gelmişti. Yaşıtları sokakları arşınlayıp, güzel bir sevgili, kaliteli bir kıyafet peşindeyken onların ne işi vardı da savaş meydanındaydılar? Onları bu yönde harekete geçiren, büyüklerin korkup kaçtığı sorumluluğu ‘Ümmetin Firavunu’nu’ öldürme yükünün altına ne sokmuştu?

İsterseniz sayfaları geriye doğru çevirelim. Bunların nasıl bir ananın çocukları olduklarına bakalım. Öyle ki sahabe onları tarif ederken babalarıyla değil anneleriyle anacaktı. Araplarda bu hakaret sayılırdı. Lakin onlar da bunun övgü olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onlar Sümeyra’nın, Afra binti Ubeyd’in çocuklarıydı. Muaz ve Muavviz bin Afra.

Hani muhacir evlerine gidip size gündeliğe geleyim, evlerinizin işini yapayım, ücret istemem, ihtiyacım da yok. Bana göremediğim 13 yıllık hayatı anlatın diyen kadın…

Böyle bir annenin, böyle evlatları olur. Nasıl bir sevgi aşıladıysa çocuklara, yaşıtları ergenlik sendromları yaşarken, onlar sahabenin büyüklerinin çekingen kaldığı bir sahaya atıldılar. ‘Duydum ki Peygamber’e sövüyormuş’ dediler.

Abdurrahman bin Avf… İlk baktığında “Keşke bu ikisinden daha iri/yapılı birilerinin arasında olsaydım.” diye hayıflamıştı. Çok geçmeden yanındaki onu dürttü. Sonra diğer yanındaki. ‘Ebu Cehil’i tanıyor musun?’ Ne Abdurrahman bin Avf, ne de başka biri hiç böyle yapılı iki insan arasında durmamıştır.

Sevgi, sevgi, sevgi… Bugün ümmetin içerisinde olduğu bu hareketsizliğin, bu çaresizlik ve buhranın, gençlerin Facebook’ta birbirlerini dürtmekle meşgul olmalarının, ümmetin ve bizlerin gündemini boş işlerin meşgul etmesinin tek çözümü sevgidir.

Allah’ım kalplerimizi yüce zatının ve Nebi’nin sevgisiyle doludur.

2. İmanın lezzetini aldırır

21. Asrın cahiliyesini yaşayan ‘Tevhid ve Sünnet’ ehli, ilk neslinki kadar olmasa da bedel ödüyor. Bazı coğrafyalarda kanı akıyor, kimisinde muhacir, bir başkasında esir, bir diğerinde varlığı inkâr ediliyor…

İnsanın uğrunda bu kadar bedel ödeyip, fedakârlık yaptığı şeyden lezzet alması kaçınılmazdır. Olması gereken budur. Ancak vakıa öyle söylemiyor. Çoğu kişi bu konuda muzdarip. İmanın tadını alamamaktan, sahabe gibi bunu iliklerine kadar hissedememekten şikayetçi.

Ne acı bir kayıp. Allah subhanehu ve teâlâ birşeye tat kılacak ve bu tat manevi bir tat olacak. Siz o şey için her şeyinizi feda edeceksiniz; ancak o tadı alamayacak yahut sürekli hale getiremeyeceksiniz.

Bunun nedeni sevgide yaşanan problemdir. Sevgisizlik, ya da asıl sevgiyle beraber başka sevgilerin bir arada bulunması imanın tadını almaya engel oluyor.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Üç şey vardır ki kimde bulunursa imanın tadını alır:

Allah ve Rasûlü’nün ona herşeyden daha sevimli olması

Kişiyi sadece Allah için sevmesi

İmandan sonra küfre dönmeyi ateşe girmek gibi kerih görmesi.” (Buhari, 16; Müslim, 43)

İmanın tadının alınması için zikredilen üç maddeye dikkat edildiğinde üçü de sevgi merkezlidir. Sevmek ve sevilenin zıddına buğz etmek.

3. Sevgi insanı hakettiğinden yüce mertebelere ulaştırır

“Adamın biri Allah Rasûlü’ne geldi. ‘Ey Allah’ın Rasûlü kıyamet ne zaman?’ diye sordu. Allah Rasûlü ‘Sen oraya ne hazırladın?’ diye cevap verdi. Adam: ‘Çokça namazım, orucum yok. Lakin ben Allah’ı ve Rasûlü’nü seviyorum’ dedi. Allah Rasûlü: ‘Sen sevdiğinle berabersin’ dedi.”

Hadisi nakleden Enes radıyallahu anh devamında der ki:

“…’Biz İslam’dan sonra bu sözü duyduğumuz gün kadar hiç sevinmemiştik. Ben Allah’ı, Rasûlü’nü, Ebu Bekir ve Ömer’i seviyorum, onların amelini yapamasam da, bu sevgimle onlarla beraber olmayı umuyorum.’ ” (Buhari, 3688; Müslim, 2639)

Bu ne büyük bir müjde! Kalpleri imanla dolu sahabe bunun büyüklüğünü öyle fıkhettiler ki ‘İslam’dan sonra hiç bu kadar sevinmemiştik’ dediler. Acaba bizler de aynı hadisi duyduğumuzda böyle sevindik mi? ‘Elhamdulillah ben de amelimle olmasa da sevgimle Allah Rasûlü’nün yanında olacağım’ dedik mi? Diyenlerimize ne mutlu! Demeyen veya diyemeyenlerimize muhasebe zamanı gelmedi mi? Neden Allah subhanehu ve teâlâ böyle bir lütufla bizleri şereflendirmişken ben bundan mahrum olayım, diye sorma ve çözüm yolları arama zamanı geldi de geçiyor.

Bizler rıza-ı ilahi ve Allah’ın yanındaki nimetler için yaşıyoruz. Ve biliyoruz ki bunlar amelle elde edilecek şeyler değildir.

“__ Sizden hiç kimseyi ameli cennete götürmez.

__ Seni de mi Ey Allah’ın Rasûlü?

__ Allah’ın beni rahmetiyle kuşatması müstesna benim amelim de beni cennete götürmez.” (Buhari, 6463; Müslim, 2816)

Salih amelle beraber bizleri Allah’ın subhanehu ve teâlâ fazlına eriştirecek, onun rahmetini kesbedecek yollar aramamız lazım. Allah’ın sevgisi ve O’nun sevmemizi istediklerinin sevgisi buna ulaşmanın en kısa yollarındandır.

Bu, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi olunca: dünyanın ve ahiretin erişilmez nimetlerini kolaylaştıran bir vesile olur. En önemlisi de yüce Allah’ın kulu sevmesi olarak kişiye geri döner. Yüce Allah subhanehu ve teâlâ bir insanı sevdi mi, artık dünyaya ve ahirete dair düşünecek bir şey kalmamıştır.

“Allah bir kulu sevdi mi Cibril’i çağırır. Ben falancayı seviyorum sen de onu sev der. Cibril onu sever. Cibril meleklere Allah subhanehu ve teâlâ falancayı seviyor, siz de onu sevin der. Onlar da onu sever. Ta ki o kişi için yeryüzünde kalplere kabul/sevgi kılınır…” (Buhari, 3209; Müslim, 2638)

“Kim benim dostlarımdan birine düşmanlık ederse bana harp ilan etmiş olur. Kulum bana en çok farz ibadetlerle yaklaşır. Kulum nafilelerle de bana yaklaşır. Ta ki ben onu severim. Onu sevdiğimde gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. İstediğinde verir, sığındığında onu korurum…” (Buhari, 6502)

Bu hayırların hepsi Allah’ın kulu sevmesinin semeresidir. Bu sevgiye ulaşmanın yollarından biri, belki de en başında geleni Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem sevgisidir.

Ey Vedud olan Rabbim! Senden zatının sevgisini, Rasûl’ün sevgisini ve sevilmesinden razı olduğun müminlerin sevgisini istiyorum.

Ey Vedud olan Rabbim! Beni sev ve sevgisinden razı olduğun kullarına sevimli kıl. Allahumme Amin.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver