İki Sonsuz Son

“Cibril, ‘Bana imanı anlat.’ dedi. Allah Resûlü dedi ki: ‘İman; Allah’a, meleklerine, Kitaplarına, resûllerine, ahiret gününe, hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.’ “[1]

Geçen ayki yazımızın sonundan başlayalım:

Hesaplar görülecek, herkes amellerine göre karşılık alacak, defterler sağ ashabına sağından, sol ashabına ise solundan ve arkasından verilecektir. Cehennem, yetmiş bin yularının her birinden yetmiş bin meleğin tuttuğu bir hâlde mahşer meydanına getirilecektir. Cennet ise muttakilere yakınlaştırılacaktır. Herkes çetin hesabın ardından iyi ya da kötü sonsuz yaşam mekânına seyretmek üzere hazırlıklarını tamamlayacaktır… Allah (cc) biz müminleri kıyametin dehşetli sahnelerinde selamet ehli kılsın.

Hesaplar tamamlandıktan ve herkes için ebedî son belli olduktan sonra cehennem ehli kâfir ve mücrimler, perçemlerinden ve ayaklarından tutulup cehenneme atılacak; derekelerine göre envaiçeşit azabın içinde, rahatın ve ümidin olmadığı yeni hayatlarına -buna hayat denirse tabii- başlamış olacaklardır.

“Düne kadar yalanladığınız, uyarıcılarımızın sizi kendisiyle tehdit ettiği azap, hak değil miymiş?! Resûllerimiz yalan mı söylemiş? Yoksa sizler mi azgınlardınız? Tadın, yaptıklarınızın karşılığını! Ebedî bir ateş ve ebedî bir acı…”

Cehennem ehli birbirlerini suçlamaya başlayacak; teba yönetimi, yönetim tebayı suçlayacak. Ahlar vahlar, vaveylalar asumanı saracak; bir kurtarıcı, bir yardımcı, bir dost, dertlerine derman olacak bir kapı arayacaklar. Mümkün mü artık?

Dünyaya geri dönüp salih ameller yapmak isteyecekler, “Boş konuşmayın!” diye susturulacaklar. Kendi aralarında birbirlerini suçlayacak, cehennem bekçisi Malik’e ya da Allah’a şikâyet edecekler. “Kesin sesinizi! Benimle konuşmayın!” denilecek, gittikleri bütün kapılar yüzlerine huzlan ve hüsran olarak tekrar dönecek. Olmadı, ölümü isteyecekler: “Ey ölüm, neredesin?” Ses yok. Ölüm, cennet ve cehennem arasına getirilecek ve öldürülecek. Ardından “Ölüm artık yoktur!” denilecek. Cehennem ehlinin kulaklarında “Ölüm artık yoktur!” sesleri yankılanacak, bu yankı yüreklerinde kalan son ümit kırıntısını da söküp atacak ve bütün ümitleri ilelebet bitecek…[2]

Rabbimiz! İçinde bulunduğumuz şu dünyanın “en değerli günleri” olan Zilhicce günlerinde bizi cehennemden azade kıl…

Rabbimiz! Bizi Arefe Günü’nde, Kurban Günü’nde affedip cehennemden azat ettiğin kullarından kıl…

Cehennem azabını bizden uzaklaştır Rabbimiz! Şüphesiz ki onun azabı, sürekli ve katlanılması zor bir cezadır…

Rabbimiz! Boyunlarımızı cehennemden uzak kıl, şüphesiz ki o ne kötü bir yerleşim yeri ve ne kötü bir konaktır…

Ve cennet… Hayalleri süsleyen; herkesin, kendisi için çalıştığı yer olmasa da hayali ve temennisi olduğu; ebedî rahat ve istirahatgâh mekânı… Huzuru âdeta oluk oluk ehlinin üzerine yağdıran, iştiyakla beklenen mekân… Her türlü güzelliği ile büyüleyici mekân… Saadet, sürur, neşe, sevgi, sevinç, heyecan, vuslat mekânı… Kavga yok, gürültü yok, kin yok, nefret yok, öfke yok, hüzün yok, ayrılık yok, hasret yok, kirlilik yok, son yok, yok yok…

Böyle düşününce insan, cennetle müjdelenen Umeyr bin Humam’ın, “Hurmalarımı yiyecek kadar yaşamam oldukça uzun bir hayat olacak!” sözünü gayet iyi anlıyor değil mi?[3]

Cennet ehli de kendi aralarında sınıf sınıf olacaktır. Kimisi cennete ilk gireceklerden olacakken kimisi cehenneme atılmak suretiyle önce günahlarının cezasını çekecektir. Sonuç olarak hiçbir tevhid ehli cehenneme girmeyecek, varacağı ebedi mekânı cennet olacaktır.

Cennet; ırmakları, sarayları, çarşıları, hurileri, yiyecekleri ve hayal bile edemeyeceğimiz güzellikleriyle muazzam bir yerdir. “Gören bilir.” dedikleri gibidir, ancak naslarda bize anlatıldığı kadarıyla ne kadar kıymetli bir yer olduğunu biliyoruz. Harikulade bir mekân, harikulade bir huzurdur. En önemlisi de bitmeyecektir. Ölüm yoktur: “Ey cennet ehli, artık size ölüm yok!” Son yok! Cennet öyle bir yerdir ki sonsuz mutlulukla biten bir sondur.

Firdevs-i Âlâ’sından Dicle’si, Fırat’ı akacak; diğer cennet nehirleri ile beraber değil ırmak, ırmak sesinde sükûnet ve saadet çağlayacak…

Cennet ehli, âdemoğlunun efendisi Peygamber’i (sav) görecek; bidatçi değilse Kevser Havuzu’ndan yudumlayacak; güzel ahlaklı, çokça ve güzelce secde eden bir insansa kendisine komşu olacak…

Yeter mi? Yetmez!

Rabbimiz (cc) cennet ehline şöyle nida edecek:

“Ey kulum, (senin adını söyleyecek) ben senden razı oldum ve sana bir daha gazap etmeyeceğim.”

Yeter mi? Hayır!

En güzel ikram olarak âlemlerin Rabbinin cemalini görecek insan… Herkes kendi makamına göre Allah’ı görecek, perdeler kaldırılacaktır. Bir gün, beş gün, bir ay, bir yıl, yüz yıl… Allah’ın cemalini seyre kim doyabilir?

Dünyadaki -ancak kusurlu gözlerimizle görebildiğimiz- tüm güzellikleri yaratan, cennet nimetlerinin hayal bile edemeyeceğimiz kadar muhteşem olduğunu bildiren Rabbimiz… Acaba tüm bu güzellikleri yaratan, El-Cemîl olan Allah ne kadar güzeldir?

Subhanallah!

Rabbimiz! Bizi cennetin ve cemalinle müşerref eyle.

Rabbimiz! Bizi günahlarıyla yargıladığın kullardan değil, rahmetinle sarmaladığın saadet ehlinden/saidlerden kıl.

Rabbimiz! Senden cenneti ve cennete yakınlaştıran söz ve amelleri bize kolaylaştırmanı istiyoruz.

Rabbimiz! Rahmetinle bizi cennet ehli kıl.

Bizi şakîlerden, bedbahtlardan yazdıysan da ya Rab, kitabın anası senin yanındadır. Dilediğini siler, dilediğini yazarsın. Bizi cennet ehlinden yaz Rabbimiz!

Allahumme âmin…

 


[1] .Buhari, 50; Müslim, 8

[2] .Buhari, 6548

[3] .”Bedir savaşında müşrikler yaklaşınca Nebi (sav), ‘Genişliği gökler ve yer kadar olan cennetlere koşun.’ buyurdu. Umeyr b. Humam El-Ensari, ‘Ey Allah’ın Resûlü, genişliği gökler ve yer kadar cennet ha!’ dedi. Nebi, ‘Evet öyle’ buyurdu. O da, ‘Vaybe, çok güzel’ dedi. Bunun üzerine Nebi. ‘Seni ‘Vaybe, çok güzel’ demeye sevkeden nedir?!’ buyurdu. Umeyr ‘Ey Allah’ın Resûlü, yemin olsun ki o cennetlerin ehli olmaktan başka bir şey değildir.’ Nebi, ‘Şüphesiz ki sen cennet ehlindensin.’ dedi. Umeyr azık torbasından birkaç hurma çıkardı ve bunları yemeye koyuldu. Sonra da ‘Hurmaları yiyecek kadar yaşamam oldukça uzun bir hayat olacak.’ dedi ve hurmaları attı. Ardından şehit oluncaya kadar müşrikler ile çarpıştı.” (Müslim, 1901)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver