Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun…
Bir önceki sayımızda Sünnetin, Kur’ân’ın açıklayıcısı olduğuna değinmiştik. Bu makalemizde, Sünnete başvurmadan Kur’ân’ın yanlış anlaşılabileceğine dair bazı örnekler zikredeceğiz:
1. Örnek:
“…Fecr vakti, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya (ufukta ikinci fecir olan fecr-i sadık belirinceye) dek yiyip için. Sonra orucu geceye tamamlayın…”[1]
Bu ayet, orucun başlangıcı ile iftar vakti hakkındadır. Şimdi bu ayeti Allah Resûlü’nden işiten Adiyy ibni Hatim’in (ra) başından geçen bir olayı bizzat ondan dinleyelim:
“Bu ayet inince biri siyah diğeri beyaz iki ip aldım ve yastığımın altına koydum. Gece boyunca bu iplere baktım, fakat bu ipleri birbirinden ayırt edemedim. Ertesi gün Peygamber’in (sav) yanına gidip yaptıklarımı anlattım…”[2]
Başka bir rivayette: “…‘Ey Allah’ın elçisi! Beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması ne demek? Bundan maksat gerçekten bu ipler mi?’ diye sordum…”[3]
Adiyy ibni Hatim, ayetten ilk anladığını pratiğe aktarmış, ancak sorun yaşamıştır. Fecr vakti iplere bakmış, fakat ipleri ayırt edebilmesi mümkün olmamıştır. Doğrusunu öğrenmek için de hemen Allah Resûlü’ne başvurmuştur. Zira Allah Resûlü (sav) Kur’ân’ı en iyi bilendir.
Devam edelim:
“…Resûlullah (sav) bana şöyle dedi: ‘Bu ayette kastedilen, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır.’ ”[4]
2. Örnek:
“İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar (var ya); işte bunlara (Allah’ın azabından) emin olma vardır. Ve onlar hidayete erenlerdir.”[5]
Sahabenin, bu ayeti ilk okuduğunda ne anladığını İbni Mesud’dan (ra) dinleyelim:
“ ‘İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar…’ ayeti nazil olunca bu, insanlara ağır geldi ve: ‘Ya Resûlallah! Bizden kim nefsine zulmetmiyor ki?’ dediler…”[6]
Çünkü, (بِظُلْمٍ) kelimesi bulunduğu siyak içerisinde tüm zulüm çeşitlerini kapsamaktadır. Yani, Allah’ın azabından emin olan ve hidayete erenler hiçbir zulme/günaha bulaşmayan kimselerdir, manasına gelir. Günahsız kul olmaz. Sahabenin ilk etapta yanlış anladığı bu ayet, Allah Resûlü (sav) tarafından açıklanmaktadır:
“Bundan kasıt söylediğiniz mana değildir. Salih kul (Lokman’ın) ne dediğini duymadınız mı? Lokman oğluna şöyle demiştir: ‘Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.’[7] Zulümden kasıt şirktir.”[8]
Şirk; Allah’ın affetmediği, cehennemde ebedî azap sebebi, amelleri boşa çıkarıcı bir eylemdir. Günahlar ise böyle değildir. Allah (cc) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Şirk ile İslam yan yana gelemez, aynı ânda bir kişide bulunamaz. Lakin günah ile İslam aynı ânda bir kişide bulunabilir. Sahabiler ilk etapta zulümden kastın günah olduğunu zannedince bu onlara ağır geldi ve doğrusunu öğrendiler. Sahabilerin Kur’ân’dan bir ayeti Allah Resûlü’ne sormaları da nazarıdikkatten kaçmasın. Zira onlar Allah Resûlü’nün, Kur’ân’ı en iyi bilen ve ilim üzere beyan eden olduğunu biliyorlardı.
Sonraki asırlarda bu ayetin bazı taifelerce, “İmanlarına günah bulaştırmayanlar…” şeklinde yorumlanması ve bunun altında yatan sebep çok şaşırtıcıdır. Bu kimselerin en büyük özelliği Sünnete bakış açılarındaki çarpıklıktır. Kur’ân’ı anlamaya çalışırken Sünneti devre dışı bırakmaları, sapıtmalarına neden olmuştur.[9]
3. Örnek:
Öncelikle bir soru soralım: Balıkçılarda gördüğümüz deniz ürünleri helal midir, yoksa haram mı? Zira bu balıklar şer’i bir usulle kesilmeden ölüyorlar. Buna Kur’ân-ı Kerim’den iki cevap verilebilir:
“(Allah) size ancak leş/meyte, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanları haram kılmıştır…”[10]
“Deniz avı ve yiyeceği size ve yolculara faydalanılan (bir yemiş olarak) helal kılındı…”[11]
İlk ayete göre balık meytedir ve haramdır. İkinci ayete göre ise balıklar helal kılınmıştır. Balıkların haram olduğunu kabul etsek, diğer ayetin hükmünden çıkarışımızın gerekçesi nedir? Helaldir, desek ilk ayeti nasıl anlayacağız? Ya da balıkları ölmeden önce kesmemiz mi gerekiyor? Bu balıkları satmak da haram mı?.. İşte burada Sünnet, işi sonuca bağlayarak konuya açıklık getirmektedir:
Ebu Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir adam Allah Resûlü’ne sordu ve dedi ki: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bizler gemilere binerek denizde yolculuk yapıyoruz. Yanımıza az bir su alıyoruz. O suyla abdest alsak, susuz kalacağız. Deniz suyuyla abdest alabilir miyiz?’
Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Denizin suyu temizdir/temizleyicidir ve ölüsü helaldir.’ ”[12]
4. Örnek:
“Hırsız erkek ve kadının, işledikleri (kötülüğün) karşılığı ve Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”[13]
Ayetteki (أَيْدٍ) kelimesi (يَدٌ) kelimesinin cemisidir/çoğuludur. Arap lugatında (يَدٌ) ifadesi, parmaklarla omuz arası için, yani kol için kullanılır.[14] Hırsızın eli omuz kısmından mı, dirsekten mi, yoksa bilekten mi kesilecek? Bunun sınırı var mıdır? Ayette “ellerini” ifadesi vardır. O hâlde hırsızlık yapan kişinin iki eli birden mi kesilecektir? Sakız çalarak hırsızlık yapan ile banka soyarak hırsızlık yapan, bu hükümde eşit midir? (يَدٌ) kelimesi el manasının dışında nimet ve güç anlamında da kullanılır.[15] Buradan kastedilen, onları bazı nimetlerden mahrum bırakmak ya da sosyal hayattaki statülerini/güçlerini düşürmek midir? Hırsızın cezası böyle mi verilmeli?[16]
Tüm bu soruların tamamını Allah Resûlü’nün bu ayeti nasıl anladığı ve tatbik ettiğine bakarak cevaplayabiliriz. Çünkü Kur’ân’ı en iyi anlayan, onu, sözleri ve yaşantısıyla ilk açıklayan Allah’ın Resûlü’dür. Allah Resûlü devrinde el, bilekten kesilmiş ve bu uygulama sonraki Raşid Hilafet devrinde de devam etmiştir.[17] Ayrıca çalınan malın değerine göre hareket edilmiştir.
Aişe Annemizin (r.anha) Allah Resûlü’nden (sav) rivayet ettiği şu iki hadisi okuyalım:
“Hırsızın eli hacefeden veya türsten daha aşağı bir mal için kesilmezdi. Bunların her biri kıymetli şeylerdi.”[18]
“ ‘Hırsızın eli bir kalkan bedelinden az miktarlarda kesilmez.’
Aişe’ye denildi ki: ‘Kalkanın bedeli ne kadardır?’
O da, ‘Bir dinarın dörtte biridir.’ dedi.”[19]
5. Örnek:
“Ey iman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Doğru yolda olduğunuz sürece sapanlar size zarar vermez. Topluca dönüşünüz Allah’adır. Size yaptıklarınızı haber verecektir.”[20]
“Ayet-i kerime ilk dönemden itibaren yanlış anlaşılmış ve emr-i bi’l ma’ruf vazifesini iptal ettiği düşünülmüştür. Oysa ‘Siz kendinizden sorumlusunuz.’ cümlesi, ‘Allah’ın (cc) size farz kıldıklarını yapmakla yükümlüsünüz.’ anlamındadır. İslam ümmetine namaz, oruç, hac gibi farz kılınmış şeylerden biri de yeryüzünde Allah’ın şahitleri olmak, adaleti Allah için ayakta tutmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Ayet, geniş anlamıyla emr-i bi’l ma’rufa delalet etmektedir.
Ebu Bekir (ra) bir gün insanlara: ‘Ey insanlar! Bir ayet var ki onu yanlış yorumluyorsunuz.’ dedi ve bu ayeti okudu.
Sonra, ‘Ben Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işittim: ‘İnsanlar münkeri gördükleri zaman, onu değiştirmek için çaba sarf etmezlerse, Allah’ın (cc) hepsini birden cezalandırması yakındır.’ ’[21] ”[22]
6. Örnek:
“…Serkeşliğinden korktuğunuz kadınlara nasihat edin, yataklarını terk edin, onları dövün. (Bunlardan herhangi birini yaptığınızda) size itaat eder (serkeşliği bırakırlarsa) onların aleyhine (onlara zarar verecek başka bir) yol aramayın…”[23]
Serkeşlik eden kadın nasihat ve yatağın ayrılmasıyla ıslah olmaz, kendisine çekidüzen vermezse en son seçenek olarak dövmek zikrediliyor.
Dövmekten kasıt nedir? Eşini komalık yapan, bedeninde çeşitli izlere ve zedelenmelere sebep olan, ayete göre mi hareket etmiş olur? Döverken eşinin ölümüne sebep olan, cinayet işlemiş sayılır mı? Islah için iyi dövmek, darbelerin şiddetini arttırmak mı gerekir?
Sünnete başvurmadan ayeti okuyan kişi yukarıda sorduğumuz sorulara, zihninde canlanan ilk anlama dayanarak cevap verecek, “Dövmenin bir sınırı yoktur.” diyecektir. O hâlde Sünnetten konuyla ilgili bazı rivayetlerle ayeti anlamaya çalışalım:
Allah Resûlü (sav) Veda Hutbesi’nde kadınlar hakkında Allah’tan korkmayı ve onların Allah’ın emaneti olduğunu nasihat ettikten sonra, dövmenin sıfatını şöyle tarif eder:
“…Onlara incitmeden, hafif bir şekilde vurabilirsiniz…”[24]
Hadisteki (ضَرْبًا غَيْرَ مُبَرِّحٍ) ibaresi; “Şiddetli olmayan, acı/meşakkat vermeyen, yara/iz/kırık gibi zedelenmelere neden olmayan, misvak gibi bir şeyle vurmak, kocanın intikamla değil rıfkla hareket etmesi ve eşini te’dip için yapması” şeklinde açıklanmıştır.[25] Ayrıca Allah Resûlü’nün, kadınların erkekler üzerindeki haklarına dair sorulan soruya verdiği cevaplardan biri, “…yüzüne vurmaman…”[26] şeklindedir. Allah Resûlü (sav), dövme konusunda sınırı aşanları şu şekilde uyarmıştır:
“Muhammed’in ailelerine kocalarından (dövdüklerine dair) şikâyet eden çok sayıda kadın ziyarete gelmiş. Öyle yapanlar sizin hayırlılarınız değildir.”[27]
7. Örnek:
“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir. Ondan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[28]
Ayette içki olarak yer alan ifadenin karşılığı (الخَمْرُ) şeklindedir. (الخَمْرُ) üzümden yapılır ve sarhoş edici özelliğe sahiptir. Hammadde olarak farklı içki çeşitleri de vardır. Baldan, arpadan, hurmadan ve bunun dışında türlü maddelerden içki yapılabilir. Üzümden imal edilen içkinin haramlığına işaret eden bu ayete diğerleri de dâhil midir? Üzümden değil de başka bir maddeyle içki üreten, satan ve içen kimse günah kazanır mı?
Bu soruların cevabı Sünnettedir.[29]
Muaz ibni Cebel’le birlikte Yemen’e gönderilen Ebu Musa El-Eş’ari şöyle der:
“Ey Allah’ın Resûlü, bizler baldan yapılan ve kendisine el-bit’ adı verilen bir şarabın yine arpadan yapılan ve kendisine el-mizr adı verilen bir şarabın (içkinin) yapıldığı bir ülkede bulunuyoruz. (Bunların hükmü nedir?)
Resûlullah (sav), ‘Sarhoşluk verici her bir şey haramdır.’ buyurur.”[30]
Yani hammadde önemli değildir. Sarhoş eden, aklı örten şeyler hamrdır/içkidir ve hamr/içki haramdır.
✽ ✽ ✽
Bir sonraki sayımızın sayfa aralarında buluşmak duasıyla…
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…
[1]. 2/Bakara, 187
[2]. Buhari, 1916; Müslim, 1090
[3]. Buhari, 4510
[4]. Buhari, 1916; Müslim, 1090
[5]. 6/En’âm, 82
[6]. Buhari, 3429; Müslim, 124
[7]. 31/Lokmân, 13
[8]. Buhari, 32; Müslim, 124
[9]. Örneğin, Mütezilenin ileri gelenlerinden Zemahşeri der ki; “Ayetten kasıt, ‘İmanlarına kendilerini fasık kılan masiyet bulaştırmayanlar…’ şeklindedir. Kapalı ve karışık bir lafız olacağından dolayı zulüm kelimesinin küfür olarak tefsirinden sakınılır.” (El-Keşşaf, 2/43, Dar El-Kitap El-Arabi baskısı)
[10]. 2/Bakara, 173
[11]. 5/Mâide, 96
[12]. Ebu Davud, 83; Tirmizi, 69; Nesai, 59
[13]. 5/Mâide, 38
[14]. bk. El-Bahru’l Muhit, Ebu Hayyan El-Endulusi, Maide Suresi, 6. ayetin tefsiri
[15]. bk. Mufredatu’l-Kur’ân, (يَدٌ) maddesi
[16]. Sünneti inkâr eden kimselerden hırsızın cezasının hapsetmek olduğunu iddia edenler olmuştur. Bu iddianın temel sebebi Sünneti kabul etmemektir. Kabul etmeyince Sünnetin Kur’ân’ı beyanından mahrum kalmış ve Kur’ân’la sapıtmışlardır. (bk. Peygambersiz Kur’ancılar, Prof. Hadim Huseyn İlahi Bahş, s. 363) Sünnetle problem yaşayan birçok fırka da ya çalınan malda nisaba itibar etmeyip ceza vermişler ya da ilginç nisap miktarları öne sürmüşlerdir. (bk. El-Farku Beyne’l Fırak, Abdulkahir El-Bağdadi, s. 129-130)
[17]. Zehiratu’l Ukba Fi Şerhi’l Mucteba, Muhammed bin Ali el-Esyubi, 37/109; Et-Temhid, İbn Abdilberr, 19/ 283
[18]. Buhari, 6793; Müslim, 1685
[19]. Nesai, 4935; 1 dinar, 4,25 gram altına; çeyrek dinar yaklaşık 1,06 gram altına tekabül eder.
[20]. 5/Mâide, 105
[21]. Ebu Davud, 4338; Tirmizi, 3057; İbni Mace, 4005
[22]. Tevhid Meali, ilgili ayetin açıklaması
[23]. 4/Nisâ, 34
[24]. Müslim, 1218; Ebu Davud, 1905; Tirmizi, 1163
[25]. bk. El-Bahru’l Muhitu’s-Seccac, 1218. Hadisin şerhi; Kurtubi Tefsiri, Nisâ Suresi, 34. ayetin tefsiri
[26]. Ebu Davud, 2142; İbni Mace, 1850; Ahmed, 20025
[27]. Ebu Davud, 2146; İbn Mace, 1985
[28]. 5/Mâide, 90
[29]. Hâlihazırda Sünnetle problem yaşayan bazı kimseler içkinin sadece üzümden yapılanının haram olduğunu iddia etmişlerdir. (bk. Peygambersiz Kur’ancılar, Prof. Hadim Huseyn İlahi Bahş, s. 360)
[30]. Buhari, 6124
İlk Yorumu Sen Yap