Salgın Hastalıklar Tarihi: Yan Etkilere Karşı Bakış Açımız

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Önceki sayımızda aciz bir insanın mükemmel (yan etkisi olmayan) bir ürün üretemeyeceğinden, her tıbbi tedavinin yan etkileri olduğundan söz etmiş; kızamık aşısının yan etkilerinden bahsetmeye başlamış ve yan etkileri doğru değerlendirmek çok önemlidir, demiştik.

Yan etkileri bilmek kadar doğru değerlendirmek de önemlidir. Hekimlik becerisi hasta için fayda zarar dengesinin doğru kurulabilmesi demektir. Örneğin aşının önemli yan etkilerinden bir tanesi kandaki trombositlerin azalmasıdır. Bu hücreler kanın pıhtılaşmasında rol alır. Bu hücreler azaldığında vücutta kanamalar görülür. Bu kanamalar hayati organlarda meydana gelirse veya kanın tamamında görülürse ölümcül risk taşır. Burada sorulması gereken soru, “Bu kadar ciddi bir yan etkisi varsa aşı neden güvenli kabul ediliyor ve öneriliyor?” olmalıdır. Aşı yapılan milyonlarca insanın incelendiği çalışmalarda 40.000 kişiden sadece 1’inde trombosit sayısı düştüğü bulunmuş. Kandaki bu düşüşün ölümcül veya ciddi kanamaya neden olmadığı, tedavi ile altı ayda tamamen düzeldiği ve hastalarda kalıcı hasar bırakmadığı görülmüştür.[1] Aşının neden olduğu bu yan etkiden bahsedilirken 39.999 kişiye faydası bir kenara bırakılıp 1 kişi anlatıldığında adaletli bir çıkarım yapılamaz. Yukarıdaki bilgiler verilmeden, “Aşı kandaki hücreleri düşürür ve kanamalar ölüme sebep olur.” demek de insanları yanlış yönlendirir ve insanların aşıdan korkmasına sebep olur. Çünkü yan etkiler kadar kaç kişide görüldüğü, nasıl bir seyir gösterdiği ve bu yan etkilerin zarar terazisini ne kadar ağırlaştırdığı da önemlidir.

Diğer önemli bir yan etki ateşli nöbetlerdir. Yine milyonlarca insanın incelendiği büyük araştırmalarda 1.700 aşılanmış kişiden 1’inde ateşli nöbet görülmüştür.[2] Kişi aşı olsun veya olmasın herhangi bir nedenle ateşi yükseldiğinde beyindeki ısı merkezi bozularak ateşe bağlı nöbet görülebilir. Havale olarak bilinen bu durum aşıya özgü değildir. Doğru fayda zarar dengesi kurulduğunda kişinin aşı olmazsa hastalık riski altında olduğu görülür. Hastalığın kendisi aşıdan daha yüksek ateşe neden olur. Üstelik kızamık hastalığı beyin yapısında tahribata sebep olur; nöbet, koma, beyin enfeksiyonu, ölüm riski vardır. Aşıda bu etkiler görülmez. Hastalığın kendisi ile aşı karşılaştırıldığında aşı güvenlidir. Aşı kendi içerisinde değerlendirildiğinde de zararından çok daha fazla fayda sağlamaktadır.

“Bağışıklık sistemi doğuştan hasta olabilir. Bu durum araştırılmadan aşı yapılıyor. İnsanlar riske atılıyor.” gibi cümleler tıbbi olarak hatalı cümlelerdir. Bağışıklık sistemine ait hastalıklar, doğuştan olabilir veya sonradan gelişebilir. Bebeklerde doğuştan gelişen durumun olması önemlidir. Kızamık aşısı bebeklere ilk defa on ikinci ayda uygulanır. Bebek ise mikroorganizma içeren bir dünyaya doğar. Doğduğu ândan itibaren maruz kalmasına rağmen bebekleri hasta etmeyen, hatta bağışıklık sistemini geliştiren mikroorganizmalar bağışıklık sistemi hastalığı bulunanlarda ölümcül enfeksiyonlara sebep olabilir. Ve bu durum bebeğin dünyaya geldiği ilk zamanlarda şiddetli bir şekilde kendini belli eder. On ikinci aya kadar bağışıklık sistemi hastalığı çoktan anlaşılmış olur.

Hastalıkların tamamı tüm insanlarda aranıp testler yapılmaz. İnsanlar hastalık semptomları verdikçe ilgili hastalık araştırması yapılır. Hekimlik becerisi hastanın söylediği semptomları doğru hastalıkla ilişkilendirebilmektir. Yukarıda bahsettiğimiz yaklaşımlar tıp ilmine vâkıf olmayanlar için oldukça yanıltıcı ve manipülatif olabilmektedir.

Örneklendirmek gerekirse bebek doğduğu ândan itibaren anneler hemen bebeklerini emzirir; hâlbuki anne sütünü tolere edemeyen ve ölümcül semptomlar veren hastalıklar, anne sütüne alerjisi olan bebekler vardır. Her bebek emzirilmeden önce acaba anne sütüne karşı bir hastalığı var mı diye araştırılmaz, çünkü bu hastalıklar nadir görülür.

Örneğin pek çok insanın bazı besinlere alerjisi vardır, ama insanlara detaylı bir besin alerji testi yapılmadan ek gıdaya başlanır. Gıdaları tükettikçe çocuğun bir besine alerjisi olduğu saptanır. Genelde insanlar ilk seferde ciddi semptomlar göstermez, alerjisi olan besine maruz kaldıkça semptomlar şiddetlenir. Şiddetli semptom veren insanların alerjik bünyeleri olduğu kabul edilir ve besin, ilaç, polen gibi alerji testleri yapılır.

“Bağışıklık sistemi doğuştan hasta olabilir. Bu durum araştırılmadan aşı yapılıyor. İnsanlar riske atılıyor.” cümlelerini kuracak kadar hassasiyete sahip bir insanın çocuğunu emzirmeden önce genetik testler yaptırması, ek gıdaya geçmeden besin alerji testi yaptırması, araba kullanmadan önce trafik kazası olmayacağını garanti altına alması… gerekir. Bunlar tedbir kapsamında değildir, aksine gerçeklerle bağdaşmayan beklenti kapsamındadır.

Bu tarz bir hekimlik uygulaması doğru olmadığı gibi bu hassas beklentilerle bir yaşam da söz konusu olamaz. Bunlar kulağa mantıklı gibi gelen, hoş ve idealize edilmiş cümlelerdir. İnsanın mükemmeliyetçi tarafı bu cümlelere meyledebilir, ama gerçekler çok başkadır. Bağışıklık sistemi hastalığı bulunanlarda aşı daha da önem kazanır. Çünkü canlı mikroorganizma içermeyen aşı çeşitlerinin bu insanlara uygulanması onları enfeksiyondan koruyacağı için hayat kurtarıcıdır.

Gündemi çokça meşgul eden, tartışma konusu olan otizm hakkında konuşmadan önce bilinmesi gereken bir husus vardır.

Hekimlerin kendi içerisinde birtakım ünvanları vardır. Bir hekim bir alanda çalışmalar ve araştırmalar yaptıkça, bilgi ve tecrübesi arttıkça, o alanın uzmanı oldukça ön görüsü kuvvetlenir. O konu hakkında bilgi alınmak istendiğinde kendisine veya yazdığı kitaplara başvurulur. O alanla ilgili yeni bir durum ortaya çıktığında veya bilgi güncellenmesi gerektiğinde o kişiye danışılır, kişi hayatta değilse kitapları ve çalışmaları gözden geçirilir. Bilgi, birikim ve tecrübenin paylaşılmasıyla usta çırak ilişkisi içerisinde tıp ilminde ciddi mesafeler kısa zamanda katedilir. Alanında uzman hekime fikir danışılması durumu tarihten bugüne devam etse de tıp tarihi 1900’lü yıllarda bir kırılma yaşadı. İşin uzmanı da olsa yeni bir önerisi veya iddiası olduğunda hastalar üzerinde uygulamaya geçmeden önce önerisini veya iddiasını kanıtlaması ve sağlam temellere dayanarak delillendirmesi beklenir oldu. Böylece işin ehli kişiler bile olsa doğruya isabet edememesi durumunda hastaların zarar görmesi engellenmiş oldu. İşte bu tarihten sonra “kanıta dayalı tıp” algısı oluştu. Bu algı doğru ve kesin bilginin zaman içinde sağlamlaşmasına, yanlış ve teori niteliğindeki bilginin silinip gitmesine fayda sağladı. Sosyal medya terimlerinin aksine tıbbın moderni, ilkeli, doğalı, sentetiği, yapayı olmaz. Tıbbın “kanıtlanmışı” veya “afaki söylemlere sahip olanı” olur.

İddia ettiği bilginin doğruluğunu kanıtlamak iddia sahibinin kendi sorumluluğundadır.

Kanıta dayalı tıp algısının oluşmasıyla tıbbi uygulamalar ve tedaviler, kişisel öngörüler zemininden çıkarak doğru ve delili olan bilgi temeline dayandırılmış oldu.

90’lı yıllarda bir hekim tarafından “Aşılar otizme neden oluyor.” iddiası ortaya atıldı. Bu iddiayı kanıtlamak için kliniğine yatan çocuklar üzerinde araştırma yaptı ve onları gözlemledi. Buraya kadar her şey normaldi, sonuçta bir iddiası vardı ve kanıtlamak istiyordu. Fakat araştırma sonuçlarına göre otizm ile aşılar arasında bir bağlantı bulamadığı hâlde çalışmasını bağlantı olduğunu bildirerek tamamladı. Otizm iddiasını ortaya attığı için değil, bilimsel verileri çarpıttığı için makalesi yayından kaldırıldı.

Otizm iddiasının, iddia sahibi tarafından kesin çalışmalarla ve verilerle doğrulanması gerekirdi, kanıtlayana kadar itibar edilmemesi gereken bir bilgi seviyesinde kalmalıydı; fakat süslü cümleler ve senaryo niteliğindeki büyük hikâyeler birçok aileyi korkuttu ve ailelerin tedavi tercihini etkiledi. Aşılama oranı azaldı ve büyük salgınlar patlak verdi.

Otizm ve aşılar arasında bir bağlantı olup olmadığı kesin delillere dayanarak kanıtlanması ihtiyacı hekimlerin gündeminde yer aldı. Sanılanın aksine bu konunun üstü kapatılmadı, yüzlerce çalışma yapıldı. Milyonlarca aşı olan ve olmayan çocuk incelendi. Otizmli çocukların geçmişleri araştırıldı ve otizmi tetikleyen etkenin aşı olup olmadığı incelendi. Aşılar ile otizm arasında bağlantı olduğu iddiası hiç kanıtlanamadı. Aksine aralarında bağlantı olmadığı, (aşının otizme sebep olmadığı) hem nedenden sonuca giderek hem de sonuçtan nedene giderek çift yönlü bir şekilde kanıtlanmıştı.[3]

Kişinin ilmî birikimi çok fazla olsa dahi insan olması hasebiyle hata payı her zaman vardır. Bu hatanın en aza indirilebilmesi için tıp alanında tedavi uygulamalarına karar verilmeden önce iddia edilen varsayımın doğru neden sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirilmesi, çalışmalarla kanıtlanması ve bu kanıtlanmış tıbbi doğrunun da herkesi kapsaması gerekir. Bu üç şartı yerine getirmeyen iddiaya itibar edilmez, o bilgiyle tedavi kararı verilmez, tedavide değişikliğe gidilmez.

Anlaşılma kolaylığı açısından bir örnek inceleyecek olursak bir kişinin “Denizde boğulmaları hangi sebepler artırır?” diye bir sorusu olsun ve bu konu hakkında çalışma yapacak olsun.

Bu kişinin, “Yazın dondurma yeme sayısı artıyor.” ve “Denizde boğulmalar da yazın artıyor.” dedikten sonra “O zaman dondurma yemek, denizde boğulmaları artırır.” diye bir iddiada bulunması doğru neden sonuç ilişkisi kuramadığını gösterir. Aslında elinde iki doğru bilgi vardır, fakat bu bilgiler birbiriyle bağlantılı değildir. “Otizm giderek artıyor.” ve “Milyonlarca insan aşılanıyor.” diyen kişi iki doğru bilgiyi, yanlış ilişkiyle bir araya getirerek “O zaman aşılar otizme sebep olur.” Sonucuna vardığında doğru bilgiyle yanlış çıkarımda bulunmuş olur.

Bu kişi gidip Rize’nin Fırtına Deresi’ndeki boğulmaları inceleyerek, “Akan sularda yüzmek boğulmayı artırır.” çıkarımı yapması eksik bir bilgidir. Çünkü belki o bölge için geçerli olabilir, ama tüm insanlığı kapsayan bir bilgi olmayabilir. Bunu kanıtlamak için dünyanın farklı bölgelerindeki akarsuları ve oradaki boğulmaları gözlemlemesi gerekir. Farklı bölgelerde araştırma yaptıktan sonra elde ettiği bilginin tüm insanlığı kapsadığını bulabilir veya “Aslında Rize bölgesindeki insanlar iyi yüzme bilmediği için akarsularda boğuluyor, iyi yüzme bilindiğinde suyun akması veya durgun olması çok ciddi bir etkide bulunmuyor, burada kriter yüzme bilme seviyesidir.” gibi sadece o bölgeyi kapsayan bir sonuca da ulaşabilir. Otizmle ve aşılarla ilgili hikâye niteliğinde anlatılan, tıbbi açıdan değerlendirildiğinde yan etkiden daha ziyade senaryoya benzeyen gerçek(!) yaşam öyküleri de bu babdandır. Bu hikâyeler herkesi kapsamaz ve esas nedenin aşı olduğuna delil getirilemez.

Sonuç olarak yan etkiler kadar yan etkileri doğru değerlendirmek de çok önemlidir. Aksi hâlde insanlara zarar verecek çıkarımlar yapmak, insanları yanlış yönlendirmek ve korkutmak kaçınılmazdır. Hekimlik becerisi bu noktada doğru karar verebilmektir. Zira okuma yazması olan herkes prospektüslerde yazan yan etkileri okuyabilir ve kendi mantığıyla çıkarımda bulunabilir. Fakat doğruya isabet etmesi düşük bir ihtimaldir. Bunun yerine prospektüslerde yazdığı gibi “doktoruna başvurması” doğru olandır.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc) hamdolsun.


[1]. Mantadakis E, Farmaki E, Buchanan GR. Kızamık-kabakulak-kızamıkçık aşılamasından sonra trombositopenik purpura: Literatürün sistematik bir incelemesi ve yönetim için rehberlik. J Pediatr 2010; 156:623.

[2]. Barlow WE, Davis RL, Glasser JW ve diğerleri. Tam hücreli boğmaca veya kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısı yapıldıktan sonra nöbet riski. N İngilizce J Med 2001; 345:656. Vestergaard M, Hviid A, Madsen KM, et al. MMR aşılaması ve ateşli nöbetler: duyarlı alt grupların ve uzun vadeli prognozun değerlendirilmesi. JAMA 2004; 292:351.

[3]. Çalışma ve çalışmanın detaylı incelemesi için bk. Tevhid Dergisi, Aşı Tartışmalarına Bakış Açımız Nasıl Olmalıdır?, S 99, s. 80

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver