Salgın Hastalıklar Tarihi: Bilimde Bilginin Elde Edilmesi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Tıp tarihinde vücudun çalışma prensibi, hastalıklar ve tedaviler alanında binlerce farklı fikirler ortaya atıldı. Kimisi zaman içinde kanıtlandı ve hâlâ kullanılıyor, kimi iddiaların yanlış olduğu anlaşıldı ve terk edildi. Kanıta dayalı tıp algısı oluşmadan önce tıp alanı bugün “kesin doğru” dediği bilgiye yarın “kesin yanlış” diyebiliyordu. Bu durum da tıp ilmine duyulan güveni sarsabiliyordu. Fakat kanıta dayanarak bilgiye ulaşma dönemi başladığından beri bu yanılmalar en alt seviyeye indi. Dünyevi ilimlerin tamamı tecrübe ederek, yanılarak, değişerek ve bilgi birikimiyle zaman içerisinde gelişir; fakat bu durum doğru değerlendirilmelidir. Çünkü dünyevi ilimler ile İslam ilmi arasında çok keskin bir çizgi vardır:

“Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum.”[1]

Rabbimiz dinini tamamlamış ve kemale erdirmiştir. Allah’ın elçisi Peygamberimiz (sav) bu dinin tamamını bize tebliğ etmiştir. Sahabiler bu dini yaşamış ve Allah (cc) onların bu dini yaşayış şekillerinden razı olmuştur.[2] İslam’da insanların bulup dine ekleyeceği bir keşif veya yenilik yoktur. Var olanı arttırıp azaltmadan misli misline iman etmelidir.

Oysa dünyevi ilimler böyle değildir. Tüm âlemleri yaratan Rabbimiz kevnî ayetleri de en mükemmel şekilde yaratmıştır, onlarda hiçbir kusur bulunmaz,[3] fakat bu ayetlerin tüm detayları vahiyle insanlığa bildirilmemiştir. Aksine insanoğlundan düşünmesi, kafa yorması, tefekkür etmesi, Allah’ın (cc) birliğine ve yüceliğine delalet eden çıkarımlarda bulunması; yani aklını kullanarak keşfetmesi beklenmektedir. Bu incelemeler ve keşifler esnasında elbette ki zaman zaman hata yapılacaktır, çünkü öznesi insan olan her şey hataya açıktır.

Dinde ortaya çıkarılan her yenilik/bidat sapıklıkken ve ateşteşe aitken dünyevi ilimlerde her yeni fikir zenginlik kaynağıdır, bir keşfin veya buluşun ilk adımı olabilmektedir. İnsanlar Allah’ın kevnî ayetlerindeki neden sonuç ilişkisini akılla, deneme yoluyla, kıyasla, çıkarımda bulunarak, muhakeme gücüyle… anlamaya çalışır. Her insanın kapasitesi; akıl, zekâ ve anlama düzeyi farklı olduğu için birbirinden farklı fikirler ortaya çıkar ve tıp, bilim, teknoloji, sanat, zanaat gibi tüm dünyevi ilimler bu sayede gelişim gösterir. Şüphesiz ki insanların çeşitli özelliklerle yaratılması da Allah’ın ayetlerindendir.[4]

Bugün bilimin araştırdığı her şey aslında Allah’ın (cc) ayetleridir. Neden ve nasıl sorularını sorarak kevnî ayetlerin sebep sonuç ilişkisini incelemektedir. Fakat bilim dünyası bugün bazı çıkmazlara girmiş durumdadır.

Bunlardan ilki, bilimsel verilere baktığımızda yeryüzünün ve gökyüzünün ayetlerinin çok detaylı araştırıldığını ve pek çok doğru bilgi elde edildiğini gördüğümüz hâlde bilimle uğraşan bazı çevrelerin gayb ve şehadet âlemini birbirinden ayıramadığı için bu iki âleme muamelesindeki terazilerinin şaşmasıdır.

Âlem içinde âlem yaratan Rabbimiz gayb ve şehadet âlemini yaratmış ve ikisini de ilmiyle kuşatmıştır:

“Gayb ve şehadet (âleminin) âlimidir. Onların şirk koştuklarından yücedir.”[5]

İnsanoğlu şehadet âlemine taalluk eden meselelerde aklını kullanır, kıyas eder, düşünür, araştırır, inceler, çalışmalar yürütür, fikir üretir, deney yapar ve tüm bunlar neticesinde var olanı keşfetmeye, Allah’ın (cc) ufuktaki ayetlerini görmeye çalışır.

Güneşin doğuşu ve batışı, yıldızların yaratılması, yeryüzü ve gökyüzü, insanın yaratılması, canlıların yaratılması, yaratılmışların birbiri arasındaki ilişki/denge gibi ayetler üzerinde düşünmemiz, neden ve nasıl olduğuna dair tefekkür etmemiz gerekir. Bu tefekkür sonucunda da bizden Allah’ın (cc) birliği/tevhid ve ibadetin sadece O’na yapılması gerektiği sonucuna ulaşmamız beklenir:

“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın tek ilah olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiğine dair) deliller vardır.”[6]

İnsanoğlu gayb âlemini kuşatamaz, kavrayamaz ve anlayamaz. Yine Kur’ân’dan biliyoruz ki insan, Allah (cc) haber vermediği sürece gayb âlemine ait bilgilere ulaşamaz. Bize düşen sadece Allah’ın (cc) bize bildirdiği kadarıyla yetinmek ve Allah (cc) neyi ne kadar diyorsa ona o şekilde iman etmek ve teslim olmaktır:

“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. (Gaybı) O’ndan başkası bilmez.”[7]

“De ki: ‘Gaybın (bilgisi) yalnızca Allah’a aittir.’ ”[8]

“De ki: ‘Göklerde ve yerde Allah’tan başkası gaybı bilmez.’ ”[9]

“Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir. Fakat Allah (gaybı bildirmek için) resûllerden dilediğini seçer. Allah’a ve resûllerine iman edin. Şayet iman eder ve sakınıp korkarsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.”[10]

Allah’ın yeryüzüne indirdiği ilimler akıl sayesinde öğrenilir, anlaşılır ve uygulanır. Akıl, insanoğluna verilmiş çok büyük bir nimet olsa da dünya nimetidir ve her dünya nimeti gibi aşamayacağı sınırları vardır. Bilimle uğraşan insanların tüm neden ve nasıl sorularının ardında Allah’ın birliğini, yani tevhidi bulması ve bir olan Allah’a (cc) iman etmesi gerekirken onlar, yoldan çıkanlardan olmuşlardır. Bugün ne yazık ki iman, Allah’ın isim ve sıfatları, kader, ölüm ve sonrası, ahiret ve ruh konularında insanlar akıllarıyla çıkarım yapmaya, mantıksal analizler üretmeye çalışmakta; diğer yandan gözüyle gördüğü, dokunduğu, test edebildiği ve doğru neticeye ulaştığı pek çok bilimsel veriyi olması gerekenden daha ileriye taşıyarak mutlak/tek doğru olarak kabul etmektedir. Rabbinin ayetlerini koyması gereken noktaya bilimi koyabilmektedir.

İkincisi, bilim bugün müşriklerin elindedir. Sınırlarını onlar çizmekte, soruları onlar sormakta ve cevapları da onlar bulmaktadır. Hâliyle çizdikleri sınırlarda tevhid ve şirk kavramları yer almadığı gibi helal ve haram kaygıları da yoktur.

Bir örnekle açıklamaya çalışalım; çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc):

“Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki: ‘O ikisinde hem büyük günah hem de insanlar için faydalar vardır.’ (Fakat) ikisinin günahı faydasından daha büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: ‘(İhtiyaçlarınızdan) arta kalanı (infak edin).’ Düşünesiniz (ve gerekli öğüdü alasınız) diye Allah, ayetlerini sizin için açıklar.”[11]

Rabbimiz Bakara Suresi’nde bize yasak/haram kıldığı içki ve kumardan bahsetmektedir. İçkinin faydası olduğunu bildirmekle birlikte günah olduğuna hükmetmiş ve bizler için yasaklamıştır.

Bugün bilim, içkiye dair yaptığı çalışmalar sonucunda içkinin faydalı olabileceği yönlerini ve insan bedeni için zararlarını keşfediyor. Tıp alanında alkol, alkolün içeriği, vücuttaki etkileri, organlar üzerindeki hasarı, gebeyken alkol alımı, anne karnındaki bebeğe etkisi, alkolün aşırı dozda alımı, kaçak alkolün vücuttaki zehirleyici etkileri ve bunların tedavisi hakkında detaylı bilgi mevcuttur. Bu bilgiler doğrultusunda insanlara tedavi prensipleri belirlenmiş ve Allah’ın yardımıyla bu tedaviler hayat kurtarıcı seviyede etkilidir. Aynı bilim, bugün şarabın kalp hastalıklarına iyi gelebileceğini ve faydalarının olabileceğini de söylüyor. Ayetin bize bildirdiğinden farklı bir neticeye ulaşılmış değil. Tam bu noktada Müslimlerin yolu ile mücrimlerin yolu ayrılıyor.[12] Müslimler, “Faydası da olsa Allah (cc) haram diyorsa haramdır.” diyor ve yaşamlarını Allah’ın (cc) buyruğuna göre şekillendiriyor. Müşrik ise “İçkinin faydaları vardır, içilebilir/içilmesi serbesttir.” diyerek günaha girdiği gibi yasak ve serbestleri değiştirip şirke düşebiliyor. Hatta bir grup hekim bir adım daha ileri gidebiliyor -şeytanın da dostluğuyla-[13] “Sağlık için günde bir kadeh şarap içilmelidir.” diyerek hüküm bina edebiliyor ve daha da yoldan sapıyor.

İçkinin bedensel etkileri ve bunların tedavilerine dair bilgiler Allah’ın yeryüzüne indirdiği ilimle biliniyor, Müslim veya kâfir, bu araştırmaları kim yaparsa yapsın Allah’ın (cc) yardımıyla aynı doğru bilgilere ulaşabilir. Bilim insanının içine düştüğü bu çıkmazları gören İslam coğrafyası -Allah’ın (cc) rahmet ettikleri müstesna- bazen meseleleri değerlendirmekte yanılabiliyor, “doğru terazisi” şaşabiliyor. Bilgiye ulaşan kişinin vardığı hatalı noktayı (helal haram sınırlarının çiğnenmesini ve hükmün değiştirilmesini) eleştirirken doğru bilgiyi de reddedebiliyor. Oysa iman eden insanlar Allah’ın (cc) kevnî ayetlerini daha fazla araştırmalı, daha fazla tefekkür etmelidir.

Bugün bilimle uğraşan insanlar bu araştırmaları tefekkür niyetiyle yapmamaktadır. Bazı insanlar elde edilen bilimsel verileri insanlığın yararına kullanmaya çalışırken bir kısım ise yeryüzünü imar etmek yerine fesada vermektedir.

Allah’a (cc) hakkıyla iman edenlerin, bilimin keşfettiği doğruları reddetmek/görmezden gelmek yerine bilimde ilerlemeleri ve sınırlarını belirleyecek konuma gelmeleri gerekmektedir. Bilimin içerisine düşmüş olduğu bu iki çıkmaz bu sayede giderilebilir ve bütün araştırmalar, incelemeler, tefekkürler amacına ulaşabilir.

Kevnî ayetleri tefekkür ederek Rabbine ibadet eden mümin, teknik imkânları sağlayıp Allah’ın yardımını da umarak en güzel bilimsel veriyi ortaya koyabilecektir. Böylece Allah’ın razı olduğu sınırlar içerisinde bilimsel verileri üretip yeryüzünde bilimde öncü konuma geçebilecek, Allah’ın (cc) razı olduğu şekilde yeryüzünü imar edebilecektir.

“Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış olan (mustazaflara) iyilik yapmak, onları (kendilerine uyulan) imamlar yapmak ve onları (yeryüzüne) vâris kılmak istiyoruz.”[14]

Bir olan Allah’a (cc) ibadet etmekte istikamet bulamayan,[15] imanına zulüm/şirk bulaştıran,[16] ibadetlerin hakkını veremeyip gevşekliğe düşen,[17] Allah’ın yardımını ummak yerine Allah’a (cc) karşı gizliden gizliye su-i zan besleyen, El-Kebîr olan Allah’ı unutup falan ülkeleri filan insanları gözünde büyüten, teknik imkânlara sahip olmak için çalışmak yerine fakir edebiyatı yapan ve dahi bu uğurda koşuşturanları eleştiren hangi insan ortaya bilim koyabilir, bilimsel veriye ulaşıp yeryüzünü hayırla imar edebilir?

Bilimin doğruları ve çıkmazları, bu çıkmazlara karşı tutumlar hakkında konuşmaya bir sonraki yazımızda devam etmek ümidiyle…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1]. 5/Mâide, 3

[2]. “Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte.” (9/Tevbe, 100)

           “Şayet onlar (misli misline), sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa, hidayete ererler. Yüz çevirirlerse, onlar ancak bir ayrılık içinde olurlar. Onlara karşı Allah sana yetecektir. O (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.” (2/Bakara, 137)

[3]. “O (Allah) ki; (her biri diğerinin üzerinde ve birbirine uyumlu) katmanlar hâlinde yedi gök yarattı. Rahmân’ın yaratmasında hiçbir uyumsuzluk/tutarsızlık göremezsin. İşte (yarattıkları ortada) çevir gözünü, bir açık/gedik görebilecek misin? Sonra (kusur aramak için) iki defa daha göz at. Göz hiçbir şey elde edememiş ve yorulmuş olarak sana dönecektir.” (67/Mülk, 3-4)

[4]. “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda, âlimler için ayetler vardır.” (30/Rûm, 22)

[5]. 23/Mü’minûn, 92

[6]. 2/Bakara, 164

[7]. 6/En’âm, 59

[8]. 10/Yûnus, 20

[9]. 27/Neml, 65

[10]. bk. 3/Âl-i İmrân, 179

[11]. 2/Bakara, 219

[12]. “Suçlu günahkârların yolları apaçık belli olsun diye, ayetlerimizi işte böyle tafsilatlandırıyoruz.” (6/En’âm, 55)

[13]. “Böylece her peygambere insanların ve cinlerin şeytan olanlarını düşmanlar kıldık. Bazısı diğer bir kısmını aldatmak için sözün yaldızlısını vahyeder/fısıldar. Şayet Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. (Öyleyse) onları uydurdukları iftiralarıyla baş başa bırak.” (6/En’âm, 112)

[14]. 28/Kasas, 5

[15]. “Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz ki ayetleri, düşünüp öğüt alan bir topluluk için detaylıca açıkladık.” (6/En’âm, 126)

[16]. “Hani Lokman, oğluna öğüt verirken demişti ki: ‘Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.’ ” (31/Lokmân, 13)

[17]. “Gevşemeyin, üzülmeyin! Şayet inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.” (3/Âl-i İmrân, 139)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver