Sabrı Besleyen Kaynaklar

Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Son dönemde yazdığım yazılar nedeniyle bazı geri dönüşler aldım. Özellikle annelerden ve gençlerden aldığım geri dönüşler, sabrın mahiyeti ve kaynakları hususunda konuşmanın yerinde olacağı kanaatini oluşturdu bende… Zira itikadi ve ahlaki sorumluluklarımızın temelinde sabır vardır. Bundan olsa gerek, Nebi (sav) imanın ne olduğunu soran Amr ibni Abese’ye (ra), “İman, sabır ve musamahadır.”[1] buyurmuştur. Alî (ra) ise “Sabır, tökezlemeyen bir binektir.”[2] demiştir. Kulluk yürüyüşünde tökezlememek için her birimizin sabra ihtiyacı vardır.

Sabrın Lugat Anlamı

“S-b-r” kökünden türeyen sabrın, üç ayrı kök anlamı vardır. İlki engel olmak, hapsetmektir. İkincisi bir şeyin zirvesi, tepesidir. Üçüncüsü bir taş cinsidir. Sert ve yılmaz kayalara, bu kökten türeyen “sabura” denilir.[3] Yüce Allah’ın emrettiği sabır, insanı nefsî arzularından alıkoyması ve Yüce Allah’ın emir, nehiy ve kaderine karşı gelmekten menetmesidir. Bu yönüyle sabır, insanın, kendisine karşı verdiği kulluk mücadelesidir. Bir yanda insanın nefsi ve zaafları, diğer yanda Rabbinin buyrukları ve takdiri vardır. İnsan nefsi isyandan, fücurdan, tembellikten, boşvermişlikten… yanadır. Şeriat ve kader ise insanı sorumluluk altına almaktan, onu eğitmekten ve onu zorlayarak potansiyelini açığa çıkarmaktan yanadır. Bu çekişmede sabır, kulun kendi nefsine ve arzularına karşı direnmesidir. Yine sabır insanın kendi zirvesine, en yüce kulluk ufkuna yücelmesidir. Zira her insanın bir içinde bulunduğu hâl, bir de ulaşabileceği bir kulluk zirvesi vardır. Bu zirveye ulaşmanın yollarından biri sabırdır. İnsanın potansiyelini kullanması için sabra ihtiyacı vardır. Zira insan zorlanmadan, direnmeden, mücadele vermeden Yüce Allah’ın bahşettiği potansiyeli kullanamamaktadır. Son olarak sabır, insanın direnç ve mücadele azmi kazanması, bir kaya gibi çetin olmasıdır. İnsana mücadele ve direnme azmi kazandıran vesilelerden biri de sabırdır.

Kur’ân’da Sabır

Sabır, Kur’ân-ı Kerim’in en canlı kavramlarından biridir. Vahye göre, her sorumluluk bir imtihandır ve her imtihanın da kendine özgü bir sabrı vardır. Hâliyle sabrı kuşanmak, daimî bir bilinç ve farkındalıkla mümkündür. Sabredebilmek için evvela sorumluluğun farkında olmak ve o sorumluluğun sabrının ne olduğuna dair şer’i bilgiye sahip olmak gerekir. Örneğin çocuklar, ebeveynler için imtihandır; davete muhatap insanlar, davetçinin imtihanıdır; arzuların baskısı, bir gencin imtihanıdır… Her birinin imtihanı kazanabilmesi için sabra ihtiyacı vardır ve her birinin sabrı bir diğerinden farklıdır. Kur’ân-ı Kerim bu hakikate şöyle işaret eder:

“Rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus Peygamber) gibi olma! Hani dert ve sıkıntıyla (Rabbine) dua etmişti.”[4]

Ayette sabır; davet sorumluluğunu yerine getirmek, müşriklerin davet karşısındaki lakaytlıklarına öfkelenip görev sahasını terk etmemektir.

“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın/birbirinize sabrı tavsiye edin ve nöbet tutun. Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa eresiniz.”[5]

Ayet, Uhud Savaşı’nda yenilen sahabeye seslenmektedir. Hâliyle sabır; yenilginin getirdiği ümitsizlik ve yıpranmışlığa kapılmamak, hızlıca toparlanmak ve yenilgi ile kaybetmeyi karıştırmamaktır.

“Ailene namazı emret, sen de onda sabırlı/kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Akıbet takvanındır. (Takvalı olanlarındır.)”[6]

Babalara seslenen ayette sabır; ehline hatırlattığı konularda, yani örneklik hususunda kararlı olmaktır.

“Nice nebiyle beraber birçok rabbani (âlim ve mücahid) savaştı. Allah yolunda başlarına gelen sıkıntılar nedeniyle gevşekliğe düşmediler, zayıflamadılar ve (düşman karşısında) alçalmadılar. Allah, sabredenleri sever.”[7]

“Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Sizden sabırlı yirmi kişi, (onlardan) iki yüz kişiyi yenilgiye uğratır. Sizden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiyi yenilgiye uğratır. Bu, onların anlamayan bir topluluk olmalarındandır. Şimdi, Allah (yükünüzü) hafifletti ve sizde zayıflık olduğunu bildi. Sizden sabırlı yüz kişi, (onlardan) iki yüz kişiyi yenilgiye uğratır. Sizden bin kişi, onlardan iki bin kişiyi Allah’ın izniyle yenilgiye uğratır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”[8]

Okuduğumuz ayetlerde sabır, cihadla ilgilidir. Savaş meydanında cesaret ve kararlılık göstermek, düşmanın sayı ve teçhizat üstünlüğüne aldanmamak, can derdine düşüp İslam’ın istediği adanmışlık duygusunu ihmal etmemektir.

“Musa ona demişti ki: ‘Sana öğretilen doğrulardan/isabetli bilgilerden bana öğretmen için sana tabi olayım mı?’ Demişti ki: ‘Sen, benimle beraberliğe sabredemezsin! Hem hakikatini kavrayamadığın (sana verilmemiş bilgiye) nasıl sabredeceksin ki?’ (Musa) demişti ki: ‘İnşallah beni sabreden biri olarak bulacaksın ve senin hiçbir emrine karşı gelmeyeceğim.’ ”[9]

Okuduğumuz ayette sabır; ilmin çilesine katlanmak, ilmin hakikatini kavrayıncaya kadar beklemek, hocanın şartlarına riayet etmektir.

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi sabır, canlı bir kavramdır. Davetin, eğitimin, evimizin ve mücadelenin; kısacası kulluğumuzun her alanındadır. Sabredenlerden, yani Allah’ın (cc) sevdiği ve beraber olduğu kullarından olmak için önce imtihanın farkında olmak, sonra da o imtihanın sabrına dair şer’i bilgiye sahip olmak gerekir.

Sabırlı Olmayı Kolaylaştıran Etkenler

1. Doğru İsimlendirme Yapmak

İmtihanın en temel meselelerinden biri doğru isimlendirme yapmak, başımıza gelen şeye isabetli ad koymaktır. Zira bir şeye verdiğimiz isim ona bakışımızı etkilemekte; bakış açımız da duygu, düşünce ve eylemlerimize yön vermektedir. Örneğin herhangi bir alanda hizmet eden bir kardeşimiz, “Canım sıkılıyor, bunalıyorum…” dediğinde ilk düğmeyi yanlış iliklemekte, içinde bulunduğu duruma yanlış isim vererek kulluk yürüyüşünü baltalamaktadır. Şöyle ki; canı sıkılan insan, can sıkıntısını gidermeye çalışacaktır. Can sıkıntısını içinde bulunduğu koşullarla ilişkilendirdiği için de yaptığı işi değiştirecek veya terk edecektir. Yani kendini bir hayırdan mahrum edecektir. Oysa doğru isimlendirme, “Yaptığım işin zorluklarına sabredemiyorum.” olmalıdır. Bu durumda kişi yaptığı işe değil öz nefsine odaklanacak, onu ıslah ve terbiyeyle meşgul olacaktır. Sabırlı olmanın yollarını arayacak, sabrın kaynağına, yani Rabbine yönelecektir. İçinde bulunduğu duruma doğru isim vermek onu hem can sıkıntısından kurtaracak hem de Rabbine yakınlaştıracaktır. Aynı şeyi bir anne için düşünecek olursak da sonuç değişmeyecektir. Ev sorumluluklarından yorulan bir anne, “Çocuklarım çok yaramaz, beni çok yoruyorlar…” dediğinde çocuklarını suçlamış olacak, tüm hıncını çocuklardan çıkaracak ve sabırsız bir anne olmasının yanında, dayakçı/işkenceci bir anneye dönüşecektir. Çocuklara uyguladığı şiddet, çocukları ıslah etmediği gibi önce anneden, sonra evden, sonra da ailenin kimliğinden yani İslam’dan soğutacaktır. Aynı anne doğru isimlendirme yaparak, “Ben sabırsızım…” dediğinde ise kendine çekidüzen verecek ve nefsini ıslah edecektir. Böylece hem kendini hem de çocuklarını kurtaracaktır.

2. Sabır İçin Dua Etmek

“Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir topluluğa karşı bize yardım et.’ demişlerdi.”[10]

“Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar olarak canımızı al.”[11]

Zorluk ânında Allah’tan (cc) sabır istemek, seçkin kulların özelliklerindendir. Seçkin kullar, “Üzerimize sabır yağdır/boşalt!” demişlerdir çünkü sabrın, yağmur ve sekinet gibi göklerden gelen bir yardım olduğunun farkındalardır. Bu, onların sabrın kaynağıyla kurduğu sıhhatli ilişkinin meyvesidir.

“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlar için üzülme. Kurdukları tuzaklar nedeniyle de sıkıntıya düşme.”[12]

Müminin sabrı Allah (cc) ile, O’nun yardımıyladır. O’nun yardımını celbeden amel de duadır. Avuçlar yorulana, dudaklar kuruyana ve kalp kulluğa doyana kadar dua…

Sabır ve Namazla Yardım İstemek

Allah’tan sabır niyaz ettiğimiz gibi, sabrın kendisini niyaz hâline getirip Allah’tan (cc) yardım istemeliyiz. Bu çok özel bir dua, Allah (cc) ile beraber olan yiğitlerin ve huşu ehlinin kulluk makamıdır:

“Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz ki o (namaz ve sabırla yardım dilemek), huşu ehli dışındakilere büyük/ağır gelen bir yüktür.”[13]

“Ey iman edenler! Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”[14]

Sabır ve namazla yardım dilemek, ayette de belirtildiği gibi büyük bir iştir ve aynı zamanda zordur. Üstelik onu herkes değil, yalnızca huşu ehli yapabilir. Peki, kimdir bu huşu ehli? Allah’a (cc) döneceklerine yakinen inananlar ve ahirete iman şuuruyla yaşayanlar…

Sabır ve namazla Allah’tan yardım dilemek, içinde bulunduğumuz durumu sabırla karşılamak ve çokça namaz kılarak Allah’a (cc) yönelmektir. Sabır, başımıza gelenin Allah’tan olduğunu bilmek ve şikâyet etmeden Rabbimizden geleni rızayla karşılamaktır. Namaz ise O’ndan başka isteyecek, yönelecek ve sıkıntımızı giderecek kimsenin olmadığını kabul ve itiraf etmektir.[15]

Buradan anlıyoruz ki; sabırla namaz arasında kopmaz bir bağ vardır. Âdeta sabırsız namaz, namazsız sabır yoktur diyebileceğimiz bir bağ… Allah (cc) en doğrusunu bilir; bu bağ namazın sabra kaynaklık etmesi; denizleri besleyen ırmaklar gibi sabrı beslemesidir… Yani namazın sabra kaynaklık etmesi, onu rafine edip kaliteli bir hâle getirmesi (sabr-ı cemil), onu dal budak salan bir ağaç gibi büyütmesidir. Namaz ve sabır arasındaki bu bağ nedeniyle olsa gerek, Rahmân’ın kulları zorlandıklarında namaza sığınmış, musibet karşısında ihtiyaç duydukları sabrı namazdan tedarik etmişlerdir. Hadiste şöyle rivayet edilmiştir:

“Peygamber (sav) sıkıntılı durumlarda nafile namaza koşardı.”[16] [17]

Seyyid Kutub (rh) şöyle der:

“Eğer meydana tâyin edilmiş bir müddet, iyi hazırlanmış bir yol azığı yoksa, zaman uzayıp, zorluklar artınca sabır azalır veya tükenir. Bunun için Allah Kur’an-ı Kerîm’de sabırla namazı aynı paralelde zikrediyor. Namaz; kurumayan bir kaynak, bitmeyen bir hazinedir. Kalbi sükûnete ulaştırır ve azmi artırır. Sabır ipi yalnızca namazla uzar ve namazla birlikte olduğu müddetçe kopmaz. Namaz, sabra Allah’ın rızasını, tatlı yüzü, iç huzurunu, güveni ve yakini ekler.”[18]

3. Sabır Gayreti ve Kararlılığı İçinde Olmak

Yüce Allah’tan sabır dilemek, sözlü duadır. Sabırlı olma gayreti ve kararlılığı ise fiilî duadır. Yüce Allah; sabırlı olma azmi ve kararlılığı içinde olanları sabırla mükâfatlandıracağını vadetmiştir:

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim de sabırlı olmaya çalışırsa (Allah onu) sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir.”[19]

Mahmûd ibni Lebîd’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah (cc) bir topluluğu sevdiği vakit onları imtihan eder. Sabreden kişiye sabır, tahammülsüzlük edip sızlanan kişiye de tahammülsüzlük vardır.”[20]

Sabır gerektiren bir durumla karşılaşıldığında sabırlı olma gayreti içinde olmak, sabır öncüsü enbiyanın (as) yoludur. Böylesi durumlarda onlar sabırlı olacaklarına dair kendilerine söz verir, sonra da kararlı bir şekilde o söze bağlılık gösterirlerdi:

“Elbette, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edecek olanlar yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.”[21]

Kâfirlerin tehditleriyle karşılaşan enbiya daha ilk ânda bir söz veriyor, sabırlı olacaklarını ilan ediyorlar. Bu, düşünülmeden söylenmiş bir sabırlılık sözü değil; gerekçeleri üzerinde düşünülmüş, Allah’ı (cc) hakkıyla tanıma ve tevekkül duygusundan neşet eden bir sözdür. Ayetin tamamını okuduğumuzda bunu daha iyi görürüz:

“Ne diye Allah’a tevekkül etmeyelim ki? Kuşkusuz O, bize (dosdoğru) olan yollarımızı göstermiştir. Elbette, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edecek olanlar yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.”[22]

Bu cümle; resûllerin kendi nefislerine nasihati, kendi öz nefislerini motive/teşvik etmeleridir. İnsan, başkasının sözleriyle motive olduğu gibi kendi sözleriyle de motive olabilen bir varlıktır. İnsanın ağzına en yakın kulak kendi kulaklarıdır. Söyledikleri ilk olarak kendi kulağına, oradan da kendi kalbine ulaşmaktadır. İnsanın sözleri sabır ve kararlılık aşılamalı, hem kendini hem de dinleyenleri umutlandırmalıdır. Elbette bu; gerçeklikle bağını koparmış, romantik hayaller satan afili sözler değildir. Resûllerin metodunda olduğu gibi gerçekliğin farkında, içinde bulunulan durumu resmeden ve insanı o gerçeklik karşısında kararlı kılan samimi sözler olmalıdır.[23]

“Ve üzerine yalancıktan kan (sürülmüş) gömleğini getirmişlerdi. ‘(Hayır, öyle değil!) Bilakis, nefsiniz bu işi size süslü göstermiş! (Artık bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin söylediklerinize karşı (yardımına sığınılacak) El-Mustean olan Allah’tır.’ demişti.”[24]

Yûsuf’a (as) yapılan kötülük karşısında Ya’kûb’un (as) tepkisi işte budur: Artık bana düşen güzel bir sabırdır!

Sabırda kararlılık hususuna değinmişken önemli bir meselenin altını çizmeliyiz: Sabırda kararlılık gösterebilmek için imtihanı fark ettiğimiz o ilk ân çok önemlidir.[25] Allah Resûlü’nün (sav) ifadesiyle, “Sabır, ancak musibetle ilk karşılaşma esnasında olandır.”[26] Şayet insan imtihanı fark ettiği o ilk ânda sabırlı olacağına dair kararlılık gösterirse Yüce Allah onun sabrını pekiştirmekte, aldığı kararı bereketlendirmektedir. Yukarıda Allah Resûlü’nün (sav) sözlerini okuduk, sabırlı olma iradesinin mükâfatı sabırdır. Ancak kişi imtihanı fark ettiği ilk ânda sabırsızlık gösterirse ona da amelinin karşılığı vardır. Kur’ân ve Sünnet, sabır kavramının karşısına ceza’ kavramını koymuştur.[27] Ceza’; kaygı, endişe, mızmızlık, sızlanma, tahammülsüzlük gibi anlamlara gelir. Allah Resûlü (sav), imtihan esnasında ceza’ hâli izhar edenlere Yüce Allah’ın ceza’ ile karşılık vereceğini, kalplerinde o duyguyu yaratacağını haber vermiştir. Bu meselenin “istirca ahlakı”yla ilişkisi vardır. Kur’ân ıstılahında sabırlı insan; korku, açlık, mal ve candan eksiltilmeyle karşılaştığında, “Biz Allah’a aitiz/Allah’tan geldik ve hiç şüphesiz yine O’na döneceğiz.” diyenlerdir:

“Andolsun ki sizleri biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele! Onlar ki başlarına bir musibet geldiğinde: ‘Şüphesiz ki biz Allah’a aitiz/Allah’tan geldik ve hiç şüphesiz yine O’na döneceğiz.’ derler.”[28]

İstirca inanılarak söylenirse insana başlangıç ve nihayet arasında istikamet kazandırır. Nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilen, yolu şaşırmaz. Bazı şeyler onu zorlasa da istikametini kaybetmez. Değil mi ki o, Allah’a (cc) aittir? Öyleyse O’nun mülküdür ve O (cc), mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Hem, hiçbir malik, mülküne zarar verecek iş yapmaz. Malik, mülkünü ıslah etmek, onu geliştirmek ve arttırmak ister. Kul bu inceliğe vâkıf olduğunda musibetin içindeki İlahi hikmeti fark eder. Kadere zorunlu değil, gönüllü teslim olur; bu da rızadır. Kul, Rabbinden razıysa umulur ki Rabbi de ondan razı olur.

Varacağı yeri bilen insan, kaybettiklerinin nereye gittiğini de bilir. Bir gün o da Rabbine dönecek, dünyada yitirdikleriyle buluşacaktır. Bu bilgi, onu salih amele teşvik eder. Sevdikleriyle ebedî hayatta buluşmak için yaşamının kalan kısmını salih amellerle imar eder. Musibetlerin onu yıkması şöyle dursun, bilakis onu inşa eder. İstirca bilinci, musibeti dahi kulu Rabbine yakınlaştıran bir vesileye dönüştürür.[29]

İslam inancının insana kazandırdığı asil bir duruş vardır. Hayat karşısında asalet, ölüm karşısında asalet, varlık karşısında asalet, yokluk karşısında asalet… Bu asil duruşun kaynağı Allah’a (cc) kulluk ve O’na teslimiyettir. Kişinin, çıkış ve varış noktasını yakinen bilmenin kalp mutmainliğini yaşamasıdır. Zira İslam inancına göre her şey Allah’tandır ve Allah (cc) kullarına asla zulmetmez. O (cc), onlara öz annelerinden daha merhametlidir. Ayrıca İslam inancı kişiye gerçekçi bir bakış açısı kazandırır. Gece ile gündüz, hayat ile ölüm iç içedir.[30]

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Taat, masiyet veya musibetle karşılaştığımız o ilk ân, çok önemlidir. Ya imtihanı sabır kararlılığı ve gayretiyle ya da kaygı, endişe ve mızmızlıkla karşılarız. Her iki karşılaşma da Allah (cc) indinde dua yerine geçer ve Yüce Allah bizim tutumumuza misliyle mukabelede bulunur. El-Mucîb olan Rabbimiz sabra sabırla, ceza’ya ceza’yla icabet eder.

4. Musabere: Sabırda Yarışmak

“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın/birbirinize sabrı tavsiye edin ve nöbet tutun. Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa eresiniz.”[31]

“S-b-r” kökünden türeyen musabere, iki taraf arasında cereyan eden sabır durumunu, sabırda yarışı ifade eder. Okuduğumuz ayetin bağlamı esas alınırsa sabır yarışı müminler ile kâfirler arasında olabilir. Bir taraf batılda sabır ve kararlılık gösteriyorsa diğer taraf da hakta sabır ve kararlılık göstermelidir. Musabere, insanın kendi nefsine karşı sabır yarışı da olabilir. Arzuların baskısına, nefsin tembelliğine ve masiyetlere meyline direnmek, nefse karşı verilen sabır yarışıdır. Sabırda yarışmak, müminlerin hayırda yarışması anlamında da olabilir. Taatlere, masiyetlere ve kadere sabır gösteren İslam toplumunun itaat ve adanmışlıkta öne geçme yarışı, hakikatte sabırda yarıştır.

Sabırda yarışmak, insanın fıtri duygularından birini kulluğa dönüştürmektir. Zira her insanda yarışma, rekabet ve öne geçme hasleti vardır. Yeryüzünün imarı için bu haslet gereklidir. Aksi hâlde insanoğlu kamıştan kulübeler içinde iptidai bir hayat yaşardı. Yüce Allah bu fıtri hasletin imar ve medeniyet yolunda kullanıldığı gibi kulluk yarışında da kullanılmasını ister. Kullanılmasını ister ki; insan yarışma heyecanıyla yenilensin, öne atılacak güç bulsun, dünyasını imar ettiği gibi ahiretini de imar etsin!

5. Sabır Öncülerini Örnek Almak

“Ulu’l-Azm peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret!”[32]

“Onların söylediklerine sabret ve kuvvet sahibi olan kulumuz Davud’u an! Şüphesiz ki o, çokça (Allah’a) yönelirdi.”[33]

Yüce Allah, Nebi’sine (sav) sabır imamlarını örnek göstermiş, onlar gibi sabırlı olmasını istemiştir. Demek ki sabırda öncü insanları tanımak, onların zorluklar karşısında gösterdiği tahammülün bilincinde olmak, insanın sabırlı olmasını sağlayan etkenlerdendir. Allah Resûlü (sav) bu emre imtisal etmiş, zorlandığı zamanlarda sabır öncülerinin sabrını hatırlayarak sabır azmini bilemiştir.

Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Huneyn Savaşı’ndan sonra Allah Resûlü (sav) ganimet mallarını paylaştırırken insanların bir kısmını diğerlerine tercih etmişti. Örneğin Akra’ ibni Hâbis ile Uyeyne’ye yüzer deve vermişti. Ayrıca bu paylaştırma sırasında Arapların eşrafından bir kısmını da diğer insanlara tercih etmişti.

Ben birisinin bu paylaştırmadan hoşlanmayarak şöyle dediğini duydum: ‘Vallahi bu paylaştırma adil yapılmamıştır ve bu paylaştırma sırasında kesinlikle Allah’ın rızası gözetilmemiştir.’

Ben de kendi kendime, ‘Allah’a yemin ederim ki bu adamın söylediklerini Nebi’ye (sav) anlatacağım.’ dedim ve Allah Resûlü’nün (sav) yanına gidip olan biteni anlattım.

Allah Resûlü (sav) bunun üzerine şöyle dedi: ‘Allah ve Resûl’ü adil olmayacaksa başka kim adil olabilir? Allah Mûsâ’ya rahmet etsin, o bundan daha fazla eziyet gördüğü hâlde yine de sabretmişti.’ ”[34]

6. Sabrın Faziletlerini Bilmek

Sabrın Allah (cc) katındaki değerini bilmek, insanın sabırlı olmasını kolaylaştırır. Kur’ân ve Sünnet, sabrın birçok faziletini zikretmiş, sabır ehlini öven sayısız eser varid olmuştur.[35]

Her şeyden önce, Yüce Allah sabredenlerle beraberdir ve onları sevmektedir:

“Allah, sabredenlerle beraberdir.”[36]

“Allah, sabredenleri sever.”[37]

Sabır, insanı dinde imamet/öncülük/örneklik mertebesine taşır.[38]

Sabır, bir zırhtır; insanı maddi ve manevi tuzaklardan korur:

“Size bir iyilik dokunması onları üzer, başınıza bir musibetin gelmesiyle sevinirler. Şayet sabreder ve korkup sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar vermez. Allah, onların yaptıklarını (çepeçevre kuşatan) Muhit’tir.”[39]

Sabır, insan hayatındaki ışıktır; hangi yöne yönelirse yönelsin yolunu aydınlatır.

Ebû Mâlik El-Eş’arî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sabır, ziyadır/ışıktır.”[40]

Ziya, ışığın özel hâlidir. Işık aynı zamanda kuvvetli ısı yayıyorsa ve ışığın kaynağı bizzat kendisiyse ziya diye isimlendirilir. Bu nedenle Kur’ân; Güneş’i ziya, Ay’ı nur diye isimlendirir.[41] Sabır, insanın yolunu aydınlatsa da sahibini yakar. Sabırlı olmak, insanı zorlar. İnsan ancak sabrın acılığına tahammül ederse aydınlanır. İslam’da aydınlanmanın karşılığı ise basiret ve hikmettir. Yani kullukta olgunlaşmak. Bunun için olsa gerek, Allah Resûlü (sav) insana verilen en hayırlı ve geniş nimetin sabır olduğunu söyler.

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim de sabırlı olmaya çalışırsa (Allah onu) sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir.”[42]

Güzel ahlak içindeki en yüce mevkiler, sabırla elde edilir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş. Bu (ahlaka) sabredenlerden başkası eriştirilmez. Bu (ahlaka) ancak (hayırdan) büyük bir payı olandan başkası eriştirilmez.”[43]

Sabır ehli ahirette Yüce Allah’ın özel konuklarıdır, sabırlarına karşılık türlü imkânlara nail olurlar:

“İşte bunlar, sabretmelerine karşılık (cennette özel konuklar için hazırlanmış) odalarla mükâfatlandırılırlar. Ve orada selamlanma ve esenlik temennileriyle karşılanırlar.”[44]

“(O akıbet de şudur:) içine girecekleri Adn Cennetleridir. Onların babalarından, eşlerinden, soylarından salih olanlar da oraya gireceklerdir. Ve melekler her kapıdan onların yanına girip, ‘Sabretmenize karşılık size selam olsun!’ (derler.) (Bu) yurdun akıbeti ne güzeldir.”[45]

7. Sabrı Tavsiye Etmek

“Asra/Zamana andolsun ki hiç şüphesiz, insan, hüsran içindedir. İman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.”[46]

“Ancak o, sarp yokuşa (salih amellere) atılmadı. Sen, sarp yokuşun ne olduğunu nereden bileceksin? O, köle azat etmektir. Ya da açlık gününde doyurmaktır. Yakın (akraba) olan bir yetimi, veya toprağa yapışmış (zorluk çeken) bir miskini/ihtiyaç sahibi yoksulu. Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmasıdır.”[47]

Sabrın kaynaklarından bir diğeri, sabrın karşılıklı tavsiye edilmesidir. Kur’ân’da iki yerde geçen “birbirlerine sabrı tavsiye” ayetleri, konumuzu da ilgilendiren önemli incelikler ihtiva eder:

İnsanlık hüsran içindedir, zira önündeki sarp yokuşa, (kulluk sorumluluğuna) atılmayı göze alamamıştır. Sarp yokuşa atılmayı göze alan bahtiyarların bir özelliği de birbirlerine sabrı tavsiye etmeleridir.

Tevasi, tefaul kalıbındandır. Bu kalıbın özelliği karşılıklı eylem için kullanılmasıdır. Buna göre hak, sabır ve merhamet tavsiyesi yanlızca yönetici, abi, hoca veya okumuşların sorumluluğunda değildir. Ümmet bir bütün olarak bununla sorumludur. Ümmeti oluşturan bireyler karşılıklı olarak birbirlerine sabrı tavsiye etmelidir.

Her iki ayette de tavsiye fiili tekrar etmiş, sabır ve tavsiyenin mustakil bir sorumluluk olduğunu göstermiştir. Yani birine din anlatmak, sabır tavsiyesi anlamına gelmez. Sabrın müstakil olarak tavsiye edilmesi gerekir.

Sabrın yol arkadaşları hak ve merhamettir. İçinde hak sevgisi ve merhamet duygusu olmayan bir kalp, şer’i sabırdan yoksundur.[48]

Öyleyse her birimizin sabrı tavsiye etmeye ve bize sabrı tavsiye eden bir eşe, arkadaşa, ebeveyne ve ortama ihtiyacı vardır.

8. Dünya Hayatının Hakikatini Anlamak[49]

Dünya hayatının bir hakikati vardır; o hakikatin anlaşılması sabırlı olmayı kolaylaştırmakta, aksi ise sabrı zorlaştırmaktadır.

“Andolsun ki biz insanı zorluk içinde yarattık. (Zorlu imtihanlara tabi tutulur ve zorluklara dayanıklıdır.)”[50]

İnsanın yaratılışı “kebed/zorluk” içindedir. Kebed içinde yaratılmak, hem insanın zorluk içinde yaratıldığını hem de zorluklara tahammül gösterecek donanıma sahip olduğunu gösterir. Dünya hayatı başından sonuna zordur, çabadır, çiledir. Onun hakikatini anlayan, dünya hayatının zorluklarına sabır gösterecektir.

“Şayet size bir yara dokunduysa hiç şüphesiz (düşman) topluluğuna da yara dokundu. (Mutlak ve daimi galip Allah’tır. İnsanlara gelince) biz bu günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, iman edenleri açığa çıkarmak ve sizden şahitler/şehitler edinmek (için böyle yapar). Allah, zalimleri sevmez.”[51]

Dünya hayatı fani olduğu gibi hâlleri de fanidir. Günler insanlar arasında dönüp durmaktadır. Bugünün zorluğu yarının genişliğiyle yer değiştirecektir. Kişi bu bilince ulaştığında zorluklara sabretmesi kolaylaşacak, sabrın zafer getirdiğine inanacaktır. Yarına dair umutlu olmak, sabrı besleyen en önemli kaynaklardandır. Muhammed ibni Şubrume (rh) başına hoşlanmadığı bir şey geldiğinde, “Yaz bulutu, birazdan dağılıp gider.” derdi.[52]

9. Allah Kimseye Gücünden Fazlasını Yüklemez

Okuduğumuz başlık, Kur’ân’ın genel ilkelerinden, kulluk kaidelerinden bir kaidedir.[53] Konumuz açısından önemlidir, zira mükellef olduğumuz şer’i ve kevnî imtihanların “gücümüz nispetinde” olduğuna işaret eder. Rahatlıkla diyebiliriz ki karşılaştığımız imtihan ne kadar zor olursa olsun; başarıyla tamamlanması ve o imtihandan yüzümüzün akıyla çıkmamız mümkündür. Aksi takdirde Yüce Allah’ın bizi gücümüzden fazlasıyla sorumlu tutması söz konusu olurdu, ki bu da imkânsızdır.

Yüce Allah bizi bir şeyle imtihan ettiğinde o imtihan için ihtiyaç duyduğumuz sabrı da verir. Ne ki çoğu insan, Yüce Allah’ın bahşettiği sabrı çarçur eder, imtihana sabır kalmaz. Çokça tekrarlanmasına rağmen en fazla unuttuğumuz şeylerden biri sabrın yanlış yerlere harcanmasıdır. Geçip gitmiş günlere hüzünlenmek, geleceğe dair kaygılanmak, gündelik basit işleri kafaya takmak; sabrın en fazla çarçur edildiği yerlerdir. Bazı insanlar nefisleriyle o denli baş başa bırakılmışlardır ki ne giyeceklerine, ne yemek yapacaklarına, ne alacaklarına dair saatlerce düşünür, sabır sermayesini har vurup harman savururlar. Bir yakınının basit bir davranışına ya da sözüne takılan, aylarca onu gündem edinen insan, mahzul[54] değildir de nedir? Şayet insan, imtihanıyla sabrı arasında uyumsuzluk görüyorsa muhasebe yapmalı ve sabır kaçağını bulmalıdır.

✽ ✽ ✽

Dinde imamet, dünyada onur ve ahirette ikrama nail olmak için sabra, Alî’nin (ra) ifadesiyle tökezlemeyen bir bineğe ihtiyacımız vardır. Zorluklar ve büyük çabalarla sürdürdüğümüz kulluk yürüyüşünde[55] heybemizde olması gereken zorunlu azıklardan biri sabırdır. Kulluk yürüyüşünü alınlarının akıyla tamamlayanlar sabır ehlidir.

Selam ve dua ile…


[1]. Ahmed, 19435

[2]. Mevsûatu Nedrati’n Naîm, s. 2470

[3]. bk. Mu’cemu Mekâyîsi’l Luğa, 3/329-330, s-b-r maddesi

[4]. 68/Kalem, 48

[5]. 3/Âl-i İmrân, 200

[6]. 20/Tâhâ, 132

[7]. 3/Âl-i İmrân, 146

[8]. 8/Enfâl, 65-66

[9]. 18/Kehf, 66-69

[10]. bk. 2/Bakara, 250

[11]. bk. 7/A’râf, 126

[12]. 16/Nahl, 127

[13]. 2/Bakara, 45

[14]. 2/Bakara, 153

[15]. bk. El-Esmau’l Husna, Halis Bayancuk, 2/1215

[16]. bk. Ebu Davud, 1319

[17]. bk. Fıkhu’l Hadis – Sünnet İlmihâli, Halis Bayancuk, 1/422-423

[18]. Fî Zılâl-il Kur’ân, Seyyid Kutub, 1/294, Bakara Suresi, 153. ayetin tefsiri

[19]. Buhari, 1469; Müslim, 1053

[20]. Ahmed, 23623

[21]. bk. 14/İbrâhîm, 12

[22]. 14/İbrâhîm, 12

[23]. bk. Vahyin Rehberliğinde İbrâhîm ve Hicr Suresi Tefsiri, Halis Bayancuk, s. 155

[24]. 12/Yûsuf, 18

[25]. bk. Minhâcu’l Kâsıdîn, İbnu’l Cevzî, 2/316

[26]. Buhari, 1283; Müslim, 926

[27]. bk. Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar, Toshihiku Izutsu, s. 147

[28]. 2/Bakara, 155-156

[29]. bk. Basıma hazırlanan Fıkhu’l Hadis Sünnet İlmihâli, 3. cild, Cenâiz Babı

[30]. bk. Basıma hazırlanan Fıkhu’l Hadis Sünnet İlmihâli, 3. cild, Cenâiz Babı

[31]. 3/Âl-i İmrân, 200

[32]. bk. 46/Ahkâf, 35

[33]. 38/Sâd, 17

[34]. Buhari, 3150; Müslim, 1062

[35]. Detaylı bilgi için bk. Sabredenlerin Hazırlığı Şükredenlerin Azığı, İbni Kayyim el-Cevziyye, s. 100-143

[36]. bk. 2/Bakara, 249

[37]. bk. 3/Âl-i İmrân, 146

[38]. bk. Medâricu’s Sâlikîn, İbni Kayyim el-Cevziyye, 2/141

[39]. 3/Âl-i İmrân, 120

[40]. Müslim, 223

[41]. bk. Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, İbni Receb el-Hanbelî, 2/24-25

[42]. Buhari, 1469; Müslim, 1053

[43]. 41/Fussilet, 34-35

[44]. 25/Furkân, 75

[45]. 13/Ra’d, 23-24

[46]. 103/Asr, 1-3

[47]. 90/Beled, 11-17

[48]. Tahammül ile sabır arasında fark vardır. Bir insan onur, inat, dünyevi menfaat, ideoloji vb. nedenlerle tahammül, direnç veya dayanıklılık gösterebilir. Tüm bunların sabır sayılabilmesi için Allah (cc) uğruna olması ve O’nun rızası gözetilerek gösterilmesi gerekir. Şer’i sabırdan kastımız da budur.

           “Onlar ki; Rabblerinin rızasını elde etmek için sabreder, namazı dosdoğru kılar, onlara rızık olarak verdiklerimizden gizli açık (sürekli) infak eder, kötülüğü iyilikle savarlar. Böylelerine (ahiret) yurdunun (güzel) akıbeti vardır.” (13/Ra’d, 22)

[49]. bk. Es-Sabru fi’l Kur’ân, Dr. Yûsuf el-Karadâvî, s. 84

[50]. 90/Beled, 4

[51]. 3/Âl-i İmrân, 140

[52]. bk. Sabredenlerin Hazırlığı Şükredenlerin Azığı, İbni Kayyim el-Cevziyye, s. 138

[53]. bk. 2/Bakara, 286; 6/En’âm, 152

[54]. İlahi yardımdan mahrum, nefsiyle baş başa bırakılan

[55]. bk. 84/İnşikâk, 6

Önerilen makaleler

Yorum (3)

  • şirvan eksik 1 yıl önce Cevapla

    Rabbim , bu yazıyı buraya taşıyan , bizim için erişmeyi kolaylaştıran tüm müminlerden razı olsun , onlara azık olarak sabrı nasip etsin inşallah

  • Meryem asel yıldırım 1 yıl önce Cevapla

    İnsanın sabrı duyguya benzer ve insan duygularını yarıştıramaz

  • Erhan AbdurRahman 1 yıl önce Cevapla

    Yüce Allah Ebu Hanzala Hocamıza, ailesine ve sevenlerine, esaret altındaki kardeşlerimize, Allah yolunda mücadele eden kardeşlerimize, hasta olan, darda ve sıkıntıda olan kardeşlerimize, mazlumlara ve bütün Müslimlere sabr-u cemil ihsan etsin .. Cezak Allahu khayran kesira ..
    “Rabbimiz günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl ve kafirler topluluğuna karşı bise yardım et.”

    Allahummu Amin ..
    Allahumme Amin ..
    Velhamdulillahi Rabbil Alemin ..

Cevap Ver