İslam’ın Gücü, Müminlerin Birbirlerini Veli Edinmeleriyle Oluşur

Sevgi ve yardım İslam’da dostluk ve kardeşliğin en belirgin manalarındandır. Sevgi; içsel bir durum olduğu için, şeriat sevginin belirtisi ve alameti olarak sevmenin yanına yardım etmeyi getirmiştir. Yardım etmek, sevgi iddiasının bir ispatıdır. İslam’da her iddianın bir ispatı vardır. Mücerred iddia İslam’da kişiye hiçbir şey kazandırmaz. Meselenin daha iyi anlaşılması için birkaç tane örnek verelim;

Dine girişin anahtarı olan La ilahe illallah kelimesi dilde mücerred bir sözdür. Bu kelimenin sadece dil ile söylenmesi kişiyi Müslümanlardan yapmaz. Kişinin İslam dairesine girebilmesi için bu iddiasının ispatını ortaya koyması gerekir. Bu iddianın ispatını şeriat Allah’ın subhanehu ve teâlâ dışında ibadet edilenleri reddedip, ibadeti sadece Allah’a yönlendirmek olarak belirlemiştir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim La ilahe illallah der ve Allah dışında ibadet edilenleri reddederse kanı ve malı haramdır (Müslümandır).” (Müslim)

Hiçbir şey yapmaksızın mücerred olarak Allah’a subhanehu ve teâlâ muhtaç olduğunu iddia eden kimsenin bu iddiası, bu halde kaldığı müddetçe zandan öteye geçmeyecektir. Şeriat, Allah’a duyulan ihtiyacın alametini dua olarak belirlemiştir. Dua, Allah’a duyulan ihtiyacın en güzel belirtisidir.

Allah sevgisi İslam’ın asıllarındandır. Kişi ‘Ben Allah’ı seviyorum’ diyerek Allah’a olan sevgisini göstermiş olmaz. Şeriat, Allah sevgisi iddiasının ispatını Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem tabi olmak olarak belirlemiştir. Rasûlullah’a tabi olmadan mücerred olarak dilde dolanan Allah sevgisi, yalandan başka birşey değildir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyuruyor:

“(Rasûlüm) de ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir.’ ” (3/Ali İmran, 31)

Müminler birbirlerine karşı olması gereken sevgi de bu şekildedir. Sevgi tamamen kalbî bir olgudur. Dilde bir iddiadır. Bunun mutlaka ameli bir tezahürünün olması gerekmektedir. Bu tezahür de şüphesiz ki müminlere yardım etmektir.

Müminleri veli edinmenin yolları konusunda şeriat gerekli bilgiyi vermiştir. Kişiye düşen tabiri caizse bu ağacın meyvelerini toplamaktır. Şeriat, bu meseleyi hem genel olarak, hem de tafsili olarak aydınlatmıştır.

Genel olarak şeriat, Müslümanları bir vücudun azalarına veya bir yapıya benzetmiştir.

Ebu Musa radıyallahu anh diyor ki:

“Rasûlullah parmaklarını birbirine geçirdi ve şöyle buyurdu: ‘Müminler birbirlerini destekleyen bir yapı gibidir.’ ” (Buhari)

Numan bin Beşir’den radıyallahu anh rivayetle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi konusunda müminler bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olursa, diğer organlar uyumadan, hararetle birbirlerini ona çağırırlar.” (Buhari)

Genel olarak şeriat dostluk konusunda Müslümanın tasavvuruna/düşüncesine hitap etmiştir. Şüphesiz ki birşeye bakış açımız ona karşı muamelemizi belirler. Kardeşlerine bakış açısı bir vücudun azaları gibi olan bir Müslümanın muamelesi de bu bakış açısına uygun bir biçimde şekillenecektir. Nasıl ki başımız ağrıdığında buna kayıtsız kalıp kitap okumaya devam edemiyor ve istirahat etme, ilaç alma ihtiyacı duyuyorsak aynı şekilde Müslümanların sorunlarına karşı da kayıtsız kalıp, yaşantımıza rutin şekilde devam edemeyiz.

Şeriat bu konuda genel olarak Müslümanların tasavvuruna hitap ettiği gibi, tafsili olarak da bir takım ameller belirlemiştir. Bu amellerin bazılarından bahsedelim;

Kardeşimize güler yüzlü olmak.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kardeşini güler bir yüzle karşılamak şeklinde de olsa, iyiliğin hiçbir şeklini küçümseme.” (Müslim)

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“…Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetli…” (5/Maide, 54)

Kardeşimizin bir sıkıntısını gidermek.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim bir mümini dünya sıkıntılarının birinden kurtarırsa, Allah onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim dünyada darda kalanın darlığını giderirse, Allah da ahirette onun darlığını giderir.” (Müslim)

Kardeşlerimiz arasında selamı yaymak.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz birşeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın.” (Müslim)

Müslümanın üzerine düşen bunları öğrenip, gerekenleri yapıp, yapmaması gereken şeylerden de kaçınmasıdır.

Müslümanların birbirlerini hem tasavvur olarak hem de amelî olarak veli edinmelerinin bir takım faydaları vardır. Bu faydaları dünyevî ve uhrevî olarak sınıflandırabiliriz.

Müslümanları Veli Edinmenin Uhrevî Faydası

Allah subhanehu ve teâlâ ayette şöyle buyurmaktadır:

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namaz kılar, zekat verir, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür, hakimdir.” (9/Tevbe, 71)

Bu ayetten velayetin Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmetini celbeden bir amel olduğunu anlamaktayız. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bile ahiret saadetine nail olabilmek için Allah’ın rahmetine ihtiyaç duyduğunu beyan etmektedir;

” ‘Orta yolu tutunuz ve doğru olunuz. Biliniz ki hiçbiriniz ameli sayesinde kurtuluşa eremez.’ Sahabe: ‘Sende mi ya Rasûlullah?’ diye sorunca, Rasûlullah şöyle buyuruyor: ‘Ben de kurtulamam. Ancak Allah’ın beni rahmeti ve fazlı ile kuşatması müstesna.’ ” (Müslim)

Müslümanların birbirlerini veli edinmesinin uhrevî faydası, Müslümanların ahirette Allah’ın subhanehu ve teâlâ rahmetine mazhar olmalarıdır.

Müslümanları Veli Edinmenin Dünyevî Faydası

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’ı, Rasûlü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar Allah’ın tarafını tutanlardır.” (5/Maide, 56)

Müminlerin birbirlerini dost edinmesinin dünyevi faydası Allah’ın subhanehu ve teâlâ müminleri dünyada dini yaşama ve hakim kılma noktasında üstün kılmasıdır.

Müslümanların birbirlerini dost edinmemeleri, birbirleriyle çekişmeleri sonucunu doğurur. Çekişme ve ihtilaf ise müminlerin kuvvetine ve birliğine olumsuz yönde etki edecektir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfal, 46)

Allah ve Rasûlü sürekli olarak Müslümanların birlik olmaları ve beraber hareket etmeleri gerektiğini söylemişlerdir.

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın ve bölünmeyin…” (3/Ali İmran, 103)

“Kendilerine açık ayetler geldikten sonra bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın.” (3/Ali İmran, 105)

“Allah’ın bana emrettiği beş şeyi ben de size emrediyorum; cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad.” (İmam Ahmed)

“Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan tek kalanla birlikte olur, iki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın.” (Tirmizi)

Bu naslardan şeriatın Müslümanları ayrılıktan sakındırıp, onları cemaatleşmeye çağırdıklarını anlamaktayız. Nebevî menhecin ilk merhalesi müminlerin hak üzere olan bir cemaatin altında bulunmalarıdır.

Cemaat, Müslümanları hedefe götüren basamaklardan bir tanesidir. Bu basamağın sağlam olması gerekir ki hedefe ulaşılabilsin. Cemaatin sağlam olabilmesi için fertlerinin Kur’an’a, Sünnet’e ve bu dinin pratiği olan selefin yaşantısına muvafık olan bir menhec üzere toplanmaları gerekir.

Allah’ın dünyada müminlere vaadettiği zafer ve üstünlük salt olarak cemaatin varlığı ile gerçekleşebilecek birşey değildir. Cemaatin varlığı ile beraber iç dinamiklerinin de kuvvetli olması gerekir ki Allah’ın subhanehu ve teâlâ vaadettiği bu zaferin gerçekleşebilmesi için ortam hazır hale gelebilsin. Bu iç dinamik şüphesiz ki müminlerin birbirlerini hakiki anlamda dost edinmeleridir.

Müslümanların birbirlerini bir vücudun azaları veya bir duvarın tuğlaları gibi görmeleri cemaatin iç dinamiğidir. Cemaati, cemaat haline getiren asıl meselelerden birisi de budur.

Sahabe neslini buna örnek verebiliriz. Sahabe Allah’ın subhanehu ve teâlâ deyimiyle bir uçurumun kenarında iken Allah’ın lütfu olarak iman ettiler. Daha sonra Allah iman eden bu zümrenin kalplerini birbirlerine yakınlaştırdı.

“Allah onların kalplerini birleştirdi. Sen yeryüzünde olan herşeyi toptan harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını bulup kalplerini kaynaştırdı.” (8/Enfal, 63)

Bunun neticesinde hakiki manada bir yapı çıktı ortaya. Öyle bir yapı ki dünyada bütün küfür ve zulüm önderlerine kafa tutup, kınayanın kınamasından korkmuyordu. Sebebi ise sadece bir araya gelmeleri değildi. Asıl sebep bir araya geldikten sonra birbirlerini dost edinip bir vücudun azaları gibi görmeleriydi. Bu Allah’ın nimeti idi. Ne zaman ki Müslümanlar birbirlerine kılıç çekecek seviyeye gelince, Allah subhanehu ve teâlâ nimetini Müslümanlardan çekip aldı ve onları dostluğun tam zıddı düşmanlık ile cezalandırdı.

Düşmanlık ise hep ayrılık ve ihtilaf getirdi. Bunun sonucunda ise şeriatın emrettiği cemaat, emir gibi mefhumlar arka plana atıldı. Kafirler hep beraber tam bir birliktelik içinde Müslümanlara saldırırken, Müslümanlar lâl oldu. Yahudi ve Hristiyanların, İslam ümmeti içine serpiştirdiği fitnelere hemen tav oldular. Kimi ırkını üstün tutmaya başladı, kimi dilini üstün tutmaya başladı. İslam’ın sancağı yerlere düşmüş, kimsenin umrunda olmadı. Müslümanların kanları heder edildi, kimse oraya bakmadı. Müslüman kadınların ırzlarına, namuslarına saldırıldı, kimse oralı olmadı. Ümmetin şerefini ve izzetini savunan mücahidlere ‘terörist’ yaftası yapıştırıldı. Ümmet tam anlamıyla bir parçalanma içerisine girdi.

Gücün ve kuvvetin tekrardan toplanmasının, ümmetin bu parçalanmışlıktan kurtulmasının formulü ise cemaatleşmektir. Cemaatleşmek ise sadece aynı inanç esasları etrafında toplanan insanların bir araya gelip oluşturduğu topluluk değildir. Aynı dinden olmamız bizi kardeş yapar ancak hem aynı din hem de aynı menhece sahip olmamız bizi bir cemaat altında toplamaya yeterlidir. Aynı itikad ve aynı menhec doğrultusunda bir araya gelen Müslümanların birbirlerini hakkıyla dost edinmeleri cemaatin iç dinamiklerinin kuvvet bulması anlamına gelmektedir.

Buraya kadar anlattıklarımız aslında bir bütünü oluşturan parçalardır. İslam ümmetinin eski gücüne kavuşabilmesi aynı itikad ve menhec üzere toplanan ve kendilerini bir vücudun azaları gibi gören insanlardan müteşekkil bir cemaatleşme ile mümkündür. Bu bütünün herhangi bir parçası zedelenirse bunun getirisi ayrılık, parçalanma ve kuvvetin kaybolması olacaktır.

“Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi mağfiret eyle. Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz, şüphesiz ki sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin!” (59/Haşr, 10)

Dualarımızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver