İslam Adına Sorumluluk Almak Emanettir, İtaat Etmek – 3

Hamd, bizlere hidayet eden, dinine hizmet şerefiyle mükâfatlandıran Allah’adır.

Salât ve selam muvahhidlerin önderi Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, a’line ve ashabının üzerine olsun.

Kıymetli Dava Arkadaşım,

Es-selamu aleykum ve rahmetullah

Rabbimden dileğim iyilik halinde olmandır. Bir önceki hasbihalimizden bu yana inşallah ahvalinde olumsuz bir değişiklik olmamıştır.

Beni soracak olursan hamd olsun iyiyim. Rabbimden afv ve afiyet istemekle birlikte, O’nun subhanehu ve teâlâ hakkımda takdir ettiği günleri yaşamaktayım. Bulunduğum ortamın olağan sıkıntıları dışında belirgin bir sıkıntım yoktur.

Sana sürekli duacıyım. Sana ve senin gibi İslam davası için sorumluluk alanlara…

‘Bizlere nasihat et’ çağrından bu yana seninle halimizin muhasebesini yapmaya çalışıyorum. Adına ‘Hasbihal’ deyişim de bundandır.

Duydum ki okudukların seni üzmüş. Meselenin hassasiyetini düşünüp endişeye kapılmışsın. ‘Yanlış yapıp davaya ihanet etmektense, Allah’a sığınıp evimde oturmak daha hayırlıdır’ diyormuşsun.

İstedim ki hasbihale başlamadan seni müjdeleyeyim. Nasihat Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı olduğu gibi, müjdelemek de hakkıdır.

Müjdeler olsun sana! Umuma yapılmış bir nasihatten kalp payını alıyorsa bu, o kalpte hayat olduğunun ve selametin maraza galip geldiğinin göstergesidir.

Müjdeler olsun sana! Hususî hatası söylendiği halde yüzlerce mazeret arkasına sığınan, kaçış olmadığı için boynunu bükse de içinde itiraz volkanları patlayan, nifak tohumlarından nasibini almamış bir kalbe sahipsin.

Müjdeler olsun sana! İşini en güzel şekilde yapmaya çalıştığı halde yüreği titreyen yiğitleri hatırlattın bana. İnsanın başkasına Allah’ı ve salihleri hatırlatması ne büyük şereftir.

“Gerçekten, Rabblerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar, Rabblerinin ayetlerine iman edenler, Rabblerine ortak koşmayanlar ve gerçekten Rabblerine dönecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler; İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.” (23/Mü’minun, 57-61)

Bu ayetlerde övülenler; ellerinden geleni yaptıkları halde ‘Acaba yapabildim mi? Hakkını verebildim mi?’ diye ürperenlerdir.

Rabbimden sen ve senin gibi olanlar için temennim, bu sınıftan olmanızdır.

Sözü uzattığımın farkındayım. Hasbihalimizin asıl konusuna döneceğim. ‘Emanet ve sorumluluk.’ Evet! Beraberce karar kıldık ki her sorumluluk bir emanettir. Ve her birimiz İslam adına bir takım sorumluluklar almış bulunuyoruz. Söz konusu emanetse, burada üçüncüsü olmayan iki kavram belirir. ‘Eda ve hıyanet.’ Emanetin hakkını vermek ve onu eda etmek için; bize verilen sorumluluğu, bizden istenildiği şekilde yerine getirmek… İnsanlığımızdan kaynaklı acziyeti veya kaderî sebeplerden dolayı bir aksaklık olursa; Allah’a subhanehu ve teâlâ tevbe ve ilgililere bildirmek suretiyle emanetlere sahip çıkmış oluruz.

Hıyanet ise; verilen işin hakkını vermeme, ondan şahsi çıkar sağlamak, Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini yüceltmek yerine nefsi yüceltmek ve makam, ünvan elde etmeye çalışmaktır. Veya aksaklıklarda Allah’a subhanehu ve teâlâ tevbe etmeyip günahta ısrar, ilgililere bildirmeyip insanları aldatmaktır.

Hata yapmak hıyanet etmek değildir. Beşerin olduğu her yerde hata olacaktır. Amacımız hatasız insanlar zümresi oluşturmak da değildir. Hata yaptığında bunu kabullenen, Rabbine inabet ve tevbeyle kendini yenileyen, emirlere bildirmek suretiyle davanın ve arkadaşlarının zarar görmesini engelleyen bir şuur oluşturmak derdindeyiz.

Hıyanetin en tehlikeli olanı işe başlamadan hain olmaktır. Bunu bir önceki dertleşmemizde konuşmuştuk. İslamî hareket dayanışma ve görev paylaşımı esasına dayalıdır. Her insan kendinde bulunan ve kendisiyle tezahür ettiği sıfatlara uygun görev alır. Sadık olanlar kendilerinde olan sıfatlara uygun görev alırlar. Böylece ister yaratılıştan, ister sonradan kazandıkları ahlakları onları Rabbine ulaştıran bir vesile görevi görür.

Yalancıların vay haline! Tezahür ettikleri sıfatları yoksun oldukları sıfatlardır. Ve onlara verilen her görev kuzunun kurda teslimi babındandır. Böylece her halleriyle Rabblerinden uzaklaşır ve her durumu aleyhlerine çevirirler. Bu gün emanete hıyanet etmekle alakalı başka bir örnek vereceğim…

2. Misli Misline İtaat Etmek

İslamî çalışmalarda en hassas konu itaat meselesidir. İlk İslam cemaatinde itaat müminlerin, isyan ve itaat ediyor gibi görünmek ise münafıkların özelliği olarak kodlanmıştı.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bana itaat ederse şüphesiz ki Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana itaat isyan ederse Allaha isyan etmiş olur. Emirine itaat eden bana, emirine isyan eden de bana isyan etmiş olur.” (Muttefekun Aleyh, Ebu Hureyre’den)

Buradaki inceliğe dikkat edelim. Allah Rasûlü; emirlere itaati Allah’a subhanehu ve teâlâ itaat, onlara isyanı Allah’a subhanehu ve teâlâ isyan olarak muhkemleştirmiştir. Böylece emire itaat İslam’daki en sağlam asla bağlanmıştır. Allah’a isyanı emretmedikleri sürece emirlere itaat, Rasûl’e sallallahu aleyhi ve sellem ve onun üzerinden Allah’a subhanehu ve teâlâ itaattir.

Bir Müslüman iki şekilde emirlere karşı sorumlu olur.

İslamî bir devlette yaşıyordur. Müslüman cemaatin umumî emrine bağlıdır. Veya İslamî bir devlet yoktur. Müslümanlar kendi rızalarıyla bir emir seçmiştir. Ve ona bağlılık ve itaat hususunda söz vermişlerdir. Bu sözleri gereği emire karşı sorumludurlar.

Sen de biliyorsun ki İslamî çalışma görev paylaşımı esasına dayalıdır. Bize sorumluluk verenler, bizim hem lisanımız hem de halimizle itaat edeceğimize dair verdiğimiz sözlere binaen bizi görevlendirmişlerdir. Sen de kabul edersin ki lisanımızda veya halimizde itaatsizlik edeceğimize dair bir emare taşısak, hiçbir sorumluluk bize verilmezdi.

Doğal olarak; kendine verilen sorumlulukta istendiği gibi itaat etmeyenler sorumluluklarına ihanet etmişlerdir. Allah’a sığınırız. Burada en tehlikeli olan, zahirimizle batınımızda var olanın birbirinden farklı olmasıdır.

” ‘Tamam-kabul’ derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.” (4/Nisa, 81)

Tehlike tüm boyutlarıyla bu ayette resmedilmiştir. Onlar itaat edeceğiz diyorlar. Sözleriyle, ortamda bulunmaları ve itaate dair alınan ifadelerinde söz, sükuttur. İkrarlarıyla böyle derler. Ancak bu inanca dayalı söz verme değildir.

Bu kalpte alt yapısı oluşmamış, zan ve vehimden ibaret bir inancın kelimelere yansımasıdır. Müslüman önce inanır veya inandığını bilir. Sonra inancın gereği olan sözler verir. Bilir ki itaat, Allah’ın ve Rasûlü’nün emridir. Sağlıklı bir hareket için hayatî öneme sahiptir. Bin bir türlü insanı çatısı altında barındıran bir hareket, ‘itaat’ olmaksızın ne yapabilir ki? Her insan her konuda kendi istekleri doğrultusunda hareket etse ortaya ihtilaf, adavet, niza ve bölünmeden başka bir şey çıkmaz. Farklılıklar ancak tek ses etrafında hareket edebilirler. Aksi halde her farklılık tefrika sebebi olur. Hem dinin emri olması hasebiyle, hem de aklın gerektirdiği bir netice olması hasebiyle cemaat içindeki fert itaat edeceğine dair söz verir ve emanetine sahip çıkar.

Kalbinde hastalık bulunanlara gelince -ayette olduğu gibi- neye söz verdiklerini bilmezler. Daha doğrusu hiçbir alt yapı olmadan akideden yoksundur ağızlarında olan söz… Kökleri olmayan ağaç gibidir sözleri… Her esintide baş aşağı olur. Allah ve Rasûlü’nün emri olması onları etkilemez. Hareketin maslahatı ve gerekleri onların derdi değildir. Gerçi Rabbinin emirlerine lakayt olanın harekete karşı hassas olması da beklenemez ya!

Bundan dolayı Müslüman kendine verilen sorumlulukta itaat eder. Nasıl isteniyorsa o şekilde yerine getirir. Ekleme ve çıkarma yapmaz. Arkasını döndüğünde söylenilenin aksine projeler geliştirmez. Bilir ki şahsının içinde bulunduğu hareketin selameti ittiba’ ve itaattedir.

Hastalıklı insanlar ise sürekli plan-proje-fikir üretme durumundadır. Hiçbir işi kendilerinden istendiği şekilde yerine getirmezler. ‘İtaat edeceğiz’ sözleri her işte başaşağı olur.

Konun tehlikesi ise ayetin devamından anlaşılıyor:

“Sen de onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et.” (4/Nisa, 81)

Bu alışıldık bir üslup değildir. Rahmetinin gereği olarak sınırları zorlayan Allah subhanehu ve teâlâ bunu istiyor. İstediği ise, alemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, yani rahmetin membaı ve yeryüzüne yansıması olan Nebisi’nin bu sıfata sahip insanlardan yüz çevirmesidir. Çünkü bu tip insanlar davaya ve Müslümanlara zarar verirler. Zahirlerinde verdikleri sözlere binaen kendilerine güvenilen ve yaptıklarıyla bu güveni zedeleyen insanlar İslam davasına en büyük zararı verenlerdir.

Evet Kardeşim, bilmelisin ki bize verilen sorumluluklar hiçbir şeyin ilk adımı olmadığı gibi, son adımı da değildir. Yani ne ilktir deneme-yanılma genişliğine sahiptir; ne de sondur yorgunluk bahanesine açıktır. Bilakis başlanmış bir çalışmanın devamı ve ileride atılacak bir adımın mukaddimesidir. Misli misline itaat etmeyince hem bir önceki adımı ifsat ediyor, hem de atılacak adımı baltalamış oluyoruz. Onun için iyi niyet her zaman yeterli değildir. Bazen iyi niyetle yaptığımız şeyler geçmişi ve geleceği bulandıran yanlışlar olabilir.

Bu noktada bidatin çirkin mantığını hatırlatmak isterim. Bidat sahibi Allah’a subhanehu ve teâlâ daha yakın olmak için suret-i sibhi hak olan bir şey ortaya çıkarır. Ancak temeli olan bir amel, içinde birçok tehlike barındırır.

Şeriatın kâmil olmadığı, onun ve benzerlerinin tamamlanmasına ihtiyaç duyduğu…

En hayırlı neslin bidatçi ve benzerleri kadar Allah’a yakın olmadığı…

Ve yaptığının Allah subhanehu ve teâlâ katında merdut olması…

Aslında bidat sahibi çok basit bir akıl yürütmesiyle bu hatadan kurtulabilir. Onun gibi her yıl bir insan bir bidat çıkarsa, müntesipleri milyarlarla ifade edilen bir dinin hali nice olur? Ortaya yepyeni bir din çıkar. Her yıl milyarlarca yeniliğin eklendiği bir şeyin aslı kalabilir mi?

Aynı şekilde sorumluluk sahibi Müslümanlar da düşünmelidir. Neden bana verilen görevlerde misli misline itaat etmek yerine farklı yollara başvuruyorum? Acaba bu sorumlulukları bana verenleri yetersiz mi görüyorum? Hakkını veremedikleri için mi benim eklememe ihtiyaç vardır?

Ve her sorumluluk sahibi bir konuda kafasına göre hareket edip, itaati terk etse nasıl bir sonuç çıkar ortaya? Yönetim tarafından planlanan hareket programıyla, ortaya çıkan sonuç arasındaki tezatın boyutu ne olur?

Evet kardeşim, bilmelisin ki selamet ittiba ve itaattedir. Şer ise yenilik ve zevkince harekettedir. Bu davranışın sorumluluk sahibini hıyanet ehlinden kılması bir yana, nasıl bir felakete kapı araladığı düşünülmelidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bizleri bir bedenin azalarına benzetiyor. Kafanın bir yöne, ellerin başka bir yöne, ayakların terse hareket ettiğini düşünebiliyor musun? Böyle bir manzarayı göz önüne getir. Ne kadar çirkin ve ürkütücü değil mi? Bir bedenin azaları olarak, mensup olduğumuz hareketi bu duruma düşürmeye hiç birimizin hakkı yoktur.

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri emanetlerine sahip çıkan, sorumluluk sahibi itaat ehlinden kılsın. Bizleri bahsettiği hizmet nimetinin hakkını verenlerden eylesin. Seni emanetleri zayi etmeyen Allah’a subhanehu ve teâlâ emanet ediyor, bir sonraki hasbihale dek afv ve afiyet içerisinde olmanı temenni ediyorum.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver