MÜLK İLE İMTİHAN NASIL KAZANILIR?
Hamd, Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûlü’ne olsun…
Uhud Savaşı’nda müminleri zaferden hezimete savuran zahirî sebep okçuların, Peygamber’in (sav) emrine ittiba etmemeleriydi. Ancak bir adım daha geriye gittiğimizde, okçuların itaatsizliğinin altındaki nedenin çok daha derin bir meseleye işaret ettiğini göreceğiz: Mülk ile imtihan.
Bedir Savaşı sonrası inen Enfâl Suresi, ganimetlerin paylaşımı sırasında ihtilafa düşen müminler arasındaki çekişmeyi sonlandırmıştı. Uhud Savaşı’nda ise, henüz ganimet paylaşımını konuşmaya fırsat bile bulamadan, okçular tepesindeki müminlerin dünyalık bazı şeylerden mahrum olma korkusuyla emîrlerine itaatsizlik etmeleri ve sonrasında gelen büyük hezimeti görmekteyiz.
Her iki savaş da hak ile batılın mücadelesinin en üst safhada görüldüğü, imanların zirve yaptığı, Peygamberimizin (sav) dizinin dibinde yetişmiş, vahiyle beslenen müminlerin yer aldığı mücadele sahalarıydı. Ancak buna rağmen mülk/dünyalık sevgisi kalplerde etkisini gösterdi. Uhud Savaşı’nın bu bölümünden çıkarılacak en büyük ders, mülk ile imtihandan kimsenin azade olmadığı gerçeğidir. Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Bu imtihan nasıl bir imtihandır? Kazanmak için ne yapılmalıdır?
Peygamber (sav), âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Rahmetin bir parçası, insana kendisini tanıtmak ve karşılaşacağı tehlikelere karşı uyarmaktır. Mülk ile imtihan hususunda Peygamber (sav), üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmiştir:
Misver ibni Mahreme’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Peygamber (sav), Ebu Ubeyde ibni Cerrah’ı, cizyeleri toplaması için Bahreyn’e gönderdi. Ebu Ubeyde, Bahreyn’den birtakım mallarla geri döndü. Ensar, Ebu Ubeyde’nin geldiğini duyunca sabah namazında Peygamber’in (sav) huzuruna toplandı. Peygamber (sav) sabah namazını kıldırdıktan sonra kendilerini Peygamber’e arz etmeye başladılar.
Peygamber (sav) dedi ki: ‘Galiba sizler Ebu Ubeyde’nin Bahreyn’den bir şeyler getirdiğini duydunuz.’
Sahabe, ‘Evet, ya Resûlullah!’ dedi.
Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Sizi sevindirecek şeyleri ümit ederek sevininiz. Allah’a yemin olsun ki sizin için fakirlikten korkmuyorum. Ben dünyanın, önceki milletlere açıldığı gibi size açılmasından; onların dünya malında rekabet ettiği gibi sizin de rekabete düşmenizden ve onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.’ ”[1]
Amr ibni As’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Peygamber (sav), ashabına dedi ki: ‘İran ve Bizans fethedildiği zaman sizler nasıl bir kavim olacaksınız?’
Abdurrahman ibni Avf dedi ki: ‘Biz, Allah’ın bize emrettiğini yapacağız, ya Resûlullah!’
Peygamber (sav) dedi ki: ‘Başka bir şey yok mu? Bilakis sizler önce mal konusunda rekabete düşeceksiniz. Sonra birbirinize hased edeceksiniz. Sonra birbirinize sırt çevireceksiniz. Sonra da birbirinize buğzedeceksiniz (kardeşlik duygularıyla yaklaşmayacaksınız) veya buna benzer şeyler yapacaksınız.’ ”[2]
Abdurrahman ibni Avf (ra) şöyle demiştir:
“Biz, Allah Resûlü ile birlikte zorlukla imtihan olduk ve sabrettik. Sonra rahatlıkla/zenginlikle imtihan olduk, sabredemedik.”[3]
Bununla beraber Kur’ân ve sünnet teorik bilgiyi pratiğe dökmüş, bu imtihanı kaybedenlerin ve kazananların portresini çizmiştir. Tâ ki insanlar takip edecekleri ve seçecekleri tarafı net bir şekilde anlasınlar:
“Dedi ki: ‘Bu (servet), bende var olan bilgi/tecrübe/maharet sebebiyle bana verilmiştir.’ Bilmez mi ki Allah, ondan önce kendisinden daha güçlü ve yığdıkları servet çok daha fazla olan kimseleri helak etmiştir. Mücrimlerden günahları sorulmaz.
(Zenginliğini açığa çıkaran şatafat ve) süsü içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: ‘Keşke Karun’a verilenin benzeri (bir zenginlik) bize de verilseydi. Şüphesiz ki o, çok büyük bir şansa sahiptir.’ dediler.
Kendilerine ilim verilenler dediler ki: ‘Yazıklar olsun size! İman edip salih amel işleyenler için Allah’ın sevabı daha hayırlıdır.’ (Dünyanın geçici süs ve şatafatı karşısında bu tavrı sergilemeye) ancak sabredenler muvaffak olurlar.
Onu da konağını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Hem kendi kendisine de yardım edenlerden değildi.
Dün onun yerinde olmayı isteyenler, sabah şöyle demeye başlamışlardı: ‘Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletip (dilediğine) daraltıyor. Şayet Allah bize ihsanda bulunup (Karun gibi olmaktan korumasaydı), bizi de yerin dibine geçirecekti. Vay be! Demek ki gerçekten kâfirler kurtuluşa ermiyormuş!’
İşte (bu) ahiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve bozgunculuk istemeyenlere veririz. (Güzel) akıbet muttakilerindir.”[4]
Ebu Said El-Hudri’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Peygamber (sav), bir gün hutbe verdi ve dedi ki: ‘Allah, bir kulu dünya ile kendi katında olanlar arasında muhayyer bıraktı. O kul, Allah’ın yanında olanı tercih etti.’
Bunun üzerine Ebu Bekir ağlamaya başladı.
Ben kendi içimden dedim ki: ‘Bu ihtiyarı ağlatan şey de nedir? Allah, bir kula dünya ile kendi katında olanlar arasında bir seçim hakkı vermiş, o da ahireti seçmiş.’ Sonradan ben de anladım ki o kul, Resûlullah imiş. Ebu Bekir ise bizim içimizde en bilgili ve fakih olandı. (Bu nedenle Peygamber’in vefat edeceğini hemen anladı.)
Peygamber (sav) dedi ki: ‘Ey Ebu Bekir, ağlama! Şüphesiz ki insanlar arasında arkadaşlığı ve malı konusunda bana en çok yardımcı olan ve emeği geçen Ebu Bekir’dir. Şayet ben ümmetim arasında bir halil/dost edinmek isteseydim Ebu Bekir’i dost edinirdim. Fakat İslam kardeşliği ve sevgisi daha geniştir.’ ”[5]
Mülk ile imtihanı kazanmak isteyen mümin öncelikle bunun bir istidrac mı, yoksa nimet mi olduğunu tespit etmeli ve ona göre tedbir almalıdır.
İstidrac, kulun kendisini hayır üzere olduğunu zannetmesine rağmen aslında Allah’ın (cc) onu adım adım azaba yaklaştırmasıdır. Bu konudaki ölçü net bir şekilde Nebimizin (sav) dilinden bize ulaştırılmıştır:
“ ‘Birinin masiyetlerine rağmen, sevdiği şeyleri Allah’ın ona verdiğini görürsen bil ki bu, istidracdır. (Allah onu adım adım azaba çekiyordur.)’
Sonra Peygamber (sav) şu ayeti okudu: ‘Kendilerine hatırlatılan (öğüdü) unuttuklarında, üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Kendilerine verilenlerle sevinmeye/şımarmaya başlayınca da onları ansızın yakalayıverdik. (Azabı gördüklerinde kurtulmaya dair) tüm ümitlerini yitirdiler.’[6] ”[7]
Mülkü elde eden; malın hakkı olan zekâtı veriyor, sadakalarla amellerini çoğaltıyor, kendisini ayrıcalıklı görmüyor, mülkün asıl sahibini hatırından çıkarmıyor… ise o zaman dünyanın ona açılmasını bir şükür sebebi olarak görmelidir. Tam tersi durumda ise azabın her ân kendisine isabet edebileceğinin endişesiyle bir ân önce kendine çekidüzen vermelidir.
Bu imtihanı kazanmanın ikinci adımı da mülkün asıl sahibini hatırdan çıkarmamaktır. Rabbimiz (cc) ayet-i kerimelerde mülklerden infak etmekten bahsederken “size verdiklerimizden” diyerek aslında insanoğluna kendisini hatırlatır. Ne yazık ki şeytan unutturucudur ve unutulan her şeyin yeri asıl olmayanla dolar. Elde ettiklerinin El-Melik olan Allah’a ait olduğunu unutan insan; kazandıklarını patronuna, aşiretine, miras bırakan babasına, diplomasına, pazarlamacı ruhuna, ticari dehasına, ekonomiyi iyi okumasına… bağlar. Böylece âlemlerin Rabbi olan Allah’a şükretmez, onun yerine ikame ettiklerini memnun etmeye ve büyütmeye uğraşır.
Peygamber’in (sav) haber verdiği bu zorlu mücadeleyi kazanmanın diğer bir yolu ise cahiliye değerler sistemini elinin tersiyle itip Rahmani ölçüleri kriter kabul etmektir. Cahiliyede nesep, cinsiyet, makam, zenginlik, diploma… birer kriterdir. Bu değerler asra göre güncellenebilir, ama asıl adı değişmez. Rahmân’ın katındaki değer ölçüsü ise nettir: Takva.
Şayet kişi Allah’ın (cc) ona verdikleri nedeniyle diğer insanlardan daha üstün olduğuna inanıyorsa bu zaten kibirdir ve imtihanı kaybettiğinin işaretidir. Dünyanın Allah katındaki değeri nedir ki ona sahip olanların değeri ne olsun:
“Bilin ki; dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, aranızda övünme (aracı), malları ve evlatları çoğaltma (yarışından) ibarettir. (Bitirdiği) ekin çiftçilerin hoşuna giden yağmur gibi. (Göz alıcı tazelik ve canlılıktan sonra) kuruyuverir, onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da etrafa saçılan kırıntılara dönüşür. Ahiretteyse çetin bir azap, Allah’tan bağışlanma ve razılık vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan başka bir şey değildir.”[8]
“Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Asıl (yaşanılacak ve ebedî olan) ahiret hayatıdır. Keşke bilselerdi.”[9]
Sehl ibni Es-Saidi’den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Şayet dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı kâfire bir yudum su dahi içirmezdi.”[10]
İslam’ın belirlediği ölçü ise şu ayet ve hadiste özetlenmiştir:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki sizleri bir erkek ve dişiden yarattık. Karşılıklı olarak tanışıp kaynaşmanız için sizleri halklara ve kabilelere ayırdık. Gerçek şu ki Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeyden haberdar olan) Habîr’dir.”[11]
Sehl ibni Es-Saidi’den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bir gün Peygamber’in (sav) yanından bir adam geçti.
Peygamber (sav), yanında oturan bir adama dedi ki: ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsun?’
Adam dedi ki: ‘Vallahi bu adam, insanların en şereflilerindendir. Öyle ki kız istese kız verilir, aracı olmak istese aracılığı kabul edilir.’
Peygamber (sav) sustu. Sonra bir adam daha geçti.
Peygamber (sav), yanında bulunan kişiye sordu: ‘Bu adam hakkında ne dersin?’
Adam dedi ki: ‘Bu adam Müslimlerin fakirlerindendir. Öyle ki kız istese kız verilmez, aracı olmak istese aracılığı kabul edilmez, söz söylese sözü dinlenmez.’
Peygamber (sav) dedi ki: ‘Bu (fakir) adam, (önceki) diğer adam gibi yeryüzü dolusu kişiden daha hayırlıdır.’ ”[12]
Zengin olan bir kul, elindekiler nedeniyle kibirlenmeyecek, böbürlenmeyecek ya da içten içe bir saygı ve ayrıcalık beklemeyecektir. Rabbinin ona verdiklerini, asıl değer ölçüsü olan takvayı elde etmeye birer vesile görecek, bunun için Rabbinden (cc) yardım isteyecektir.
Allah Resûlü’nün (sav) ashabının iki büyük savaşta da ayaklarını tökezleten mülk ile imtihan, basite alınacak bir husus değildir. Az ya da çok, Rabbinin nimetine mazhar olmuş her kul, öncesinde hazırlık yapmalı ve bu vesileyle imtihanın şiddetlendiği günlerde Rabbini yanında bulmayı ummalıdır.[13]
Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.
[1]. Buhari, 3158; Müslim, 2961
[2]. Müslim, 2962 34; Tirmizi, 2464
[3]. Tirmizi, 2464
[4]. 28/Kasas, 78-83
[5]. Buhari, 466; Müslim, 2382
[6]. 6/En’âm, 44
[7]. Ahmed, 17311
[8]. 57/Hadîd, 20
[9]. 29/Ankebût, 64
[10]. Tirmizi, 2320; İbni Mace, 4110
[11]. 49/Hucurât, 13
[12]. Buhari, 5091
[13]. Bu bölüm Halis Bayancuk Hoca’mızın “El-Esmau’l Husna” kitabındaki El-Melik isminden özetlenmiştir.