Cahiliye Ne Bir Memleketti Ne De Bir Zihniyet

CAHİLİYE NE BİR MEMLEKETTİ NE DE BİR ZİHNİYET

Küfrün karanlığından sıyırıp adım adım hidayetle tanıştıran Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Doğup büyüdüğüm şehir olan İzmir; İslam’a tamamen zıt, put sevgisinin küçük yaşlarda kalplere bir tohum gibi ekildiği, ahlaki değerlerin, İslami hassasiyetlerin ayaklar altında ezildiği bir şehirdi. Böyle bir şehirde yaşamamıza rağmen, ne yazık ki kendi örfümüzün İslam’a yatkın olan değerlerini aile olarak kaybetmemiştik. Her ne kadar küfür, şirk ve masiyet üçlüsü etrafında hayatımız şekillense de İslam(!) zannettiğimiz değerler de vardı hayatımızda.

On sekiz yaşıma kadar ailemin ve çevremin yönlendirdiği bir hayat yaşadım. Bu yaşımdan sonra tanıştığım farklı çevrelerdeki insanların İslam’a(!) olan bağlılıkları, bilgileri, ilimleri dikkatimi çekiyordu. Kendimi ve ailemi sorgulamaya başlamıştım. Neden ailem bana bunları öğretmiyordu? Neden bu insanların bildiklerini ben de bilmiyordum? Ben de Allah’a (cc) hesap verecektim, ama din adına hiçbir şey bilmiyordum. Tabii cevabı belliydi. O yüzden ailemden hiçbir şey beklemiyordum. Böylelikle kendimce seçmiş olduğum insanlar ve ortamlarla birlikte bir din arayışım başlamıştı. Dinî hassasiyetleri olan insanlarla olmak beni mutlu ediyordu. Zamanla, bu ihtiyacı ailemle gideremeyince aileme aidiyet duymamaya başladım. Zira aileme göre din hassasiyetlerim artmıştı ve onlar gibi değildim.

Bu süre zarfında üniversiteye hazırlık yapıyordum. İki senelik hazırlık sürecinden sonra Konya Selçuk Üniversitesi’ni kazanmıştım. Din hassasiyetleri olan insanların İzmir’de yaşaması sıkıntılıydı. Çünkü toplum Kemalist bir zihniyete sahip olduğu için en ufak bir dinî simgeyi kabul etmiyordu. Konya’yı kazandığımı görünce çok mutlu olmuştum, artık dinimi rahatça yaşayabilecektim.

Okulumun bitmesine yakın, sonrasında eşim olacak kişiyle tanıştım. Kendisi de birtakım hassasiyetlere sahipti. Kısa bir süre sonra bazı görüşlerle karşılaştı ve ilk defa öğrendiği için o heyecanla bana da anlatmaya başladı. Tevhid akidesi diye ilk kez duyduğum şeyler söylüyordu. Evet, ilk defa duymuştum ve çok şaşırmıştım. Üniversitede sözüne değer verdiğim bir ablam, eğitimini tamamlamak için İzmir’e geçiş yapmıştı. Okuldan sonra da onunla görüşmeye devam ediyordum. Bir gün kendisini ziyarete gittiğimde ona müstakbel eşimin bana anlattıklarını sordum. O da -her kesim gibi- bazı örgütlerle ilişkilendirip yol yakınken bu kişiden ayrılmamı ve uzak durmamı söyledi. Ben de müstakbel eşime, “Ya ben ya da gittiğin yol, tercihini yap!” dedim. Tepkimden dolayı bir süre tevhidi anlatmaktan vazgeçti. Fakat kendisi gizliden gizliye derslere katılıyordu. Tabii ben de o yolu bıraktı artık diye düşünüyordum… Sonra evlendik. Evlenir evlenmez eşim, tevhid ehli arkadaş çevresiyle tanıştırdı beni. Eşimin yakın bir arkadaşının hanımının ahlakından çok etkilenmiştim. Kendisine ısınmıştım. Güzel ahlakının etkisiyle teslim oldum ve hemen örtündüm. Eşim benden hiç beklemiyordu bu davranışı. Bir ay içerisinde değiştim. Neyi niçin yapıyorum diye araştırıyor, eşimle birlikte ilmî sohbetlere de katılıyordum.

Ben farklı bir yapıya mensuptum. Tevhid Dergisi ile ilk olarak eşim tanışmıştı. Benim önceliklerim ile eşimin öncelikleri çok farklıydı. Eşimle aynı dili konuşmuyorduk. O yüzden ben de eşimle birlikte olmaya karar verdim ve hidayet yolculuğumdaki asıl serüvenim başlamış oldu.

Tevhid Dergisi ile tanıştıktan sonra çok şey öğrendim. Doğup büyüdüğüm şehri İslam’a zıt olmasından dolayı sevmiyordum. Konya’da yaşayınca ve tevhidle de tanışınca artık her şeyin değiştiğini sanıyordum. Dergi vesilesiyle kendimi ve davayı tanıdım, tanımaya da devam ediyorum, hamdolsun.

Derginin adalet vasfına sahip olması, ahiret eksenli bireyler yetiştirmesi, ahiretim ve ıslahım için ailemden daha çok uğraşan bir topluluk olması, hidayetimi arttıran etkenler arasındaydı. En önemlisi derginin; insanı tezkiye eden, arındıran, fitnelerden muhafaza eden bir menhece sahip olması, hidayet noktasında büyük bir nimetti…

Cahiliye ne bir memleketti ne de bir şehir. O sadece bir zihniyetti.

Asıl hidayet, Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde ancak tevhidle birlikte elde edilebilirdi…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver