Kitabın Yazarı: Muhammed Kutub
Yayınevi: Beka Yayınları
Basım Tarihi: 2018
Sayfa Sayısı: 239
Ebat: 135×210 mm
Kitap Hakkında
Kur’ân’da kimi konular bazen ayetin bir kısmında, bazen bir ayetin tamamında, bazen bir pasajda ve bazen de bir sure boyunca işlenir. Bu konuların bazıları sadece Mekke’de, bazıları ise sadece Medine’de işlenmiştir. Ancak “Lailaheillallah”, tüm Kur’ân boyunca aynı güçlü enerjisiyle önemini korumuştur. On üç yıllık Mekke Dönemi’nde ve on yıllık Medine Dönemi’nde bile her zaman gündem olmuştur. Biz de bu vesileyle yeniden hatırlamak ve hatırlatmak istedik.
“Ey iman edenler! Allah’a, Resûl’üne, Resûl’üne indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman edin. Kim de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resûllerine ve Ahiret Günü’ne kâfirlik ederse şüphesiz (hakka geri dönüşü zor) uzak bir sapıtmayla sapıtmış olur.”[1]
Yazar, kitabında tevhidi farklı açılardan ele almaya çalışmıştır, özellikle ahlakın tevhid akidesinin ihmal edilmez rükunlarından biri olması hakkında yazdığı şu satırlar kayda değerdir:
“ ‘Dört şey vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse tam bir münafık olur. Kimde bunlardan biri bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir özellik var demektir: Konuştuğunda yalan konuşur. Söz verdiğinde sözünde durmaz. Vadettiğinde vaadinden döner. Kavga ettiğinde ayıplanacak şeyler söyler.’[2]
Bu hadis beni hep durdurmuştur, çünkü nifak, inançla ilgili bir konudur. Yalan, ihanet, vaadi yerine getirmemek ve kavgada sınırı aşmak, ahlakî konulardır.
Subhanallah! O hâlde bir topluluk, ahlâkın inançla ilişkisi olmadığını nasıl düşünebilir?
Ahlâkın inançla ilişkisi, bana göre apaçıktır. Ben, Lâ İlâhe İllallah Ahlâkı adlı konuyu yazarken, ‘lâ ilâhe illallah’ ile bu ahlâkî özellikler arasında herhangi bir çatlağın bulunmadığı bir ilişkinin varlığından emindim.”[3]
Yazar, toplulukların büyük kısmının tevhidin bir rüknuna odaklandığı, geri kalan rükunlarını ihmal ettiği hususunda kıymetli tespitlerde bulunmuştur. Konuya dair bilhassa günümüzde bizleri de ilgilendirebilecek bu pasajı paylaşabiliriz:
“İslamcıların özellikle de aceleci gençlerin birçoğu, İslâm ile laik ideolojiler arasında cereyan eden fikri çekişmelerin şartlarından dolayı, İslâmî toplumların meydana gelmesi için şeriatın hâkim olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmışlardır. Hatta onların birçoğu, -algılarında- şeriatı, hadlerin uygulanmasının gerekliliği konusu ile sınırlıyor, şeriatın hadlerin uygulanması dışında diğer birçok alanı kapsadığına dikkat etmiyorlar. Doğru bir İslâmî hayat yaşayabilmeleri için insanların sadece bu hadleri uygulamakla, gereken her şeyi gerçekleştirebileceklerine inanıyorlar. Eğer onların eğitim metotları, iletişim araçları ve hayat tarzları bugünkü gibi olsaydı ya da ‘basit’ birtakım değişiklikler içerseydi, onlara Müslüman sıfatı verilebilirdi. İnanç ve ibadetle ilişkili ‘hâkimiyet’ konusunun diğer bir alanını hızlı bir şekilde geçtiler… Ya da diğer bir ifadeyle hüküm koyma şirki üzerinde yoğunlaştılar. Bu dinin üç temel unsuruna önem vermekle birlikte inanç ve ibadet şirkinden, bunların ‘lâ ilâhe illallah’ın anlamı içindeki öneminden ve ‘Çağdaş Müslüman’ın hayatındaki tüm problemlerin üzerinden hızlı bir şekilde geçtiler.
Bu yönlerden birini ele alıp onun üzerinde diğerlerinden daha fazla yoğunlaşma konusunda mütefekkirlerin ya da davetçilerin hiçbiri kınanamaz. Çünkü onlar, diğer yönlere dikkat ettiler ve onu gayet güzel açıkladılar. Bu yoğunlaşma, beşerî bir olaydır; mütefekkir ve davetçilerin birçoğu bu olayda rol almıştır. Onlar, kendi asırlarında ortaya çıkan problemlere cephe almışlar, insanları Allah’ın hükmüne geri döndürme konusunda çaba göstermişler ve bu konu üzerinde daha fazla yoğunlaşmışlardır… İbn Teymiyye, Allah’ın sıfatları üzerinde daha fazla durmuştu. Çünkü sapık fırkalar, bu konuda inancı bozan şiddetli bir tahrifte bulunmuşlardı. Bu, İbn Teymiyye’nin zamanında ‘çağın sorunu’ydu. Ancak kitapları ve fetvalarında inancın diğer yönleri üzerinde de durmuştu. Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab, evliya, türbe ve kabirlere ibadet üzerinde yoğunlaşmıştı. Çünkü zamanındaki ‘çağın sorunu’ buydu. Ancak o, diğer yönlerden de bahsetmiş, çeşitli kitaplarda o konuların hakkını da vermişti. Seyyid Kutub, şeriatın hâkimiyeti üzerinde yoğunlaşmıştı. Çünkü bu zamandaki ‘çağın sorunu’ buydu. Ancak o, özellikle Fi Zilali’l-Kur’ân, İslâmî Düşüncenin Özellikleri ve İslâmî Düşüncenin Dinamikleri adlı kitaplarında diğer yönlerin de hakkını vermişti. Ancak bu üstadların düşüncelerine talebe olmaya çalışanlar unutuyorlar!”[4]
Tüm bunlarla birlikte yazar Allah’ın (cc) isim ve sıfatlarının gündemde tutulmasını anlattığı bölümde sabah akşam zikirlerinin çoğunu kasıtlı olarak kitabına alıyor. Tevhidin kuru telaffuzdan ibaret olmadığını ve kulluk serüveninin zikir ve dua olmaksızın tamamlanmayacağını söylercesine…
Bir sonraki kitap tanıtımında görüşmek duası ile…
[1]. 4/Nisâ, 136
[2]. Buhari, 34; Müslim, 58
[3]. Lâ İlâhe İllallah, Muhammed Kutub, Beka Yayınları, s. 113
[4]. Lâ İlâhe İllallah, Muhammed Kutub, Beka Yayınları, s. 9-10
İlk Yorumu Sen Yap