Kârlı Ticaret Sahibi: Suheyb ibni Sinân Er-Rûmî

صُهَيْبُ بْنُ سِنَان Ebû Yahyâ Suheyb ibni Sinân ibni Mâlik Er-Rûmî

Geçtiğimiz sayıda Suheyb ibni Sinân’ın (ra) hicretinden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise hayatının diğer yönlerinden bahsetmeye çalışacağız. Yine hayatından hayatımıza ibret köprüleri kurmaya devam ediyoruz.

Daima Beraber

Suheyb (ra) Medine’ye gelince Allah Resûlü (sav) onu Hâris ibni Samt (ra) ile kardeş yapmıştı. O, müşriklerden kurtulup Nebi’ye (sav) kavuştuğu ândan itibaren kendisinden hiç ayrılmamıştı. Zorlukta ve kolaylıkta daima onunla beraberdi. Birlikte tüm savaşlara katılmıştı. Allah Resûlü’ne (sav) kalkan olmuş, kendi ile düşman arasında hiç bırakmamıştı.

Huzeyme ibni Sâbit’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Suheyb, Allah Resûlü (sav) ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve diğer tüm savaşlara katıldı.”[1]

Suheyb ibni Sinân’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’nü (sav) düşman ile tek olarak hiç bırakmadım. Mutlaka ya sağında ya önünde ya da solunda durdum.”[2]

Suheyb ibni Sinân’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav) bir yerde bulunmuşsa orada mutlaka ben de vardım, bir yerde biat almışsa orada mutlaka ben de vardım, bir seriyye çıkarmışsa orada mutlaka ben de vardım, bir gazaya çıkmışsa orada mutlaka ben de vardım. Allah Resûlü’nün (sav) hem ilk dönemlerinde hem son dönemlerinde katıldığı tüm bu savaşlarda mutlaka ya sağında ya solunda bulundum. Önlerinde bir tehlike hissetmişlerse mutlaka önlerinde yer aldım. Arkalarında bir tehlike hissetmişlerse mutlaka arkalarında yer aldım. Allah Resûlü (sav) vefat edinceye kadar onu asla düşman ile aramda bırakmadım.”[3]

Suheyb’in (ra) hicretten sonraki yıllarını göz önünde bulundurduğumuzda büyük bir fedakârlıkta bulunduğunu görürüz. Çünkü hicretten sonraki dönemin çoğunda hep savaşlar olmuştur. Suheyb de tüm bu savaşlarda vardır. Demek ki o ömrünün baharını at sırtında, savaş meydanlarında geçirmiştir.

Başarı çaba ister. Dünyada hoş bir sada bırakanlar mutlaka ömürlerinin çoğunu bu uğurda geçirmişlerdir. Günlerini, aylarını, yıllarını bu gayelerine harcamışlardır. Onlardan sonra gelen ve onların izlerini takip eden müminler de tıpkı onlar gibi ömürlerini davalarına adamalılar. Sadece tek bir yaşama sahip olunmuşsa bu yaşam en kıymetli yere sarf edilmelidir: Yaratılış gayesi uğruna. Başka bir şeye değil…

Özellikle Suheyb (ra) gibi gençlerimiz şunu asla unutmamalı; ekran başında, vitrin karşısında, boş işler peşinde hiçbir yere gelemeyiz. Var olan din ve değerleri yok etme girişimine seyirci kalamayız. Bir savaşım başlatmalı ve gençliğimizi bu yola adamalıyız. Başarıya erişmemiz ancak böyle mümkün olacaktır. Başarı yalnız Allah’tandır…

Ona (sav) Dair Hassasiyeti

Suheyb (ra) Allah Resûlü (sav) vefat edene kadar yanından ayrılmadı. Nebi (sav) ile en uzun birlikteliği olan sahabilerdendi. Dolayısıyla ondan en çok hadis işitenlerden biriydi. Buna rağmen ondan çok az hadis rivayet etti. Ondan gelen sadece yaklaşık otuz hadis biliyoruz.[4] Çok az hadis rivayet etmesinin sebebi Allah Resûlü (sav) adına söz söyleme konusundaki hassasiyetiydi. Allah Resûlü (sav) adına yanlış bir şey söylemekten çok çekinirdi. Allah Resûlü’nün (sav) sîretini ve savaşlarını anlatmak ister, ama bire bir ağzından söz aktarmak istemezdi.

Suleymân ibni Ebû Abdullah’tan (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Suheyb bizlere şöyle derdi: ‘Gelin size savaşlarımızı anlatayım, fakat Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu… demeye gelince olmaz!’ ”[5]

Yakınları, diğer sahabiler gibi daha fazla hadis aktarmasını istediklerinde bu işin ehemmiyetinden dolayı çekindiğini söylerdi.

Sayfî ibni Suheyb’ten (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Babam Suheyb’e, ‘Neden arkadaşların gibi sen de Allah Resûlü’nden (sav) hadis aktarmıyorsun?’ dedim. O da bana, ‘Ey Oğulcuğum! Onlar gibi ben de hadis duydum. Ancak beni hadis rivayet etmekten alıkoyan sebep Allah Resûlü’nden (sav) işittiğim şu hadistir: ‘Kim benim adıma kasıtlı yalan söylerse Kıyamet Günü bir arpa tanesini bağlamakla mükellef tutulacak, ama bağlayamayacaktır.’ ’ ”[6]

Suheyb (ra) burada kasıtlı yalan söz söyleyeceği için değil, kasıtsız yanlış söz söyleyeceği için hadis rivayet etmekten çekiniyor. Yoksa Suheyb’in (ra) Nebi (sav) adına yalan söylemesi zaten olacak iş değildir. Ancak o fark etmeden yanlış bir şey söylemekten dahi kaçınmıştır. İnsan, Suheyb ve diğer sahabilerdeki (r.anhum) bu tür hassasiyetleri okudukça onların hadis rivayetine ilişkin “Sahabenin hepsi adildir.”[7] kaidesini daha iyi anlıyor.

Suheyb’in (ra) bu hassasiyeti Asr-ı Saadet’ten sonra her dönemde mumla aranır bir davranış olmuştur. Her asırda bazı insanlar ya batıl görüşlerine dayanak bulmak için ya zalim yöneticileri ve zulümlerini meşrulaştırmak için ya da daha fazla para kazanmak için hadis uydurmuşlardır. Kılıç zoruyla İslam’a girenler İslam’ı içeriden yıkmak amacıyla, bidatlere savrulanlar insanların daha çok ibadet etmesi amacıyla birçok yalan hadis rivayet etmişlerdir. Suheyb gibi bu konuya gereken ehemmiyeti veren imamlar onların yalanlarını ifşa ederek sünneti yalanlardan muhafaza etmişlerdir.

Günümüz fitne çağına geldiğimizde bu durumun çok farklı boyutlara ulaştığını görüyoruz. Hem sosyal medyada hem gerçek yaşamda insanlar çok kolay bir şekilde hadis diye olur olmaz sözler söyleyip paylaşabiliyorlar. Önce bir kişiden bir yalan uyduruluyor, sonra bu yalan binlerce kişiye duyuruluyor, sonra binlerce kişi tarafından gerçek zannedilip bu yalan üzerine itikat ve amel bina ediliyor. Subhanallah! Toplumda normal biri adına bile yalan yanlış bir şey söylemekten çekiniyorlar da Allah Resûlü (sav) adına yalan yanlış bir şey söylemekten çekinmiyorlar. Neden? Çünkü sosyal medyada telif var, gerçek hayatta yasa var. Herkesi müdafaa edecek bir otorite ve söylenen yalanın yaptırımı var. Ama bugün Allah Resûlü’nü (sav) müdafaa edecek bir otorite ve onun adına söylenen yalanın bir yaptırımı yok. Rabbimizden (cc) onu (sav) müdafaa edecek bir otoriteyi nasip etmesini şiddetle arzuluyoruz…

Bizleri teskin eden tek nokta ise Allah Resûlü (sav) adına yalan söyleyenlerin yaptıklarının karşılığını ahirette görecek olmalarıdır. Neyse ki hayat dünya hayatından ibaret değil. Ne mutlu ki ahiret hayatı var. Onun adına kasıtlı yalan söyleyenler bu dünyada ahiret azabını hazırlıyorlar. Ateşe karşı bu kadar cesur olmak inanılabilir gibi değil doğrusu.

“Kim bilerek benim adıma yalan söz söylerse ateşteki yerini hazırlasın.”[8]

Müminler olarak biz de Suheyb’de (ra) gördüğümüz bu hassasiyetle hareket etmeliyiz. Allah (cc) adına ve Resûl (sav) adına konuşurken ve dinlerken çok hassas olmalıyız. Tam olarak bilmediğimiz ve doğruluğundan emin olmadığımız bir sözü asla söylememeli ve asla paylaşmamalıyız. Aksi takdirde biz de yalancılardan bir yalancı olma tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Semûre ibni Cundeb’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kim yalan olduğunu bildiği hadisi benden naklederse o da yalancılardandır.”[9]

Âlimlerimizin söylediği, “Bu ilim dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz!”[10] uyarısıyla hareket etmeliyiz. Dine dair konuşulurken genel ilkelere aykırı olduğunu hissettiğimiz her sözün mutlaka kaynağını sormalıyız. Âlimiyle ve avamıyla bu hassasiyetle hareket edildiği müddetçe din sahihliğini koruyacaktır.[11]

Suheyb ve Ömer

Suheyb (ra) Allah Resûlü’nden (sav) sonra da mücadelesini aynen sürdürmüştü. Allah Resûlü’nün (sav) halifesi Ebû Bekir (ra) ile birlikte birçok savaşa katılmış ve birçok görevde yer almıştı. Ebû Bekir’in (ra) vefatından sonra Ömer (ra) hilafete geçince onun yanında aynen savaşımına devam etmişti. Pek çok gazveye katılmış ve birçok görevde yer almıştı.

Bu esnada Ömer’in Suheyb’e ayrı bir muhabbeti olduğunu görüyoruz. Onu sevdiğini, şakalaştığını, nasihat ettiğini, hakkında güzel düşündüğünü okuyoruz. Öyle ki Suheyb’in faziletinden dolayı vefatından sonra cenaze namazını onun kıldırmasını ve Müslimlere namaz kıldırmasını vasiyet etmiştir. Onu kabre oğlu Abdullah’la indiren de Suheyb’dir.

Zeyd ibni Eslem’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Ömer’le birlikte çıktım ve Suheyb, Âliye’deki bahçesindeyken yanına vardım. Ömer, Suheyb’i, ‘Ey İnsanlar! Ey İnsanlar!’ derken görünce, ‘Babasız kalsın, şuna ne oluyor da insanları çağırıyor?’ dedi. Ben de, ‘O sadece ismi Yahnes olan kölesini çağırıyor, fakat dilindeki sorundan dolayı böyle diyor.’ dedim.[12] Bunun üzerine Ömer ona dedi ki: ‘Sende şu üç kusurun dışında ne kadar güzel özellikler var ey Suheyb! Onlar da olmasaydı kimseyi senden üstün tutmazdım. (Bunlar şunlardır: Soyunu) Araplara nispet ediyorsun, fakat dilinin yabancı olduğunu görüyorum. Sonra nebi ismi olan Ebû Yahyâ ismiyle künyeleniyorsun. Bir de malını israf ediyorsun.’

Bunun üzerine Suheyb Ömer’e dedi ki: ‘Malımı israf etmeme gelince onu ancak hakkı olan yere harcıyorum. Ebû Yahyâ diye künyelenmeme gelince, Allah Resûlü (sav) beni Ebû Yahyâ diye künyeledi. Bu künyeyi asla bırakmam. Araplara mensubiyetime gelince Rumlar beni küçükken (esir) almışlardı. Bu yüzden onların dilini öğrendim. Ben (Arap kabilesi olan) Nemir ibni Kâsıt Kabilesi’nden biriyim. Şayet bir tezekten gelseydim yine de kendimi ona nispet ederdim.’

Ömer ibni Hattâb (ra) Suheyb’i çok sever ve hakkında güzel düşünürdü. Hatta (ölümüne sebep olan) yarayı alınca kendi cenaze namazını Suheyb’in kıldırmasını vasiyet etti. (Ömer vefat ettikten sonra da) şûra ehli kimin halife olacağına dair ittifak edene kadar üç gün boyunca Müslimlerin topluluğuna namaz kıldırdı.”[13]

Sâlim’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Ömer üç defa, ‘Benim başıma gelen geldi. İnsanlara Suheyb namaz kıldırsın.’ dedi. Sonra üçüncü günde (halife seçme) işini yoluna koydular.”[14]

Saîd ibni Museyyeb’ten (rh) şöyle rivayet edilmiştir:

“Suheyb Bedir’e ve sonraki tüm savaşlara katıldı. Ömer yaralandığında Osmân halife tayin edilinceye kadar o insanlara namaz kıldırıyordu. Ömer’in cenaze namazını da yine o kıldırdı. Ömer için samimi bir arkadaş, sadık bir dosttu…”[15]

İnsan birlikte olduğu kimselerden etkilenir. Eğer birileriyle birlikte dinine hizmet ediyorsa onlara ayrı bir sevgi duyar. Semada onlar için oluşan sevgi onların kalplerine yansır. Zaten her kuş kendi emsaliyle uçarmış. Bu manada Ömer (ra) gibi hayırlı biri, Suheyb (ra) gibi hayırlı birine tabii ki muhabbet duyacaktır. Bu durum Suheyb’in Ömer’in yanındaki değerini ve dolayısıyla diğer müminlerin yanındaki kıymetini gösterir niteliktedir.

Vefatı

Suheyb (ra) Ömer (ra) vefat edene kadar yanında durdu ve fisebilillah mücadele etti. Ömer (ra) vefat edip fitnenin kapısı açılınca[16] dünya ve ahiretini selamette tutmak için karışıklıklardan uzak kalmayı tercih etti. Ve o şekilde de bu dünyadan göçüp gitti.

“Suheyb koyu kırmızı tenliydi. Boyu ne uzun ne de kısaydı. Kaşları birbirine bitişikti ve saçı çoktu. Konuşmasında büyük ifade bozuklukları vardı. Tüm bunlarla birlikte dinde fazilet sahibiydi. Şen şakrak, mutluluk veren yapısı vardı… Vefatı H 38 yılında Şevval ayında Medine’de oldu. Fitnelerden uzaklaşmış ve kendi işine yönelmişti. Allah (cc) ondan razı olsun.”[17]

Suheyb ve onun gibi sahabilerin faziletini anlatmaya kitaplar yetmez.[18] O imanda öncü olan kimselerdendi, dini uğruna işkenceye uğrayıp sebat edenlerdendi, kutlu bir hicrete nail olanlardandı, nefsini dini uğruna satanlardandı, daima Nebi’nin (sav) safında duranlardandı, salihlerin sevgisiyle rızıklananlardandı. Nice ibretler aldık onun hayatından.

Selam olsun Suheyb’e! Allah (cc) kendisinden razı olsun…


[1]. El-Mustedrek, 5698

[2]. El-Mustedrek, 5702

[3]. El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, İbnu Hacer El-Askalânî, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/366

[4]. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, Ez-Zehebî, Dâru’l Hadîs, 3/355

[5]. El-Mustedrek, 5711

[6]. El-Mustedrek, 5712. Bazı âlimler ravilerden Amr ibni Dînâr’dan dolayı hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Bazı âlimler ise aynı şekilde rivayet edip sükût etmişlerdir. Metinde geçen “Kıyamet Günü bir arpa tanesini bağlamakla mükellef tutulacak, ama bağlayamayacaktır.” ifadesinin arpa tanelerinin birbirine bağlanması mümkün olmadığı gibi kişinin bağışlanması da mümkün olmayıp sürekli azap göreceği; gerçekleşmesi mümkün olmayan bir şey kendisinden istendiğinde yapamadığı için nasıl zor bir duruma düşecekse Kıyamet Günü de öyle zor bir duruma düşeceği; sahibinin görmediği benzersiz azaplarla azap olunacağı manalarında olduğu söylenmiştir. (bk. Şerhu Sahîhi’l Buhârî, İbni Battâl, 9/554; El-İfsâh an Meâni’s Sihâh, İbni Hubeyra, 3/197)

[7]. bk. Et-Temhîd, İbni Abdi’l Berr, Muessesetu’l Furkân, 13/585

[8]. Buhari, 1291; Müslim, 3

[9]. Müslim, Mukaddime

[10]. Müslim, Mukaddime; Darimi, 433

[11]. bk. Tüm Resûllerin Ortak Müjdesi, Halis Bayancuk, Tevhid Basım Yayın, s. 149

[12]. Yani Suheyb “Yahnes” demesi gerekirken “Ya nas” diyor. Telaffuzu yakın kelimeleri birbirine karıştırıyor. Ömer de insanları çağırdığını zannediyor.

[13]. Usdu’l Ğâbe fî Ma’rifeti’s Sahâbe, İbnu’l Esîr, Dâru’l Kutubil İlmiyye, 3/38

[14]. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, Ez-Zehebî, Dâru’l Hadîs, 3/355

[15]. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbnu Kesîr, Dâru Hecri, 10/671

[16]. bk. Buhari, 525; Müslim, 144

[17]. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbnu Kesîr, Dâru Hecri, 10/671

[18]. bk. El-İstîâb fî Ma’rifeti’l Ashâb, İbnu Abdilberr, Dâru’l Ceyl, 2/733

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver