Mümin ve münafığı, emirlere itaat konusunda birbirinden ayıran ölçü niteliğinde olan birtakım maddeler zikretmiştik. Bu yazımızda da bu maddelerden birkaçını daha izah etmeye gayret edeceğiz. Başarı Allah’tandır.
4. Hoşa Gitmeyen Emirlerde İsyan Etmek
Müminler hoşlarına gitmese de, kendi düşüncelerine uymasa da, kendilerine ağır gelse de yöneticileri; kendilerine içerisinde haram olan bir şey emretmedikleri müddetçe ona itaat ederler. Münafıklar için ise durum bunun tam aksidir. Onlar, hoşlarına giden durumlarda müminlerden bile önce sahaya atılırlar ama hoşlarına gitmeyecek, ağır olacak meselelerde ise bu emirden kaçmanın bir yolunu ararlar.
Münafıkların bu özelliğini anlayabilmek için, İslam tarihinde meşakkat ve zorluğun fazla olduğu sayfalara göz atmamız yeterli olacaktır. Zorluğun üst seviyede yaşandığı Tebuk gününe bir göz atabiliriz. O gün gerçekten zor bir gündür. Hava sıcaktır, yol ise uzaktır. Allah subhanehu ve teâlâ münafıkların ahvalini şöyle açıklıyor:
“Eğer (davet olundukları) yakın bir menfaat, orta yollu bir yolculuk olsaydı, elbette arkandan gelirlerdi. Fakat bu kadar uzun bir mesafeyi katetmek onlara ağır geldi. ‘Gücümüz yetseydi herhalde biz de sizinle beraber çıkardık’ diye Allah’a yemin edeceklerdir. Kendilerini helâka sürüklüyorlar. Onların muhakkak yalancı olduklarını Allah biliyor.” (9/Tevbe, 42)
Eğer ortada bir fayda, bir menfaat söz konusu ise davranış ve talepler de beraberinde değişmektedir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Geride bırakılanlar, ganimetleri almak üzere gittiğinizde: ‘Bırakın biz de sizin peşinizden gelelim’ diyecekler. Allah’ın sözünü (vaadini) değiştirmek isterler. De ki: ‘Sizler asla peşimizden gelemezsiniz. Allah daha önceden böyle buyurmuştur.’ Onlar: ‘Hayır, siz bizleri kıskanıyorsunuz’ diyecekler. Bilakis onlar pek az bir şey dışında anlamazlar.” (48/Fetih, 15)
Ortada bir ganimetin, faydanın bulunması onları şevklendirmiş ve onları müminlere böyle bir teklifte bulunmaya sevk etmiştir.
Burada önemli bir noktaya da değinmek gereklidir. Münafıklar herhangi bir emre itaat etmediklerinde hiçbir zaman açık sözlü davranmazlar. Yaptıklarına mutlaka şer’i bir kılıf bulurlar. Tebuk günü çıkmadıkları zaman ‘Yol uzundur, benim bağım bahçem var, ben gelemem’ gibi cümleler sarf etmiyorlar. Cihadı ve dini önemsedikleri izlenimi bırakacak cümleler kuruyorlar. ‘Ya Rasûlullah! Ben kadınlara düşkün biriyim. Rum kadınları güzeldir. Ben onlara bir kötülük yapıp bunun sonucunda cihadımın heba olmasından korkarım. Bana izin ver, beni fitneye düşürme!’ Allah subhanehu ve teâlâ bu durumu şöyle anlatıyor:
“Onlardan bazıları da: ‘Bana izin ver, beni fitneye düşürme!’ derler. Bilin ki onlar zaten fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Şüphe yok ki cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.” (9/Tevbe, 49)
Burada akla şöyle bir soru gelebilir; münafıkların durumu bu iken biz mazeretlerin gerçekten şer’i olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Mazeretleri nifaktan kaynaklanmayanlar bellidir. Bunu görebilmek için bu insanların genel haline bakmak yeterli olacaktır. Üzerine düşen vacipleri yerine getiren insanlar mazeret sunduklarında insanlar şaşırırlar. ‘Bunun gibi sürekli üzerine düşen sorumlulukları yerine getiren bir insan mazeret sunuyorsa kesin ciddi bir şey vardır’ şeklinde bir tepkinin oluşması mümkündür. Bu insanlar her zaman Allah’a kul olan insanlardır. Buna Osman’ı radıyallahu anh örnek verebiliriz. Osman bazı savaşlara katılmamıştı. Ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dahil kimse onu mazeretinden dolayı kınamadı.
Nifaktan kaynaklı mazeret üretenler de bellidir. Bunlar sadece o anki işe mazeret bulup ondan geri kalan insanlar değillerdir. Bunlar zaten hiçbir zaman iş yapmayan, işlerden kaçmanın bir fırsatını arayan insanlardır. Bu insanlar bir sonraki aşamayı mazeret olarak öne sürüp içinde bulunduğu sorumluluktan kaçmaya çalışırlar. Davet yapıldığında: ‘İslam ümmeti ne haldedir, bizim yaptığımız işe bak! Zaten bu toplum bizi anlamıyor bizim hicret etmemiz lazım’ derler. Hicret vaki olduğu zaman ise aynı insanlar: ‘Böyle kaçmakla bir yere varılamaz bizim cihad etmemiz lazım’ diyerek hep gözünü bir sonraki aşamaya diker, fakat hiçbir şey yapamaz. Çünkü bir sonraki aşamaya göz dikmesi, içinde bulunduğu aşamadan sıyrılmak içindir.
Bahane, nifak ehlinin en temel vasfıdır. Bugün bizler birtakım haklı mazeretler öne sürüp, Allah’a kulluğumuzu tam anlamıyla yerine getiremediğimizi dillendiriyoruz. İşimizi, yaşamın hengamesini, çocuklarımızı, eşlerimizi öne sürüp sakin bir hayat sürmediğimiz için Allah ile baş başa kalamamaktan sitem ediyoruz. Demek ki bu unsurlar ortadan kalkarsa kişi Allah’a hakkıyla kul olabilecektir. Bu unsurların ortadan kalkıp yaşantının sadeleştiği mekânlar cezaevleridir. Bu şikâyetleri yapıp cezaevine düşen bir Müslümandan beklenen, geceleri kaim, gündüzleri saim olmasıdır. Ancak durum hiç de böyle olmuyor. İçeriye düşüldüğünde akla ‘Acaba çocuklar ne yapıyor, acaba ne olacak’ gibi sorular gelmeye başlıyor. Bahaneci insan, kendini bilir. Allah subhanehu ve teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Bilakis insan öne mazeretler sürse de kendi nefsi üzerinde basiret sahibidir.” (75/Kıyamet, 14-15)
5. İtaatte İhlas Üzere Olmak
Bizler her meselede olduğu gibi itaat meselesinde de ihlasımızı kontrol etmek zorundayız. Çünkü Müslüman, sürekli nefsini muhasebe eden kişidir. İhlas, bir amelin makbul olması için şartlardan bir tanesidir.
İtaatte ihlasımızı nasıl kontrol edebiliriz?
Bunun ölçüsünü selef imamlarımız belirtmiştir. Demişler ki: ‘Eğer kişi insanların görmediği yerlerde üzerine düşen sorumlulukları daha canlı yapıyor, Allah’a daha istekli bir şekilde ibadet ediyorsa bu kişinin ihlası tamdır. Fakat kişi insanların gördüğü yerlerde canlı fakat yalnız iken tembelse bu kişi amellerinde riyaya bulaşmış demektir.’
O halde bizler de buradan hareket ederek itaat konusunda ihlasımızı kontrol edebiliriz. Eğer bizler yöneticilerimize ırk, nesep, mal, bilgi, tecrübe ayrımı yapmadan itaat ediyorsak başımızda Habeşli köle vasfında biri olduğunda dahi itaat ediyorsak bu bizim itaat konusundaki ihlasımızı gösterir. Fakat bizler âlim olanlara itaat ediyor, olmayanlara itaat etmiyorsak, kumandan olanlara itaat ediyor, olmayanlara itaat etmiyorsak bu da münafıkların özelliklerindendir.
Bu konuda yaşanan problemlerden bir tanesi de kişinin çok samimi olduğu bir kişinin başına yönetici tayin edilmesi bunun neticesinde kişinin bu samimiyetten ötürü ona itaatte gevşek davranmasıdır. Bu yanlış, bizim samimiyet anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Samimiyet ancak saygı ile beraber gerçekleştiği takdirde aradaki sevgi ve muhabbeti arttırır. Çok espri, bol kahkaha üzere kurulu samimiyetin sonuçları sert ve keskin olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem henüz 18 yaşında olan Usame b. Zeyd’i radıyallahu anh komutan olarak tayin ettiğinde münafıklar huzursuz olmaya başlamışlardı. Çünkü onlara göre emir böyle olmamalıydı. Tabi bunu açık bir dille ifade etmeyip ‘Ordunun içinde Ebubekir, Ömer, Ali, Halid gibi insanlar var iken Usame’nin emir olması doğru değildir’ gibi bir kılıfla ortaya atıyorlardı. Münafıkların durumu bu idi. Ancak sahabe, yaşına bakmadan ona itaat ettiler. Hatta Ömer radıyallahu anh Rasûlullah’ın vefatından sonra Usame’yi her gördüğünde ona: “Allah’ın selamı üzerine olsun, Ey emirim” diye hitap ediyordu.
6. Önemli veya Önemsiz Olayları Emire Ulaştırmak
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlara emniyete veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu hemen yayarlar. Lakin onlar o haberi Râsule ve emir sahiplerine ulaştırmış olsalardı, ondan hüküm istinbat edecek olanlar, onu onlara çıkarırlardı. Allah’ın rahmeti ve fazileti üzerinizde olmasaydı azınız müstesna çoğunuz şeytana tabi olurdu.” (4/Nisa, 83)
Münafıkların özelliklerinden bir tanesi de duymuş oldukları haberleri ayırt etmeksizin ve sonuçlarını düşünmeksizin insanların arasında yaymalarıdır. Güvene dair haberleri insanların arasında yayarak Müslümanların bu habere güvenip gevşemelerine sebebiyet verirler. Korkuya dair haberleri yayarak da Müslümanların düşmanlarına karşı korkuya kapılmalarını sağlamaktadırlar.
Müminler ise kendilerine herhangi bir konuda herhangi bir haber ulaştığında bu haberi, ondan bir sonuç çıkarabilecek birilerine yani yöneticilere ulaştırırlar.
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
İlk Yorumu Sen Yap