İlk Müslümanlar Üzerine Birkaç Not

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Rasûlü’ne olsun.

Geçen yazımızda bireysel davet yılllarında İslam’a giren ilk Müslümanlardan ve bu sahabelerin Müslüman olma süreçlerinde dikkatimizi çeken bazı hususlardan bahsetmiştik. İlk Müslümanlarla alakalı birkaç noktanın daha üzerinde durmak istiyoruz.

Allah Rasûlü’nün davetini kabul eden ilk kişinin Hatice radıyallahu anha olduğunu ve birçok hadiste vurgulandığı üzere Allah ve Rasûlü’nün yanında onun radıyallahu anha değerinin çok yüksek olduğunu belirtmiştik.

İşte Hatice annemizin bu fiili, sonuç itibari ile Allah ve Rasûlü’nün yanında elde ettiği konum günümüzde birçok Müslüman kadının ileri sürdüğü bahaneleri çürütecek niteliktedir. Şeytanın bir oyunu olan “hayrın kapılarını sınırlama” projesinden maalesef ablalarımız da etkilenmiş ve belli başlı amelleri yapmadan İslam’a hizmet edemeyeceklerine inanmışlardır. Bu yanlış anlayışı yerle bir eden bir portre olarak Hatice annemiz karşımızda durmaktadır.

Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Aişe annemiz üzerinden bir kıyas yapabiliriz. Aişe radıyallahu anha Allah Rasûlü’nün en sevdiği hanımı idi. Ümmetin en fazla hadis rivayet edenlerindendi. Fakih idi. İnsanların meselelerini sorup, doyurucu cevaplar aldıkları bir kişi idi. Ama tüm bu meziyetleri onu, Hatice annemizin seviyesine çıkartamadı. Hem de Aişe’deki radıyallahu anha bu vasıfların çoğunun Hatice annemizde olmamasına rağmen!

Peki Hatice annemizi farklı kılan ne idi? Tek bir husus: O sıkıntılı dönemde Allah Rasûlü eve geldiğinde, evi ona dar etmemesi, bilakis orayı yenilenme, teselli etme, sükûnete kavuşma merkezi hâline getirebilmesi.

Bugün Müslüman bir kadının ilmi, infak edebileceği malı, güzel davet yapabilme imkanı, insanları yazı ile uyarma kabiliyeti olmayabilir. Ama evini İslam Davası için koşturan eşine, hizmetine fayda sağlayacak bir mekan hâline getirebilir. Böylece hem Hatice annemizin ulaştığı övgülere mazhar olma imkanını yakalayabilir hem de şeytanın onu İslami harekete hizmetten mahrum etme projesini boşa çıkartır.

Maalesef günümüzde bu nimetin farkına varan ve gereğini yerine getiren ablalarımızın sayısı çok azdır. Daha da düşündürücü ve üzücü olan ise bazı ablaların küfür toplumunda davet yapmanın bütün olumsuzluklarını üzerinde taşıyarak eve gelen eşlerine bir de kendi sıkıntılarını yüklemeleridir. Elbette eşler birbirlerinin dertlerini dinlemek ve çözüm bulmakla yükümlüdür. Ancak ortada İslam Davasının sıkıntıları dururken tarafların kişisel problemlerinin öncelenmesini istemesi, bu hususları sürekli gündemde tutması hizmet ehli olmak ile bağdaşmayan hareketlerdir.

İlk Müslümanlarla alakalı dikkatimizi çeken bir başka husus ise çocuk yaştaki Ali ve Zeyd’in radıyallahu anhuma İslam’ı kabul etmeleri ile alakalıdır. İki gencin yaptığı tercih aslında ailelerini daha doğrusu Allah Rasûlü’nün evi dışındaki bütün yaşantılarını ellerinin tersi ile itmeleri anlamına geliyordu. Zeyd radıyallahu anh zaten tercihini İslam’a girmeden önce açıkça ortaya koymuştu. Ali de radıyallahu anh iman etmesi ile beraber safını netleştirdi. Peki, akrabalık bağlarının bu kadar kuvvetli olduğu bir zamanda çocuk yaştaki Ali ve Zeyd’i radıyallahu anhuma Peygamber’den sallallahu aleyhi ve sellem yana tercih yapmaya iten etken neydi?

Elbette Allah Rasûlü’nün ahlakının birçok kişinin imanına vesile olduğu gibi burada da etkili bir sebep olduğunu biliyoruz. Fakat bu iki gencin yaptıkları tercihten bahsederken onların Allah Rasûlü’ne olan sevgilerini ve bu sevgiyi meydana getiren Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem insanlarla ilgilenme metodunun asıl etken olduğunu görmezden gelemeyiz.

Allah Rasûlü, hangi yaş grubu olursa olsun insanlara değer verir ve bunu onlara hissettirirdi. Onlarla rıfk ile muamele eder, onların dertleri ile dertlenir, ihtiyaçlarını onlar söylemeden tespit edip gidermeye çabalar, isteklerini dikkate almamazlık yapmazdı.

Bugün özellikle gençler ile ilgilenmek deyince maalesef insanların aklına sadece bol bol konuşmak ve espri yapmak geliyor. Allah Rasûlü’nün hayatını tüm ayrıntıları ile bize ulaştıran sahabeler ise ondan sallallahu aleyhi ve sellem bir elin parmağını geçmeyecek kadar espriyi ancak rivayet etmektedirler. Demek ki bu sünnete uygun olan ve gerçekçi bir ilgilenme metodu değildir.

Özellikle gençlere İslam Davasına sağlamakla görevli kardeşler bu hakikati unutmamalıdırlar. Elbette ilgilendikleri gençlerle muhabbet etmeliler, onlarla şakalaşmalılar. Ama asıl yapmaları gerekenin muhataplarının sorunları ile hakiki manada ilgilenmek, sevinç ve üzüntülerine ortak olmak olduğunu unutmamalıdırlar.

İlk Müslümanları anlatırken üzerinde durmak istediğimiz bir başka mesele ise Allah Rasûlü’nün güzel ahlakı ile alakalıdır. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem risalet görevini yüklenmeden önce ahlakının düzgün olmasının davette olumlu etkisi açıktır. Fakat burada şöyle bir soru ya da itiraz akla gelebilir:

“Sahabelerin ya da İslam’a girenlerin hepsi cahiliyelerinde güzel ahlak sahibi değillerdi. O zaman onların Müslüman olduğunu gören insanlar bu dinden soğuyacaklar mı? ‘Eğer bu kadar kötü ahlaklı biri bu dine girmişse, kesin o dinde bir sorun vardır mı?’ diyecekler?”

Allah Rasûlü’nün ahlakının insanların hidayetine müsbet yönden etkisi olduğunu söylediğimiz anda böyle bir itirazla karşılaşmamız gayet doğal. Peki çelişki gibi görülen bu noktayı nasıl açıklığa kavuşturacağız?

Cevap verirken ki ölçümüz yine sahabe olacak. Onların cahiliyede iyi olanları İslam’da da iyi idiler. Cahiliyeleri kötü olanlar ise İslam’ın kapısında çirkin hasletlerinin hepsini bıraktıkları için onları gören müşrikler bu dine karşı yine gizli bir hayranlık duyuyorlardı. Çünkü onlara göre bir ‘kelime’ sahabelerin hayatlarını 180 derece değiştirmişti.

Maalesef günümüzde İslam’a girenler cahiliyedeki hâllerinin üzerine yeni bir şey eklememektedirler. Eski hayatında iyi olan iyi, kötü olan da kötü bir şekilde İslam’ını yaşamaktadır. Hatta güzel ahlaklı diyebileceğimiz bazı kardeşler İslam’ın bir gereği olarak düşünüp, anne-babaya kötü muamelenin farklı versiyonlarını uygulamaktadırlar. Doğal olarak da insanlar “bu inanç insanlarda bir değişiklik oluşturmuyor ise ya da onları daha kötü bir hâle getiriyor ise bizden uzak olsun” diyebilmektedirler. İnsanların hidayete ulaşmalarının önünde var olan birçok engele bir de davetçilerin ahlaki bozuklukları eklenmektedir.

Öyleyse Müslümanlar cahiliyeleri nasıl olursa olsun, İslam’a dahil olduktan sonra güzel ahlakı kendilerine amaç edinmeliler. Böylece muhataplarının İslam’ına vesile olacak yolları çoğaltmalıdırlar.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver