Selam

وَاِذَا حُيِّيتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِاَحْسَنَ مِنْهَٓا اَوْ رُدُّوهَا اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا

“Selamlandığınız zaman (karşılığında) daha güzel bir selam verin ya da (misliyle) karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin üzerinde (hesap gören) Hasib’tir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Bu ayki yazımızda, günlük yaşantımızda bir alışkanlığa dönüşen ve sıradan hâle gelen, ancak İslam’da çok önemli bir yere sahip olan selamlaşma konusunu ele alacağız. Birçok yazımızda değindiğimiz gibi İslam, selamet ve esenliğin kaynağıdır. Hem fertlerin hem de toplumun her ânına müdahale ederek selametin her alana nüfuz etmesini amaçlar. İnsanların birbirlerini nasıl karşılamaları gerektiğine müdahale ederek amaçladığı selameti, birbirlerini tanıyan/tanımayan insanların konuştukları ilk cümlelerle sağlamıştır.

Selamlandığınız zaman (karşılığında) daha güzel bir selam verin ya da (misliyle) karşılık verin.

Selamın önemini daha iyi anlamak için ayeti daha detaylı bir şekilde incelememiz gerekir. İlk olarak, ayette “selam” için تَحِيَّة kelimesi kullanılmıştır. تَحِيَّة kelimesi, حي\حياة’dan türemiştir ve hayat, kederin ve üzüntünün yokluğu; selamet manalarına gelir.[2] İslam gelmeden önce Araplar birbirlerini حَيَّاكَ اللّٰه / “Allah seni yaşatsın.” diyerek selamlardı. Ancak bunu öylesine söyler ve bu temenni edilen yaşamın nasıl olacağıyla ilgili bir amaç gözetmezlerdi. İslam’ın öğrettiği selam ise hem dünya hem ahiret selametini ve esenliğini gözeterek yapılmış bir duadır.

İlk dönem müfessirleri başta olmak üzere genel olarak âlimler, selam vermenin müekked bir sünnet olduğunu, ancak selama karşılık vermenin vacip olduğunu söylemişlerdir.

Ayet hakkında İbni Abbâs (ra) şöyle demiştir: “Sana Allah’ın (cc) yarattıklarından kim selam verirse Yahudi de olsa Hristiyan da olsa hatta Mecûsî de olsa selamına karşılık ver. Çünkü Allah (cc) ‘Selamlandığınız zaman (karşılığında) daha güzel bir selam verin ya da (misliyle) karşılık verin.’ buyurmuştur.”[3]

Müminlerin birbirleriyle nasıl selamlaşacakları bizzat Rabbimiz (cc) tarafından öğretilmiştir. Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Nebi (sav) şöyle buyurdu:

“Allahu Teâlâ, Âdem’i (as) kendi suretinde, boyu altmış zira’ olarak yarattı. Yaratınca ona, ‘Git şu oturmakta olan meleklere selam ver ve senin selamına nasıl karşılık vereceklerini dinle. Çünkü senin ve senin çocuklarının selamlaşma şekli böyle olacaktır.’ buyurdu. Âdem (as) meleklere, ‘Es-Selamu aleykum.’ dedi. Melekler, ‘Es-Selamu aleyke ve rahmetullah.’ karşılığını verdiler. Onun selamına ‘rahmetullah’ kelimesini ilave ettiler. Cennete girecek her fert Âdem suretinde (en güzel şekilde) girecektir. Âdem’den (as) bu zamana kadar insanların yaratılışı (boy, güzellik ve bünye bakımından) eksik kalmıştır.”[4]

Müslimlerin birbirlerine verdikleri selam, Allah’ın (cc) mümin kullarına bir lütfu ve onları diğer milletlerden ayıran bir özelliktir. Umeyr ibni Vehb El-Kureşî, Resûlullah’a o dönemin âdetine göre, “Sabahınız hoş olsun.” diyerek selam verdiğinde Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah bize lütufta bulunarak senin selamından daha hayırlı olan ve cennet ehli tarafından da kullanılan (Es-Selam) sözü ile selamlaşmayı öğretti.”[5]

Müslimlerin selamlaşma şekli, başka milletleri Müslimlere karşı kıskandırmıştır. Âişe Annemizin (r.anha) aktardığına göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yahudiler, sizi, selamınız ve âmin deyişiniz sebebiyle kıskandıkları kadar bir başka şey için kıskanmamışlardır.”[6]

Allah’ın (cc) kullarına bir lütuf ve diğer milletlerden ayıran bir özellik kıldığı selam alıp vermenin nasıl icra edileceğini her konuda en güzel örnek olan Resûlullah’ın (sav) sünnetinden öğreniyoruz:

“Selmân El-Fârisî’nin (ra) aktardığına göre bir adam Resûlullah’a (sav) geldi ve ‘Es-Selamu Aleykum ey Allah’ın Resûlü.’ dedi.

Resûlullah (sav), ‘Aleykum Selam ve Rahmetullah.’ diye karşılık verdi.

Sonra başka bir adam geldi ve ‘Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullah ey Allah’ın Resûlü.’ dedi.

Resûlullah (sav) ona, ‘Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berakatuhu.’ diyerek karşılık verdi.

Başka bir adam daha geldi ve ‘Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu.’ diyerek selam verdi.

Resûlullah (sav) ona, ‘Senin de üzerine olsun.’ diye karşılık verdi.

Bunun üzerine o adam, ‘Ey Allah’ın Resûlü, falan kişiler sana selam verdiğinde onlara bana verdiğin karşılıktan daha fazlasıyla cevap verdin.’ dedi.

Resûlullah (sav), ‘Çünkü sen bana verebileceğim bir karşılık bırakmadın. Allah (cc) şöyle buyuruyor: ‘Selamlandığınız zaman (karşılığında) daha güzel bir selam verin ya da (misliyle) karşılık verin.’ Biz de sana misliyle karşılık verdik.’ buyurdu.”[7]

Buraya kadar zikretmekle yetindiğimiz rivayetlerden selamlaşmanın Allah (cc) katında ve Resûlullah’ın (sav) sünnetinde çok önemli bir yere sahip olduğunu anlıyoruz. Müslimler olarak, selamlaşmanın giderek azaldığı, insanların başlarını önüne eğip sinirli bir şekilde yürüdüğü, kimsenin kimsenin yüzüne bakmadığı ve “ayıp olmasın” diye selama karşılık verildiği bu toplumda farkımızı ortaya koymalı, şiarlarımızı yüceltmeliyiz. Bu, Müslimlerin takvasının bir gereğidir:

“İşte böyle… Kim de Allah’ın (değer verilmesini istediği, O’nu hatırlatan) şiarlarını yüceltirse kuşkusuz bu, kalplerin takvasındandır.”[8]

Ayrıca hem fert hem de toplum üzerindeki etkisinden dolayı Resûlullah (sav) selamlaşmanın yaygınlaştırılmasını emretmiştir;

Bir sahabi, Peygamber’in (sav) Medine’ye ilk gelişini şöyle aktarmaktadır:

“İnsanlarla beraber ben de Peygamber’i (sav) karşılamaya gittim. Ben, onun yüzünü gördüğüm zaman dedim ki, ‘Bu, yalancı olan bir adamın yüzü değildir.’

Ve O (sav), insanlara şöyle diyordu: ‘Ey insanlar, kendi aranızda selamı yayınız, insanlara yemek yediriniz, insanlar geceleri uyurken siz namaz kılınız, tâ ki cennete selam içerisinde giresiniz.’ ”[9]

Berâ ibni Âzib’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü bize şu yedi şeyi emretti: Hasta ziyaretini, cenazeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selamı yaygın hâle getirmeyi ve yemin edenin yemininin yerine gelmesini temin etmeyi.”[10]

Allah’ın (cc) ve Resûl’ünün (sav) emir ve buyruklarına ilk muhatap olan sahabenin anlayış ve ameline baktığımızda, konunun ehemmiyetini daha iyi anlıyoruz. Sahabe, hiç sevmedikleri mekânlar olan çarşılara sırf selamlaşmak için giderdi.

Tufeyl ibni Ubey ibni Ka’b’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Biz çarşıya çıktığımızda, Abdullah ibni Ömer, eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selam verirdi. Bir gün yine Abdullah ibni Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona, ‘Sen çarşıda ne yapacaksın? Ticaret bilmezsin, malların fiyatlarını sormuyor, bir şey satın almak istemiyor ve çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun. Şurada otur da birlikte konuşalım.’ dedim. Bunun üzerine İbni Ömer (ra) ‘Ey Ebû Batn! Biz, sadece selam vermek üzere çarşıya çıkıyoruz; karşılaştığımız kimselere de selam veriyoruz.’ cevabını verdi.”[11]

Müslim kardeşlerimizle aramızda bazı sorunlar olabilir, karakter uyuşmazlığı gibi durumlar ortaya çıkabilir ve bundan dolayı bazı kardeşlerimizi nasıl seveceğimizi bilemeyebiliriz. Ancak Resûlullah (sav) bu sorunun çözümüne dair hayata geçirilmesi kolay bir anahtar vermiştir:

“Siz iman etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmediğiniz müddetçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Kendi aranızda selamı yayınız.”[12]

Müslimlerin birbirlerini sevmesi, kalplerinin birbirlerine karşı barışık olması çok önemlidir. Çünkü Allah (cc) bunu bir lütuf olarak verdiğini ve kendisinden başka kimsenin buna muktedir olamayacığını vurgulamıştır:

“(Allah,) onların kalplerini birbirine ısındırdı. Sen yeryüzündekilerin tamamını harcasaydın, yine de onların kalplerini birbirine ısındıramazdın. Ama Allah onların arasını ısındırdı. (Çünkü) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”[13]

Buraya kadar anlattıklarımızdan anlıyoruz ki selamlaşma, öylesine bir dil alışkınlığı değildir, olmamalıdır! Rabbimizin (cc) bize emrettiği, Resûlullah’ın (sav) öğrettiği ve yaptığımızda ecir alacağımız bir ibadet olduğunu bilmemiz gerekir. Ancak maalesef Müslimler olarak, günümüzün toplumsal afetlerinden nasibimizi alıyor, değerlerimiz konusunda hassasiyetlerimizi kaybediyoruz. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle hayatımızda pek çok şey hızlanıyor, mesafeler kısalıyor; aslen bu, Allah’ın (cc) bir nimetidir. Ancak bu gelişmelerle birlikte çoğu şey “basitleşiyor”, değerini ve anlamını yitiriyor.

WhatsApp gibi sözüm ona hızlı irtibat araçları Müslimler arasındaki iletişimi basitleştiriyor, değersizleştiriyor. Bundan dolayı gözetilmesi gereken hassasiyetler “hız”dan nasibini alıyor ve “sa”, “as” gibi anlamsız selamlaşma biçimleri ortaya çıkıyor. En acı olanı ise kendisine ‘Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi’ diye cennet ehlinin selamıyla selam veren kardeşine “as” diye cevap vermektir… Bu tür şeyler ayrıntı gibi gözükse de Rabbimiz (cc) katında böyle değildir. Müslimler arasındaki kardeşliğin zayıflığından ve sevginin azaldığından şikâyet eden Müslimlerin, birbirleriyle nasıl selamlaştıklarına ve bunu bir şuur üzere yapıp yapmadıklarına bakması gerekir.

Şüphesiz, Allah her şeyin üzerinde (hesap gören) Hasib’tir.

Rabbimiz, büyük küçük, gizli açık yaptığımız bütün amellerin karşılığını verendir. Selamlaşma gibi dile kolay, ancak etkisi büyük bir ibadetin de mutlaka ecrini verecektir.

Selam ve dua ile…


[1]. 4/Nisâ, 86

[2]. El-Mufredât, s. 268, h-y-y maddesi

[3]. Buhari, Edebu’l Müfred, 1107; Tefsîru’t Taberî, 7/375; İbni Münzir, 2071

[4]. Buhari, 6227; Müslim, 2841

[5]. İbni Hişâm, Cemâluddîn Abdulmelik b. Hişâm b. Eyyûb, Sîretu’n-Nebeviyye, 7. baskı, Dâru’l Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2014, s. 274

[6]. İbni Mace, 856

[7]. Taberani, El-Kebîr, 2/246; Tefsîru’t Taberî, 7/277; Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 19295 No.lu rivayet

[8]. 22/Hac, 32

[9]. Tirmizi, 2485

[10]. Buhari, 1239; Müslim, 2066

[11]. Muvatta, 2763

[12]. Müslim, 54

[13]. 8/Enfâl, 63

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver