İki Dünya Arasında

Hepimiz Ashab-ı Uhdud kıssasını biliriz. Ve orada anlatılan Müslüman, mücahid çocuğu…

Bu çocuğun yaşadıklarından onlarca ders çıkarılabilir. Biz, ayın anlam ve önemine dair olanlarından bahsedeceğiz.

 

Zeki bir çocuk… Akranları arasında saray sihirbazı yetiştirilmeye aday gösterilecek kadar zeki…

 

Yaşı ilerleyen saray sihirbazı, kendinden sonra insanları aldatıp oyalayacak bir varis bırakmak isteyince, onu getiriyorlar yanına. Eğitmeye başlıyor sahir/sihirbaz çocuğu. Mesleğinin en ince ayrıntılarını öğretiyor peyderpey.

 

Her gün düzenli olarak gidip geliyor çocuk sahirin yanına, anlattıklarını belliyor hızlıca… Ancak günlerden bir gün, yolunun üstündeki manastırda yaşayan rahip ile karşılaşıyor. Rahip, çocuğa bir din adamına yakışacak sevecenlikte yaklaşıyor ve onunla ilgilenmeye başlıyor… Hak dinden, Allah’ın birliğinden, güç ve kudretinden bahsediyor. Fıtrat dini olunca anlatılanlar, çocuğun kalbinde yer ediyor rahibin her cümlesi.

 

Artık sahirin yanına giderken, rahibin yanına da uğramadan edemiyor çocuk. Bu sebeple kimi zaman sahire, kimi zaman eve geç gidiyor. Her defasında birilerinden azar işitiyor olsa da aldırmıyor…

 

Her ne kadar rahibin anlattıkları gözünü gönlünü aydınlatsa da, sahirden de olamıyor, uzaklaşamıyor. Çünkü sahirin öğrettiği olağan dışı işler, merakını celp ediyor. Hem kendisine vaadedilen saray sihirbazlığı, tabiri caizse kral danışmanlığı, nefsine hoş geliyor. Maddi imkanlar ve makam.. İtibar ve şöhret… Kime hoş gelmez ki!

 

Ancak içinde de fırtınalar kopmuyor değil. Rahibin anlattıkları ile sahirin öğrettikleri çatışıyor her defasında… İki dünya arasında sıkışıp kalıyor çocuk. İki din, iki hayat tarzı, iki hedef arasında git geller yaşıyor… Bir yanda sahir ve anlattıkları, bir yanda rahip ve anlattıkları.. Biri dünyayı vaadediyor, biri Allah uğrunda dünyada harcanmayı.. Biri varlığı, mülkü vadediyor, diğeri varlığını mülkün gerçek sahibine adamayı…

 

İki yol arasını birleştirmeyi, biraz sahirvari, biraz rahipvari olabilmenin yollarını düşündü mü çocukcağız bilemeyiz ama, bu ikilemden canının yandığını net görebiliyoruz..

 

Nasıl mı?

 

İnsanların yolunu kesen vahşi bir hayvanı öldürmek için eline aldığı taşı atmadan yalvarıyor kudreti sonsuz olarak tanıtılan Allah’a.. ‘Eğer rahibin anlattıkları doğru ise, bu taş ile bu hayvanı zararsız hale getir Allah’ım…’

 

Mutlu son… Hayvan ölüyor. Çocuğun yüreğinde tarifsiz bir mutluluk.. Kalbin tasdiklediğini, ameliyle de uygulama zamanı. Sahirden ebediyen yüz çevirip, rahibin anlattıklarını yaşamaya ve yaşatmaya adıyor çocuk kendini…

 

Kıssanın detayını ve devamını öğrenmek isteyenler hadis kaynaklarına bakabilirler. Şimdi biz geçmişte yaşanan bu olayın günümüze yansımalarını değerlendirelim.

 

Sahir ve verdiği eğitimin içeriği, bugün evlatlarımıza Allah’sız bir hayatı tanıtan ve sevdiren, tamamen dünya nimetlerine endeksli bir eğitim ve gelecek anlayışı veren, haramlarla iç içe ortamı ile günümüz okullarına ne kadar da çok benziyor. Hala bağlantı kuramayanlar için biraz daha açalım…

 

Sahir çocuğa öğrettiği ilim ile sahip olacağı yüksek bir makamı, bu makamın sağlayacağı itibar ve saygıyı, insanlar üzerinde söz hakkına sahip olmayı, bir çok insanın sıkıntılarını gidereceği için herkesin ona duyacağı minnettarlığı ve bunun maddi ve manevi kazançlarını, en önemlisi de kralın en yakınında olmayı, danışmanlığı vaadediyordu. Bu saydıklarımızı tek bir başlık altında toplarsak sahir, dünyalık ne kadar nimet varsa bu bilgi ile çocuğa sunuyordu.

 

Bugünün okullarının da bundan başka bir vaadi var mı? Daha ilkokuldan başlayarak bir makam sahibi olabilme yarışına sokulmuyor mu çocuklar? Sahip olunabilecek en önemli değer olarak meslek gösterilmiyor mu bu küçük insanlara? Bu meslek tercihleri daha iyi bir yaşam, daha konforlu evler ve binitler için yapılmıyor mu? Çocuklar sırf bu menfaatler uğruna yarış atı gibi okuldan etüde, etütten dershaneye koşturulmuyor mu? Makamın ne kadar üst olursa, o kadar itibarın artacağı kanıksanmamış mı?

 

Görüldüğü üzere burada da vaadedilen gerçek: Dünya… Peki dünyanın İslam’daki yeri ne? Değeri ne? Karıştırın ayetleri, hadisleri ne göreceksiniz acaba? Biz söyleyelim. Dünya bu kaynaklarda ne sevilesi, ne övülesi, ne takip edilesi, aranası, ardından koşulası, ne de arzulanası bir yer… Dünya yerilesi, kendinden kaçılası, kovulası, şerrinden fitnesinden Allah’a sığınılası bir mekan… Öyleyse daha doğar doğmaz Allah’ın kelamını duyurduğumuz, ilk kelimesini Allah olarak konuşturduğumuz, Kur’an’da yer alan bir isimden esinlenerek adını koyduğumuz yavruyu, geleceğe dair bir hedefe yönlendirirken de İslam’ı referans almamız gerekmez miydi? Dünyayı kazanmayı değil, dünyayı Allah yolunda harcamayı onlara öğretmemiz icap etmez miydi?

 

Bir başka yönü daha var kıssanın.

 

Sahirin vaadlerini elde edebilmek için çocuğun önüne bir şart konulmuştu. Kafir olmak… Çünkü sihir ve büyü ancak şeytanların yardımı ile gerçekleşebilirdi. Şeytanların yardımını celp etmek için, onlara ibadet edilmeliydi. Allah’a isyan edip şeytanların himayesine girilmeli, buna uygun bir yaşam sürülmeliydi.

 

Okulların vaadettiği gelecek için de aynı şart geçerli… Size mevki makamı verecek diplomaya sahip olabilmek için, o eğitim kurumunun hedef ve amaçlarına uygun davranmalısınız. Yani Allah’ın dinine göre değil de dinin dünyadan, İslam’ın devletten ayrıldığı laikliğe göre hareket etmelisiniz. Okulda dini verilere değil, aklın ve bilimin verilerine iman etmelisiniz. Bunu kalben benimsemeseniz de münafıklık yapmalısınız. Okulda önce atayı sevmelisiniz. Sevmeseniz de seviyormuş gibi yapıp yine münafığı oynamalısınız. Allah’ı evde de seversiniz. İslam’ı çağın gerisinde bırakmalı, İslamsız cumhuriyeti övmeli, sevmeli, ilanını kutlamalısınız. İslam’ı kötüleyebilirsiniz, Osmanlıyı, Arabı kötüleyebilirsiniz; ama cumhuriyete ve kurucularına asla laf söylememelisiniz. İslami kurallara evde istediğiniz kadar uyup haremlik selamlık oturabilirsiniz, ancak okulda herkes birbirinin kardeşi. Bu yönde bir isteği asla dillendirmemelisiniz. Adem aleyhisselam olabilir size göre ilk insan. Ancak siz tarih dersinde ilk insanı yontma taş devrinin özellikleri ile bilmeli, öğrenmelisiniz. Bırakın konuşmayı, alet yapmayı; üst başını örtmeyi dahi bilmeyen, ancak zamanla gelişen taş devri insanını önce tanımalısınız…Yazıyı Sümerlilerden, parayı Lidyalılardan miras almalısınız ancak bunları peygamberlerin insanlığa öğrettiğine dair hiçbir bilgi alamazsınız… Savaşlar anlatılır, kavimler yok olur… Hiç birinin sebebi din paydasında açıklanmaz… Normal bir süreç hep aynı döngü sanırsınız… Daha bunun coğrafyası var, inkılap tarihi var, fiziği, kimyası var… Uzatmayalım.

 

Şimdi bu iki çeşit eğitimi alan bir çocuğu hayal edin… Hangi ideali yaşatsın, büyütsün hayalinde? Hangisine göre hareket etsin, hedef belirlesin? Evde çok sevdiği ailesi ve anlattıkları, okulda yine bir o kadar sevdiği öğretmeni ve anlattıkları… O çocuksu yüreği ile ne tarafa meyletsin? Ne evdekiler biraz esniyor, ne okul yasaları biraz gevşiyor. Her iki taraf da kendi düzenine uygun bir kafa yetiştirmenin derdinde… Ah keşke Ashab-ı Uhdud’un kahramanının karşısına çıkan hayvan onun karşısına da çıksa, atacağı taş bu çocuğu da ikilemden kurtarsa… 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver