Günümüz Okullarına Menhecî Bir Bakış

 

Günümüz okullarını birçok açıdan incelemek mümkündür. Meseleye itikad nazarı ile veya ahlak nazarı ile yaklaşılabileceği gibi, tağuti sistemin kendilerine sadece kul olabilecek insanları yetiştirdiği ‘okul’ denen bu tezgâhlara menhec perspektifinden bakmak da mümkündür. Biz bu perspektiften bakmakla beraber meselenin daha iyi anlaşılması amacı ile öncelikle menhec kavramının tarifi üzerinde durmayı uygun gördük.

Menhec Kavramının Tarifi

Yürümek, belli bir rota izlemek manasına gelen  (nehece) kelimesinden türeyen  (menhec) sözcüğü yol, yordam, metot, program gibi anlamlara gelir.

Bir menzile ulaşmanın şüphesiz birden fazla yolu ve yöntemi vardır. Bu yollar bazen bizi menzile sağ salim ulaştırır, bazen bizi içinden çıkamayacağımız çıkmaz sokaklara sokar. Bazen de ulaşmamız gereken menzilden daha farklı bir menzile iletir. Bu menzile ulaşmak için kullandığımız bütün yol ve yöntemlerin genel ismi menhectir.

Menhec, her ne kadar köken itibari ile İslami bir kavram gibi görünse de aslında sadece İslam’ın şahsına münhasır olan bir kavram değildir. İster İslami, isterse de gayri-İslami olsun her oluşumun, sistemin, doktrinin, devletin, yapının veya topluluğun takip ettiği bir yolu ve bu yolda esas aldığı bir takım kural ve kaideleri vardır. İşte bu yol ve kaidelerin tümünün ortak ismi menhectir.

İslam her ne kadar belli çevreler tarafından dar bir çerçeveye sıkıştırılmaya çalışılsa da aslında tamamen hayata müdahil olan ve müminlere bu dünya hayatında müstakim olmaları için bir takım kaide ve kurallar belirlemiş olan ilahi bir sistemdir. Bu kaide ve kurallara İslam menheci ismini verebiliriz. İslam’ın mukabili olan küfür sistemlerinin de aynı şekilde kendi müntesiplerine dünya hayatında belirledikleri yollar ve kaideler mevcuttur. Bunları da küfür menheci olarak isimlendirebiliriz. Örneğin komünizm dininin aynı şekilde müntesiplerinin eline tutuşturmuş olduğu bir takım kurallar ve kaideler vardır. Bu din ‘İnsan yaratılış sonucu meydana gelen bir varlık değildir’, ‘Diyalektik materyalizm: Toplumlar ancak belli çatışmalar sonucu gelişebilir, evrim geçirebilir’, ‘Özel mülkiyet yoktur’, ‘ Namus, ahlak ve din gibi kavramlar toplumların evrimine engeldir’ gibi menhec esaslarından müteşekkildir. Aynı şey diğer din ve ideolojiler için de geçerlidir. Paragrafın özeti ise şu cümledir: ‘Her dinin ve ideolojinin bir menheci vardır.’

Yaşadığımız coğrafyada yürürlükte olan sistem, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği beşer aklının ürünü olan, tanımda halkın egemenliği olan ama hakikatte bu egemenliğin sadece beşyüzelli kişiye ait olduğu demokratik sistemdir. Elbette demokratik sistemlerin de tabilerine deklare etmeye çalıştığı bir takım menhecî esasları vardır. Sistem, bugün bu esasları okulları vasıtası ile daha çocuk 6-7 yaşlarındayken öğretmekte, yazımızın başında söylediğimiz gibi kendine her durumda boyun eğen bir nesil oluşturma çabası içerisine kuruluşundan beri girmektedir.

İşte yazımızın bu bölümünde İslam’ın bir takım menheci esasları ile içinde yaşadığımız sözde demokratik sistemin okulları vasıtası ile genç beyinlere dayattığı menhec esasları arasında çok belirgin olan farkları inceleyeceğiz;

1. Esas: İslam Allah’ın subhanehu ve teâlâ kıyamete kadar razı olduğu tek dindir. İslam’ın fertlerine öğrettiği menhec budur. İslam’ın, Allah’ın razı olduğu tek din olması ile İslam dışında kalan bütün dinler bu rızadan mahrum kalmışlardır. Bunun menheci olarak hayata aksettirilmesi ise ancak İslam dışındaki dinlerin ismi, cismi ne olursa olsun reddedilmesi ile mümkündür. İslam’ın adının olduğu bir yerde başka bir dinin mevzu bahis edilmesi ancak abes olur. Müslüman fert, bu bakış açısı ile yoluna bakar ve hedefine doğru devam eder.

İslam’ın bu menhec esasına mukabil, tağuti sistemlerin mekteplerinde genç dimağlara dayatılan birçok din gözümüze çarpmaktadır. Meselenin en üzücü olan tarafı ise körpe beyinlere öğretilen bu dinlerin hepsinin taban tabana İslam’a zıt olmasıdır. Yani çocuğumuz daha İslam’ın tek ve vazgeçilmez din olduğunu öğrenmeden önce, bu dinlerle karşı karşıya kalmaktadır. Çocuğumuza her fırsatta dayatılan bu dinlerin ne olduğunu bizzat sistemin anayasasından öğrenebiliriz;

Milli Eğitim Temel Kanunu, Kanun No:1739

Genel amaçlar, Madde 2: ‘Öğrencileri Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar yetiştirmek.’

Nasıl ki İslam kendisi dışındaki diğer dinleri reddediyorsa, küfür menheci de bundan geri kalmayarak kendi menfaatiyle çatışan dinlerin üstünü çiziyor. Okuyalım:

Madde 11: ‘Eğitim kurumlarında anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasi ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.’

Sistemin çocuklarımıza kendi okullarında öğretmiş olduğu dinler işte bunlardır. Laiklik, demokrasi, milliyetçilik, devletçilik ve küfri inkılapların savunuculuğunu yapmak ve daha niceleri… Çocuğumuzun İslam’ın menhecinden nasıl uzaklaştırılmaya çalışıldığını yukarıda ismi geçen şahsın ilke ve inkılaplarını incelediğimizde fark edebiliriz. Hatta bu ilke ve inkılapların irdelenmesi o kadar fazla hale gelmiştir ki siyasi veya ideolojik bir temele dayanmayan matematik gibi derslerde dahi bunların kırıntılarını görmek mümkündür.

2. Esas: İslam kendisinde cahiliye kalıntısı olan her şeyi kaldırmıştır. İslam’ın cahiliye düzenlerine karşı duruşu herkesin malumudur. İslam cahiliyenin her türlü kırıntısını elbiseye bulaşmış bir necaset gibi görür ve bütün çabasını onu izale etme yolunda harcar. İslam’ın Müslüman fertler yetiştirirken esas aldığı madde budur.

Yaşadığımız coğrafyada tatbik edilen sistemin mekteplerinde ise cahiliye 21. yüzyılın şartlarına uygun olarak tekrar ihya edilmektedir. Rasûlullah’ın gönderilmiş olduğu cahiliye toplumunu aklımıza getirelim. Kendi elleriyle yaptıkları, taştan, tahtadan, kimi zaman helvadan putlara ibadet ederler, onların önünde tazime geçerler ve onlara asla saygısızlık yapılmasına tahammül edemezlerdi. Bunları salih olan atalarımız diye tabir ederler ve bu putların saygınlığına asla halel getirmezlerdi… Eminim bunları okuyan kişi mutlaka aklının herhangi bir tarafından geçen şu cümleyi kurmamak için kendini zor tutacaktır; ‘Ne kadar akılsız insanlar! Hiç taşa-tahtaya tazim edilip önünde saygı duruşunda bulunulur mu?!’ O döneme bakıp bu soruyu sormak gayet akıllı ve mantık sahibi bir insanın yapacağı iştir. Peki, bu soruyu soran aynı mantık sahibi insanlar acaba 21. yüzyılın puta tapma ritüellerini görünce ne söylemesi gerekir? Evet, maalesef ki maalesef bugün okullarda çocukların yaptığı fiiller dün Ebu Cehil ve avanesinin yaptığı fiillerden çok da farklı fiiller değildir. Hatta bu fiiller günümüzde zulüm seviyesine ulaşacak boyutlara varmıştır. Değerli okuyucu burada şunu da belirtmek gerekir ki bu satırları yazan kardeşiniz bizzat bunları yaşamıştır. Bu nedenle anlatmaya çalıştığım şeyler şu an aklımdan geçirdiğim tamamen ütopik olan şeyler değildir. Hem eminim ki sen de dondurucu soğuğun altında sırf ataya vefa borcunu yerine getirmek adına bu ‘saygı katliamına’ maruz kalmışsındır. Eminim sen de bu küfür sisteminin özel günlerinde yaz güneşinin kavurucu sıcağı altında gençlik bayramı kılıflı bir zulmü yaşamışsındır. Eminim sen de ‘laiklik nedir?’ sorusunu soran bir öğretmenin donuk ve korkutucu bakışlarını kalbinin ta derinliklerinde hissetmiş, sorunun cevabını veremediğinde de öğretmenin gazabını tatmışsındır. Eminim sen de her sabah, yaz-kış demeden asrımızın hubelinin karşısında pür dikkat kelimesinin bile yanında kifayetsiz kalacağı bir duruşla durmuş, bu ibadet esnasında huşulu davranmayan çocukların nasıl bir cezaya tabi tutulduklarını görmüşsündür… Evet, bugün cahiliye diriltilmekte, eskilerin putlarına verdikleri değerin daha fazlası çağımızın cahili simgelerine verilmektedir. Ne yazık ki çocuğumuz kurdun eline verdiğimiz koyun gibi, bu ellerde yoğrulmakta tezgâhtan çıkacak bir ürün gibi sırasını beklemektedir. Ancak cehaleti çocuğumuzun öğretmen, doktor veya mühendis vs. olamamasında aramayalım. Asıl cehalet çocuğumuzun taştan tahtadan olan bir heykelin karşısına geçip, onun ilkelerini savunmak ve yüceltmek uğruna çalışacağını söylemesidir. İşte bu cehaletten sonra çocuğumuzun doktor veya mühendis olması bu cahiliye karanlığını örtbas etmeyecektir.

3. Esas: Müslüman sadece İlayı Kelimetullah davasının yüceltilmesi için çalışan, gerektiğinde bunun için savaşan kimsedir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Fitne(şirk) ortadan kalkıp din(otorite) yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (8/Enfal, 39)

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (otorite) de yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (2/Bakara, 193)

İslam’ın Müslüman ferde vermek istediği menhec budur. Eğer bir savaş olacaksa, bu Allah’ın dininin yüceltilmesi için olmalı, eğer bir yerde bir uğraş ve mücadele söz konusu ise bu ancak İslam uğrunda olmalıdır. Allah’ın dini dışında başka bir din veya Allah’ın dininin menfaati dışındaki batıl menfaatler uğruna yapılan savaş, Allah’ın razı olmadığı cahiliye savaşları olarak isimlendirilmeye mahkûmdur. Müslüman her hareketinde bunu gözetir. ‘Eğer ortada bir menfaat varsa buna en hak sahibi olan İslam’dır’ gözlüğü ile dünyaya bakar.

Nitekim Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem mektebinden mezun olan ve icazetlerini İslam’a feda ettikleri kan ve terleriyle alan hayırlı nesil de böyleydi. Mus’ablar, Bilaller, Habbablar, Ömerler, Osmanlar, Ammarlar radıyallahu anhum ve daha niceleri bu mektepten mezun olmuşlardı. Mus’ab’ı ele alabiliriz mesela. Rasûlullah’ın mektebinde yetişen bu genç sahabe, imanı öyle bir içmişti ki İslam damarlarında dolaşır hale gelmişti. Eğer ortada İslam’ın kelimesinin yüceltilmesi için bir çalışma varsa Mus’ab oradaydı. Eğer ortada ıslah adına bir şeyler varsa Mus’ab yine oradaydı. Eğer ortada Allah’ın kelimesine karşı duran bir topluluğa karşı cihad varsa Mus’ab’sız olmazdı. Sözün özü hayır neredeyse Mus’ab oradaydı. Bu nasıl bir müfredattı ki yirmili yaşlarındaki Mus’ab’ı cezbetmişti? Bu mektebin müfredatı nasıl bir müfredattı ki Mus’ab bu mektepten mezun olmak için Mekke’deki şöhretini, malını elinin tersiyle itmişti? Bu mektep nasıl bir mektepti ki öğrencileri sadece Allah’ın kelimesinin nasıl yüceltilebileceğini düşünüyor ve bütün çabalarını bunun uğruna sarf edebiliyorlardı? İşte İslam’ın müfredatının temel esası budur. Ve bu müfredatla yetişmiş insanların niteliğini öğrenmek için çok çaba sarf etmeye gerek yoktur. Bunun için bu mektebin öğrencilerinin yani sahabenin hayatlarına bakmak yeterlidir.

Bu sistemlerin mekteplerinde verilen menhec ise tam beklediğimiz gibi İslami menhece aykırı şekildedir; atalar, bayraklar ve beşer aklının ve hevesinin ürünü olan yasalar uğruna çalışmak, bu yasalara karşı duran sözüm ona bütün anarşist ve terörist unsurlarla savaşmak… Evet, sistem bu esasını çocuğumuza daha henüz 6–7 yaşlarında iken ezberlettirmekte bu ezberin tekrarını da her sabah atalarının önünde tekrar ettirmektedir. Evet, ‘Andımız’ başlıklı o yazıdan söz ediyorum. Hani her sabah yaz-kış demeden okuduğumuz, bir öğrenci arkadaşımızın şefliğinde koro halinde terennüm ettiğimiz ve içerisinde tağuti sistemin menhecinin esasını oluşturan ibarelerin bulunduğu o yazı var ya, işte ondan bahsediyorum. Sahi o yazının içinde nasıl ibareler vardı?

Öncelikle şef olan öğrenci arkadaşımız ‘Günaydın arkadaşlar’ diye avazı çıktığı kadar bağırır, daha sonra ise şu sözleri söyler ve bizim de tekrar etmemizi beklerdi:

‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım, ilkem küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!’

Aslında hiç anlamadığımız bu sözlerin bize söyletilmesinin altında bilinçaltımıza yavaş yavaş yerleştirilen, ilmek ilmek kalbimize örülen çok ciddi mesajlar vardır. Namazda her rekâtta okuduğumuz bir ‘Fatiha’ gibi tekrar ettiğimiz bu satırlar daha ‘Fatiha’dan habersizken bize söylettirilmekte hatta ezberlettirilmektedir. Ezberlememek mümkün mü her sabah tekrar edilen bu sözleri?! Daha hedefini, menhecini bilmeyen bizler bir şeyler üzerine and içiyoruz. Varlığımızı birilerinin var olması için armağan ederken, bizim ırkımızdan olmayan insanların mutluluk hakkı olmadığını iddia ediyoruz ‘Ne mutlu Türküm diyene’ satırlarıyla… Daha sonra gittiğimiz mektepte sürekli adını duyduğumuz, tam karşımızda büstü bulunan şahsı ‘Ey büyük Atatürk!’ diyerek tekbir ediyor ve onun açtığı yolda, gösterdiği hedefe doğru gideceğimizi söylüyoruz daha Rabbi’mizi tekbir etmeden ve O’na: ‘Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz’ bile demeden… Hele bir de o gün özel bir gün ise öğretmenimiz günün anlam ve önemini belirten konuşmayı yapması için falanı davet eder kürsüye ve bizlerin nasıl karanlık çağlardan kurtulduğumuzu falan anlatır, eski atalarımızı güzelce yâd eder. Aa o da ne?! Sıra arkadaşımız kürsüye çıkmış ve içerisinde Ata kelimesinin çok fazla geçtiği şiirleri okumaya başlamıştır. Biz de bu manzarayı pür dikkat izleriz. Nasıl izlemeyelim ki o müdürün korkutucu bakışları üzerimizdeyken?! Nasıl pür dikkat olmayalım ki etrafımız öğretmen ordusu ile çevrilmişken?! Nasıl hazır ol vaziyetinde durmayalım ki daha az önce atasının karşısında düzgün durmadığı gerekçesi ile arkadaşımız dayak yemişken?! İşte değerli okuyucu atasının karşısında duran küçücük çocuğun hissiyatı budur. Ve bu çocuğa daha o yaşta iken verilen menhec de budur. Atalarının uydurduğu bir takım kavramların bekçiliğini yapıp, bu ilkelerin yücelmesi için elinden geleni yapmak ve bu ilkelerle problemi olanlarla varlığını davasına armağan edecek kadar mücadele etmek… İşte budur küfrün küçücük yüreklere öğrettiği menhec…

4. Esas: İslam’ın özellikle genç nesillere vermek istediği menhec esaslarının en önemli olanlarından bir tanesi de; şirkin ve küfrün her çeşidine karşı İbrahimî bir duruş göstererek, İbrahim milletine layık olacak bir birey olmaktır. Millet-i İbrahim nedir? Kısaca Mümtehine Suresi’ndeki ayette geçen şu özelliği kendilerinde barındıran insanlardır.

“İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tekfir ediyoruz(kafir görüyoruz). Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ ” (60/Mümtehine, 4)

Evet, İbrahim’in milleti işte budur. Bu esası kendisi için şiar edinmiş bir Müslümanın şirke eyvallah demesi söz konusu bile olamaz. Çünkü İbrahim aleyhisselam her Peygamber gibi ateşlere atılmak pahasına da olsa, şirke karşı mücadelesini hem sözlü olarak hem de pratik sahada o dönem şirkin en büyük temsilcisi olan putları kırarak göstermiştir. İbrahim milletine tabi olacak bir Müslüman için şirke karşı bir eylem kaçınılmazdır. Bu mücadelesini ya sözlü olarak ya da gücü olduğunda fiili olarak ortaya koyar.

Ancak küfrün tezgâhı olan mekteplerden çıkan çocuklara şöyle bir göz gezdirelim. Acaba hangisi şirke ve küfre sözlü veya fiili şekilde karşı durmuştur? Acaba hangi biri çağımız insanının hiç de yabancı olmayacağı şirke, küfre ve sair fuhşiyata ufak da olsa bir tepki gösterebiliyor? Tepkiyi bir kenara bırakalım acaba hangi birisi var olan bu fesada dair içlerinde bir sıkıntı hissediyor? Hangisinin kalbi daralıyor acaba? Hayır, vallahi en ufak bir tepki bile görmek mümkün değil. Babaların birer İbrahim olarak yetiştirmesi gerektiği çocuklar, birer Nemrut olarak karşımıza çıkıyor. İbrahim milletinin temiz neferleri olması gereken çocuklar Nemrut’un fertleri olarak karşımıza dikiliyor. İbrahim ve onunla beraber olanların söylediklerini, bunlar şu şekilde okuyorlar galiba: ‘Tağuti sistem ve onunla beraber olan öğrencileri Rablerine ve müminlere dediler ki; ‘Ey Rabbim biz senden ve senin samimi olan fakat diploma sahibi olmayan kullarından beriyiz. Sizi tanımıyoruz. Siz bizim menhecimize tabi olmadığınız müddetçe sizinle bizim aramızda ebedi bir kin ve düşmanlık vardır.’ ‘ Bu mekteplerden mezun olan insanlar, ya İbrahim milletine karşı çok çetin, çok sert ve tepkilidir ya da içlerinde yaşamış oldukları küfür, şirk ve fuhşiyata karşı tepkisizdir. Bu her iki durumda da çocuğumuz maalesef sistemin istediği kölelik vasfına sahiptir.

Sistemin çocuklarımızı yetiştirdiği menhec esasları ile İslam’ın menhec esasları arasındaki farkı göstermek için daha birçok örnek gösterilebilir. Ancak bu kadarının yeterli olacağını düşünüyorum.

Bu manzara karşısında kişiye düşen, karar vermek ve bu kararını hayata aksettirmektir. Küfrün bu ifsat menhecine rağmen tercihini bu yönde yapan bir baba mı olacağız? Yoksa Allah’ın subhanehu ve teâlâ “Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (66/Tahrim, 6) ayetine iktida ederek sonucu ne olursa olsun çocuğumuzu İslami menhec üzere yetiştiren bir baba mı?..

Sonsöz: ‘Sorumlu‘ muyuz? Yoksa ‘Sorunlu‘ muyuz?

Bir babanın başını iki elinin arasına alıp kendisine sorması gereken soru işte budur. ‘Acaba ben çocuğumu küfrün ve ahlaksızlığın kol gezdiği bunların müfredat diye anlatıldığı bu mekteplerden sakındıracak kadar sorumlu bir baba mıyım? Yoksa ben çocuğumu en körpe yaşında kurdun eline verilen koyun gibi, ateşe atılan bir odun gibi dininden bihaber, İslam menheci ile alakası olmayan Allah’ın dininin değil tağutun dininin neferi olarak yetiştirilen bu mekteplere gönderecek kadar ‘sorunlu’ bir baba mıyım?’ Karar sizin…

“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir.” (65/Talak, 2–3)

Dualarımızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.   

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver