İhtilaf Fıkhı-Fıkhi Meselelerde Vuku Bulan İhtilaf ve Mücmel Sebepleri – 5

İnsanların ihtilaf ettikleri konularda Rasûller göndermek ve kitaplar indirmek suretiyle ümmeti hidayet eden Allah’a hamd olsun. Salât ve selam hidayet önderi ve müminlerin modeli Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem ve pak âline olsun.

Yazı dizimizin başında ihtilaf fıkhını;

Akaidde vuku bulan ihtilaf

Fıkhî meselelerde vuku bulan ihtilaf

Menheci meselelerde (hareket metodunda) vuku bulan ihtilaf olmak üzere üçe ayırdığımızdan söz etmiştik.

Her bir kısım kendi içinde müstakildir. Ve her bir ihtilaf çeşidinin kendine has özellikleri vardır. Kimi ihtilaf düşmanlığı gerektirir, kimi sadece buğz etmeyi, kimisiyse anlayış ve hoşgörüyü… İhtilaf ise beşerin tabiatındandır. Doğal olarak ihtilafın fıkhını bilmeyen veya ihtilaf vukuunda vahye dayalı bir anlayış geliştirmeyenler, vakıa olarak kaçınılması mümkün olmayan bir durumda Allah’ı subhanehu ve teâlâ razı edemeyeceklerdir. Günümüzün en bariz problemlerinden biri de budur. Fıkhî meselelerde gösterilmesi gereken genişliğe dair naslar, dinin usulünde vuku bulan ihtilaflar için kullanılıyor. Akaidde gösterilmesi gereken hassasiyet, dinin ihtilaf ve ictihada cevaz verdiği yerlere taşınıyor.

Örneğin; insanlar Allah’a açıkça şirk koştuklarında ‘Vahdet’ ya da ‘İslam kardeşliği‘nden bahsedenler, ‘Kur’an’a abdestsiz dokunulabilir’ veya ‘Hayız halinde Kur’an okunabilir’ dendiğinde anlaşılması mümkün olmayan şekilde tepki veriyorlar. Bu onların ihtilaf fıkhında vahye dayalı bir bakışa sahip olmamalarındandır. Vahyin olmadığı yerde ise heva vardır. Böyle kimseler, kendi çıkarları ve toplumsal kabullerine göre tepki vermeye başlıyorlar.

Bu yazımızda Allah’ın subhanehu ve teâlâ izin verdiği kadarıyla fıkhî/ameli meselelerde vuku bulan ihtilafa değineceğiz.

Fıkhî meselelerde İslam’ın açıkça haram kıldığı bir şey helal sayılmadıkça veya kesin olarak farz kılınan bir meselenin farziyeti düşürülmedikçe genişlik tanınmıştır. Bunun en açık delili Allah Rasûlü döneminde, sahabe arasında vuku bulan ihtilaflardır. İhtilafın bu türü caiz olmamış olsaydı, vahyin indiği ilk zamanda buna müdahale edilir ve bu ihtilaf ortadan kaldırıldı. İslam’ın buna müdahale etmeyip, olduğu hal üzere bırakması bu konuda tanıdığı genişliğe işarettir.

Bedir savaşında Allah Rasûlü ve iki sahabesi arasında geçen diyalog bunun delillerindendir. Ömer radıyallahu anh anlatıyor;

“Peygamber, Ebu Bekir’e ve bana, ‘Bu esirler hakkında düşünceniz nedir?’ diye sordu. Ebu Bekir, ‘Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın hidayetiyle ileride Müslüman da olurlar’ dedi… Ben de, ‘Doğrusu ben Ebu Bekir gibi düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin; Ali, Akil’in; ben de filan yakınımın kafasını keselim, çünkü bunlar kâfirlerin öncüleri ve ileri gelenleridir’ dedim. Rasûlullah, benim değil de Ebu Bekir’in görüşünü tercih etti. Ertesi gün yanlarına geldiğimde ikisini de oturmuş ağlar halde buldum ve ‘İkiniz niçin ağlıyorsunuz?’ diye sorduğumda Rasûlullah, ‘Arkadaşlarının, fidye alarak başıma getirdikleri yüzünden!’ dedi ve (yakındaki bir ağacı göstererek), ‘Cezayı kendilerine şu ağaç kadar yaklaşmış gördüm’ buyurdu.” (Müslim)

Bu olay üzerine şu ayetler inmişti;

“Bir Peygamber’e yeryüzünde kesin galibiyet sağlamadan esir almak yaraşmaz. Siz dünya varlığını istiyorsunuz Allah ise (sizin için) ahireti istiyor. Allah yücedir, hakimdir.” (8/Enfal, 67)

Bu kıssada Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü’nün aldığı kararı düzeltmesine rağmen ihtilaf ve ictihad meselesine karışmamıştır. Kur’an’ın sorunları çözme üslubuna vakıf olanlar bilirler ki; Kur’an meselenin kendinden ziyade, ona sebep olan aslını önemser. Böylece sadece hatayı düzeltmez, ona götüren sebepleri ortadan kaldırır. Burada Allah, Rasûlü’nün sahabesiyle bu konuyu değerlendirmelerine veya farklı ictihadlarda bulunmalarına hiç değinmemiştir. Sadece verilen kararın doğru olmadığını Müslümanların maslahatına uygun olanın Ömer’in radıyallahu anh kararı olduğuna vurgu yapılmıştır.

Konu hakkında özel bir nas yoksa o konuda farklı naslarla ictihatta bulunmak caizdir. Çünkü maddi olarak İslam’ın güçlenmesi ve müşriklerin kalbinin İslam’a kazandırılması, İslam’ın hoş gördüğü ve teşvik ettiği ilkelerindendir. Bu, Ebubekir’in radıyallahu anh bakış açısıydı. Kafirlere buğz ve düşmanlık, onlara karşı -hususen savaş meydanlarında- sertlik bu da İslam’ın teşvik ettiği ilkelerdendir. Yaşadıkları vakıa iki nassa da müsaittir. Bundan dolayı her biri uygun gördüğünü savunmuştur. Ancak her şeyi en iyi bilen Allah subhanehu ve teâlâ, müdahale ederek yaşadıkları vakıaya en uygun olanı beyan etmiştir.

Bir başka örnek; Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Beni Kureyza üstüne yürümek istediğinde;

“Sizden kimse ikindi namazını Beni Kureyza yurduna ulaşmadan kılmasın” dedi. Yolda güneş batmak üzereydi. Sahabeden bir grup namazlarını kıldılar. Kılanlar:

“Allah Rasûlü bizden namazı terk etmemizi değil, acele etmemizi emretmiştir” dediler. Kılmayanlar ise:

“Allah Rasûlü bizlere namaz kılmamayı, namazı Beni Kureyza’ya varınca kılmamızı emretti” dediler. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem ulaşınca bu durumu ona anlattılar. O her iki tarafı da kınamadı. (Buhari)

Burada Allah Rasûlü’nün iki şekilde anlaşılmaya müsait bir sözü vardı. Sahabelerden her bir grup bir anlayışı tercih ettiler. Söz konusu namaz gibi önemli bir mesele olmasına rağmen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iki tarafı da kınamadı.

Özellikle İbni Kayyım’ın bu hadise yaptığı ta’likte şu tespiti kayda değerdir;

‘Birinci grup zahirilerin selefi, ikinci grup ma’na ve kıyas ehlinin selefidir.’ (İ’lamu’l Muvakkiin, 1/203.)

Günümüzde var olan fıkhî mezhepler geniş yelpazede bu iki başlık altında ele alınabilirler. Nasların zahiriyle amel eden ve lafızlardan hüküm çıkaranlar (Geniş anlamda buna üç mezhep dahil edilebilir, dar anlamda ise zahiriler.) ve daha ziyade kıyas ve naslardan manalar çıkarmak suretiyle istinbatta bulunanlar. (Buna Hanefi mezhebi, Kufe ve rey ehli dahil edilebilir.)

Bir başka örnek;

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir ihtiyaçtan dolayı sahabesinden iki kişiyi sefere yolladı. Yoldayken namaz vakti girdi ve suları bitmişti. İkisi de teyemmüm alıp namazlarını kıldılar. Henüz namaz vakti çıkmadan su buldular. Biri abdest aldı ve namazını iade etti. Diğeri ise namazını iade etmedi. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem döndüklerinde durumu ona anlattılar. Namazını iade etmeyene;

“Sen bu davranışınla sünnete isabet ettin” buyurdular.

Namazını iade edene;

” ‘İki defa ecir aldın’ dediler.” (Ebu Davud, Nesai)

Bu kıssada sahabeler ihtilaf etmişlerdir. Konu hakkında özel nas olmadığı için, yaptıkları Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kınanmamıştır.

Yine bu konuya delil teşkil eden meselelerden biri de, Allah Rasûlü’nden sonra sahabe arasında vuku bulan ihtilaflardır. Onlar Arap lugatını en iyi bilen insanlardı. Allah Rasûlü’nün dini nasıl yaşadığını bizzat görmüş ve onun öğrencisi olmuşlardı. Buna rağmen kendi aralarında ihtilaf ettiler. Nasların manalarına, nüzul sebeplerine ve nasıl anlaşılması gerektiğine en iyi vakıf olan insanların ihtilafa düşmeleri, sonradan gelen ve onlardan mertebe olarak çok aşağıda olanların ihtilaf etmelerinin caiz olduğunu gösterir.

Allah Rasûlü’nün 

sallallahu aleyhi ve sellem
vefatından sonra, sahabenin ihtilafına bazı örnekler;

Ebu Zerr’den radıyallahu anh rivayete göre, şöyle demiştir:

“Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Bir kimse önüne hayvan semerinin önündeki veya arkasındaki tahta kadar da olsa bir şeyi koymaksızın namaz kılarsa önünden geçen siyah köpek, kadın ve eşek onun namazını keserek bozar. Ebu Zerr’e sordum: ‘Kara köpeğin kırmızı ve beyaz köpekten farkı nedir?’, Dedi ki: ‘Ey kardeşimin oğlu benim Rasûlullah’a sorduğum şeyi sen de bana sordun, siyah köpek şeytandır’ buyurdular.” (Müslim, Sünen Ashabı)

Bu hadisi rivayet eden sahabeler hadisin zahiriyle amel ettiler. Ve burada geçen ‘namazı kesme’ ifadesinden kastın, namazın bozulması olduğunu anladılar. Ancak Aişe radıyallahu anha annemiz buna itiraz etti.

“Aişe’nin yanında namazı bozan şeylerden söz açılmıştı. Bu meyanda köpek, eşek ve kadının da zikri geçti. Aişe: ‘Bizi yine eşeklere ve köpeklere benzettiniz. Vallahi, ben Rasûlullah’ı kıblesiyle arasında yatakta yatar olduğum halde namaz kılarken gördüm. Benim için ihtiyaç hasıl olunca oturup onu rahatsız etmek istemezdim (yatağın) ayak tarafından sıyrılıp çıkardım.’ ” (Buhari, Müslim)

Sahabeden Ali, Osman ve İbni Ömer radıyallahu anhum, Aişe annemizin görüşüne benzer bir görüş aktarmışlardır. Allah Rasûlü’nün birden fazla uygulamasını baz alarak farklı ictihatlarda bulunmuş ve ihtilaf etmişlerdir.

Yine boşanmış kadının nafakası ve evde barınma hususunda ihtilaf ettiler. Ömer radıyallahu anh üç talakla boşanmış kadının iddet döneminde bu haklara sahip olduğunu savunuyordu. Yani eşi onu boşamış olsa dahi iddeti olan üç hayız dönemi bitinceye dek koca, ona bakmak ve ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydı. Bu hükme Kur’an-ı Kerim’in şu ayetiyle ulaşmıştı.

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda iddetleri içinde (temizlik dönemlerinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah’tan sakının. Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Ancak apaçık bir hayasızlık yapmaları durumu müstesna. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa o kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır.” (66/Talak, 1)

İbni Abbas radıyallahu anh ise bu konuda Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem özel bir hadisine dayanarak boşanmış kadının iddet müddetinde bu haklara sahip olmadığını savunuyordu.

Fatıma binti Kays radiyallahu anha şöyle dedi:

“Fatıma’yı kocası üç talak ile boşadı. Rasûlullah ona bir sükna ve nafaka tayin etmedi!” (Müslim)

Bir başka rivayette:

“Nebi’ye geldim ve: ‘Ben, Halid ailesinin kızıyım. Kocam falanca kendisi Yemen’de olduğu halde bana talakımı gönderdi. Ben de kocamın ailesinden nafaka ve içinde barınacak ev istedim. Onlar bu isteğimi vermeye imtina ettiler ve: ‘Ya Rasûlullah! Kocası bu kadını üç kere boşayıp talakını gönderdi’ dediler.’

Fatıma binti Kays dedi ki: ‘Bunun üzerine Rasûlullah: ‘Kadın için nafaka ve barınacağı ev, ancak kocasının ona dönme imkanı olduğu zamandır!’ buyurdu.” (Ahmed, Nesai)

Bu meyanda örnekler çoğaltılabilir. Ancak bu ve benzeri örneklerden anlaşılan vahyin esasına şahitlik etmiş insanların dahi ihtilaf etmiş olmasıdır. Bu nedenle onlardan sonra gelen fakihlerin ihtilafı, normal karşılanmalıdır.

Buraya kadar olan kısımda özel vakıalar üzerinden fıkhî meselelerde ihtilafa müsaade edildiğine örnekler verdik. Genelliğine binaen asıl delili sona erteledik. Bu meselenin aslını, İslam’ın ictihada izin vermesi oluşturmaktadır. İslam, insanları sadece var olan naslarla amele sevk etmemiş, onlara ictihad kapısını açmış ve buna teşvik etmiştir. İctihada müsaade edilmesi, zımnen ihtilafa müsaade etmeyi içerir. Çünkü İslam’da meseleler; ictihadın caiz olmadığı ve hakkında hususi nas olan meseleler ve hakkında özel nassın olmadığı ve delillerin farklı yönlere işaret ettiği, ictihada açık meseleler olmak üzere ikiye ayrılır. İctihad edecek insanların tabiatı, yetiştikleri ilmi havza, ilmi seviyeleri ve öncelikleri ictihadlarında farklılığa neden olacaktır. Bu, esasında insan olmanın da gereğidir.

“Hakim, hüküm verirken ictihadda bulunup da isabet ederse, onun için iki sevap vardır. Ama hüküm verirken ictihad edip de yanılırsa, ona bir sevap vardır.” (Buhari, Müslim)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’ı Yemen’e yollarken onunla arasında şu konuşma geçti:

“Sana bir mesele ârız olduğunda nasıl hükmedersin?’

Muaz:

– Allah’ın kitabıyla hükmederim!,

– Şayet onda hükmü bulmazsan?

– Allah Rasûlü’nün Sünnetiyle hükmederim!

– Şayet onda da bulmazsan?

– Kendi ictihadımla hükmederim!

Allah Rasûlü bu cevaptan memnun oldu. Ve elini Muaz’ın göğsüne vurarak: ‘Rasûlü’nün elçisini, Rasûlü’nün razı olduğu şeye muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” (Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, Dârimi ve bir çok hadis imamı.) (Bu hadis, alimlerin senedi ve metni hakkında ihtilaf ettikleri rivayetlerdendir. Özet olarak alimlerin rivayet hakkında söylediklerini zikredecek olursak;)

Zikrettiğimiz rivayet hakkında alimlerin görüşlerini dipnotta zikrettik. (Bu konuda tafsilatlı bilgi almak isteyenler: Silsile Ehadis Daife ve’l Mevdua, 2/273; Şeyh Ekrem Diya El-Ömeri, El-Bahis Mine’l Hukmi bin’Nassi fi El-Hevadis; Şeyh Meşhur Hasan El-Selman, Tahkikat ve Tenkihat ala Metni’l Varakat, s.481-493 Muaz hadisinin uzun tahrici.)

Her ne kadar bu rivayetin sıhhatinde ihtilaf olsa da sahabeden naklolunan başka rivayetler bu aslın onların yanında sabit olduğunu gösterir.

Ömer radıyallahu anh Kadı Şureyh’e şöyle bir mektup gönderdi:

“Sana bir olay geldiğinde Allah’ın subhanehu ve teâlâ kitabıyla hükmet. Şayet Allah’ın kitabında olmayan bir mesele gelirse o zaman Rasûlü’nün sünnetiyle hükmet. O iki kaynakta olmayan bir mesele gelirse, insanların üzerinde toplandığı görüşle hükmet. Bu da olmazsa dilediğin şekilde yaparsın.” (Nesai, Dârimi)

Ömer radıyallahu anh, nas bulunmayan konularda kendi ictihadıyla amel etmesini ona söylemiştir. Bu da sahabe nezdinde kesin nas olmayan konularda ictihadın olabileceğini gösterir. İctihadın varlığı ise ihtilafın varlığıdır.

Fukaha İhtilafının Mücmel Sebepleri

Fukaha’nın ihtilaf sebeplerini bilmenin bir çok faydası vardır. Bundan dolayı bir çok ilim adamı, bu faideleri gözeterek onların ihtilaf sebeplerini tafsilatlı zikretmiştir.

Örneğin, İbni Rüşd Fıkhu’l Mukaren (karşılaştırmalı fıkıh) sayılacak Bidayetu’l Müctehid kitabında alimlerin ihtilaf sebeplerini zikretmiştir. Bu konuda hususi bir kitap yazan doktor Abdulkerim El-Hamidi ‘El-Camiu’l Mufid fi Esbab İhtilaf El-Fukaha’sında İbni Rüşd El-Hafid’den bu sebeplerden bazısını şöyle zikreder:

1. Nasların tefsirinde ihtilaf etmeleri

Örneğin, kocası tarafından boşanan kadın, ayetin nassıyla ‘üç kuru’ müddeti iddet bekler. Ancak Arap lugatinde ‘kuru’ lafzı hem hayız, hem de temizlik için kullanılır. Doğal olarak bu lafzı, lugavi tercihine göre tefsir edenlerin ictihatları birbirinden farklılık arzeder.

2. Naslarda varid olan emir ve nehiy hadislerinden anladıkları

Emir ve nehiy mutlak olarak vucubiyet ve haramlık mı ifade eder? Bu durum varid oldukları konuya göre değişir mi? Bu soruya verilen cevap da ihtilafların oluşma nedenidir.

3. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem fiillerine hamlettikleri hüküm.

Kimi, Peygamber’in fiilinin vucubiyet ifade ettiğini; kimiyse mutlak olarak mustehaplık ifade ettiğini savunur. Kimi alim ise mubahlık ifade ettiğini ve insanın yapıp yapmamada tercih sahibi olduğunu beyan eder. Bu tercih de ihtilaflara sebebiyet verir.

4. Hadislerin tashihinde vuku bulan ihtilaf

Bir alim, bir hadisi sahih kabul eder ve onun gereğince fetva verir. Bir diğeri herhangi bir sebepten aynı hadisi zayıf kabul ediyorsa başka bir nasla hüküm verebilmektedir.

5. Kıraatlerde vuku bulan ihtilaf

Yeminini bozan, ayetin nassıyla üç gün oruç tutar. Ancak bu orucu peş peşe mi tutmalıdır yoksa istediği zamanlarda tutabilir mi? Bu konuda ihtilaf edilmiştir. İbni Mesud kıraatinde “üç gün peş peşe oruç” şeklindedir. Diğer kıraatlerde peş peşe lafzı yoktur.

6. Umum-husus ve Mutlak-mukayyed’de vuku bulan ihtilaf

7. Konu hakkında özel delil olmayınca, herkesin kendi ictihadından kaynaklanan ihtilaf

8. Kıyasta var olan ihtilaf

Kıyas şer’i delil midir? Bu konu cumhur ve zahiriler arasındaki bir çok ihtilafın sebebidir.

9. Delillerde birbirine zıt hükümler verildiğinde tercih metodunda vuku bulan ihtilaf.’

İbni Rüşd’e yakın dönemlerde yaşamış İbni Hazm ‘El-İhkam’ adlı eserinde (2/248) alimlerin fıkhî ihtilaflarının sebeplerini zikretmiştir.

‘Bu sebepler zikrettiğimiz gibi on tanedir.

a. Alime nassın ulaşmaması ve buna binaen başka bir nasla hüküm vermesi.

b. Hadisi rivayet edenin ezberlemediğini düşünmesi veya ravinin vehmettiğine inanması. Ömer’in radıyallahu anh Fatıma bin Kays’ın rivayetine itibar etmemesi gibi. (Yazımızın girişinde İbni Abbas ve Ömer radıyallahu anh arasında boşanan kadının ev ve nafaka hakkı hususunda rivayetleri vermiştik.)

c. Hükmün neshedildiğine inanması. İbni Ömer’in ehli kitap kadınlarına evlenmeye izin veren ayetin nesh edildiğine inanması gibi.

d. Bir nastaki hükmün daha ihtiyatlı olduğuna inanarak başka nassın önüne geçirmesi. Bunun bir anlamı yoktur. Ne Kur’an ne de Sünnet böyle bir anlayışı gerekli kılmamıştır.

e. Çok kişi onunla amel ediyor diye bir nassı, başka bir nassın önüne geçirmesidir.

f. Sahih olmayan bir nassı fesadını bilmesine rağmen sahih nassın önüne geçirmesi.

g. Umumiyet ifade eden bir nassı kendi zannıyla tahsis etmesidir.

h. Konu hakkında hususi delil olmasına rağmen onu terk edip umum ifade eden naslara yapışmasıdır.

ı. Elinde delil olmaksızın nassın zahirini tevil etmesidir.

i. Bir nassı kendi ashabının sözünden dolayı terk etmesidir. Zanneder ki tabi olduğu, mutlaka bir ilimden dolayı bu nassı terk etmiştir.’

Buna benzer bir amaçla Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye ‘Refu’l Melam an Eimmeti’l a’lam’ adlı eserini kaleme aldı. Bu eserde fukahanın ihtilaf sebeplerini örnekleriyle izah etti. Kitabın özeti olarak diyebiliriz ki:

‘İhtilafın üç ana sebebi vardır:

1. İmamın, Peygamber’in o sözü söylediğine inanmaması. Yani rivayetin Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem sözü olarak, onun yanında sabit olmaması. Bu selefte var olan ihtilafların çoğunun nedenidir.

2. Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem bu sözle, o manayı kast ettiğine inanmaması. (Yani hadisin lafızlarını tefsirde vuku bulan ihtilaf)

3. O hükmün nesh edildiğine inanması.

Bu üç ana sebepten bir çok madde ortaya çıkar.’

Daha sonra İbni Teymiyye yukarıda imamların zikrettiği sebeplere benzer yaklaşık on sebep zikreder.

Allah tüm imamlara rahmet etsin. Bu bab’a ehemmiyet vermelerinin sebebi, ihtilaf fıkhına bina edilen faideleri bilmeleridir. Biz Allah’ın izin verdiği kadarıyla bu faideleri zikredeceğiz.

Fukaha’nın İhtilaf Nedenlerini Bilmenin Faydaları

Büyük fukaha hakkında yanlış düşüncelere kapılmama

İhtilafın nedenlerini bilmeyen biri, imamların naslara kasten muhalefet ettiğini zannedebilir. Bu da sevilmesi gereken din büyüklerine buğza neden olur. Hiç kimse Allah’a ve Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem kasten muhalefet etmiş birini sevemez. Maalesef bu bilgiden uzak olan birçok kimsenin, başta İmam Ebu Hanife rahimehullah olmak üzere birçok imama karşı kötü zan beslediğine şahit oluyoruz. Oysa onlar ümmetin tartışmasız kabul ettiği büyük imamlardır.

Ki Şeyhu’l İslam ‘Refu’l Melam’ adlı kitabının girişinde bu hakikate dikkat çeker. Aynı zamanda kitabı yazmasındaki gaye de anlaşılır.

‘Bilinmelidir ki ümmetin yanında kabul görmüş imamlardan hiç biri Allah Rasûlü’nün sünnetine -küçük, büyük- kasıtlı muhalefet etmemiştir. Çünkü onlar Rasûl’e ittibanın vacip olduğunda ve onun dışında herkesin sözünün alınıp terk edileceğinde ittifak halindedirler. Buna rağmen onlardan birinin sözünün, Allah Rasûlü’nden gelen naslara muhalif olduğu görülürse mutlaka o söz için özür aranmalıdır.’

İslam toplumunun belini kıran ayrılık ve taassuptan kurtulma

İhtilafı ve fıkhını bilmeyen insanlarda taassup kaçınılmazdır. Taassupla dine olan hassasiyet karışır. Ve kişi dini savunuyor zannederek mezhebini veya kendi amelini yüceltir. İslam aleminde ihtilafın varlığından haberi olmayan insanların kendi mezhebi dışında birine: ‘Bende seni Müslüman sanmıştım’ benzeri sözleri bu gerçeğin vakıaya yansımasıdır. Yine namazda teşehhüd parmağını kaldırmanın, Allah Rasûlü’nün sünnetinde varid olmasına rağmen ‘Namazda çok hareket etti’ gerekçesiyle namazın batıl olduğuna hükmeden ve arkasında namaz kılınmaması gerektiğini söyleyenler veya çoraplara mesh yapan birinin abdestinin olmadığı ve buna bağlı olarak da arkasında namazın batıl olacağına dair verilen fetvalar da bu cinstendir.

İmam Şatibi rahimehullah El-Muvafakat’ta 2/273:

‘İlim talebesinin kendi mezhebi dışında bir mezhebin görüşlerine bakmaması, genellikle onda mezhebi dışındaki görüşlere karşı nefret oluşturur. Bu da insanların imametinde ittifak ettiği insanlara karşı, onu yanlış düşüncelere sevk eder.’

Bunun en güzel örneğini sahabede görüyoruz. Onlar birçok konuda ihtilaf etmelerine rağmen birbirlerini sevmekten ve saygı göstermekten imtina etmediler. Birbirlerinin arkasında namaz kıldılar. Namazın rükunları, şartları ve daha bir çok konuda ihtilaf etmelerine rağmen…

Fıkhî melekelerin gelişmesi

İnsanların ihtilafını ve delillerden farklı istinbat metotlarını bilmek, fıkıh melekesini kuvvetlendirir. Kişinin dar bakış açısına sahip olmasına engel olur. Hususen müctehid imamlar ictihadlarını nassa dayandırmıştır ve bakış açılarını tartışmaya açmışlardır. Bu da Müslüman ilim adamlarının ufkunu genişletmiştir.

Sahabeden Ebu Derda radıyallahu anh:

“Kur’an’ın farklı vecihlerini bilmeden tam anlamıyla fakih olamazsın.”

Katâde rahimehullah:

“İnsanların ihtilafını bilmeyen fıkhın kokusunu dahi almamıştır.”

Said b. Arube:

“Alimlerin ihtilafını bilmeyeni, alimden saymayınız.”

Hişam b. Ubeydullah Er-Razi:

“Karilerinin ihtilafını bilmeyen karilerden, fakihlerin ihtilafını bilmeyen fukahadan değildir.” (Rivayetler için: ‘Cami’ beyan ilm-i ve fadlihi’, İbni Abdilber, 2/814-815.)diyerek ihtilafları bilmenin önemine değinmişlerdir.

İhtilafın olduğu yerde icma, icmanın olduğu yerde ihtilaf iddiasından kurtulma

Akıl sahibi her insan bilir ki; hakkında icma olan bir meseleyle ihtilaf olan mesele arasında fark vardır. İcma olan meselede ihtilaf kabul edilmez. İcmaya muhalefet eden, müminlerin yoluna muhalefet ettiği için şiddetle kınanır.

“Kim kendisi için doğru yol açıklık kazandıktan sonra Peygamber’e muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka yola uyarsa onu döndüğü yöne çeviririz ve cehenneme atarız. Orası ne kötü bir varış yeridir!” (4/Nisa, 115)

Hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah ümmetimi sapıklık üzere bir araya toplamaz.” (Sünen Ashabı)

Bununla beraber İslam’ın kabul ettiği ve delile dayalı ihtilaf, genişlik olarak kabul edilmiştir. Sahipleri kınanmadığı gibi hata etseler dahi bir ecir almayla mükafatlandırılmıştır.

Bu hassas dengeyi korumanın yolu ittifak ve ihtilaf noktalarını bilmekten geçer. Alimlerin ihtilafından habersiz olan biri delile dayalı ihtilafın olduğu yerde, icmadan bahsedebilir. Veya icmanın olduğu yerde ihtilaf varmış gibi davranıp ümmetin amelini bölebilir, dini meseleleri cıvıklaştırabilir.

Ebu Eyyub Es-Sıhtıyani:

‘İnsanların fetva vermede en cesur olanları, alimlerin ihtilafını bilmeyenler; fetvada en duyarlı olanlar ise alimlerin ihtilafından haberdar olanlardır.’

İmam Malik’e rahimehullah soruldu:
‘ ‘Kim fetva verebilir?’, İmam: ‘Fetva ancak insanların ihtilafını bilenlere caizdir.’ ‘

İmam Şafi: ‘Bir insanın kendinden önce var olan sünnetleri, selefin sözlerini, insanların ittifak ve ihtilaf ettikleri konuları bilmeden kıyas yapması helal değildir.’ (Rivayetler için: ‘Cami’ beyan ilm-i ve fadlihi’ İbni Abdilber, 2/817-818.) demişlerdir.

Evet, İslam alimlerinin ihtilaf nedenlerini tespit çalışmaları bu faidelere binaendir. Elbette zikredilebilecek başka faideler de vardır. Bu yazı için bu kadarıyla iktifa edelim.

Bir sonraki yazımızda alimlerin ihtilaf nedenlerini tafsilatlı ve örnekleriyle yazmaya çalışacağım Allah’ın subhanehu ve teâlâ izniyle.

Duamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver