İki Kuşak Sahibi: Esmâ Binti Ebî Bekir

İKİ KUŞAK SAHİBİ ESMÂ BİNTİ EBÎ BEKİR

Esmâ Binti Ebî Bekir Es-Sıddık ibni Ebî Kuhafe Osman ibni Amr ibni Ka’b ibni Sa’d ibni Teym

Mekke cahiliyesinde her alanda olduğu gibi kadına dair de sayılamayacak kadar çok çirkin anlayışlar vardı. Kızların daha küçücükken utanç vesilesi kabul edilip diri diri toprağa gömülmesi ne kadar karanlık bir zihniyetin hüküm sürdüğünü tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.[1] Hayatın böylesine siyaha kestiği bir zamanda insanlığın yeniden aydınlanması için öncü ve örnek bir nesle ihtiyaç vardı.

Vahye gönlünü açacak, bütün kötülüklerden arınacak, emaneti omuzlayıp hakkıyla taşıyacak ve kendilerinden sonraki kuşaklar için güzel bir örnek olacak kadınlara… Onlar Asr-ı Saadet hanımlarından başkası değildi.

O hanımlar Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ile buluştuktan sonra tüm zamanların referans alabileceği pek değerli bir nesil oldular. Rabbimiz (cc) ve Resûl-u Ekrem (sav) onları müstesna bir yere koyarak apayrı bir değer atfetti.[2] Fıtratlarında saklı cevherleri açığa çıkardı. İlim ve hikmetle işleyerek âdeta birer mücevher hâline getirdi. Özverilerinden yansıyan parıltıları hâlâ gözlerimizi kamaştırıyor. Erdem ve fedakârlık denilince hatırımıza onlar geliyor.

İşte onlardan biridir Esmâ binti Ebî Bekir (r.anha)… Hangi faziletten bahsedilse muhakkak ondan üzerinde izler taşır. Bir ömre öyle çok amel sığdırmıştır ki saymakla bitiremeyiz. O hâlde gelin, satırların müsaade ettiği kadar, azımızı çoğa sayarak o kıymetli hanımdan bahsetmeye çalışalım.

Ailesi ve Şahsiyeti

Esmâ (r.anha); öncelikle Allah’ın (cc) Kur’ân-ı Kerim’de bahsettiği iki sahabiden biri,[3] Es-Sıddık lakabının sahibi[4] ve Allah Resûlü’nün (sav) sadık dostu Ebû Bekir’in (ra) kızıdır. Sonra annesi Kuteyle binti Abduluzza, kız kardeşi Âişe, erkek kardeşleri Abdullah ve Abdurrahman, kocası Zubeyr ibni Avvâm, oğlu Abdullah ibni Zubeyr, ninesi Ümmü’l Hayr Selma, dedesi Ebû Kuhafe Osman… (r.anhum) hepsi sahabedir ve asrı saadette ayrı bir yere sahiplerdir. İşte Esmâ (r.anha) böyle bir bahçenin çiçeğidir. Üstün erdemlerle dolu bir çevrede yetişmiştir. Allah’a (cc) layık bir kul, Resûlullah’a (sav) layık bir ümmet, babasına layık bir evlat olmuştur.

İslam’ın ilk günlerinde Ebû Bekir’in (ra) ailesinden birçok kimse iman etmemişken o, babasının davetiyle daha küçük yaşlarda iman halkasına dâhil olmuş, henüz on beş yaşlarındayken ilk iman eden yirmi kişinin arasında yer almıştır.[5] Zor günlerde babasıyla birlikte davanın hizmetçisi olmuştur. Bir devrin başlangıcı olan hicret günü gelip çattığında ise benzersiz fedakârlıklar sergilemiştir.

Allah Resûlü’nün (sav) havarisi Zubeyr ibni Avvâm (ra) ile evlenmiş ve bu evlilikten beş erkek, üç kız dünyaya getirmiştir.[6] Onun yuvası ilmin, infakın, cihadın ve şehadetin yuvasıdır. Evlatlarının her biri apayrı bir yere sahiptir. Annelerinden öğrendikleri adanmışlıkla son nefeslerine kadar Allah (cc) yolunda mücadele etmişlerdir. Özellikle Abdullah (ra) zalim yöneticilere karşı dik duruşu ve şehadete yürüyüşüyle tarihe iz bırakmıştır.

Esmâ (r.anha) aynı zamanda hayatı boyunca da pek çok zorluğa katlanmıştır. Hicret hadisesinde müşriklerden tokat yemiş ve hayatı tehlikeye girmiştir. Eşi Zubeyr (ra) Habeşistan’a hicret etmiş, kendisi Mekke’de kalıp uzun bir müddet kocasının hasretini çekmiştir. Daha sonra kocasıyla arasında sorunlar çıkmış ve güzel yuvası yıkılmış, uzun bir müddet dul yaşamıştır. Ahir ömründe gözlerini kaybetmiş ve çocuklarının zalim yöneticilerden çektiği işkencelere şahit olmuştur. Özellikle Haccac-ı Zalim’in, ciğerparesi Abdullah ibni Zubeyr’i (ra) öldürüp bedenini asması acısına acı katmıştır. Her şeye rağmen sarp kale misali tüm imtihanlara göğüs germiştir. Her bir zorluğu metanetle ve vakarla atlatmıştır. Bu dünyadan razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine doğru göçüp gitmiştir inşallah.

Zatu’n Nitakayn/İki Kuşak Sahibi

Allah (cc) ve Resûl’ünün (sav) yanında Ebû Bekir (ra) ailesinin ayrı bir değeri vardır. Çünkü ilk günden son güne kadar babasıyla, kızıyla, oğluyla, kölesiyle benzeri görülmemiş özverilerde bulunmuşlardır. Allah (cc) onların üzerinden bu ümmete ayrı bir bereket ihsan etmiştir. Useyd ibni Hudayr’ın (ra), “Şüphesiz ki Allah insanlar içinde size bereket ihsan etmiştir. Ey Ebû Bekir Ailesi, siz insanlar için yalnız bereketsiniz.”[7] sözü bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu yüzden Allah Resûlü (sav) bu aileye ayrı bir muhabbet beslemiştir. Örneğin en çok Âişe’yi ve babasını sevmiştir.[8] Tabii ki Esmâ da Nebi’nin (sav) bu aileye duyduğu kutlu sevgiden hissesine düşeni almıştır. Allah Resûlü (sav) zor dönemlerinde ona nahif nasihatler etmiş, yorulduğunu gördüğünde bineğinde taşımak istemiş, hastalandığında tedavi etmeye çalışmıştır. Bunlardan ötesi Ebû Bekir, Esmâ ve Âişe (r.anhum) hakkında, “Onlar senin ailendir.” dediğinde Allah Resûlü (sav) sükût ederek bu sözü hüsnü kabulle karşılamıştır.

Genel çerçevede bu mübarek ailenin, özel çerçevede Esmâ’nın, sadece hicret yolunda sergilediği fedakârlıklara bakmamız, ne kadar kıymetli olduklarını anlamamız için yeterlidir.

Gelin, kıssayı Âişe Annemizden (r.anha) dinleyelim:

“…O gün Nebi (sav) henüz Mekke’deydi. Sonra Nebi (sav) Müslimlere, ‘Bana hicret edeceğiniz yer gösterildi. Orası iki kara taşlık ve sıcak belde arasında hurmalık bir yerdir.’ dedi. Bunun üzerine hicret edenler Medine’ye doğru hicret etti. Daha önce Habeşistan’a hicret etmiş olanların hepsi de Medine’ye döndü. Ebû Bekir de Medine’ye gitmek üzere hazırlandı.

Resûlullah (sav) kendisine, ‘Acele etme! Çünkü ben bana da (hicret için) izin verileceğini umuyorum.’ dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir, ‘Babam sana feda olsun, böyle bir şey ümit ediyor musun?’ diye sordu. Resûlullah (sav), ‘Evet.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebû Bekir de Resûlullah’a (sav) yol arkadaşlığı yapmak için hicret etmedi. Yanında bulunan iki deveyi dört ay boyunca semure ağacı yaprağıyla besledi.

(Âişe dedi ki:) Bir vakit biz Ebû Bekir’in evinde oturmaktayken gündüzün en sıcak vaktinde birisi Ebû Bekir’e, ‘İşte Resûlullah, yüzünü örtmüş geliyor.’ dedi. Ki Allah Resûlü’nün (sav) o saatte gelme gibi bir âdeti yoktu. Ebû Bekir, ‘Anam babam ona feda olsun, Allah’a yemin ederim ki bu saatte geldiğine göre gerçekten önemli bir durum vardır.’ dedi.

(Âişe dedi ki:) Resûlullah (sav) geldi ve eve girmek için izin istedi. Ebû Bekir izin verince içeri girdi. Nebi (sav), Ebû Bekir’e, ‘Yanında kim varsa dışarı çıkart.’ dedi. Ebû Bekir de, ‘Ey Allah’ın Resûlü, babam sana feda olsun, bunlar senin de ehlindir.’ dedi. Allah Resûlü (sav), ‘Hicret için bana izin verildi.’ dedi. Ebû Bekir, ‘Babam sana feda olsun, sana yol arkadaşlığı mı yapacağım, ey Allah’ın Resûlü?’ dedi. Resûlullah (sav), ‘Evet.’ dedi.[9] Ebû Bekir, ‘Babam sana feda olsun ey Allah’ın Resûlü, şu iki devemden birisini al.’ dedi. Resûlullah (sav), ‘Bedelini ödemek şartıyla alırım.’ dedi.

(Âişe dedi ki:) Biz de alelacele onların hazırlıklarını yaptık. Bir heybeye onların yiyeceklerini koyduk. Ebû Bekir’in kızı Esmâ belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı ve onunla heybenin ağzını bağladı. Bundan dolayı kendisine “Zatu’n Nitakayn/İki Kuşak Sahibi” ismi verildi.

(Âişe dedi ki:) Sonra Resûlullah (sav) ile Ebû Bekir, Sevr Dağı’ndaki bir mağaraya girdiler ve orada üç gece gizlendiler. Abdullah ibni Ebû Bekir her gece yanlarında kalırdı. Abdullah genç, akıllı, zeki bir çocuktu. Seher vakti Resûlullah (sav) ile Ebû Bekir’in yanından ayrılır, geceyi Mekke’de geçirmiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Allah Resûlü (sav) ile Ebû Bekir hakkında Kureyş’in hazırladıkları hilelerden duyduklarını iyice beller, karanlık basınca gider Resûlullah (sav) ile Ebû Bekir’e haber verirdi.

Ebû Bekir’in kölesi Amir ibni Fuheyre bol sütlü koyunları otlatır ve akşamdan bir süre geçtikten sonra Resûlullah (sav) ile Ebû Bekir’e getirirdi. Onlar da taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmal koyunlarının içine sıcak taş konularak ısıtılan süttü. Amir gecenin karanlığında mağaranın önüne gelip sağmal koyunlara seslenirdi. Mağarada bulundukları üç gece boyunca Amir hep böyle yaptı…”[10]

İşte en ihtiyaç duyulan zamanlarda Allah’ın (cc) dinine, Nebi’sinin (sav) davasına nasıl yardım edilir, Esmâ’dan (r.anha) öğreniriz. Başta babasından kazandığı sadakat ahlakını üzerinde taşımıştır ki Allah Resûlü (sav) böylesine tehlikeli bir yolculuğun bilgisini tereddüt etmeden kendisiyle paylaşmıştır.

Sonra o vakit yeryüzünün en hayırlı iki insanının azığını hazırlamış ve heybenin ağzını bağlayacak bir şey bulamadığından belinin kuşağını çıkarıp ikiye ayırarak torbaların ağzını bağlamış ve o mübarek dudaklardan o mübarek lakabı “Zâtu’n Nitakayn/İki Kuşak Sahibi” ismini almıştır. Dikkat buyurun, bu basit bir davranış değildir. Çünkü o gün kuşak çözmek kötü bir tutum olarak algılanır. Bu yüzden Şamlılar Esmâ’nın oğlu Abdullah’ı (ra), annesinin bu tutumuyla kınamışlardır.

Vehb ibni Keysan’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Şamlılar (Abdullah) İbni Zubeyr’i, ‘Ey iki kuşaklının oğlu…’ diyerek kınıyorlardı.

Esmâ ona dedi ki: ‘Ey oğulcuğum! Onlar seni iki kuşaklı diyerek kınıyorlar, peki bu iki kuşak nedir bilir misin? Benim bir kuşağım vardı, bu kuşağımı ikiye ayırdım ve biriyle Resûlullah’ın (sav) kırbasını, diğeriyle azığını bağladım.’

Vehb ibni Keysan dedi ki: Şamlılar (Abdullah ibni Zubeyr’i) iki kuşaklı diyerek ayıpladıklarında o, ‘İlahıma yemin olsun ki doğrudur!’ diyerek şu mısraları okuyordu: ‘Bu ayıp senden uzak bir utançtır…’ ”[11]

Ebû Nevfel’den şöyle rivayet edilmiştir:

“…(Esmâ, El-Haccac’a) dedi ki: ‘Bana ulaştığına göre onu iki kuşaklının oğlu diyerek ayıplıyormuşsun. Evet, Allah’a yemin olsun ki ben iki kuşaklıyım…”[12]

Yani o haddi aşmış topluluk her ne kadar Esmâ’yı (r.anha) lakabıyla ayıplasalar da o, Allah Resûlü’nün (sav) kendisine verdiği bu lakapla gurur duymuştur. Evvel ömründe de ahir ömründe de bu isim onun göğsünde parlayan bir nişane olmuştur. Bu isimle tarihe iz bırakmıştır. Sadece bu kadar da değil. Bu kutlu yolculuğun birçok adımında emeği geçmiştir. Bir bir okuyalım…

“…Sonra Esmâ binti Ebî Bekir hava karardığı zaman akşamdan hazırladığı yiyecekle beraber Allah Resûlü’nün (sav) ve Ebû Bekir’in (ra) yanına gelirdi.”[13]

Yani onlar mağaraya saklandıklarında elinde torbasıyla yaklaşık yedi kilometre yol yürüyüp, bir kilometre dağa tırmanıp onların yiyeceklerini temin ediyordu. Bir erkeğin bile takatini zorlayacak yolu kadın başına aşıyordu. Üstelik bu yolculuğu yaparken Abdullah ibni Zubeyr’e hamileydi. Aslında o yolu yürürken cennetin yolu onun önünde dürülüyordu…

“…Sonra Esmâ dedi ki: ‘Allah Resûlü (sav) ve Ebû Bekir (ra) evden çıktıklarında Kureyş’ten bir topluluk bizlere geldi. Aralarında Ebû Cehil ibni Hişam da vardı. Ebû Bekir’in kapısında durdular. Ben dışarı onların yanına çıktığımda, ‘Ey Ebû Bekir’in kızı, baban nerede?’ dediler. Ben de, ‘Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum.’ dedim. Ebû Cehil elini kaldırdı -o gerçekten rezil ve iğrenç bir adamdı- ve yüzüme öyle sert bir tokat vurdu ki bu tokattan dolayı küpem düştü.’ ”[14]

Yani yalnız bu yolculuğun kahrını çekmekle kalmamış, en büyük tehlikelerden birini de yaşamıştır. Ebû Cehil orada kendisine daha büyük bir zarar verebilir, Kureyş ona daha büyük bir kötülük yapabilirdi. Ancak o bunların hiçbirine aldırmadı. En büyük korkuları göğsündeki iman küfesinde eritip cesaret kalıbına döktü. Kâfirlerin karşısında Resûl’ün (sav) kalkanı oldu…

“…Sonra Esmâ dedi ki: ‘Allah Resûlü (sav) ve Ebû Bekir (ra) birlikte hicret için evden çıktıklarında Ebû Bekir tüm malını yanına aldı. Yanında beş bin veya altı bin dirhem götürdü. Dedem Ebû Kuhafe yanımıza geldi ve onun gözleri kör olmuştu. Dedi ki ‘Vallahi ben (Ebû Bekir’in malını yanında götürerek) sizleri perişan ettiğini görüyorum.’

Ben de dedim ki: ‘Asla ey babacığım! Şüphesiz ki o bizlere büyük hayır bırakmıştır.’ Sonra bazı taşlar aldım ve onları evdeki bir kaba koydum. Dedem oradaki paraları eliyle dokunarak kontrol ederdi. Sonra onun üzerine bir örtü örttüm. Sonra dedemin elini tutup, ‘Ey babacığım, elini bu malın üzerine koy.’ dedim. Sonra dedem elini koydu ve ‘Sorun yok. Şayet size bunu bırakmışsa iyi yapmış. Buradaki mal size yeter.’ dedi. Allah’a yemin olsun ki Ebû Bekir hiçbir şey bırakmamıştı, ancak ben şu yaşlı adamı sakinleştirmek için böyle yapmıştım.’ ”[15]

Yani tüm tehlikeleri uzaklaştırmak için çabaladığı gibi bir de dedesini sakinleştirmek için uğraşmış, var olan tüm olumsuzlukları öyle ya da böyle ortadan kaldırmıştır. Allah Resûlü’nün (sav) ve Ebû Bekir’in (ra) emniyetle Mekke’den çıkmaları için tüm cehdiyle elinden geleni ortaya koymuştur. Onlar Medine’ye vardıktan sonra da yalnız başlarına hicret etmişlerdir.

Esmâ (r.anha) bu fedakârlıklarıyla bizlere birkaç şey söyler. Elbiselerin, eşyaların, ekranların kulluğundan azat olmak için, nefislerin hızla ittiği kötü özelliklerden sıyrılmak için, tüm olumsuzluklara rağmen gayenin hasıl olması uğrunda takatin sınırlarını zorlamak için ihtiyaç duyulan sözler. İslam sancağının yeniden dalgalanması arzusuyla dolup taşan yüreklere umut eken sözler… Siz de duyuyor musunuz?

Devam edecek inşallah…

 


[1]. bk. 16/Nahl, 59

[2]. bk. 3/Âl-i İmran, 195

[3]. 9/Tevbe, 40

[4]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/399

[5]. bk. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/234

[6]. bk. Et-Tabakatu’l Kubra, İbni Sad, Daru Sadır, 8/249

[7]. Buhari, 4608

[8]. Ebû Osman’dan şöyle rivayet edilmiştir:

           “Allah Resûlü (sav) Amr ibni Âs’ı Zat-ı Selasi’l Gazvesi’ne komutan olarak gönderdi.

           Amr ibni Âs dedi ki: ‘Allah Resûlü’ne (sav) gelip, ‘İnsanlardan en çok kimi seviyorsun?’ dedim.

           Allah Resûlü (sav), ‘Âişe’yi.’ dedi.

           Ben, ‘Erkeklerden kimi?’ dedim.

           Allah Resûlü (sav), ‘Âişe’nin babasını.’ dedi.

           Ben, ‘Sonra kim?’ dedim.

           Allah Resûlü (sav), ‘Ömer’i.’ dedi ve sonra bazı kimseleri saydı. Beni sona bırakacak korkusuyla sormaktan vazgeçip sustum.’ ” (Buhari, 4358; Müslim, 2384)

[9]. Âişe Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin olsun ki bugünden önce Ebû Bekir gibi birinin mutluluktan dolayı böyle ağladığını görmedim.” Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/485; El-Bidâye Ve’n-Nihâye, İbni Kesir, Daru İhyau’t Turas, 3/218

[10]. Buhari, 3905

[11]. Buhari, 5388

[12]. Müslim, 2545

[13]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/485

[14]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/487; El-Bidâye Ve’n-Nihâye, İbni Kesir, Daru İhyau’t Turas, 3/219

[15]. Es-Sîretü’n-Nebeviyye, İbn Hişâm, Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/488; El-Bidâye Ve’n-Nihâye, İbni Kesir, Daru İhyau’t Turas, 3/220

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver