Allah Resûlü’nün (sav) torunu ve reyhanesi Ebû Muhammed Hasan ibni Alî ibni Ebî Tâlib şöyle dedi:
“Allah Resûlü’nden (sav) şunu ezberledim: ‘Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel.’ ”[1]
Allah’ın adıyla,
Allah Resûlü’nün (sav) ümmete mirası olan hadislerini ele almaya devam ediyoruz. Bu yazımızda, 11. Hadis münasebetiyle hadisin ravisi olan Hasan’ın (ra) hayatını inceleyeceğiz. Zira Hasan (ra) Ehl-i Beyt’tendir ve Ehl-i Beyt’e karşı ümmet olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirebilmemiz, onları bilip tanımamızla mümkündür. Yazımızın bu amaca hizmet etmesi umudu ve duasıyla başlayalım.
Hasan ibni Alî ibni Ebî Tâlib ibni Abdulmuttalib; Allah Resûlü’nün (sav) torunu, reyhanesi ve gözünün aydınlığıdır. Hasan (ra); Allah Resûlü’nün (sav) amcasının oğlu, damadı ve dava arkadaşı Alî’nin (ra) büyük oğludur. Bundan daha önemlisi Hasan’ın annesi, Allah Resûlü’nün biricik kızı, cennet hanımlarının efendisi Fâtımatu’z Zehrâ’dır (r.anha). Hasan (ra) H 3. yılın Şâban (bazı siyercilere göre Ramazan) ayında Medine’de dünyaya gelmiştir.[2]
“Hasan doğduğu vakit Allah Resûlü (sav) gelmiş, ‘Çocuğumu bana gösterin, adını ne koydunuz?’ buyurmuştur.
Alî (ra), ‘Harb.’ deyince, ‘Aksine onun ismi Hasan olacaktır.’ buyurmuş[3] ve kulağına namaz ezanı gibi ezan okumuştur.”[4]
Enes ibni Mâlik’in (ra) ifadesiyle, Allah Resûlü’ne (sav) ondan daha fazla benzeyen kimse olmamıştır.[5] Bir defasında Ebû Bekir (ra) ikindi namazını kılıp mescidden ayrıldığı esnada dışarıda Hasan’ın çocuklarla oynadığını görmüş, onu omuzlarına almış, “Babam sana feda olsun, sen Allah Resûlü’ne (sav) benziyorsun, Alî’ye değil.” diyerek latife yapmış, Alî de bunu duyunca gülmüştür.[6] Hasan’ı çok seven dedesi -ki o, dedelerin en hayırlısıdır- Allah Resûlü (sav), “Allah’ım, ben Hasan’ı seviyorum. Sen de onu sev ve onu sevenleri de sev.” buyurmuştur.[7]
Allah Resûlü’nün (sav) gözdesi, gönül sevinci kıymetli torunu Hasan, dedesinin vefatında yedi yaşındaydı. Yaşı küçüktü, ama muallimlerin efendisinden (sav) hayatının temel eğitimini ve terbiyesini almıştı. Hayatının, dedesinden sonraki döneminde Hasan (ra), dedesinin yolundan ayrılmamış, onun sünnetini daimî olarak yaşamış ve yaşatmıştır. Bir defasında kendisine, “Allah Resûlü’nden ne hatırlıyorsun, bize anlat.” denildiğinde başından geçen şu olayı anlatmıştır:
“Ben zekât hurmalarından almıştım. Ağzıma alıp yemeye başladığımda Allah Resûlü hurmayı ağzımdan aldı. Sonra onu hurmaların içerisine bıraktı. ‘Ey Allah’ın Resûlü, bu küçük çocuktan hurmayı almayabilirdin.’ diyenler oldu.
O da şöyle buyurdu: ‘Biz Muhammed ailesine sadaka malları helal değildir.’ ”[8] [9]
Birçok evlilik yapan Hasan’ın (ra), İbnu’l Cevzî’nin Sıfatu’s Safve kitabında aktardığına göre on beş erkek, sekiz de kız çocuğu vardı.[10] Hayatını H 49 yılında noktalayıp Rabbine kavuştu.
Allah Resûlü’nün (sav) Hasan (ra) ile İlişkisi
Hasan’ı (ra) yakından tanıyabilmemiz, Allah Resûlü’nün (sav) kendisi ve kardeşi Huseyn ile ilişkilerini öğrenebilmemiz ve bir manada da Allah Resûlü’nden çocuk eğitimine dair bazı önemli incelikler alabilmemiz için bu konuya ilişkin varid olan bazı rivayetleri zikredelim:
Hasan El-Basrî’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ben Ebû Bekre’nin şöyle dediğini işittim: ‘Allah Resûlü’nü (sav) minberde gördüm. Hasan ibni Alî onun yanındaydı. Nebi (sav) bir insanlara bakıyor, bir Hasan’a bakıyor ve şöyle diyordu: ‘Benim bu oğlum efendidir. Allah onun sayesinde iki büyük grubun arasını bulacaktır.’ ’ ”[11]
Ebû Bureyde’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) bize hutbe verirken Hasan ve Hüseyn üzerlerinde kırmızı bir gömlekle düşe kalka geldiler. Allah Resûlü (sav) minberden indi, onları kucağına aldı ve minbere çıkıp önüne oturttu ve şöyle buyurdu: ‘Yüce Allah ne doğru söylemiştir: ‘Mallarınız ve evlatlarınız ancak birer fitnedir.’[12] Şu iki çocuğa baktım paytak paytak yürüyorlar; dayanamadım, konuşmamı keserek onları buraya yanıma çıkardım.’ ”[13]
Hasan ibni Alî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) bana vitir namazında -İbni Cevvâs’ın dediğine göre vitir namazının kunutunda- şöyle söylememi öğretti: ‘Allah’ım hidayete erdirdiklerinin arasında beni de hidayete eriştir. Afiyete eriştirdiklerinin arasında bana da afiyet ver. Gözettiklerinin arasında beni de kollayıp gözetle. Verdiğin şeylerde benim için bereketler kıl, hakkında hükmettiğin şeyin şerrinden beni koru, şüphesiz sen hükmedersin, senin takdirine karşı gelinmez. Senin işini üzerine aldığın kimse asla alçalamaz. Senin düşman olduğun kimse de asla şeref bulamaz. Rabbimiz, senin hayrın pek çoktur ve sen layık olmayan şeylerden münezzehsin.’ ”[14]
Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Yatsı namazında Allah Resûlü ile beraberdik. Secde ettiği zaman Hasan ve Huseyn sırtına binerdi. Başını kaldırdığı zaman onları da nazik bir şekilde kaldırırdı. Tekrar secde ettiği zaman aynı durum yaşanırdı.”[15]
Alî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Allah Resûlü bizi ziyaret etti ve yanımızda geceledi. Hasan ve Huseyn uyudular. Hasan su istedi. Allah Resûlü kalkıp su tulumuna yöneldi. Sonra Hasan’a suyu verdi. Huseyn içmek için elini uzatınca onu engelledi ve Hasan’a verdi.
Fatıma, ‘Sanki sana en sevimli olan Hasan’dır.’ dedi.
Allah Resûlü (sav), ‘Hayır, fakat önce Hasan suyu istedi.’ buyurdu.”[16]
Hasan’ın (ra) Fazileti
Ehl-i Beyt’in bu kıymetli ferdinin birçok fazileti ve onu diğer insanlardan farklı kılan birçok özelliği vardır. Bu özellikleri şöyle zikredebiliriz:
1. O, cennet gençlerinin efendisi olacaktır.[17]
2. Ehl-i Beyt’tendir.[18]
Allah Resûlü (sav) onu çok sevmiş, sevmeye teşvik etmiştir:
“Allah Resûlü (sav), ‘Allah’ım, ben Hasan’ı seviyorum. Sen de onu sev ve onu sevenleri de sev.’ buyurmuştur.”[19]
3. Sıra dışı denilecek düzeyde cömert bir insandır.
İhtiyaç sahiplerine tereddütsüz, mallarından bir şeyler ikram ederdi. Tıpkı dedesi (sav) gibi. Yanında ellerini Allah’a açmış, Rabbinden kendisini on bin dirhemle rızıklandırması için dua eden bir kimsenin sözlerini işitince evine gitmiş, adama istediği miktarda para göndermiştir.[20]
“Hasan (ra) siyahi bir kölenin, elindeki ekmekten bir lokma yiyip ardından orada bulunan bir köpeğe de bir lokma verdiğini görmüş, ‘Niçin böyle yapıyorsun?’ diye sormuş ve çocuktan çok ilginç ve güzel bir cevap almıştır:
‘Yanında bir şeyler yiyip bu köpeğe vermemekten haya ettim.’
Bu ilginç ve bir o kadar güzel cevap karşısında şaşıran Hasan (ra), ‘Bekle, geliyorum.’ diyerek oradan ayrılmış, çocuğun efendisine giderek çocuk ile çocuğun bulunduğu bostanı satın almış ve tekrar çocuğa gelerek, ‘Seni özgür bırakıyorum, bu bahçeyi de sana hediye ediyorum.’ demiştir.
Çocuk da, ‘Efendim, ohâlde ben de bahçeyi, beni kendisinin rızasını kazanmak adına azat ettiğin Allah rızası için sadaka olarak veriyorum.’ cevabıyla mutluluk ve sevinç içerisinde mukabelede bulunmuştur.”[21]
4. Allah’ı (cc) bolca zikrederdi.
Sabah namazını kıldığı vakit oturur, Güneş yükselinceye kadar Allah’ı (cc) zikrederdi.[22]
5. Son derece güzel konuşan iyi bir hatipti.
“Rivayet edildiğine göre babası Alî (ra) ona çok değer verirdi. Bir gün oğluna, ‘Hutbe versen, ben de dinlesem.’ dedi.[23]
‘Seni gördüğüm hâlde hutbe vermekten haya ederim.’ diye cevapladı Hasan.
Alî (ra), oğlunun kendisini görmeyeceği bir yere oturdu. Hasan (ra) hutbe vermeye başladı. Oldukça anlaşılır ve güzel bir hutbe verdi. Hutbesini bitirdiği esnada Alî (ra) şu ayeti okuyordu:
‘Onlar birbirlerinden (türeyip) gelmiş bir zürriyettir. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.’[24] ”[25]
Hasan’ın (ra) Hilafeti
Allah Resûlü’nün (sav) açık ifadesiyle, Raşid Hilafet otuz yıl sürecek ve ondan sonra mülk ve saltanat dönemi başlayacaktır.[26] Babası Alî’nin (ra) dört küsur yıllık hilafetinin ardından şehit edilmesiyle beraber Hasan (ra) hilafete seçilmiş ve yaklaşık kırk bin insan kendisine beyat etmiştir.[27] H 41 yılının Rebîu’l Evvel ayında hilafeti Muâviye’ye (ra) devredene kadar[28] yedi ay halifelik makamında kalmıştır. Böylece dört Raşid Halife’nin ardından Hasan’ın (ra) yedi aylık hilafeti Allah Resûlü’nün (sav) bahsettiği otuz yılı tamamlamıştır. Bu da Hasan’ın (ra) Beşinci Raşid Halife olduğu yönündeki görüşü destekler.
Hasan (ra) hakkı olmasına rağmen sırf müminlerin kanı dökülmesin diye hilafetten çekilmiştir. Nitekim onun hilafeti sürecinde tek bir Müslim’in kanının haksız yere akıtılmadığı rivayet edilir. Hasan (ra), Allah Resûlü’nün (sav) daha evvelden haber verdiği gibi iki Müslim taife arasında -hilafetten çekilmek suretiyle- bir birlik oluşturmuştur.[29] Ümmetin birliği için mücadele edip hakkından vazgeçen İmam, bizzat kendi şiası olduğunu söyleyen insanlar tarafından eziyete maruz kalmıştır. Hilafetten çekildiği süreçte bazı haddini bilmez zevatın iftira, hakaret ve sövgülerine muhatap olan İmam, teenni ile yaklaşıp kendilerine durumu izah etmeye gayret etmiştir.
Hilafeti Muâviye’ye devretme süreci ise sahih kaynaklarda şöyle anlatılır:
Hasan El-Basrî’den (rh) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah’a yemin olsun ki Hasan ibni Alî, dağlar kadar birlikleriyle Muâviye’nin karşısına çıktı. Amr ibni Âs, Muâviye’ye, ‘Ben öyle birlikler görüyorum ki kendi gibi büyük birlikleri öldürmeden geriye dönmez.’ dedi.
Bunun üzerine Muâviye -ki Amr’dan daha iyi biriydi-, ‘Ey Amr! Bunlar onları veya onlar bunları öldürürse ben insanların işlerini kiminle yürüteceğim, kadınlarını ve tarlalarını ne yapacağım?’ dedi.
Sonra Hasan’a (ra), Kureyş’te bulunan Abduşşemsoğullarından iki kişi -Abdurrahman ibni Semure ile Abdullah ibni Âmir ibni Kureyz’i- gönderdi. Onlara dedi ki: ‘Şu adama gidin ve benim şu teklifimi iletin.’
Onlar Hasan’a (ra) gidip yanına girerek onunla konuştular ve Muâviye’nin teklifini ilettiler.
Hasan ibni Alî onlara, ‘Biz Abdulmuttalib’in çocuklarıyız. Biz böyle çok mal elde etmişizdir. Bu ümmet birbirinin çok kanını döktü.’ dedi.
Muâviye’nin elçileri, ‘O, sana şunları teklif ediyor ve senden şunu yapmanı istiyor.’ dediler.
Hasan ibni Alî, ‘Şu konuda kim bana garanti verir?’ dedi.
Onlar, ‘Biz garanti veririz.’ dediler. Onlardan her ne istediyse hepsine garanti verdiler.
Bunun üzerine Hasan ibni Alî, Muaviye ile anlaşmaya vardı.
(Hasan El-Basrî şöyle dedi:) Ben Ebu Bekre’nin şöyle dediğini işitmiştim: ‘Allah Resûlü’nü (sav) minberde gördüm. Hasan ibni Alî onun yanındaydı. Nebi (sav) bir insanlara bakıyor, bir Hasan’a bakıyor ve şöyle diyordu: ‘Benim bu oğlum efendidir. Allah onun sayesinde iki büyük grubun arasını bulacaktır.’ ’ ”[30]
Hasan’ı (ra) Muâviye (ra) ile sulhe götüren sürecin en önemli faktörlerinden biri de onun şiası olduğunu söyleyen bu sadakatsiz insanların ihaneti, yalnız bırakmalarıydı. Bu beyatte var olan sadakatsizliği (veya şartlı bazı beklentilerle yapılan beyati) fark etmiş olacak ki İmam Hasan (ra) biat esnasında şunu şart koşmuştur: “İşitecek ve itaat edeceksiniz. Barış yaptıklarımla siz de barışacak, savaştıklarımla savaşacaksınız.” Bu sözleri üzerine -Ehl-i Beyt’i defalarca yolda bırakan- Irak ehli kuşkulandılar ve “Bu adama ne oluyor?” dediler. Kısa bir süre sonra halifeyi eleştirip ona muhalefet etmeye başladılar ve onu kızdırdılar. Hasan’ın da (ra) onlara buğzu ve nefreti arttı. Ayrılıklar ve ihtilafları görünce de Muâviye’ye sulh yapmak üzere yazı gönderdi… ve bundan sonra sulh yaptılar.[31]
“İkinci imamımız Hasan-ı Muctebâ’dır.” diyen bugünün Şia’sı (ki hakikatte onlar Alî’yi, Hasan’ı, Huseyn’i, Zeyn El-Âbidîn’i (r.anhum) yarı yolda bırakan Rafizîlerdir) o gün İmam’ı yalnız bıraktılar. Bugün; masumdur, imamdır, diyerek onun üzerinden bir imamet kültürü oluşturup kendi Farisî geleneklerini ve kendilerine has kadim cahiliyelerini İslam’da yaşatmak isteyen Rafizîlere sorsanız, Ehl-i Beyt’i en çok onlar sevdiler, en çok onlar sahiplendiler. Ama gelin görün ki işin hakikati öyle değildir. Tarihî hakikatler objektif okunduğunda onların ümmete verdikleri zararın, kurdun daldığı sürüye verdiği zarardan daha fazla olduğu anlaşılacaktır.
Hasan’ın (ra) şiasının/taraftarlarının kendisine verdikleri zarara dair doğrudan Şiîlere ait olan bir kaynaktaki nakli okuyalım:
Şiî tarihçi Ya’kûbî şöyle anlatır:
“Babasının öldürülmesinden bir müddet sonra Hasan, on iki bin askerle Muâviye ile savaşmak amacıyla yola çıkar. Muâviye sulh için Muğîre ibni Şu’be, Abdullah ibni Şu’be ve iki kişiyi daha Hasan’a (ra) gönderir. Hasan Medâin’de çadırında konakladığı esnada yanına girerler. Çıktıkları zaman insanların da işiteceği şekilde şöyle konuşmaya başlarlar:
‘Allah, Allah Resûlü’nün torunu vesilesiyle kanların akmasına mâni olmuş ve onunla fitne ateşini söndürmüştür. Hasan (ra) barışa razı olmuştur.’
Askerler bundan rahatsız olur ve onların söylediklerinin doğruluğunda tereddüt dahi etmezler. Hızlıca Hasan’a (ra) gelirler. Çadırını ve içindeki her şeyi zorla alırlar. Yola çıktığı esnada Cirah adında bir adam ona pusu kurar ve baldırından yaralar.”[32]
Hasan’ın (ra) Ölümü
Hasan’ın (ra) ölüm tarihiyle ilgili farklı rivayetler söz konusudur. H 49 yılında vefat ettiğini belirtenler olduğu gibi, H 50 veya 51. yılda vefat ettiği de söylenmiştir. Nasıl öldüğüyle ilgili söylenenler meşhur olan rivayete göre hanımı Ca’d binti Eş’as tarafından Muâviye’den gelen talep üzerine zehirlendiği şeklindedir. Rivayete göre Muâviye (ra) kendisine belli bir ücret göndererek bu ücret karşılığında Hasan’ı (ra) zehirletmiştir. Bir diğer rivayet Yezîd ibni Muâviye’nin, Hasan’ı (ra) zehirlemesi karşılığında kendisiyle evlenmeyi teklif ettiği yönündedir.[33]
Bu rivayetlere ilişkin Ehl-i Sünnet âlimlerinin değerlendirmelerine bakalım:
İbni Kesîr, Yezîd ibni Muâviye tarafından zehirlendiğine ilişkin rivayeti zikrettikten sonra şunu söyler: “Bana göre (Yezîd’in öldürttüğüne dair) bu rivayet sahih değildir. Muâviye tarafından zehirlendiği rivayeti ise sahih olmamaya daha layıktır.”[34]
İbni Abdilberr şöyle der:
“Katâde ve Ebû Bekr ibni Hafs dediler ki:
‘Hasan, hanımı Ca’d binti Eş’as tarafından zehirlendi. Bazıları dediler ki: ‘Bu, Muâviye’nin kurduğu tuzak ile olmuştur ve kadına bunun karşılığında bir ücret verilmiştir. Derim ki: ‘Bu sahih değildir. Kim buna şahitlik etmiştir?’ ’ ’ ”[35]
İbni Haldûn der ki: “Muâviye’nin, Hasan’a (ra) hanımıyla beraber komplo kurup zehirlettiğine dair rivayetler Şia’nın hadislerindendir. Muâviye böyle bir şey yapmamıştır.”[36]
Meşhur ve sahih olan rivayetlerde Hasan (ra) zehirlendiği zaman kendisine kim tarafından zehirlendiği sorulduğunda bunu söylememiştir.[37]
Burada özellikle iki noktayı hatırlamak zorundayız:
Evvela Emevîlerin Ehl-i Beyt’e ve daha genel manada ümmete karşı zulüm içerikli icraatlarının olduğu tereddütsüzdür. En basiti; liyakat sistemi değil, veliaht sistemiyle ümmete yönetici tayin etmek, ümmeti çağlar boyu etkileyip derinden sarsan “zararlı ve yanlış” bir uygulamadır. Yalnız, Emevîlerin hataları, suçları ve zulümleri; onlara karşı adaletsizce yaklaşmayı, teraziyi bozmayı, kanıtsız ve şahitsiz safsataları nispet etmeyi gerektirmez. Zira elimizde temel bir ilke vardır:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adaletli şahitler olun. Bir kavme olan öfkeniz/kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sevk etmesin. Adaletli olun! O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[38]
İkinci olarak, her fırsatta Ehl-i Beyt’i yarı yolda bırakmış, söz verip ihanet etmiş, Ehl-i Beyt imamlarını âdeta sırtından hançerlercesine düşman saflarının ortasında yalnız bırakmış olan Rafizîlerin zulüm ve hadsizlikleri Arş’a ulaşmıştır. Kendi Mazdekî/Farisî/Mecusî geleneklerini İslam’a karıştırmaya çalışan bu putperest müşrikler iyi niyetlilerse Alî’yi neden ilah edindiklerini, imamlarını neden nebilerden üstün gördüklerini, Kitab’ın eksik olduğuna hangi saikle inandıklarını “burhan” ile açıkladıkları zaman kendileriyle oturulup bu meseleler konuşulabilir. Bunca itikadi probleme, Allah’a, dine ve nebiye eksiklik izafe etmeye yönelik bu dinden bir delil bulamayacakları da muhakkaktır.
Ehl-i Beyt imamlarından Hasan’ın (ra) hayatının bazı önemli noktalarını vurgulamaya, genel bir bilgi ve portre oluşturmaya gayret ettik. Allah (cc), bizleri onların yolundan ayırmasın. Allahumme âmin.
Selam ve dua ile…
[1]. Ahmed, 1723
[2]. bk. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/246
[3]. bk. Ahmed, 953
[4]. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/248
[5]. bk. Buhari, 3752
[6]. bk. Buhari, 3542
[7]. bk. Buhari, 2122; Müslim, 2421
[8]. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/246
[9]. Rivayetin aslı Buhari, 1491; Müslim, 1069 No.lu hadislerde geçmektedir.
[10]. bk. Sıfatu’s Safve, İbnu’l Cevzî, 1/759
[11]. Buhari, 2704
[12]. bk. 64/Teğabûn, 15
[13]. Tirmizi, 3774
[14]. Ebu Davud, 1425; Tirmizi, 464
[15]. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/256
[16]. age. 3/258
[17]. bk. Tirmizi, 3768
[18]. bk. Müslim, 2424; Tirmizi 3788
[19]. Buhari, 2122; Müslim, 2421
[20]. bk. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/260
[21]. El-Bidâye ve’n Nihâye, 8/39
[22]. bk. Tirmizi, 586
[23]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, 8/38
[24]. 3/Âl-i İmrân, 34
[25]. El-Bidâye ve’n Nihâye, 8/38
[26]. “Benim ümmetimde hilafet otuz yıl olacaktır. Bundan sonra da mülk ve saltanat devri başlayacaktır.” (Ahmed, 21927; Tirmizi 2226). Şuayb El-Arnaut hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
[27]. bk. El-İstîâb, İbni Abdilberr, 1/385
[28]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, 11/139
[29]. “Benim bu oğlum seyyiddir. Allah’ın onun vesilesiyle iki mümin taifenin arasını düzeltmesini umuyorum.” (Ebu Davud, 4662)
[30]. Buhari, 2704
[31]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, 11/135
[32]. Târîhu’l Ya’kûbî, 2/215 (Şia ve Ehli Beyt kitabından naklen, s. 276-277)
[33]. bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, 11/208
[34]. age. 11/208
[35]. El-İstîâb, İbni Abdilberr, 1/385
[36]. El-İber ve Divânu’l Mubtedei ve’l Haber, 2/187
[37]. bk. Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, 3/274
[38]. 5/Mâide, 8
İlk Yorumu Sen Yap