Kalemin ve Kılıcın Mücahidi: Şurahbil İbni Hasene

شرحبيل بن حسنة Ebû Abdullah Şurahbil ibni Hasene ibni Abdillah ibni Mutâ’ ibni Amr El-Kindî

İlklerden olmak her zaman değerli kabul edilmiştir. İslam’ın güçlenmesini sağlayacak herhangi bir alanda veya sergilenmesi beklenen tavırlarda ilk olanlar daima övülmüştür. Zira sonucu öngörülemediğinden kimsenin yapamadığını yapmak zordur. İnsanlar sergilediği davranış karşısında neyle karşılaşacaklarını bilemedikleri için birçok olayda ilk olmakta çekimser kalır. Bu yüzden İslam uğruna sundukları kayralarla ilk olmayı başarabilenler kıymetlidir.

Sahabenin bu konudaki örnekliği çoğu zaman göze çarpar. Onlar; herhangi bir sorunun çözüm beklediği veya davetin yayılması için yeni bir alan açılacağı sırada hemen el kaldırıp ayağa kalkmışlardır. O sahada ilk olmak için birbirleriyle yarışmışlardır. Çünkü onlar; Allah’ın (cc) bir amelin karşılığını yedi yüz kat vereceğine, dilediği kadar da arttıracağına[1] ve yeni bir çığır açtıklarında o ameli yapanların ecirlerinden eksiltmeksizin kendilerine de verileceğine, işte buna yakinen inanmışlardır.[2]

Bu sebepledir ki tarih, ilk olanları müstesna bir yere koymuştur. Allah Resûlü’ne (sav) ilk iman eden, Kur’ân-ı Kerim’i müşriklere ilk okuyan, mescidde ilk müezzinlik yapan, dava uğruna ilk şehit olan… kimseler, ilk olduklarından dolayı ayrı bir yere sahip olmuşlardır.

İşte onlardan biridir Şurahbil ibni Hasene (ra). Kendisi ilk iman edenlerden, ilk vahiy kâtiplerinden, ilk hicret edenlerdendir. Bu özelliğiyle ön plana çıkmış ve kendisinden hayırla bahsedilmiştir.

Şurahbil (ra), Ben-i Zuhre Kabilesi’nin müttefiki olan Kinde Kabilesi’ne mensuptur.[3] Babası Abdullah ibni Mutâ’, Cahiliye Dönemi’nde kendisi küçükken vefat etmiştir. Bundan dolayı Şurahbil, annesine nispet edilmiştir. Annesi Hasene ise Ma’mer ibni Habîb El-Cumahî’nin azatlı kölesidir. Sonraları Sufyân ibni Ma’mer El-Cumahî ile evlenmiştir. Şurahbil’in (ra), Abdurrahman isminde bir öz, Câbir ve Cudâne isminde iki üvey kardeşi vardır. Ölüm tarihinden anladığımız kadarıyla yaklaşık M 573 veya 574 yılında doğan Şurahbil (ra), Allah Resûlü’nden (sav) birkaç yaş küçüktür. Leylâ binti Ebî Hasme’yle evlenmiş ve bu güzel evlilikten beş çocuk dünyaya gelmiştir. Ailenin hepsi iman etmiş ve birçok fedakârlıklarda bulunmuşlardır.[4]

Şurahbil (ra) gerek fıtratındaki kabiliyetiyle gerek yetiştiği çevrenin etkisiyle okuma yazmayı ve kılıç kullanmayı iyi bildiği için Mekke’nin seçkin gençlerinden biriydi. Özellikle okuma yazma bildiğinden dolayı büyük itibar görmüştür. Bu meziyetleriyle cahiliyede değerli biri olduğu gibi İslam’dan sonra da hayırlı biri olmuştur. Hira’dan yayılan iman nurunu gördüğü ân ona doğru yönelmiş ve geri kalan hayatını o aydınlık yolda geçirmiştir. İlk iman edenlerden olmuş ve sonra daimî bir şekilde kalemini ve kılıcını İ’la-i Kelimetullah uğrunda kullanmıştır. Bu yüzden Sıbt ibnu’l Cevzî’nin (rh) dediği gibi, “Sahabenin önde gelenlerindendir.”[5]

İlk Vahiy Kâtiplerinden Biri[6]

Her şey vahiyle başladı. Rûhu’l Emîn, Allah’tan (cc) aldığı İlahi sözleri bildirmeye başladığı ânda o zamana kadar olağan tüm durumlar değişti.[7] Örneğin, Cibril (as) normal bir melekken vahyi getirmeye başlamasıyla en üstün melek oldu.[8] Allah Resûlü (sav) normal bir hanifken, vahyin kendisine inmeye başlamasıyla en üstün peygamber oldu.[9] Örneğin, sahabe dalalet içerisindeyken vahyin inmeye başlamasıyla insanlığa örnek nesil oldu.[10] İşte vahiy her şeyi değiştirmiş ve bazı kimseleri böylesine yüceltmiştir.[11]

Bu durumun en güzel örneklerinden biri de vahiy kâtipleridir.[12] Onlar mukaddes iletiyi muhafaza etme adına sözden yazıya aktardıkları için ayrı bir değere sahip olmuşlardır. Çünkü bu kutlu görev ancak emin olan, adil olan, akil olan kimselere verilir.[13] Sahabe hayatı okunduğunda net bir şekilde görülür ki herhangi biri vahiy kâtipliği yapmışsa mutlaka bu faziletine değinilmiştir.

Şurahbil (ra) Mekke’de okuma yazma bilip de ilk iman eden birkaç sahabiden biridir. Bu yüzden Allah Resûlü (sav) kendisine vahiy kâtipliği görevi vermiştir. İnsanların bırakın yazmayı, dinlemekten bile çekindiği bir dönemde Furkân’ı ilk hâliyle tabakalara geçirmiştir. Allah (cc) yolunda kalemiyle cihad etmiş ve bu özelliğiyle değer kazanmıştır.

Ayrıca Allah Resûlü (sav) için sadece vahiy kâtipliği yapmakla kalmamış başka yazı işlerini de ifa etmiştir. Yöneticilere gönderilen mektuplar, kavimler arasında yazılan anlaşmalar, vesikalar gibi alanlarda yazı yazmıştır.

İslam davası, mensupları meziyetleri doğrultusunda hizmet ettiği sürece güç kazanır. Her çağın kendine göre davet sahaları vardır. Bu alan bazen bir hac çadırı olur, bazen bir çay ocağı, bazen de bir sosyal medya alanı. Tüm bu mecralarda zamanın gereklerine göre varlık gösterenler ancak davetlerini sürdürebilir ve başarıya erişebilirler.

Hamdolsun bugün muvahhid ve muvahhidelerin ticaret, sağlık, inşaat, yazılım, bilgisayar, tarım, edebiyat… gibi daha birçok alanda tevhid ve sünnet davetinin yayılması uğruna hizmet vermesi gönüllere umut serpiyor. Şayet herkes kendine bahşedilen yeteneklerle bu yola katkıda bulunmaya çalışırsa umutlarımız yeşererek günbegün büyüyecek. Ve yarın dünden daha aydınlık olacak. Burada önemli olan, kişinin -Şurahbil (ra) gibi- heybesini hangi salih amellerle doldurarak ahirete göç ettiğidir.

İki Hicret Sahipleri

Allah Resûlü (sav) nübüvvetin beşinci yılında, Mekke’de davetinin kısmi olarak tıkandığını görünce davete merkezlik yapacak yerler arıyordu. Bu sancılar neticesinde bir çıkar yol olarak ashabından bazılarını Habeşistan’a göndermeye karar verdi: “Habeş diyarına gidebilirsiniz. Orada yanında hiç kimseye zulmedilmeyen bir kral vardır. Orası adalet yurdudur. Umulur ki Allah bu sürede sizi bulunduğunuz bu durumdan kurtarır.”[14] diyerek başta biricik kızı Rukayye (r.anha) ve sevgili damadı Osmân (ra) olmak üzere en yakınlarından yaklaşık on iki erkek ve dört kadını gönderdi.

Aynı yıl içerisinde Kureyş’in iman ettiği şayiası ortaya atılınca bu haberi duyan Habeşistan’daki sahabiler memleketlerine geri döndüler. Fakat döndüklerinde durumun hiç de duydukları gibi olmadığını, aksine Kureyş’in tepkisinin daha da ağırlaştığını gördüler. Sonra yaklaşık seksen üç erkeğin ve on sekiz kadının tekrar Habeşistan’a gitmesiyle ikinci Habeşistan hicreti gerçekleşmiş oldu.[15] İşte bu mübarek yolculukta Şurahbil ibni Hasene (ra) ve eşi Leylâ binti Ebî Hasme de (r.anha) vardı. Çocuklarıyla birlikte yaklaşık on beş yıl Habeşistan’da kaldılar. Daha sonra Hayber’in Fethi’nde Ca’fer ibni Ebî Tâlib (ra) ile Medine’ye ancak dönebildiler.[16] Böylelikle Habeşistan ve Medine olmak üzere iki hicrete katılmış oldular. Ve tabii ki ecirleri de iki katı oldu. Allah Resûlü’nün (sav) mübarek dudaklarından dökülen şu güzel sözlerin muhatapları oldular:

“Onlar bana sizden daha yakın değiller. O ve arkadaşları için bir hicret vardır. Ancak sizin için ey gemi ehli! İki hicret vardır.”[17]

Kişinin doğup büyüdüğü öz vatanını terk etmesi kolay değildir. Onca dostu ve anıyı bir çırpıda bırakıp gitmek hiçbir zaman kolay olmamıştır. Mekke Dönemi’nde Allah Resûlü’nün (sav) ashabına çok ağır gelen ve hatta bazılarının ayağını kaydıran iki imtihandan biridir hicret[18] Medine’ye hicret ettikten sonra hasta yataklarında Mekke hakkında şiirler okuyan Ebû Bekir’in ve Bilâl’in (r.anhuma) sözlerini hatırlayın.[19] Başka bir yerde acılarını böylesine ifade ettiklerini göremezsiniz. Rabbimiz bile hicreti ölümle bir tutar.[20] Lakin unutulmaması gereken bir şey vardır; bir amel ne kadar zorsa mükâfatı da o kadar büyüktür.

Enes ibni Malik’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Mükâfatın büyüklüğü, imtihanın büyüklüğüyledir. Allah (cc) bir topluluğu severse, onları imtihan eder. Kim (takdire) razı olursa, ona (Allah’tan) rıza vardır. Kim de (takdire) öfkelenirse, ona (Allah’tan) öfke vardır.”[21]

İslam ilk olarak bazı bireylerden davet için özel olarak memleketini bırakmasını ister. Sonra da yeri ve zamanı geldiğinde genel olarak öz yurdunu terk etmesini. Malını ve canını Allah’a satmış kimseler, bir toprağın pazarlığını yapmazlar. İbrâhîm (as) gibi teslimiyet gösterirler. Dudaklarından yalnız Lût’un (as) sözleri dökülür: “Hiç kuşkusuz ben, Rabbime hicret edeceğim.”[22]

Kişi dinini korumak için hicret etmeye çoğu zaman mecburdur. Ancak ne yazık ki bugün iman ettiği hâlde dinine hizmet etmek için bir mahalleden başka bir mahalleye, bir semtten başka bir semte, bir ilden başka bir ile taşınamayan kardeşlere şahit olabiliyoruz. Allah’ın (cc) şu çağda sunduğu bu kadar imkâna rağmen geride kalmak, mümine yakışmasa gerek. Kişi korkmalıdır. Geride kalıp da uzaktan takip ettiği, kendisinden ileride olan kardeşlerini bir gün ufukta görememekten korkmalıdır.[23]

Devam edecek inşallah…


[1]. bk. 2/Bakara, 261

[2]. bk. Müslim, 1017

[3]. Temim Kabilesi’ne mensup olduğu da söylenmiştir. bk. El-İsâbe fi Temyizi’s Sahabe, İbni Hacer El-Askalânî, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/265

[4]. bk. Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbni Sa’d, Daru Sadır, 4/127; El-İstiab fi Ma’rifeti’l Ashab, İbni Abdulberr, Daru’l Cil, 2/689; Usdu’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s Sahabe, İbni Esîr, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 2/619; El-İsâbe fi Temyizi’s Sahabe, İbni Hacer El-Askalânî, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 3/265

[5]. Mir’âtu’z Zamân fî Târîhi’l A’yân, Sıbt İbnu’l Cevzî, Daru’l Risaleti’l Âlemiyye, 5/285

[6]. Şurahbil ibni Hasene’nin ilk vahiy kâtibi olması ihtilaflıdır. Mekke’de ilk vahiy kâtibi olarak bazı âlimler başka sahabilerin isimlerini zikrettiği gibi bazı âlimler de Şurahbil ibni Hasene’nin Allah Resûlü (sav) için ilk yazanlardan olduğunu ifade etmişlerdir. Şurahbil’in (ra) ilk vahiy kâtibi olduğunu söyleyenler için bk. Misbâhu’l Mudî, Cemaluddîn ibni Hadîde, Âlimu’l Kitab, 1/106; Subulu’l Hudâ ve’r Reşâd fî Sîreti Hayru’l İbâd, Muhammed ibni Yusuf Es-Salihi, Daru’l Kutubi’l İlmiyye, 11/385; El-Hulasatu’l Behiyye, Vahid ibni Abdusselam Bali, Daru’l Fevaid, s. 112

[7]. bk. Anlamak ve Yaşamak İçin Kur’ân Okumaya Çağrı, Halis Bayancuk, Tevhid Basım Yayın, s. 27-36

[8]. bk. 69/Hâkka, 40; 81/Tekvîr, 19

[9]. bk. Tirmizi, 3615

[10]. bk. 2/Bakara, 143; 3/Âl-i İmrân, 110

[11]. bk. Fethu’l-Bârî, İbn Hacer El-Askalânî, Daru’l Marife, 1/141

[12]. Vahiy kâtipleriyle ilgili detaylı bilgi için bk. Kuttâbu’n Nebi, Muhammed Mustafa El-A’zami, El-Mektebetu’l İslami

[13]. Ebû Bekir’in (ra) Kur’ân’ı Kerim’i tek bir Mushaf’ta toplama görevini Zeyd ibni Hârise’ye (ra) verme gerekçelerini örnek verebiliriz. (bk. Buhari, 4679)

[14]. bk. Es-Siretu’n Nebeviyye, İbni Hişâm, Şirketu Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/322

[15]. bk. Es-Siretu’n Nebeviyye, İbni Hişâm, Şirketu Mektebetu ve Matbuatu Mustafa, 1/321-340

[16]. Ma’rifetu’s Sahabe, Ebû Nuaym, Daru’l Vatani Lin’Neşri, 3/1465

[17]. bk. Buhari, 4230

[18]. bk. 64/Teğabûn, 14; 4/Nisâ, 88

[19]. bk. Buhari, 1889

[20]. “Şayet biz: ‘Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın.’ diye onlara farz kılmış olsak, onlardan azı hariç (bu emri) yerine getirmezlerdi. Onlar, kendilerine verilen bu öğüdü yerine getirselerdi kendileri için daha hayırlı olur, (ayaklarını) daha kuvvetli bir şekilde sabit kılardık.” (4/Nisâ, 66)

[21]. Tirmizi, 2396

[22]. bk. 29/Ankebût, 26

[23]. Hicretin önemi için bk. Tevhid Dergisi, S 96, s. 4-7

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver