Gerçek Başarı: İman

قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ

“Şüphesiz ki müminler, kurtuluşa ermişlerdir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Allah’ın (cc), mahlukat arasında en değerli ve üstün kıldığı varlık insandır:

“Andolsun ki, insanoğlunu onurlu/değerli/izzetli kıldık. Onları karada ve denizde (farklı araçlarla) taşıdık, onları temiz şeylerden rızıklandırdık. Ve onları, yarattığımız birçok varlıktan (belirgin şekilde) üstün kıldık.”[2]

İnsanın bu değeri mutlak değildir. “İnsan” olması hasebiyle sahip olduğu bu değerin hakiki olması iman etmesine bağlıdır. İman etmeyen bir insanın hiçbir değeri kalmayacağı gibi daha da aşağılık bir dereceye düşecektir. İnsanı değerli ve üstün kılan yegâne etken imandır:

“Andolsun ki, insanı en güzel surette yarattık. Sonra onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) çevirdik. İman edip salih amel işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.”[3]

Mu’minûn Suresi Mekkî bir suredir. Adından da anlaşılacağı gibi, Rabbimizin mümin kullarına nispet ettiği bir suredir. Sure’nin ilk on bir ayetini okuyarak, Rabbimizin razı olduğu, kurtuluşu ve başarıyı elde eden müminlerin özelliklerini öğrenmeye çalışacağız.

“Şüphesiz ki müminler, kurtuluşa ermişlerdir.”

Ayet-i kerime قد edatıyla başlıyor. قد edatı, fiil-i mâdînin başında kullanıldığı zaman bir şeyin yakınlığını ve kesinliğini ifade eder. Ayetin devamında kesinliğinden ve yakınlığından haber verilen افلح fiili, ف-ل-ح kökünden gelir ve lugatta bir şeyi yarmak, başarı ve arzulanan bir şeyi elde etmek anlamlarına gelir.[4] Ayet, müminlerin dünyada ve ahirette başarıyı elde edeceklerinin kesinliğini ve yakınlığını ifade eder.

Mu’minûn Suresi’nin ilk ayeti, insanların zihinlerinde var olagelmiş başarı/değer/üstünlük standartlarını yerle bir ediyor. Mekke’nin, tarifine kelimelerin kifayetsiz kaldığı zorlu ortamında Rabbimiz (cc), mümin kullarını hem teselli ediyor hem de bir vaatte bulunuyor: “Sayıca az olabilirsiniz, sizi koruyup kollayacak kabileleriniz olmayabilir, fakir kimseler olabilirsiniz, ama değerli olan sizsiniz, imanınızla hem bu dünyada hem de ahirette siz kurtuldunuz, siz başardınız…”

Vahyin karşısında cahiliyenin değer yargıları

Rabbimiz, bu ayetiyle vahyin başarı ve değer standartlarını belirlerken kullarının da bakış açılarını değiştirip ıslah ediyor. Bu önemlidir. Çünkü insan, sahip olduğu değer yargıları ve başarı standartlarına göre hayatına anlam verir. Bu noktada, vahyin inşa ettiği bilinç ile cahiliyenin sahip olduğu çarpık zihniyet birbirinden ayrılır.

İslam kâmil ve şamil bir dindir. İçinde hiçbir eksiklik olmadığı gibi insan hayatında müdahale etmediği hiçbir alan yoktur. Daha önce kaleme aldığımız yazılarımızda da değindiğimiz gibi İslam, “Onu yapın, bunu yemeyin, şunu yaparsanız şöyle olur…” diye insanlara kurallar ve yasaklar dikte eden bir ideoloji değildir. İslam, insanın zahirî hayatında bir devrim; iç dünyasında ise bir devinimdir. İnsanı ve insanlığı ıslah edip her yönüyle tamamlayıp güzelleştirir.

İslam’ın, beyninden yakalayıp parçaladığı[5] batıl düşünce ve ameller bütünü ise cahiliyedir. Okuduğumuz ayette, mümin bir kulun başarı ve değer ölçüsünün ne olmasını gerektiğini öğrendik. Bunun karşısında İslam’ın mahkûm ettiği cahiliyenin başarı ve değer yargıları olduğunu anlıyoruz.

Cahiller/Cahiliye, soylarına, ırklarına, ekonomik ve akademik durumlarına göre insanlara değer verir; bunun karşısında fakir ve mustazaf insanları hor görür. Nûh’un (as) davetine baktığımızda bu durumu aşikâr bir şekilde görüyoruz:

“Kavminin kâfir olan seçkinleri demişlerdi ki: ‘Biz seni, ancak kendimiz gibi (sıradan) bir insan olarak görmekteyiz. Sana uyanların da içimizden sığ görüşlü ve en değersiz insanlar olduğuna inanıyoruz. (Kaldı ki) sizin (hak ehli olmanızı gerektirecek), bize karşı bir üstünlüğünüz olduğunu da düşünmüyoruz. Tam aksine, sizlerin yalancılar olduğunuzu sanıyoruz.’ ”[6]

Nûh’un (as) kavminin mele tabakası; günümüz tabiriyle aristokrat ve burjuva kesim, iman edip hakiki anlamda değer ve başarı sahibi olan kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını kendi cahiliye zihniyetiyle yargılamışlar ve sonuç olarak onların herhangi bir konuda başarılı olamayacaklarına, doğruya isabet edemeyeceklerine inanmışlardır. Onların bu tutumu karşısında Nûh (as) şöyle cevap vermiştir:

“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”[7]

Bu ayet, Nûh’un (as) diliyle, cahiliyenin üzerine kurulu olduğu tüm değer yargılarını altüst etmektedir. Her ne kadar soylu da olsalar, zengin ve okumuş da olsalar cahil olduklarını; iman edenlerin ise seçkin ve değerli kişiler olduklarını, bundan dolayı onları yanından asla kovmayacağını söylemiştir.

Yazımızın konusu olan ayet-i kerimenin indiği vakıayı düşünelim: Resûlullah (sav) davetini yapmaya başladığı zaman insanlar ona, “Senin yanında kimler var?” diye sorduklarında, “Bir hür (Ebû Bekir) ve bir köle (Bilâl) vardır.” diye cevap verdiği Mekke Dönemi’nde sayı olarak çok az, güçsüz ve fakir kimselerin oluşturduğu, gerçek başarı ve kurtuluşu elde etmiş iman eden bir azınlık…

Müminlerin karşısında onlara her türlü zulmü ve işkenceyi reva gören; kabileleriyle övünen, zenginlikleriyle kibirlenen cahiliye baronları… ecdatlarından tevarüs ettikleri gibi, onlar da Resûlullah’ı (sav) ve iman edenleri soylarına, ırklarına, ekonomik ve sosyal durumlarına göre yargıladılar:

“Dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ın, iki beldenin büyüklerinden birine inmesi gerekmez miydi?’ ”[8]

“ ‘Allah aramızdan bu (fakir ve köle) olanları mı lütfuna layık gördü?’ desinler diye, biz onları birbiriyle imtihan ettik. Şükredenleri en iyi bilen Allah değil mi?”[9]

Bu cahil müşrikler, sahip olduklarını zannettikleri imkânlarıyla kendilerini üstün görüyor ve müminleri aşağılıyorlar. Onlar bu şekilde gelip geçici şeylerle övünürken Rabbimiz (cc) onların aslında bir hiç olduklarını yüzlerine vuruyor:

“Kendilerinden önce nice toplulukları helak ettiğimizi görmediler mi? Size vermediğimiz güç ve otoriteyi onlara vermiş, gökyüzünü bol yağmurla üzerlerine yollamış, nehirleri altlarından akar kılmıştık. Günahları sebebiyle onları helak ettik ve onların ardından başka bir nesil inşa ettik.”[10]

Mümin, değerlidir ve gerçek başarıyı elde etmiştir. Bunun dışında, müşriklerin/cahillerin kendisiyle övündükleri her şey aslında hiçbir şeydir. Bu dünyada kendilerinden sonrakilere bir ibret; ahirette ise kendileri için bir azap sebebidir.

Selam ve dua ile…


[1]. 23/Mu’minûn, 1

[2]. 17/İsrâ, 70

[3]. 95/Tîn, 4-6

[4]. bk. El-Mufredât, s. 644, f-l-h maddesi

[5]. bk. 21/Enbiyâ, 18

[6]. 11/Hûd, 27

[7]. 11/Hûd, 29

[8]. 43/Zuhrûf, 31

[9]. 6/En’âm, 53

[10]. 6/En’âm, 6

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver