Dava ve Adamlık Davası

“Dava Adamı” derken kastettiğimiz sadece erkek cinsi değildir elbette. Adam sözcüğü esasen nötr bir isimdir. Yani iki kutuptan birine ait olmayan, yansız anlamında “ikisinden biri” sözcüklerinin bileşiğidir. Dolayısıyla insana, mümine yakışır durum ve hareketleri olan; değerli, ahlaklı, faziletli ve güvenilir kimsedir, adam. Adamlık cinsiyet meselesi değil, şahsiyet meselesidir. Adamlık sıfatı ise belli bir işle uğraşan, o işin ehli olan kimseler hakkındadır: Dava adamı, siyaset adamı, bilim adamı, iş adamı… gibi.

Günümüzde insanların birçoğunun belki de farkında dahi olmadıkları hâlde etkisi altına girdikleri “adamlık” diye nitelendirilebilecek bir cereyan/akım vardır ki bunun başta psikolojik olmak üzere birçok sebebi vardır.

Kişilerin yaşam tarzını esasen ve genellikle inançlar ve ideolojiler belirler. Bugün, yaşam tarzının, kişileri geri dönülemez istikametlere yöneltmekte olduğu görsel etkileşim çağında yaşıyoruz. Dış etkenler ve uyaranların da katkısıyla ivme kazanan bu akımın yazılı ve bağlayıcı herhangi bir kuralı yoktur. İnsanların hareketlerini, tavırlarını ve düşüncelerini dahi kontrol altına alabilmektedir.
Bu akım, etkisi altına alabildiklerine hedef olarak “adamlık ve adam olmayı” gösterir. Çağdaş (cahilî) toplum içerisinde “adam” olarak görülebilmek için toplumda kabul görmek, diplomasıyla, giyimiyle, prezantabl (Batılı ölçülere göre eli ayağı düzgün) görünümüyle, dizilerde ve reklamlarda boca edilen mahremiyet sınırsızlığına ve gayrifıtri modele aykırı olmayacak bir aile yapısı ve yaşam tarzıyla yadırganmamak ve belirli bir yere makama gelebilmek şarttır.

Hemen hemen herkes iş adamı, devlet adamı, bilim adamı veya hiç olmazsa siyaset adamı olmanın peşindedir. “Dava adamı” olmak ise ya içi boşaltılmış bir sıfat olup birilerinin üzerine yapıştırılarak o boşluk giderilmekte yahut dava adamı olmanın bedelinin ağırlığı karşısında; rahata, konfora meftun olanların gündemine dahi girmemektedir.

Diğer birçok kavram gibi dava adamlığının temelinde de “Adamlık” kavramı hakiki manasından oldukça uzaklaştırılmış bir anlam yüklemesiyle kullanılmaktadır. “Dava adamı” terkibinin Türkiye’deki kullanımı daha çok sağ ve muhafazakâr/dinî motifli siyasette azmiyle, çalışkanlığıyla kendisini bir ideale adamış ve fikirleri için mücadele veren, özellikle de lider pozisyonundaki kişiler için ve genellikle olumlu anlamda kullanılmıştır. Türkiye’de bu ifade zamanla Milliyetçi, dinî motifleri ve söylemleri kullanan politik kesimler tarafından da oldukça prestijli bir etiket olarak kullanılmaya devam edilmektedir. 

Doğrusu, dava adamı olmanın birinci şartı dava sahibi olmak değil, adam olmaktır. Adamlık izzetle, izzet ise Aziz olan Allah’a (cc) halisane kulluk ve Resûlullah’ın (sav) davasına dava adamı olmaya yaraşır bir ümmet olmakla mümkün olur.

Dava öğretilebilir bir şeydir, ama adamlık öyle değil. Kaldı ki hemen hemen herkesin kendince bir “davası” vardır. Kiminin “ekmek davası”, kiminin “arazi davası”, kiminin akıbeti cehennem olan “kof ideolojiler davası” ve kiminin de “kan davası” vardır. Günümüzde genel kabul gören mantıkla her dava sahibi, dava adamı olarak nitelendirilecek olsa; Âdem’e (as) ve kıyamete kadar gelecek tüm nesillerle uğraşıp saptırma hedefi, amacı ve davası olan İblis’i de en kıdemli “dava adamı” olarak vasıflandırmak gerekir.

Dava ve Muvahhid Dava Adamı

Dava, her şeyden önce bir inanç ve değerler manzumesidir. Ferdin, ailenin ve insanlık âleminin kurtuluşuna vesile olacak yegâne yoldur dava. İnsanlığın barış içinde huzurlu bir hayat sürmesi ve ebedî esenliğe ulaşma çabasının adıdır aynı zamanda. Zulüm ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için hedefleri olan bir fikri harekettir dava.

Dava; tevhid ve sünnetin, yani doğrunun, iyinin, güzelin ve faydalı olanın hayata hâkim olmasının; inançta, amelde ve sözlerde anlam bulmasıdır. Ancak doğrunun, iyinin, güzelin ve faydalı olanın hâkim olduğu bir dünyada insanlar huzur, güven ve mutluluğa ulaşabilirler. Barış, huzur ve saadete ermek, yani tevhid ve sünnetin hâkim olması ise aziz davanın nihai hedeflerinden birisidir.

Muvahhid dava adamı; davasının sahibi olan Allah’a iman ederek kul olmanın sorumluluğu altında inler. Kulluğu içselleştirir; Allah’la (cc) irtibatını güçlü tutar. Kalp ve ruh dinginliğini ve duruluğunu, bedeninin ve dilinin öncesine alır. İman adına bir derinlik elde eder ve her geçen gün bu derinliği arttırmanın gayretini gösterir.

Tevhid ve sünnet ehli dava adamı; İslam’ın ve içinde bulunduğu nezih camianın temsiliyet konumunda olduğunu unutmamalıdır. Temsiliyetin onda biri söz ise onda dokuzunun da hâl ve davranış olduğunu gayet iyi bilir.

Dava adamı, kimliğinin etkisini kıracak her türlü yanlış tutumdan kendini alıkoymaya özen gösterir. Kimliğinin çerçevesini de sadece helal ve haram çizgileriyle sınırlandırmaz. Öyle ki yeri geldiğinde “muhtemeldir ki bu iş veya söz, davama gölge düşürür” korkusuyla şüpheli ve hatta bazen mübah şeylerden bile vazgeçme iradesi gösterir.

Muvahhid dava adamının, çoğu kimsenin anlayamadığı bir kurtulma derdi vardır. Geleceği şüphesiz olan vaidden/tehditten kurtulma derdi olan bir kimse, kurtuluş arayışıyla beraber aynı zamanda kurtarma çabasına da girişir. Dava adamı, hayatını sadece yaşamak için değil, yaşatmak için de yaşar. Yüreğindeki ve aklındaki haritanın sınırları yoktur. Gönül coğrafyasında bütün Müslimlere yer vardır. Büyük düşünür ve büyük davaların küçük adımlarla zafere yürüdüğüne tarihi şahit kılar.

Mümin dava adamı, yapacağı bir işe yokları saymakla başlamaz. Mevcut olanları düşünerek adım atar. Şeytanın bulaştırdığı bir diğer hastalığın da olumsuzluklara odaklanmak olduğunu ve hiçbir davanın varlık ve konfor içerisinde başarıya ulaşamayacağını bilir. Tarihin akışını değiştirici nitelikteki hamlelerin profesyonel ve çok bilen insanların eliyle olmadığını, muvaffakiyetin sağlam bir inanç, azim, kararlılık ve emekle kazanıldığını her daim aklında tutar.

Muvahhid dava adamı, hasbîdir; hesabî değil. İleriye doğru bir hamle yapacağı zaman, elde edeceklerini değil, elden çıkaracaklarını düşünür.

Sefere kendi çıkar, zaferi Allah’tan bekler. Hiç kimse tarafından methedilmek, takdir görmek, iltifata boğulmak ve teşekkür… gibi bir beklentileri olmaz. Yaptıklarıyla böbürlenmez, yapmadıklarıyla da övünmez. Bu türden şeyleri hissettiğinde derhâl Allah’a (cc) sığınır. İstiğfar ve tevbeyle kalbini yeniden ihya etmeye çalışır.

Tohum serper toprağa muvahhid dava adamı. Sayıya, skora ve ara sonuçlara takılmaz. Tohumu eker, hasadı ise Allah’a havale eder. Çünkü böyle bir hesaba girmeyi, Allah’a (cc) karşı haddi aşmak olarak görür.

Dava adamlığı şunu gerektirir: Allah’ın (cc) rızası gözetilerek kulluk namına atılan hiçbir adımın ve tüketilen hiçbir soluğun, nefhanın zayi olmayacağına iman eder. Üzerine düşeni en iyi şekilde yapar ve gerisinin peşine düşmez.

Eğer emeğinin karşılığını görürse nimete sevinir, Rabbine (cc) şükreder. Karşılığını görmediğinde ise bu, kendisi için bir bileği taşı gibi olur. Asla umutsuzluğa kapılmaz, azmi ve kararlılığını keskinleştirir ve ümidini kuvvetlendirir. Her daim kışa hazırlanıyormuş gibidir o, ama baharın tatlı ılık efiltisini hep yüreğinde taşır ve çevresine taşırır.

Gurur ve kibir, dava adamına değil, şeytana yakışan özelliklerdir. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibidir. Gül yetiştirmenin zemini topraktır ancak. Çölde, bozkırda yetişmez güller. Eğer kendi izzetinefsini yeri ve zamanı geldiğinde tevhid ve sünnet davası hatırına çiğneyebiliyorsa hem adam hem de dava adamıdır.

Gıybet denince aklına hemen şu hadis-i şerif gelir dava adamının: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslimlerin gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın…”[1] Kendisinin gıybet etmesi bir yana, içinde bulunduğu ortamdakilere de gıybet ettirmez. Gıybet ediliyorsa onları dinleyen bir çift kulak olmaz. Bir yerde gıybet varsa, orada rahmetin olmayacağının idrakindedir.

Dava adamı, dostlarıyla hemhâl olur, düşmanlarıyla da uğraşır. Dost kazanmanın, kardeş olmanın ne kadar zor olduğunu bilir, bilmelidir. Taşların en üstünü olan altına bile dağların derinliklerinde arama yaparak binbir zahmetle ulaşılabiliyorken, samimi dost edinmenin ve takva üzere dost kalabilmenin ne denli zor olabileceğini unutmamalıdır. Daha değerli olduğunu da…

Hayatta karşılaşılabilecek en büyük tuzaklardan biri de rahat ve konforlu bir hayattır dava adamı için. Resûlullah (sav), rahatın/rehavetin ve uyuşukluğun sebep olduğu acizlikten ve tembellikten Allah’a (cc) sığınmıştır.[2] Yorgunluğunu yatarak değil, kalbini de dinlendiren daha az efor gerektirecek bir işe koyularak gidermeye çalışır.

Bir işte yorulduğunda yatarak değil, başka bir işe geçerek dinlenilebileceğini gösterir. Geçici dünyada cennet saadetinin asla elde edilemeyeceği hakikati daima aklındadır. Koşmak, yorulmak, terlemek, emek vermek yoksa; mükafat, istirahat, mutluluk ve nimetlerin de olmayacağının şuurundadır.

Dava adamı “Kim?” sesini duyduğunda, sağına soluna veya arkasına bakmadan “Ben!” diyebilendir. Hiçbir adam, hele ki bir dava adamı arkaya bakarak yürüyememiştir.

Dava demek; dert, yük, yoğunluk, bazen kahır, bazen mahrumiyet, bazen hedef olmak, bazen dikenli yollarda yalın ayak yürümek demektir. Dava adamı da dertlidir. Ağır bir yükün altında inim inim inlediği de olur, lakin kahırlansa da kalbi münşerihtir, mahrum kalsa da vuslatın yakın olduğundan emindir, dikenli yollarda çektiği ıstırabın hiç ummadığı cesamette yüksek derecelere ve Rabbin hoşnutluğuna vesile olacağından kuşkusu yoktur.

Dava adamı, aynı camia içerisinde birlikte olduğu kardeşlerine dava yolunda yürümenin usul ve adabını sadece sözleriyle değil, edebiyle, ahlakıyla ve örnek yaşayışıyla öğretir.

Çelik iradelidir muvahhid dava adamı. Güçlü bir iradenin hakkını vererek dünyevi hırs, haset, bencillik, şehvet, kin ve nefret gibi kalbî hastalıklarla savaş hâlindedir. Adamlık ve dava adamlığında bütün meselenin irade kaynaklı olduğunu defalarca test etmiştir. Zaferden zafere koşan nice kahramanların, ilim ve davet yolunda mesafeler katetmiş nice davetçinin ve ilim ehlinin şöhret, makam, şehvet, haset kurbanı olabileceklerini tarih sahifelerinden hatırlar. İşte bu sebeple aklı ve yüreği sürekli teyakkuz hâlindedir.

Dava adamı, elde edilen başarıları nefsi adına sahiplenmez. Kendisini Güneş gibi görmez. “Ben yaptım oldu… Ben olmasaydım hâliniz nice olurdu…” mağrurluğuna girmez. Murakabe ve muhasebesini asla ihmal etmez.

Muvahhid dava adamı, istikamet üzere kalmayı ve bu hâlini korumaya çalışırken, yaşaması muhtemel zorlukların da farkındadır. Ahiretteki sefa için dünyadaki cefaya taliptir. Önderi, lideri, modeli ve muallimi Muhammed (sav) olanın “Devr-i saadet” hayali maveradadır.

Muvahhid dava adamı, Roma’nın Fethi’nin de tıpkı Konstantinopolis’in Fethi’nin müyesser olması gibi gerçekleşeceği inancıyla “Roma’ya” gidecek yolları açıp taşlarını döşemekle meşguldür.

Dava adamının elinde “hendeğin tozu” ve sırtında “hasırın izi” vardır, olmalıdır da…

 


[1]. Ebu Davud, 4880, Ebû Berze El-Eslemî’den

[2]. Müslim, 2088

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver