Arapça bir sözcük olan “الأسرة” kelimesi Türkçede “aile” anlamına gelir. الأسرة (Usra), aslında kök anlamıyla “zırh” manasındadır. Korunaklı bir zırh gibi olan aile de insanı hem maddi hem manevi olarak dışarıdan gelmesi muhtemel olumsuzluklara karşı muhafaza etmesi nedeniyle bu şekilde isimlendirilmiştir.
İçerdiği anlam zenginliği düşünüldüğünde bu sözcük aslında insana, aile sıcaklığı ve aile içindeki korunmuşluk da dâhil birçok açıdan her ân muhtaç bir durumda olduğunu hatırlatmaktadır. Gerçek zenginliğin aile bünyesinde saklı olduğunu hem büyük aile içerisinde yetişmiş hem de evlendikten sonra yeni bir aile sahibi olan genç çiftlerde daha kuvvetli bir surette müşahede etmek mümkündür.
Kuşkusuz evlilikle beraber kurulan aile yuvası, dünya hayatında insana sükûnet aşılayan saadet membası eşsiz bir ihsandır. Bu nimetin farkında olmak da ayrı bir nimet.
Kalabalıklar içinde yalnız kalmış bir gönlü ancak salih/saliha bir eş neşelendirebilir. Muhabbetin en özelini ve sıcak, müşfik dost eliyle hayatı yaşanılır kılan paylaşımı ancak bir eş sunabilir insana. Aile, Allah’ın rahmetiyle desteklenen, çocuklar ve temiz rızıklar bahşedilerek güzelleştirilen kutlu bir yapıdır. İnsan soyunun geleceğe temiz bir şekilde taşınabilmesi için de aile zorunludur.
Aile olmak, bir bütünü tamamlamak demektir. Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle eşlerin birbirlerine örtü olmaları demektir.[1] Eş olmak, kişinin kendi eksikliğini kabul edip eşiyle tamamlanması, kemale doğru adım atması, eşinin onu bir örtü gibi sarıp sarmalamasıdır. Fıtratı bozulmamış olan ve tevhid akidesine sahip fertler için aile müessesesi Allah’ın (cc) en büyük bağışlarındandır. Aile; cennet hayatını andıran huzurun, sekinetin, sevginin, saadetin ve lezzetin paylaşıldıkça çoğalarak değer kazandığı yerdir.
Resûlullah (sav) aileyi hem bir bereket iklimi hem de büyük bir zenginlik olarak vasıflandırmaktadır. Resûlullah (sav) yeni evlenen birisini şu sözlerle tebrik eder ve eşler için şöyle dua ederdi:
“Allah mübarek eylesin, sana bereketler ihsan etsin, eşini de seni de hayır ve iyiliklerde ortak etsin.”[2]
Aile, bilhassa müminler için bereket kapılarının hiç kapanmadığı bir kapıdır. Bu kapıdan dualarla girmek, sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla yuvayı imar etmek gerekir.
Her aile için en değerli ve önemli rızık; âdeta cennetten birer meyve olan çocuklardır. Çocuklar, anne ve babalara birer emanettir. Daha ilk ândan itibaren anne baba sevgiyle ve gönüllerinin tüm aklığıyla çocuklarını yuvalarına buyur ederler.
En Değerli Bağış
Hayata hazırlık mektebi olan aile içerisinde çocuklara verilebilecek en değerli bağışı şöyle tarif etmektedir Resûlullah (sav):
“Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha değerli bir bağışta bulunamaz.”[3]
Özellikle ilk yaşlardan itibaren çocuklara verilebilecek en güzel değerler hayâ ve edeptir. Aile, çocuklara güzel ahlakın aşılandığı yerdir: Bu hususta ailede bulunan herkes kendince katkıda bulunmalıdır. Çocuklar, anne ve babaların yardımcısıdır. Öyle de olmalıdır. Mümince bir aile yuvasında eşler birbirlerinin üstüne titrer. Anne ve baba çocuklarını gözetir, hâl veya istikbalde her türlü menfi unsurlardan muhafaza etmeye çalışır.
Babanın Gölgesi, Annenin Duası
Ailede hâlen hayatta olan bir büyük varsa büyük bir saygı görür. Geçmişte aile hayatımızda yaşlılar, hayatlarını çocukları ve torunlarıyla bir arada geçirirdi. Büyükanne, tecrübesiyle ve anaçlığıyla; büyükbaba da birikimiyle ve babacanlığıyla ailenin sağlam bir dayanağıydı. Bu güzelliklerin canlı tutulması mümin ailelere daha çok yakışır.
Hayat boyu sahip olunacak itikad, ahlak ve bilincin temellerinin atıldığı, ruhların manevi değerlerle beslendiği bereketli sıcacık yuvadır aile. Her bir ferdinin Allah’a (cc) yönelerek kullukta birbirlerine yardımcı olduğu mümin bir ailede yaşıyor olmak dünya hayatının en büyük saadetlerindendir.
Allah’a (cc) kulluğun lezzeti, gerçek manada kardeşliğin/uhuvvetin anlamı, ebeveyn olmanın tatlı sorumluluğu ve şerefi keşfedilir ailede. Aile içerisinde her bir fert kendisine, ailenin diğer bireylerine, çevresindekilere ve bütün dünyaya bir anlam biçer. Kişi, aile içerisinde gönülden paylaşmayı, en güzel bir şekilde geçinmeyi, karşılaşılabilecek her türlü sıkıntıyı birlikte göğüsleyip hep beraber huzur ve saadet üzere yaşamayı öğrenir.
Bir yönüyle aile, ekonomik bir birlik ve adil bir paylaşma ortamıdır aynı zamanda. En koyu tonlarda muhabbet, kanaat, saadet ve ıstıraplar da ayrımsız bir şekilde paylaşılır burada.
Aileyle Bütünleşmek
Resûlullah’ın (sav), hepsi de ailenin önemini anlatan yüzü aşkın hadis-i şerifi vardır. Kur’ân-ı Kerim’de kıssası anlatılan peygamberlerin de aileleriyle bütünleştiklerini görürüz. Örneğin İbrâhîm (as), baba şefkatiyle bereketli sofrasının etrafında ailesini ve misafirlerini toplardı. Başkalarından önce mesleği put yontuculuğu olan babasını tevhide davet etmişti.
Yûsuf (as) yalan, hased, iftira, kuyuya atmak suretiyle öldürmeye teşebbüs gibi yaptıkları onca cürme rağmen kardeşlerini affetmiştir. Nûh (as), kâfir olduğu hâlde oğlu için Allah’a (cc) yalvarıp yakarmıştır. Doğrusu tüm bunların temelinde birer beşer olan peygamberlerde dahi aile bağlarının izahı çok da kolay olmayan muharrik bir güç bulunmaktadır.
Aile Yoksa Elem Vardır!
İslam öncesi tarihe baktığımızda sağlam ve sağlıklı toplumun olmazsa olmazı olan aile bağlarının koptuğu da müşahede edilmektedir. İslam öncesi cahiliye devrinde normal evliliklerin yanında günümüzde olduğu gibi zinakâr partner hayatı, sapkın beraberlikler ve ilişkiler, Rafızî güruhlar içerisinde âdeta dinî bir vecibeymiş gibi uygulanan geçici bir süreliğine evlilik(!) adı altında muta sözleşmesi yapanlar, çocuk sahibi olmak için eşini asil olduğuna inandıkları bir erkeğe sunanlar ve hatta babasının ölümünden sonra üvey annesiyle evlenenler insanlığın yüz karası olmuştur. Aile hayatının olmadığı yerde nesebi gayrisahih, cinsel sapkınlıklara savrulan ve fıtrata ters gayriahlaki hayat tarzı hâkim olur.
İslam dini ailenin varlığını tehdit eden tüm gayrimeşru ilişki biçimlerini yasaklar. Allah (cc) bu tür gayrimeşru beraberlikleri kaldırmış, mutlu bireylerden oluşan huzurlu bir toplum için, “Aranızdan bekâr olanları evlendirin.”[4] ayetiyle aile yuvaları kurmayı öğütlemiştir. Resûlullah (sav) bu hususta gençlere öğütte bulunurken İslam toplumuna da dolaylı olarak bir sorumluluk yüklemektedir:
“Ey gençler! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur.”[5]
İnsan bazen kendisini Rabbine yakınlaştıracak olanın karısı, kocası ya da çocukları değil, salih amelleri olduğunu unutarak sülalesinin veya aşiretinin çokluğuyla övünür.
Oysa gönlünde imanın aydınlığı olmayan bir kimse için mal veya evlatların çokluğuyla ziynetlenmiş gibi görünen debdebeli bir hayat, kendisini ateşten kurtaramayacağı gibi onun azgınlığını ve ateşin yakıcılığını körükleyen vahim bir akıbete sürükleyebilir.
Asıl Hazine Salih/Saliha Bir Eştir
Resûlullah’ın (sav), “İnsan; ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusuyla imtihan olur. Oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma işte bu imtihana (sınanma esnasındaki kusurlarına) kefaret olur.”[6] Bu hadis-i şerifteki “imtihan” vesilesi olarak adlandırılan aile; anne baba çocuk üçgeninde kurulmuş hassas dengeler ağıdır.
Aile yuvasında aynı evi paylaşmak, haklar kadar sorumlulukların varlığını da gerekli kılar. Aile fertleri yakınlaştıkça huzur için gösterilmesi gereken ihtimam da doğal olarak katlanmaktadır. İşte bu noktada İslam, eşler arası ilişkiyi düzenlerken tek taraflı görev yüklemesi yapmaktan veya bir tarafa sınırsız özgürlük tanımaktan ısrarla kaçınır:
“Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakkı vardır.”[7]
Resûlullah (sav) bir defasında Ömer ibni Hattâb’a (ra) asıl hazinenin altın ve gümüşte aranmaması gerektiğini şu sözlerle anlatır:
“Biriniz için elde edebileceği en kıymetli hazinenin ne olduğunu sana söyleyeyim mi? O, saliha bir kadındır. Kocası ona baktığı zaman içini sevinç kaplar, kocası ondan bir şey yapmasını istediğinde yapar, kocası yanında olmadığı zaman (onun haklarını ve saygınlığını) korur.”[8]
Allah (cc), anne ve baba olan tüm müminler için şu duanın gerçekleşmesini daima müyesser kılsın:
“Onlar ki: ‘Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı/sevinç ve huzur kaynağı olacak kimseler ihsan et. Ve bizi muttakilere imam/öncü kıl.’ derler.”[9]
[1]. bk. 2/Bakara, 187
[2]. Ebu Davud, 2130; Tirmizi, 1091
[3]. Tirmizi, 1952
[4]. “İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Şayet fakirlerse, Allah onları ihsan ve lütfundan zengin kılacaktır. Allah (ihsanı ve lütfu bütün varlığı kuşatacak kadar geniş olan) Vâsi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.” (24/Nûr, 32)
[5]. Buhari, 5065; Müslim, 1400
[6]. Müslim, 144
[7]. Tirmizi, 1163; İbni Mace, 1851
[8]. Ebu Davud, 1664
[9]. 25/Furkân, 74
İlk Yorumu Sen Yap