Yüz Yıllık Yüz Saniye

Kıyamet nasıl bir şey?

Bu sualin cevabını kâmil manada Kur’ân-ı Kerim’in kıyameti tanımladığı isimlendirmelerde buluyoruz ki bunlardan bazıları şunlardır:

El-Kâria,[1] Es-Sâ’at,[2] El-Wâkı’a,[3] Yewmun ‘Asîr,[4] Yevmun Azîm,[5] Yewmu’l-Mew’ûd,[6] Yewmu’l-Wa’îd,[7] Yewmud-Dîn[8]

Kıyamet, içinde yaşadığımız dünyanın ve bünyesinde yer aldığı evrenin parçalanıp dağılması ile insanlar ve cinler gibi bütün şuurlu varlıkların hesap vermek üzere Allah’ın (cc) huzurunda, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde kıyam etmesidir. O gün Allah (cc) bütün münakaşa ve çekişmeleri bitirecek ve hayatın bitiminden sonra herkesi hesaba çekerek inançta tevhid ile şirkin, amelde de takva ile fücurun karşılıklarını verecektir.

Kur’ân-ı Kerim’den de anlaşıldığı gibi bu büyük ve genel kıyametten başka sayısız küçük kıyametler de vardır.

Hakikat şudur ki hayat sahnesinde her ân muhtemelen milyonlarca “kıyamet” yaşanmaktadır. Kâinat ölçeğinde bir hiç denecek kadar mikroskobik bir yer tutan insanın vücudunda da her ân binlerce “kıyamet” yaşanmaktadır. Kişinin ölümü de bizatihi onun kıyametidir. Zira Kur’ân-ı Kerim’den anlaşıldığına göre her varlık bir âlemdir ve her âlem kendi çapında birçok kıyamete sahne olmaktadır.

Büyük Kıyametten Önce Toplumun Kıyameti

Girişte Kur’ân-ı Kerim’den naklettiğimiz büyük kıyametin isimlendirmelerindeki sahnelerden önce dünya hayatı devam ediyorken toplumun da yaşadığı/yaşayacağı kıyametler vardır. Kur’ân-ı Kerim ve Resûlullah’ın (sav) hadislerine baktığımızda görülecektir ki bahsedilen kıyamet kelimesi, şu âna dek açıklamaya çalıştığımız kıyametlerden birini, birkaçını veya hepsini birden ifade eder. Naslar ışığında eğer sosyolojik bir saptama veya değerlendirme yapılacak olursa “kıyamet” kelimesi aynı zamanda toplumsal çöküş anlamına da gelmektedir.

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!”[9]

Resûlullah’ın (sav) bu hadiste bahsettiği kıyamet, büyük kıyametin habercisi olmakla beraber aynı zamanda emanetlerin ehil olmayanlara verildiği kavimlerin arasında toplumsal çöküşün yaşanacağını haber vermektedir. Zira bizzat müşahede ettiğimiz gibi emanetlerin ehil olmayan eller tarafından gasbedilmesi toplumu ayakta tutan asgari müşterek değerler ve iktisadî düzen açısından yıkıcı sonuçlar doğurur. Doğal olarak burada sosyolojik bir kıyametten söz edilebilir.

Allah (cc), insanları modern köleler hâline getirip sömüren şımarık ve azgın ileri gelenlere (oligarşik, mütref, mele, elit) fırsatlar veriyor, fakat onlar buna kulak asmayarak şirk, zulüm ve ifsadlarına devam ediyorlar. Toplumun ekseriyeti de bunlara itaat ve bağlılıkla itikad ve ahlâk başta olmak üzere birçok açıdan batma noktasına geliyor, batıyor. Her kesim bu batış manzaralarını değişik isimler ve tanımlamalarla ifade etmektedir. Ceberut sistemler, paganist rejimler çöküyor. Yeşil devrim, Turuncu devrim veya Halk devrimi gibi sıfatlandırmalarla farklı coğrafyalarda ayaklanmalar ve devrimler birbirini izliyor. “Değişmeyen tek şey değişimdir.” hakikati yeniden tecelli ediyor ve imparatorluklar dağılıyor. Yüzyıllardır süregiden varyasyon neticesinde dünya haritası yeniden değişiyor. Aslında tarihsel olarak değerlendirildiğinde tüm bunların Kur’ânî terminolojideki “kıyamet” deyiminin tezahürleri olduğu görülecektir. Hadislerde kıyametin arefesi sayılacak zamanlara “âhir zaman” deniyor. Âhir zaman demek bir anlamıyla çöküşün arefesi demektir. Hangi “kıyamet”ten söz ediliyorsa âhir zaman da onun arefesidir.

Cennet Hayatını Dünyada Yaşama Hırsı

İnsanlar bazı kategorilerde gereksinimlerini karşıladıktan sonra kendi içlerinde bir ihtiyaç hiyerarşisi oluşturur. Bundan sonra artık daha iyi yaşam koşullarını elde etme arayışına girerler. İnsanların kişilik gelişimini o ân için (konformist veya şehevî fark etmez) baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği belirlemektedir. Kişi, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine geçmek hususunda hırslanır. Bu durum hem itikadî hem de genel ahlâkî değerlerin erozyonunu tetikleyen ve hızlandıran bir etkiye sahiptir. Öyle ki bir doyumsuzluk girdabına kapıldığını anladığında onun için artık geçtir. Bu manzarayı imar ve yapılaşma alanında da görüyoruz.

Mekân ile insan arasındaki münasebet özellikle günümüzde mühim bir kültür sorununa dönüşmüştür. Çünkü çevrenin insanlar tarafından dönüştürülmesi ve şekillendirilmesi söz konusu olduğunda, doğal olarak işin içine kültür girmektedir. Bu kültürün somut simgelerinden birisi de insanların barınma ve konut gibi en temel ihtiyaçlarıdır.

Yüz yıl önce cumhuriyet rejimiyle beraber bir sosyal statü göstergesi olarak yükselmeye başlayan yüksek bina/apartman kültürü, insan ve mekân ilişkisini zorlayan sorunların ana sebeplerinden biridir. Apartman, kadim şehir dokusunu neredeyse bütünüyle ortadan kaldıran ithal bir yapı türüdür. Ebedî cennet saadetini geçici dünya hayatında arama gafletine düşen toplumun mimarî estetik kültürünün ne denli ilkel olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Teknolojik destek olmadığında mağara yaşamından daha ilkel bir yaşam alanıdır apartmanlar. Orada sadece insan ve beton demir troykası vardır. Bir ambara yığılmış mısır koçanları gibi milyonlarca insan dar bir alanda sıkış tıkış bir biçimde yaşamaya çalışmaktadır. Yaşamaya çalıştıkları da şu geçici dünya yurdunda ebedî cennet hayatı!..

Bir Kıyamet Fragmanı

06 Şubat 2023, Saat 04.17

Türkiye’nin on vilayeti ile bunlara bağlı onlarca ilçede kıyametlerden bir kıyamet koptu sanki.[10] Hayatın olağan akışında hiç kimseye tanıdık gelmeyen dehşetengiz gürültüler ve gece karanlığını yırtarak canlı cansız varlıkların üzerinde yükselen mavili kızıllı tehditkâr sismik dalga kaynaklı alevlerin korkutucu aydınlığı, geride kalanların görsel hafızalarına büyük kıyamet saatinin daha da yaklaştığını kazıyordu âdeta.

Onca yüksek binalar şehirlerin ve beldelerin mezar taşı olmuştu artık. Oysa ne emekler ve ömürler harcanmıştı o beton, daha doğrusu moloz yığınlarına. Sadece kendisine değil, sevdiklerine ve sevenlerine de mezar olacak bu heyulalara bir ân önce kavuşup yerleşmek için neleri göze almamışlardı ki insanlar.

Beton yığınlarının temeline insanî değerler gömüldü önce. Rabbimizin El-Alîm ve El-Basîr olduğu unutulmuş gibiydi, “Babil Kuleleri” bulutlarla sarmaş dolaş olsun diye… Rabbanî ahkâm yokmuş gibi yaşandı, “kazasını sonra yaparız” avuntusuyla.

Burası darıdünya, hayat ise tadımlıktı. Gereğinden fazla kıymetlendirilmişti. Nihayetinde bir tarla değil miydi? Ekilecek, biçilecek ve önünde sonunda çekilip gidilecekti… Hakikat orta yerdeydi ama itikad faylarındaki derin kırıklar ve ameller toplu tekzip hâlindeydi. Din-i İbahiye[11] altın çağında, hâlâ…

Daireler toplu kabirlere dönüverdi 100 saniyede. Ben 100 saniye diye yazacakken sağ kalanlar “100 saniye değil, 100 sene…” diye itiraz ettiler, korkuyla sarmalanmış bir yorgunlukla… Belki de son yüz seneden söz ediyorlardı, bilinmez. Bir kelebek ömrüne ne trajediler sığmıştı; amanlar, feryatlar, arşa yükselen çığlıklar ve münacatlar Allah’a…

Yüz yıl oldu katmerli küfrün ve hak suretindeki batılın tahammülfersâ/dayanılmaz istibdadına maruz kalalı bu coğrafya. Ağır cürümlerin altında inleyen mazlumlar da fay hattındaki stres/enerji misali birikmişti içten içe yerli ve ulusal tuğyana. Yer sarsıldıkça sarsıldı, nice sevenler sevilenler farklı âlemlere ayrıldı. Akıbeti de hayatı gibidir kişinin, nasıl yaşadıysa o hâl üzere ölür ve inancına, ameline göre muamele görür:

“Onlar nice bahçeleri ve pınarları terk ettiler. Ekinler ve değerli konaklar… Ve keyfini sürdükleri rahat bir yaşam…”[12]

Allah (cc) kalplerimizi ve ayaklarımızı hak ve hidayet üzere sabit kılsın. Allah’tan (cc) dünyada ve ahirette af ve afiyet dileriz.


[1]. Bir şeyi başka bir şeye şiddetli ses çıkaracak şekilde vurmak ve çarpmak anlamında bir isim. Aynı zamanda “insanların başlarına çarpan, beyinlerinde patlayan vak’a” demektir. Zamanın zorlu ve sıkıntılı felaket ve musibetlerine de “kâri’a” denilir.

[2]. Kıyametin yaklaştığı, alametlerinin belirdiği, onun mutlaka ve ânsızın geleceği, zamanının yalnızca Allah tarafından bilindiği manasını ihtiva eder.

[3]. Gerçekleşen ve vukuu muhakkak olan hadise demektir. Kur’ân’da iki yerde geçen “el-vâkı’a” ile kastedilen, kıyamet veya kıyamet çığlığıdır/sayhasıdır.

[4]. Kıyamet Günü karşılaşacakları dehşetler, rezillik ve aşağılanma dolayısıyla kâfirlere çok zor gelecek olan ve işin zorlaştığı gün.

[5]. Her şeyin en büyüğü ve mahlûkatın korku ve endişelerinin had safhaya ulaştığı gün.

[6]. Vadolunan, yani gerçekleşeceğine söz verilen gün.

[7]. Haşr, cezalandırma ve mükâfâtlandırma gibi Allah’ın (cc) vaid (tehdit) veya vaat ettiği şeylerin gerçekleşeceği gün.

[8]. Din günü, hesap ve ceza günü; yani bütün insanların hesaba çekileceği ve herkese amelinin karşılığının verileceği Kıyamet Günü.

[9]. Buharî, 59

[10]. “Ey insanlar! Rabbinizden korkup sakının. Şüphesiz ki kıyamet sarsıntısı, büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, emziren emzirdiğini unutur, gebe kadınlar çocuklarını düşürür ve insanları sarhoş hâlde görürsün; oysa onlar, sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı pek çetindir.” (22/Hac, 1-2)

[11]. İbâhiye terim olarak “kanunların, dinî emirlerin ve ahlak kurallarının bağlayıcılığını kabul etmeyip her şeyi mübah görmek” şeklinde tanımlanabilir. Bu inanışa göre yaşayanlara da “İbâhî” denir. İbâhîler, hemen hemen her toplumda mevcut olan, ilke ve görüşleriyle beraber organize bir grup olmayan ve şer’i şerifin emir ve yasakları ile ahlaki düzenlemelere karşı çıkan kişiler ya da topluluklar için kullanılan müşterek bir isimlendirmedir.

[12]. 44/Duhân, 25-27

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver