ASIL CAHİL ALLAH‘ I TANIMAYANDIR!

 

Mekke cahiliyesinde, düzenli kurumlar ile yapılan bir eğitim faaliyeti söz konusu değildi. Doğal olarak da insanların büyük bir bölümü, okuma-yazma bilmiyordu. Bilenler ise ya toplumsal konumları itibarı ile, ya da kendi uğraşları sonucunda bu meziyete erişmişlerdi.

Zaten toplumun o günkü hali de okuma-yazmaya sadece diplomatik bazı işlerde ihtiyaç duyacak şekilde idi. Bu açığı kapatacak Mekke’nin eşrafından olan insanlar da mevcuttu.

Halk ise, dini ve dünyevi meselelerle alakalı bilgi eksikliğini farklı şekillerde gidermeye çalışıyordu. Örneğin, genellikle sıkıntılarına çözüm bulmak için gittikleri kahinlere, bilmedikleri herhangi bir mesele hakkında malumat sahibi olmak için de başvurabiliyorlardı. Şirk toplumu için bu, kesin bir bilgi kaynağı idi.

Aynı şekilde ehli kitaba mensup kişilere de ‘kitap sahibi’ olmaları nedeniyle farklı bir gözle bakıyorlar ve zaman zaman onlara da danışıyorlardı. Bu işi, direkt Yahudi ve Hristiyanlara giderek yaptıkları gibi, bazen de ehli kitabın kaynaklarını okuyan Varaka Bin Nevfel gibi kendi içlerinden olan insanlara giderek gerçekleştiriyorlardı.

Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem, vahyin geldiği ilk anlarda, yaşadığı durumun ne olduğunu anlayabilmek için Hatice annemizle Varaka’ya gitmeleri buna verilebilecek bir örnektir.

Hiç şüphesiz şirk toplumunda bilgi akışını sağlayan en önemli mekanizma, Mekke’de kurulan panayırlar ve orada söylenen şiirlerdir.

Onlar okuma-yazma bilmiyorlardı belki ama, Allah subhanehu ve teâlâ tarafından bahşedilen müthiş bir ezber yeteneğine sahiptiler. Bir dinleyişte yüzlerce beyitlik şiirleri ezberleyebiliyorlardı. Özellikle hac mevsimlerinde kurulan panayırlarda şairler dini, dünyevi ve ahlaki meselelerle alakalı şiirler söylüyorlar, vermek istedikleri mesajları bu vesile ile iletip, bir nevi kamuoyu oluşturuyorlardı. İnsanlar da bu şiirleri ezberleyip bilgi eksikliklerini kapatmaya çalışıyorlardı.

Kısaca çizmeye çalıştığımız bu tablo bize şunu anlatıyor:

Mekke toplumu hakiki manada bir cahiliye içerisinde idi. Dünyalarını imar edecek, yaşam standartlarını yükseltecek, hayatlarını kolaylaştıracak, kültürel seviyelerini etraflarındaki uygarlıkların seviyesine çıkartacak bilgi birikiminden yoksundular.

Ama bundan da önemlisi, hem onlara hem de medeniyet düzeyi yüksek o günün imparatorluklarındaki halklara ‘cahiliye toplumları’ denmesinin sebebi Allah subhanehu ve teâlâ hakkındaki bilgisizlikleriydi. Onlar Allah’ı tanımıyorlardı. O’na şirk koşarak ibadet ediyorlardı.

Vahiyle aydınlanıp Rabblerini doğru bir şekilde tanıyıncaya, bu vesile ile yeryüzünün efendileri oluncaya kadar cahiliye bataklığında debelenmeye devam ettiler.

NOTLAR

Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a, salat ve selam O’nun Rasûlüne olsun.

İnsanoğlu bu dünyaya, hiçbir bilgiye sahip olmadan gelir. Yani yaratıldığı an itibari ile cahildir. Gözlerini aralayıp bazı şeyleri algılamaya başladığı ana kadar bu hal devam eder.

“Allah sizi analarınızın karınlarından, hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı. Şükredesiniz diye de size kulaklar, gözler, gönüller verdi.” (16/Nahl, 78)

İnsanın cahilliği bir kez de Allah’ın subhanehu ve teâlâ emanetini yüklenmeyi kabul ettiğinde ortaya çıkar ve yaratan tarafından tescillenmiş olur!

“Biz emaneti göklerle, yere ve dağlara arz ettik de onlar onu yüklenmek istemediler. Bundan endişeye düştüler. Ama onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim ve çok cahildir.” (33/Ahzab, 72)

Evet! İnsan hem başlangıç itibari ile hem de kendi kapasitesini bilmeden, kaldıramayacağı bir yükü omuzlamaya talip olması nedeniyle cahildir. Eğer emredilen şekilde hayatını sürdürmezse ve Allah’ın rahmeti onun üzerinde süreklilik arz etmezse muhakkak zalimlerden olur.

İşte bu merhametin ilk tecellisi Ademoğlu’nun emaneti yüklenebilecek bir donanıma sahip olarak yaratılmasıyla kendini gösterir.

Allah subhanehu ve teâlâ, gözler, kulaklar ve benzeri organlarla, akıl, kalp ve daha başka nice nimetleri vermiştir ona. Bunlarla beraber kilit öneme sahip bir iradeye sahiptir insan. İradesini, çabasını nefsinin istekleri doğrultusunda kullanırsa, normal şartlarda kendisini Firdevs cennetlerine varis kılacak olan bu nimetler, bir anda farklılaşır. Artık onlar insanın ateşini alevlendiren bir araca dönüşüvermişlerdir.

İşte hali bu olan insan, cahil olarak doğmuştur ve durumunda değişikliğe gitmezse cahil olarak ölecektir.

Peki ya beşer, iradesini Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı olacağı şekilde sağlamlaştırırsa ne olur? İşte o zaman cehalet elbisesini üzerinden sıyırır. Allah’ın övdüğü, Rabbini hakkıyla tanıdığı için ondan en güzel şekilde korkan ‘alimler’ sınıfına dahil olur.

“Kulları arasında Allah’tan ancak alimler korkar.” (35/Fatır, 28)

Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem vahiy gelmeden önceki halini Allah subhanehu ve teâlâ şöyle vasfediyor:

“Sen kitabın da imanın da ne olduğunu bilmezdin.” (42/Şura, 52)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem risalet öncesinde putlara tapmaktan beri olsa da nasıl bir ilaha ibadet etmesi gerektiği hususunda cahildi. Bir arayış içerisinde idi. Bu durum en temiz bilgi kaynağı olan vahiyle besleninceye kadar sürdü. İşte o zaman ağzından şu sözler dökülebildi:

“Muhakkak ki ben sizin Allah’ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınızım.” (Müslim)

Cahil, Okuma-Yazması Olmayan Mıdır?

Vahiyle beslenmeyen toplumlarda sadece ahlaki, siyasi ve itikadi kargaşa yoktur. Aynı zamanda kavram kargaşası da vardır. Konumuzun temelini oluşturduğu için ‘cahil’, ‘cehalet’ kavramları üzerinden örneklendirelim. Acaba şirk toplumları bu kelimelere ne manalar yüklüyor? Bunun karşısında vahiy ne diyor? Allah ve Rasûlü kime ‘cahil’, neye ‘cehalet’ diyor?

Soruları ilk başta şirk toplumlarına yöneltelim. Alacağımız yanıt, giyimleri, dinleri, yaşadıkları tarih ve coğrafya, kültür seviyeleri ne kadar farklı olursa olsun bütün küfür milletlerinde hemen hemen aynıdır.

Bu toplulukların hepsi yaşadıkları dönemde dünyevi manada bilgi birikimini ifade eden ne varsa, onun yokluğunu cehalet olarak tanımlarlar.

Mesela, Mekke toplumunda hitabeti düzgün olmak, güzel şiir söyleyebilmek, toplumsal sorunlara çabuk çözüm bulabilmek, kabileyi iyi idare edebilmek, ticarette ne şekilde olursa olsun sürekli kazanç elde edebilmek, okuma-yazma bilmek vb. vasıflar insanı ‘cahil’ olmaktan kurtarıyordu.

Bu meziyetlere sahip olmayan köleler, kadınlar veya ayak takımı olarak görülen ve üst tabaka tarafından çok da önemsenmeyen meslekleri yapanlar ise cahillerdi, akıllarında noksanlık anlayışlarında kıtlık vardı.

Elbette bu ithamlardan en büyük payı, Peygamberlere tabii olan müminler alıyordu:

“Bunun üzerine kavminden kafirlerin ileri gelenleri (Nuh’a) dediler ki: Biz seni ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz. Ve içimizden ancak ayak takımı kimselerin işin başından, düşünmeden sana tabii olduklarını görüyoruz. Sizin bize karşı üstün bir tarafınızı da görmüyoruz. Hatta biz sizi yalancı sayıyoruz.” (11/Hud, 27)

“Ayetlerimiz onlara açık açık okunduğunda kafirler müminlere derler ki: ‘Bu iki kesimden (müminler ile kafirlerden) hangisinin makam, mevkisi daha hayırlı, oturup kalktığı kimseleri daha iyidir. Halbuki bunlardan önce hem malı mülkü itibari ile hem de görünüşü itibari ile onlardan daha üstün olan nice nesilleri helak etmiş bulunuyoruz.” (19/Meryem, 73-74)

Bu şirk toplumlarının cehaleti o kadar koyudur ki, bilginin asıl kaynağı olan vahiyle beslenen Nebilere dahi aynı yakıştırmaları yapma cüretinde bulunabilmişlerdi:

“Kavminin ileri gelenlerinden kafir olanlar da (Nuh): ‘Biz senin aklında bir noksanlık görüyoruz ve gerçekten biz seni yalancılardan sayıyoruz’ dediler.” (7/Araf, 66)

Peki yaşadığımız şirk toplumunun cehaletten, bilgisizlikten anladığı şey eski devirlerde yaşamış ve insan bakımından kardeşleri olanlardan farklı mı? İnsanlar ‘cahil adam’ deyince neyi kastediyor? Bu sıfat duyulduğunda zihinlerde canlanan ilk şeyler neler?

Hemen sıralayalım: Okuma-yazması olmayan, diploma sahibi olamayıp, onların ifadesi ile ‘bir baltaya sap olamamış’, iş hayatında dikiş tutturamayan kimseler… Kırsalda yaşadığı için şehir yaşantısından habersiz olan, genellikle eğitim kurumları ve medya aracılığı ile toplum içerisine sokulmaya çalışılan hayat tarzına adapte olmakta zorlananlar… Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini, yaşadıkları rejimin işine gelecek şekle sokan ilim ehli kılıklı sahtekarlardan değil de, ayet ve hadislerden öğrenmeye çalışan sayıları çok az olan bir zümre…

Elbette cehaleti böyle tanımlayan bir toplum için artık bu hali ortadan kaldıracak her yol mubah görülür. Hatta kimilerine göre vaciptir bile!

Öyle ya çocuklarının tornacı ya da çırak olması mı, diploma sahibi olması mı iyi?

Artık körpecik beyinler, rejimin dini ve ‘Her şey dünyadaki hayat içindir’ ideolojisi enjekte edilmek üzere okullara yönlendirilir.

Ahiretteki ateşten korumakla yükümlü oldukları ciğerparelerini, daha dünyada iken küfür, şirk ve haramlarla çevrili cehennem çukurlarına teslim eder ana-babalar!

İşte aralarında asırlar olmasına rağmen şirk toplumlarının ‘Cahil kimdir?’, ‘Cehalet nedir?’ sorularına verdikleri yanıtlar. Ve bu cehaleti ortadan kaldırmak için günümüzde ortaya koydukları çözümleri:

Allah’ın dinin yok sayan, demokrat rejimin eğitim kurumlarında okumak!

Bizler Müslümanız. Hayatımızın her alanına anlam katan yegane şey Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinidir. Bu, bu kavramlar için de geçerlidir. Öyleyse cehaletle alakalı şirk toplumunun yaptığı tanımı bir kenara bırakmalı ve Allah ve Rasûlü’ne şu soruları sormalıyız:

‘Cahil kimdir?’, ‘Cehalet nedir?’, ‘Acaba günümüzdeki eğitim kurumları bu cehaleti ortadan kaldırmak için mi kurulmuştur?’, ‘Yoksa kuruluş amaçları farklı mıdır?’

İnşaallah bunlara vahyin ışığında cevap aramaya çalışacağız.

Duamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a Hamd’dır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver