Akıl ve Nas Arasındaki İlişki – 1

 

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta olduğu sürece İslam inancına zarar verecek bütün inanç, düşünce ve fiillerden sahabesini şiddetli bir şekilde sakındırmıştır. Bundan dolayı itikadı bozulmaya götürecek olan bütün yolları kapatmıştır.

Allah Rasûlü, sahabesinden bir takım haramlar ve hatalar gördüğünde insanları bundan sakındırmak amacıyla güzel bir şekilde bunun yanlış olduğunu açıklıyor. Mescide bevl eden bedeviye davranışı bu güzel sakındırmaya örnek verilebilir. Oysa bunun hilafına sahabesinden tevhid inancına zarar verecek bir söz ve fiil gördüğünde, çok şiddetli lafızlarla tehdit ediyor ve hemen müdahalede bulunuyor. Zatu envat kıssası da bunun örneklerinden bir tanesidir. Sahabe, müşriklerin silahlarını astıkları ağaç gibi Rasûlullah’tan kendilerine bir ağaç kılmasını isteyince Rasûlullah bu duruma kızarak: “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki İsrailoğullarının Musa’ya dediği gibi dediniz. ‘Bize onların ilahı gibi bir ilah kıl, Musa dedi ki sizler gerçekten cahil olan bir kavimsiniz.” diyor. Bu şekilde Rasûlullah, İslam itikadına zarar verecek ve bozacak olan bütün sapık inançların önüne set çekmişti.

Lakin Rasûlullah’ın vefatından sonra İslam toprakları genişleyince Müslümanlar farklı inançlarda ve kültürlerde olan insanlarla karşılaşmaya başladılar. Ayrıca İslam’ı kabul eden toplumlar, kendi batıl inançlarını tam anlamıyla terk etmeden İslam’a giriyorlardı. Bunun sonucunda İslam itikadında bozulmalar başladı.

Özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde kültürel alanda yapılan faaliyetler, İslam esaslarının bozulmasını, içine batılların girmesini daha da hızlandırdı. Bu faaliyetlerden bir tanesi de, Yunanlı filozofların felsefe kitaplarının arapçaya çevrilmesidir.

Felsefe kitaplarının çevrilmesiyle beraber çok ciddi bir şekilde sahih İslam inancından sapma ve bozulmalar başladı. Bu dönemde insanları İslam’a davet ve felsefecilerin delililerine cevap vermek amacıyla felsefe kitaplarına yönlenildi, filozofların delilleri ve delillerin mahiyetleri anlamaya çalışıldı. Zaman içerisinde öyle bir hale gelindi ki artık Kur’an ve Sünnet’in hakikatleri bir kenara bırakılıp, felsefenin hakikatleri üzerinde yoğunlaşıldı, yakîn olarak inanılması gereken birçok mesele yerini şüpheye bıraktı. Meselelerin izahı Kur’an ve Sünnet’ten ziyade mantıkçıların delilleriyle ve anlayışlarıyla izah edilmeye başlandı. Bununla beraber ümmetin içinde itikatta ihtilaflar çıkmaya başladı.

Felsefenin en temel aslı ‘Akıl’dır. Mutlak doğruyu bilecek tek şey, onların yanında akıldır. Çünkü akıl, yakînî ifade eder. Bundan dolayı İslam tarihinde açıkça aklın, nakle takdim edilmesi gerektiğini savunanlar olmuştur. Daha ileri gidip Kur’an ve Sünnet’in zannî olduğu, akli kaidelerin kat’i olduğu, bu nedenle nasların akıl ışığında anlaşılması gerektiğini savunmuşlar. Yani naslara inanmak yerine akıllarına başvurup, akla uygunsa kabul ediyorlar, yok akla uygun değilse nassı bir şekilde reddediyorlar.

Kelam ilmiyle uğraşmış olan insanların hepsi bu fitneye ve yanlışa düşmüşlerdir. Kelam ilminin büyük âlimlerinden gelen nakillere bakıldığında bu fitne açık bir şekilde görülmektedir.

Cuveyni: ‘Zahiri tevile açık olan nasların, akliyatta delil alınması uygun değildir.’

‘Akli deliller insanın içini rahatlatır ve yüreğinde genişliğe sebep olur. Sem’i naslar (kuran ve sünnet) doğru olsa da; akli delillerin oluşturduğu rahatlık onlarda bulunmaz.’

Fahruddin Er-Razi: ‘Bil ki; kat’iyet ifade eden akli deliller ile bir şey sabit olur da, şer’i delillerin zahiri (Kur’an ve Sünnet) sabit olana muhalefet ederse, önümüzde dört yol oluşur:

1. Aklı ve nakli beraber tasdik ederiz. Bu imkânsızdır. İki zıt aynı anda tasdik edilmez.

2. İkisini de iptal ederiz. Bu da olmaz. İki zıddı aynı anda yalanlamış oluruz.

3. Nakli (kuran, sünnet) alır, aklı reddederiz. Bu imkansızdır. Çünkü biz akli delillerle Allah’ı, sıfatlarını, mucizelerin, peygamberin doğruluğuna delil oluşunu bilmeseydik; naklin doğruluğunu bilemezdik.

4. Yukarıdaki maddelerden sonra tek bir şey kalır. Aklî olan delilleri alırız. Nakil olana ya sahih değildir deriz, ya da zahiri kastedilmemiştir.’

 Yine Fahruddin Er-Razi naklin tek başına yakini ifade etmeyeceğini şöyle ifade etmekte: ‘Naklin zahirinin yakın ifade edebilmesi için 10 tane emrin kendisinde bulunması lazım;

1. ‘Onu bize nakleden ravilerin korunmuş sıfatına sahip olması lazım.’ Yani biz onun hata yapmadığından emin olmalıyız. Bu tahakkümü mümkün olmayan bir şeydir.

2. ‘İrabının ve tasrifinin doğru yapılması lazım.’ yani mana ile rivayet edilmeli. Rasûlullah’tan nasıl duyulmuşsa aynı lafızlarla rivayet edilmesi gerekir.

3. ‘Rivayet ettiği şeyin içerisinde müşterek lafızlar olmaması lazım.’

Kalan diğer şartları saydıktan sonra diyor ki: ‘Nakilde, akla muarız bir durum söz konusu olmayacak. Eğer akıl ile nakil arasında bir muaraza oluyorsa, biz burada aklı bırakıp nakli alırsak, nakli eleştirmiş ve iptal etmiş oluruz. Çünkü bize naklin sıhhatini akıl ispat etmiştir. Eğer aklı reddedersek otomatikman nakli de reddetmiş oluruz.’

Sonuç olarak bidat ehli şöyle bir kaide koymuştur:

‘Akıl ile nakil çatışırsa, aklı alır, nakli ise onun doğrultusunda tevil ederiz. Ya da biz naklin manasını bilmiyoruz, ilmini Allah’a havale ederiz. Gerekirse böyle bir şey yoktur diye inkar ederiz.’ Bu şekilde aklın, Kur’an ve Sünnet’in önüne geçirilmesiyle İslam itikadının en temel meselesi olan Allah’ın isim ve sıfatları, ya reddedildi ya da bozuk anlayışlarla tevil edildi (bir nevi tahrif edildi). Yine Allah, olacak olan şeyleri bilemez diyerek kaderi inkar ettiler, akılları almadığı için kıyamet alametlerini ve kabir azabını inkar ettiler.

Bu insanların naslar konusunda ne kadar cüretkâr davrandıklarına dair şu örneği vermemiz yeterlidir. Mutezilenin itikadına göre Allah şerri dilemez. Bundan dolayı kadere inanmazlar. Böylece İbni Mesud’un rivayet ettiği insanın yaratılış evresinden bahseden hadis ile çakışıyorlar. Çünkü hadiste Allah bir ömür boyu cennetliklerin amelini yapan adamın, cehennemliklerin amelini yapmasını istiyor ve adam ateşe giriyor. Mutezilenin aklına göre, bu Allah’ın adaletine aykırı olduğu için hadisi inkar ediyorlar. Hatta mutezile imamlarından biri bu hadis için şöyle diyor: ‘Vallahi bu hadisi İbni Mesud’un söylediğini duysaydım İbni Mesud’u yalanlardım. Peygamberin bunu söylediğini duysaydım reddederdim. Allah’tan bu hadisi duysaydım ‘Sen bunun üzerine bizden söz almadın’ derdim.’ Bu imamın bunu söylemesinin nedeni hadisin akla uymuyor olmasıdır. Aklıyla Allah’ın adaletine sınır çizmiş. Onun aklına göre Allah insanların kaderini yazmamış ve bilmemiş olması gerekmektedir. Aksi takdirde Allah insanları bununla yargılayamaz. Bu adamın naslar karşısında bu şekilde cüretkar davranmasının sebebi aklını ilah edinmesinden ve meselelere felsefi mantıkla yaklaşmasından başka birşey değidir.

Ehli Sünnet, hiçbir konuda nasların dışına çıkmadığı gibi, bu konuda da nasların dışına çıkmaz. Ehli Sünnet imamları bu fikirlerin bidat, dalalet ve sapıklık olduğunu beyan edip, kabul etmemekle beraber, bu konuda şöyle bir kaide koymuşlar: ‘Sarih olan akıl, sahih olan nakille muaraza etmez. Şayet akıl ve nakil çakışırsa; her zaman nakli, aklın önüne takdim ederiz.’ Yani Ehli Sünnet aklın önemini kabul etmekle beraber kesinlikle Allah’ın ayetlerinin ve Rasûlullah’ın sahih sünnetinin önüne geçirmezler. Tam tersine aklı nasları anlamada bir araç olarak kullanırlar. Çünkü İslam’da asıl olan karşısında ne olursa olsun naslara teslim olmaktır. Nasların dışında kalan her şeyi heva ve heves olarak değerlendirmektedir.

Allah’ın kitabına baktığımız zaman aklı, nasların önüne hiçbir şekilde ve gerekçeyle geçirilmeyeceğini bariz bir şekilde görmekteyiz. Tam tersine Allah, ihtilaf anında akla değil Allah ve Rasûlü’ne gidilmesini, verilen hükümlere akıl anlamasa dahi tam bir teslimiyetle teslim olunmasını emretmektedir. Buna Allah’ın kitabından örnek verecek olursak:

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; Rasûl’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasûlü’ne döndürün. Şayet Allah’a ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımında daha güzel olandır.” (4/Nisa, 59)

Bu ayette, şayet akıl yeterli olmuş olsaydı, ihtilaf anında dönmemiz gereken merci akıl olurdu. Zaten insanların ihtilaf etmesine neden olan, akıllarıyla hareket etmeleri ve anlayış farklılığıdır. Bu durumda Allah bizleri akla değil, nassa yönlendirmiştir.

“Hayır, senin Rabbine yemin olsun ki; onlar iman etmiş olamazlar. Ta ki aralarında çıkan çekişmelerde, seni hakem kılıp sonra verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve tam bir teslimeyetle teslim olmadıkça.” (4/Nisa, 65)

Allah burada insanların imanı için sadece hükmü resule götürmeyi kabul etmiyor. Ayrıca Allah Rasûlü’nün verdiği hükme içinde sıkıntı duyan insanın imanını nefyediyor. Çünkü Allah ayette önce Rasûlü hakem tayin etmemizi ve akla veya nefse uymasa da hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmamızı emrediyor.

Ali radıyallahu anh bu konuda şöyle der:

“Şayet din akılla olsaydı, ayakların altının mesh edilmesi, üstünün mesh edilmesinden daha evla olurdu. Oysa ben Allah Rasûlü’nü ayaklarının üstünü mesh ederken gördüm.” (Ebu Davud)

Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye şöyle der:

‘Aklı nakle takdim edemeyiz. Çünkü şeriat her zaman akla uygun ve aklın anlayabileceği şeyler getirmez. Aklın anlamakta aciz olduğu ve sadece teslimiyetle mükellef olduğu konular varken, nasıl akıl ışığında nassı anlayalım.’

İbnu’l Kayyım: ‘Batıl tevil ehlinin kendisiyle dinin ana esaslarını yıkıp, Kur’an’ın hürmetini çiğnedikleri ve imanın izlerini sildikleri tağutları dörttür:

Allah ve Rasûlü’nün sözleri delilledir ve yakınlık ifade etmez.

Allah’ın sıfatlarını anlatan ayet ve hadisler mecazdır hakikat değildir.

Allah Rasûlü’nün sahih yollarla bize gelmiş ve ümmetin bütün olarak kabul ettiği hadisleri, zan ifade eder.

Akıl ile nakil çatışırsa aklı alır, nakle iltifat etmeyiz.’

Bu yazımızda akılcılığın İslam’a nasıl musallat olduğunu, İslam’a ve Müslümanlara verdiği zararı, Ehli Sünnet’in akla bakış açısını izah etmeye çalıştık Allah izin verirse gelecek yazımızda İslam’da aklın önemi ve aklın sınırını izah etmeye çalışacağız.

Davamızın sonu Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver