Allah’a hamd Rasûlü’ne salât ve selam olsun…
Metin
İkinci Kaide
‘Müşrikler diyorlardı ki: ‘Bizim onlara (putlara) dua etmemizin ve yönelmemizin tek sebebi; bizi Allah’a yaklaştırsınlar ve bize Allah katında şefaat etsinler diyedir.’
Allah’a yaklaşmak için bunu yaptıklarının delili şu ayeti kerimedir:
“…Allah’ı bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: ‘Onlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola iletmez.” ‘ (39/Zümer, 3)
Şerh
Mekkeli müşrikler Allah’ın uluhiyetini inkar etmemişlerdi. Bilakis Allah’ın ilah olduğuna, Allah’a yaklaşıp O’nun rızasının elde edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Fakat Allah’a yaklaşmaya çalışırken putları buna aracı kılıyorlardı. Ondan dolayı da müşrik diye isimlendirildiler.
Biz bu kaideden şunu öğreniyoruz; Bir insanın Allah’ın uluhiyetini ikrar etmesi, Allah’ın ibadeti hak ettiğine inanıyor olması onu Müslüman yapmaz. Böyle itikad etmekle beraber, amelî olarak da Allah’ı ibadette birlemesi gerekir. Kişi hangi gaye ile olursa olsun Allah’a yapılması gereken bir ibadeti O’ndan başkasına yaparsa İslam dininden çıkar.
Örneğin; Dua bir ibadettir ve sadece Allah’a yapılması gerekir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Rabbiniz şöyle buyurdu: ‘Bana dua edin kabul edeyim. Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar alçaltılmış olarak cehenneme gireceklerdir.’ ” (40/Mümin, 60)
Ayette önce: “Bana dua edin” hemen ardından: “Bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar…” deniliyor. Bu da Allah’ın yanında duanın ibadet olduğunu gösterir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “Dua ibadetin ta kendisidir.” (Tirmizi, Ebu Davud)
Kişi duayı hak edenin Allah olduğunu bilir, fakat dua ederken salih insanlara, şeyhlere, yatırlara dua ederse şirke girer. Velev bunu Allah’a yaklaşma gayesi ile yapsa bile. Kişinin hangi gayeyle bunu yaptığı çok önemli değildir. Çünkü Mekkeli müşrikler putlara, Allah’a yaklaşmak gayesi ile dua ettiler ama bu onları müşrik olmaktan kurtarmadı.
Örneğin; Hakimiyet yetkisini Allah’a vermek bir ibadettir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Onlar, Allah’ı bırakıp rahipleri, papazları ve Meryem oğlu İsa’yı rabler edindiler. Oysa onlar tek ilah olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.” (9/Tevbe, 31)
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ayeti okurken cahiliyede Hristiyan olan Adiyy bin Hatem radıyallahu anh boynunda gümüşten bir haç takılıyken geldi: ‘Onlar haham ve rahiplere ibadet etmediler ya Rasûlullah’ dedi. Rasûlullah şöyle dedi: ‘Din adamları onlara Allah’ın helallerini haram, haramlarını da helal kıldılar. Onlar da buna tabi oldular. İşte bu, onların din adamlarına ibadetleridir.” (Taberi, İbni Kesir)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ehli kitabın din adamlarına Allah’ın haram ve helallerini değiştirme yetkisini vermelerini ibadet olarak isimlendirmiş ve bu yetkiyi onlara vermekle onları Allah’ın dışında ibadet ettikleri rabler edindiklerini söylemiştir.
Kişi hakimiyet yetkisinin Allah’a ait olduğunu bilir fakat bunu, ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diyen kurumlara verirse şirke düşer. Bunu hangi gayeyle verdiği çok önemli değildir. İster bu partileri hüküm koyacak mercide gördüğü için versin, isterse de bunlar kötünün iyisidir düşüncesi ile versin fark etmez; bunlara hakimiyet yetkisini veren şirke girer.
Şüpheler
Bu konuyu anlatınca genelde ortaya atılan iki şüphe oluyor. Bunları zikredip cevaplamaya çalışalım:
Birinci şüphe: Bazıları: ‘Bir insanın şirke düşebilmesi için şirke itikat etmesi gerekir. Kişinin itikadı düzgün olduğu müddetçe ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin müşrik olmaz.’ diyorlar. Doğal olarak da kimseye müşrik demiyor ve kimseyi tekfir etmiyorlar.
Cevap: Şirke düşmek için şirke itikad etmek gerekli değildir. Kişi İslam’ın şirk dediği şeylerden birisini işler veya söylerse müşrik olur. Mekkeli müşrikler ibadeti hak edenin Allah olduğunu biliyorlardı. Fakat Allah’ı ibadette birlemedikleri için dinden çıktılar. Mekkeli müşriklerin bu anlamda itikadı düzgündü, fakat yaptıkları ameller şirk olduğu için müşrik oldular. Yine hatırlarsanız bir önceki yazımızda Mekkeli müşriklerin; yaratanın, rızık verenin, kâinatın işleri düzenleyenin Allah olduğunu bildiklerini söylemiştik. Fakat bu onları Müslüman yapmamıştı. Bunları bilmelerine rağmen Allah’ı ibadette birlemedikleri için dinden çıktılar.
Allah, Kur’an-ı Kerim’de kalben küfre girmeye itikad etmemelerine rağmen yaptıkları ve söyledikleri ile insanları tekfir etmiştir:
“Eğer onlara soracak olursan: ‘Biz lafa daldık aramızda eğleniyorduk’ derler. De ki: ‘Allah ile Allah’ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyorsunuz? Uydurma bahaneler ileri sürmeyin. İman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Bir kısmınızı affetsek bile, ağır suçlu olduklarından dolayı diğer kısmınızı azaba çaptıracağız.” (9/Tevbe, 65-66)
“Tebuk gazvesinde bazı insanlar sahabenin kurraları” (İlimle uğraşan ashab-ı suffa) hakkında: ‘Biz bunlar kadar midelerine düşkün, dili daha fazla yalan söyleyen ve düşman karşısına çıkmaktan daha fazla korkan kimse görmedik.’ dediler. Onların bu söylediklerinden Peygamberimizin haberdar olduğunu öğrendiklerinde, hemen onun yanına gelip: ‘Ey Allah’ın Rasûlü biz lafa dalmıştık, eğleniyorduk.’ dediler. Allah da buna cevap olarak şu ayeti indirdi: “Allah ile Allah’ın ayetleri ile ve Peygamber ile mi alay ediyorsunuz? Uydurma bahaneler ileri sürmeyin. İman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz.” (Taberi)
Dikkat edilirse Allah burada insanları söylediği bazı sözler ile tekfir etmiştir. Onlar küfre girmeye itikad etmemişlerdi. Fakat söyledikleri söz küfür olduğu için, Allah onlara kafir dedi. O zaman kişinin küfre girmesi için ona itikad etmesi gerekli değildir. Kişi küfür ameli işler veya küfür sözü söylerse kafir olur.
İkinci şüphe: Birinci şüphelerini çürütünce ikinci olarak ortaya şöyle bir şüphe atıyorlar: ‘Mekkeli müşrikler yaptıklarının ibadet olduğunu bizzat kendileri söylüyorlardı. Allah onlardan bahsederken şöyle diyor: “Allah’ı bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: ‘Onlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler.” Günümüzdeki insanlar bunu söylemiyorlar. Yani hiç kimse: ‘Bizi Allah’a yaklaştırsın diye parlamentoya veya şeyhlere ibadet ediyoruz’ demiyor. Bilakis herkes: ‘Biz Allah’a ibadet ediyoruz, ibadeti hak eden Allah’tır.’ diyor. Ondan dolayı her ne kadar Mekkeliler müşrik olsalar da günümüzdeki insanlar müşrik değildir.’ diyorlar.
Cevap: Bu şüpheye bir ayeti kerime üzerinden cevap vermeye çalışalım:
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“(Rasûlüm) Şüphesiz ki biz bu kitabı sana hak ile indirdik. O zaman sen de dini Allah’a halis kılarak ibadet et. Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: ‘Onlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola iletmez.” 3(39/Zümer, 2-3)
“Şüphesiz ki biz bu kitabı sana hak ile indirdik.”
Allah Kur’an’ı hak ile indirmiştir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Biz sana bu kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hükmedesin.” (4/Nisa, 105)
“De ki: ‘Hak geldi batıl yok oldu. Şüphesiz batıl yok olmaya mahkûmdur.” (17/İsra, 81)
“Bilakis biz hakkı batılın üzerine bırakırız da hak, onun beynini darmadağın eder; bir de bakarsın o yok olup gitmiş.” (21/Enbiya, 18)
Kur’an-ı Kerim, batılı ortadan kaldırdığından dolayı hak olarak isimlendirilmiştir. Biz buradan şunu öğreniyoruz; Hakkın, hak olabilmesi için batılı ortadan kaldırması gerekir. Batılı ortadan kaldırmayan, batıla müsaade eden şey hak değildir.
“O zaman sen de dini Allah’a halis kılarak ibadet et.”
Ayetin ilk kısmında Allah Kur’an’ı hak olarak indirdiğini söylemişti. ‘Peki, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hak nedir?’ diye soracak olursanız ayetin bu kısmı bu soruya cevap veriyor. Kur’an’ın getirdiği hak; ‘Dini Allah’a halis kılarak sadece O’na ibadet etmektir.’
“O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler”
Allah subhanehu ve teâlâ burada umumi lafız kullanmıştır. Yani Allah’ın dışında birilerini dost edinen kim olursa olsun fark etmez, herkes buna dahildir. Hiç kimse bundan müstesna değildir.
” ‘Onlara, sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler.”
İslam’da ‘İbret, hakikatlere göredir. İsimlere göre değildir.’ şeklinde bir kaide vardır.
İslam dininde meselelerin isimlerine değil hakikatlerine itibar edilir. Örneğin; Bir adam hırsızlık yaptı. Sonra çaldıklarını götürüp fakirlere dağıttı. Bu adam kendince bunu güzel bir iş olarak isimlendirse de bu onu hırsız olmaktan ve elininin kesilmesinden kurtarmaz. Kişi yaptığı şeyi nasıl isimlendirirse isimlendirsin, İslam olayların hakikatlerine bakar isimlerine bakmaz.
Örneğin; İslam devletinde kişi içki içti. Kendisine had uygulanacağı zaman ‘Ben içki içmedim viski içtim veya votka içtim’ demesi ona had cezasının uygulanmasına engel olmaz. Kişi İslam’ın içki diye isimlendirdiği şeyi nasıl isimlendirirse isimlendirsin fark etmez, içtiğinde kendisine had uygulanır. Çünkü İslam hakikatlere bakar isimlere bakmaz. Zaten Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ahir zamanda insanların haramları farklı isimlerle işleyeceklerini söylüyor:
“Ümmetimden bir takım kimseler, içkiye başka isimler vererek onu içeceklerdir!” (İmam Ahmed)
Kişinin haramları farklı bir şekilde isimlendirmesi haramların ismini ve cezasını değiştirmediği gibi, şirki de farklı bir şekilde isimlendirerek yapması, onun hükmünü değiştirmez.
Bunun bizim konumuz ile bağlantısı şudur; Kişi Allah’a yapılması gereken bir ibadeti O’ndan başkasına yaptığında müşrik olur. İster bunu ibadet diye isimlendirsin, ister isimlendirmesin çok önemli değildir. İslam hakikatlere bakar. Böyle bir adam da hakikatte Allah’a yapılması gereken ibadeti, O’ndan başkasına yaptığı için şirke girer.
Örneğin; Hakimiyet yetkisini Allah’a vermek bir ibadettir. Kişi bunu parlamentoya verdiğinde ister ‘Ben parlamentoya ibadet ediyorum’ desin, ister demesin o kişi Allah’a değil parlamentoya ibadet ediyordur. Ondan dolayı da müşriktir.
Şirk ile ilgili konumuza Kur’an’dan bir örnek verelim:
“Sana ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağutu inkar etmekle emrolundukları halde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (4/Nisa, 60)
Birileri tağuta muhakeme olmak istedikleri için Allah onların imanının zandan ibaret olduğunu söylemiş. Peki, bu kişiler yaptıkları şeye ‘Tağuta muhakeme olmak’ ismini verdiler mi? Hayır. Bilakis onlar bunu şöyle isimlendirdiler:
“Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman halleri nasıl olacak? Sonra sana gelirler de: ‘Biz iyilik etmekten ve ara bulmaktan başka bir şey istememiştik’ diye Allah’a yemin ederler.” (4/Nisa, 62)
Onların tağuta muhakemeyi böyle isimlendirmeleri imanlarını zandan ibaret olmaktan kurtarmadı. Çünkü şeriat isimlere bakmaz, hakikatlere bakar.
İyi niyet yapılan kötü ameli meşru kılmaz:
Kişi İslam’da kötü olan bir şeyi iyi niyet ile yapsa bile bu onu meşrulaştırmaz.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.” (7/Araf, 30)
İmam Taberi rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: ‘Bilakis onlar bu yaptıklarını hak ve hidayet üzere hatta doğrunun kendi yaptıkları olduğuna inanarak yaptılar. Bu ayet ‘Allah hiç kimseye yaptığı masiyet veya itikad ettiği sapıklıktan dolayı azap etmez, ta ki onun doğru şeklini bilip Rabbine inat olarak yaparsa azap eder’ diyenin hatalı olduğuna delildir. Çünkü öyle olmuş olsa, hak ehliyle, yolunun doğru olduğunu zannettiği halde sapıtan arasında fark kalmamış olur. Muhakkak Allah bu ayette iki taifenin ismini ve hükmünü ayırmıştır.’ (Taberi Tefsiri)
Başka bir ayette Allah şöyle buyuruyor:
“Ey Muhammed! De ki: ‘Size amelce en çok kayıpta bulunanları haber vereyim mi? Dünya hayatında, çalışmaları boşa gitmiştir; oysa onlar, güzel işler yaptıklarını zannediyorlar.’ ” (18/Kehf, 103- 104)
Adamların amelleri boşa gitmiş fakat onlar güzel şeyler yaptıklarını zannediyorlar. Onların güzel şeyler yaptıklarını zannetmeleri, niyetlerinin güzel olması; amellerinin boşa gitmesine engel olmadı. İslam toplumunda buna örnek olarak Haricileri verebiliriz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem onlardan bahsederken şöyle diyor:
“Namazlarınızı onların namazlarının yanında küçümseyeceksiniz. Oruçlarınızı onların oruçlarının yanında küçümseyeceksiniz. Onlar Kur’an’ı okuyacaklar fakat boğazlarından aşağıya inmeyecek…”
Hariciler kendilerince Allah’ı razı etmek için, O’ndan daha çok korkmak için bazı şeyler yaptılar. Fakat bunu yanlış bir yolla yaptılar. Ondan dolayı Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından “Ateşin köpekleri” diye isimlendirildiler. Onların güzel niyetleri yaptıklarını meşru kılmadı. Bu ve benzeri şeylerden anlıyoruz ki; iyi niyet, yapılan kötü amelleri meşru kılmaz.
Bunun konumuzla bağlantısını kuracak olursak; Mekkeli müşrikler putlara “Bunlar bizi Allah’a yaklaştırıyor” diye ibadet ediyorlardı. Niyetleri, Allah’a yaklaşmaktı. Fakat Allah’a yaklaşma niyeti, putlara ibadeti meşru kılmadı. Kim hangi niyet ile olursa olsun Allah’a yapılması gereken bir ibadeti O’ndan başkasına yaparsa şirke girer.
“Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.”
Buradan anlıyoruz ki Müslümanlar ile müşrikler arasındaki bu ihtilaflar kıyamete kadar devam edecektir. Allah’ın El-Hakem isminin tüm açıklığıyla tecelli ettiği ahiret günü gelmeden bu ihtilaflar bitmeyecektir. Ondan dolayı bu tür ihtilaflardan dolayı kendimizi üzmemize, moralimizi bozmamıza gerek yoktur.
“Şüphesiz Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola iletmez.”
Bu ayeti kerimede Mekkeli müşriklerin hem yalan söylediklerine hem de küfür işlediklerine deyinilmiştir.
Yalan: Allah’a yaklaşmak için putlara ibadet ettiklerini söyleyerek yalan söylediler. Çünkü başkasına ibadet etmek insanı Allah’a yaklaştırmaz. Bilakis insanı Allah’tan uzaklaştırır. Allah’a yaklaşmak isteyen kişinin Allah’a ibadet etmesi gerekir.
Küfür: Allah’a yapılması gereken bir ibadeti O’ndan başkasına yaptıkları için de küfre girdiler.
Burada dikkat edilirse Allah, onlara yaptıkları fiillerden isim türetmiş. Onları yalan söyledikleri için yalancı, küfür işledikleri için de kafir olarak isimlendirmiş.
Biz buradan şunu öğreniyoruz; Herkes yaptığı fiile göre isim alır. Örneğin; araba sürene şoför, yemek yapana aşçı denilir. Şoföre aşçı diyemezsin çünkü o işi yapmıyor. Aşçıya da şoför diyemezsin çünkü o da o işi yapmıyor. Herkes yaptığı fiile göre isim alır.
Asrımızın en büyük bidatlerinden bir tanesi de fiiller ile isimleri birbirinden ayırmaktır. Örneğin; adam şirk fiilini işliyor ama ona Müslüman deniliyor. Araba sürene aşçı demek ne kadar akılsızlıksa, şirk işleyene Müslüman demek ondan daha büyük akılsızlıktır.
Kişinin yaptığı fiillerden ona isim türetmek Ehli Sünnet’in yanında karar kılmış bir kaidedir. Buna şunu örnek verebiliriz; Mutezile Allah’ın sıfatları ile ilgili problem yaşayan bir fırkadır. Mutezile’nin yanında sıfatların taaddüdü, Allah’ın taaddüdü olduğu için Allah’ın sıfatlarını kabul etmiyorlar. Böyle bir itikat ortaya attıktan sonra Kur’an’da Allah’ın birçok sıfatının olduğunu gördüler. Bidatlerinden dönmek yerine Kur’anda geçen sıfatları hakikatlerinden kopardılar. Örneğin: ‘Allah alimdir. Fakat ilimsiz alimdir.’ Diyerek kendilerinin dahi içinden çıkamadığı bir itikat ortaya attılar.
Ehli Sünnet alimleri bunlara reddiye verirken şöyle diyorlar: ‘Bir varlıkta ilim sıfatı olmadan ona alim denmez. Allah kendisine alim demişse kendisinde ilim olduğundan dolayı böyle demiştir. İlim sıfatı olmasaydı kendisine alim demezdi.’
Buradan anlıyoruz ki, bu kaide Ehli Sünnet’in yanında karar kılmış bir kaidedir.
İsimler ve Hükümler
İslam’da isimler ve hükümler diye iki mesele vardır.
İsimler: Allah’a iman edenin mümin, şirk işleyenin müşrik diye isimlendirilmesidir.
Hükümler: Her ismin kendisine ait bir takım hükümleri vardır. Müslümanın, kafirin, mübtedinin hükümleri birbirinden farklıdır.
Kişi ister bilsin ister bilmesin, ister Peygamber gelmiş olsun ister olmasın herkes yaptığı fiillerin isimlerini alır. Buna işaret eden birçok delil vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kitap ehlinden kafirler de müşrikler de, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.” (98/Beyyine, 1)
Daha Peygamber gelmemiş olmasına rağmen Allah subhanehu ve teâlâ onları kafir, müşrik olarak isimlendirmiş.
2. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Daha önce Allah’tan başka taptığı şeyler ona engel olmuştu. Çünkü o kafir olan bir kavimden idi.” (27/Neml, 43)
Bu ayette Allah, Süleyman aleyhisselam zamanında yaşayan melikeden bahsediyor. Kadın daha Süleyman’ı görmemiş olmasına rağmen Allah: “O kafir olan kavimdendi.” buyuruyor.
3. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer müşriklerden biri senden eman talebinde bulunursa, Allah’ın kelamını işitebilmesi için ona eman hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar bilmeyen bir kavimdir.” (9/Tevbe, 6)
Ayeti kerimeye dikkat edilirse Allah: “Müşriklerden biri sana gelirse…” diye başlıyor devamında ise “Allah’ın kelamını işitinceye kadar onlara eman ver…” diyor. Dikkat edilirse Allah’ın kelamını daha işitmemiş olmalarına rağmen Allah onlara müşrik demiştir. Hatta ayetin sonunda Allah onların bilmeyen bir kavim olduğunu söylemiştir. Demek ki kişinin bilmemesi, cahil olması, müşrik diye isimlendirilmesinin önünde bir engel değildir.
4. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hani Rabbin, Musa’ya: ‘Zalimler topluluğuna git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?’ diye seslenmişti.” (26/Şuara, 10)
Musa aleyhisselam daha o kavme gelmeden Allah subhanehu ve teâlâ onları zalimler olarak isimlendirmiş.
Bu ayetlerden anlıyoruz ki bir kavme Peygamber gelmemiş olsa bile herkes yaptığı fiile göre isim alır.
Peki, kişi Peygamber gelmeden isminin hükümlerini alır mı? Yani şirk işlediğinden dolayı kendisine azap edilir mi? Hayır. Hükümlerin uygulanması için Peygamberin gelmesi gerekir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Biz, bir Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.” (17/İsra, 15)
İmam Ahmed, Nesai ve İbni Mace’den rivayeten Peygamberimiz: “Allah kıyamet gününde dört sınıf insanı imtihan edecektir…” Bunlardan bir tanesi de fetret döneminde yaşayıp da Peygamberlerin daveti kendisine ulaşmayan kimsedir. Bu dört sınıf imtihan sonucuna göre ya cennete ya da cehenneme gidecektir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Peygamber gelmemiş olsa bile kişi yaptığı fiillere göre isim alır. Azap görmesi için ise Peygamberin gelmesi gerekmektedir.
Bu konuda bir grup sapıtmıştır:
1. Kişi şirk işlese de biz ona müşrik diyemeyiz diyen anlayış.
Bu anlayış doğru değildir. İbni Teymiyye’nin rahimehullah de dediği gibi ‘Allah isimler ile hükümleri birbirinden ayırmıştır. İsimler Peygamber gelmeden söylenir, hükümler ise Peygamber geldikten sonra uygulanır.’ Böylece bütün deliller ile amel etmiş olduk.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap