Zor Günlerin Adamı Sadık İnsan – 5

 

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Bir önceki yazımızda halifeliğin şartlarını yazmıştık. Bu yazımızda ise Allah’ın izniyle İslam’da halife seçiminin nasıl yapıldığını yazmaya çalışacağız.

Halifenin Seçilme Yolları

Halifelik için gerekli olan sıhhat şartlarını üzerinde taşıyan herhangi bir kişinin Müslümanların başına geçebilmesinin dört yolu vardır:

1. Seçim

Müslümanların kendi aralarında yapacakları seçimle başlarına yönetici atamalarıdır. Bu yöntemin meşru olduğunun delilleri ise şunlardır:

İbni Ömer radıyallahu anh anlatıyor:

“Ömer’e soruldu: ‘Kendinden sonra halife bırakmayacak mısın?’ Ömer dedi ki: ‘Eğer ben halife bırakırsam benden daha hayırlı olan Ebu Bekir halife tayin etmiştir. Eğer ben halife bırakmazsam benden daha hayırlı olan Allah Rasûlü de halife tayin etmeden vefat etmiştir.’ ” (Buhari, Müslim.)

Yine Misver ibni Mahrame’nin naklettiği şu rivayette seçim yönteminin delillerinden bir tanesidir:

“Ömer ibni Hattâb’ın halifelik işini kendilerine havale ettiği kimseler toplanıp halifeliği kendisine verecekleri kimse hakkında istişare ettiler. O zaman Abdurrahman ibni Avf, o topluluğa şöyle dedi: ‘Ben bu hilâfet işi üzerine sizlerle çekişecek değilim. Lâkin eğer isterseniz, ben sizin içinizden birinizi seçeyim!’ Bu teklif üzerine o topluluk bu tercihi Abdurrahman ibni Avf’a bıraktılar. Onlar kendilerinden birini tercih etme işlerini Abdurrahman’a havale edince insanlar Abdurrahman üzerine meylettiler, hatta ben insanlardan hiçbir kimseyi o topluluğa tâbi olur ve onun izine basar görmüyordum (yani insanları topluluktan yüz çevirip onların ardından yürümezler görüyordum). İnsanlar Abdurrahman üzerine meylettiler. Çünkü onlar bu geceler içinde halifelik işi üzerine istişare yapıyorlardı. Nihayet sabahlayıp da Osman ibni Affan’a bey’at yaptığımız gece olunca, Misver ibni Mahrame şöyle dedi:

“Geceden bir taife geçtikten sonra Abdurrahman ibni Avf gelip benim kapımı çaldı. Bunun üzerine ben uykumdan uyandım. O bana: ‘Ben seni uyumuş görüyorum. Allah’a yemin ederim ki, benim bu üç geceden beri gözüme büyük bir uyku girmedi. Haydi, yürü de Zubeyr ibni Avvâm’ı, Sad ibni Ebi Vakkas’ı çağır!’ dedi. Bunun üzerine ben de bu iki sahabeyi çağırdım. Abdurrahman o ikisiyle gizli konuşup istişare etti. Sonra Abdurrahman ibni Avf beni tekrar çağırdı da: ‘Bana Ali ibni Ebi Tâlib’i çağır!’ dedi. Ben Ali’yi de onun yanına çağırdım. Ali geldi. Abdurrahman ibni Avf, gece yarısına kadar Ali ile gizli olarak konuştu. Sonra Ali ibni Ebi Talib, onun yanından kendisine velayet verilmesi arzusu ile kalkıp gitti. Abdurrahman ibni Avf da Ali tarafından fitneye yönelik bir muhalefet işi meydana gelmesinden endişe ediyordu. Sonra Abdurrahman: ‘Bana Osman’ı çağır!’ dedi. Ben Osman’ı da çağırdım. Abdurrahman onunla da müezzin sabah ezan ile aralarını ayırıncaya kadar gizli gizli konuştu. Nihayet insanlara sabah namazını kıldırdığı zaman, bu şûra topluluğu minberin yanında toplandılar. Abdurrahman Muhacirler’den ve Ensâr’dan hazır bulunan kimselere haber gönderip çağırttı. Ordu kumandanlarına da haber gönderip çağırttı. Bunların hepsi o yıl Ömer’le beraber Mekke’ye gelip buluşmuş ve beraber hac yapmışlardı (ve Medine’ye de beraber dönmüşlerdi). Bunlar toplandıkları zaman Abdurrahman (minberin üzerinde oturup) şehadet kelimelerini söyledi. Bundan sonra ‘Amma ba’du’ diyerek, şunları söyledi:

‘Ey Ali! Ben insanların bu işteki tercihlerine iyice bakıp araştırdım da insanların Osman’a meylettiklerini gördüm. Onun için sen sakın kendi nefsin üzerinde bir kötüleme yolu tutma!’ dedi. Sonra Osman’a hitap ederek de: ‘Ey Osman! Ben sana Allah’ın sünneti, Rasûlü’nün sünneti ve Rasûlü’nden sonra geçen iki halifesinin sünneti üzere bey’at ediyorum!’ dedi.

Ve bu konuşmanın ardından Abdurrahman, Osman’a bey’at etti. Ardından bütün insanlar; Muhacirler, Ensâr, ordu kumandanları ve bütün Müslümanlar da Osman’a bey’at ettiler.”

Ömer’in radıyallahu anh kendisinden sonraki yönetimi belirlemek için geride bıraktığı ekipten olan Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh Medine’de tabir-i caizse kamuoyu yoklaması yapmış ve insanların kimi başlarında görmek istediklerini araştırmıştır. Sonuç itibariyle de Osman radıyallahu anh halife olmuştur.

Elbette ki bahsettiğimiz seçim, uygulanış ve sonuç açısından günümüz demokrasilerinden birçok yönden ayrılmaktadır. En başta, demokrasilerde her türlü insanın oyu eşittir. Kişinin facir, zalim, cahil, yönlendirmeye müsait vb. olmasının hiçbir önemi yoktur. Hatta toplumu istedikleri yöne sevk ederek iktidarlarının ömrünü uzatmak isteyenler için demokrasi bulunmaz hint kumaşıdır. İslam’da ise seçim; ilim, fedakârlık, takva vb. vasıfları taşıyanlara has olan bir durumdur. ‘İslam’da da seçim vardır’ diyerek demokrasi illetini meşrulaştırmaya çalışanların delil aldıkları tek hadise olan Abdurrahman bin Avf’ın fiili dahi bunu göstermektedir. Bu sahabe, tüm İslam topraklarına yönetici olacak bir kişiyi seçmek için sadece Medine’deki belli başlı kişilere sormuştur.

Seçim sistemlerindeki farklılığı gösteren başka bir ayrım ise adaylık meselesidir. İslam’da herkes aday olamaz. Asgari olarak ‘Halifede aranan şartlar’ başlığı altındaki maddeleri üzerinde bulundurması gerekir. Demokrasilerde ise kâfir, facir, mubtedi gibi her isteyen aday olabilir.

Yapılan seçimin sonucu ya da başa gelen kişinin fiilleri Kur’an ve Sünnete aykırı olmaz. İslam’ın seçim anlayışında temel nokta bu iken, demokrasilerde Kur’an ve Sünnetin adını telaffuz etmek bile laiklik ile taban tabana zıtlık oluşturur.

Demokrasi ile başa gelenler ya darbe ya da seçimle baştan giderler. İslam’da ise ölüm ya da halifelik şartlarından birini ihlal sonucunda görev biter ya da halife azledilir.

Farkları daha fazla sıralamamız mümkündür. Ancak İslam’ın ön gördüğü seçim sistemi ile demokrasinin uzaktan yakından alakası olmadığını zikrettiklerimiz göstermeye kâfidir.

2. Atama

Halifenin kendisinden sonraki yöneticiyi yazılı veya sözlü olarak belirlemesi yani atama yapmasıdır. Bu yöntemin delilleri şunlardır:

İbni Ömer radıyallahu anh anlatıyor:

“Ömer’e soruldu; ‘Kendinden sonra halife bırakmayacak mısın?’ Ömer dedi ki: ‘Eğer ben halife bırakırsam benden daha hayırlı olan Ebu Bekir halife bırakmıştır. Eğer ben halife bırakmazsam benden daha hayırlı olan Allah Rasûlü de halife bırakmamıştır.’ “

Ömer radıyallahu anh burada atama yapması yönünden Ebubekir’i radıyallahu anh kast etmiştir. Çünkü o, yerine Ömer’i atamıştı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Ey Aişe! Şimdi ben Ebu Bekir’e ve oğluna haber göndermek ve hilâfeti Ebu Bekir’e vasiyet etmeyi istedim. Fakat sonra düşündüm ki, Allah (hilâfetin Ebubekir’den başkasına verilmesini) defeder. Müminler de Ebubekir’den başkasının halife olmasını men ederler. Yahut Allah (Ebubekir’den başkasının halife olmasını) men eder. Müminler de (Ebubekir’den başkasına biatten) çekinirler.” (Buhari)

Müslim’de geçen bir rivayette de;

“Allah da müminler de Ebubekir’den başkasını kabul etmezler.” lafzı vardır.

Âlimler, aslında Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem açıkça Ebubekir’i radıyallahu anh atayacağını; ancak zaten müminlerin başka bir seçenek üzerine karar kılmayacağı için sadece hatırlatmada bulunduğunu söylemişlerdir.

Atama ile halife seçimi hakkında konuşulurken şu mesele de âlimler arasında tartışılmıştır; Halife oğlunu yerine atayabilir mi? Ya da bir sistem olarak benimsenip iktidar, aile arasında el değiştirebilir mi?

Âlimler öncelikle hilafetin saltanata dönüştürülmesinin caiz olmadığı hususunda icma etmişlerdir. Ancak her babadan oğula yapılan görev değişiminin saltanat olarak adlandırılamayacağını, önemli olanın halifelik şartlarına kişinin haiz olup-olmadığıdır, demişlerdir.

Tabi bununla beraber dört halifenin böyle bir uygulama yapmamaları da dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Ebubekir radıyallahu anh hilafete gerçekten layık olan oğlunu değil Ömer’i radıyallahu anh atamıştır. Hatta Ömer bin Abdülaziz, eğer Umeyyeoğullarının sorun yapmayacağını bilse Ebu Bekir’in oğlunu halife olarak atamak istediğini söylemiştir.

Ömer radıyallahu anh ümmetin üzerinde rahatlıkla ittifak edeceği oğlu İbni Ömer’i atamamış, onu da görüşüne başvuran Müslümanlardan kılmıştır. Ali radıyallahu anh aynı şekilde davranmış, Hasan radıyallahu anh için atama talebinde bulunanlara olumlu/olumsuz bir cevap vermemiştir.

Özetle; halifenin oğlunun tüm şartları üzerinde taşıyor olsa bile en son ihtimal olarak değerlendirilmesi, hem Allah Rasûlü’nün tehditlerinden kesin kurtuluş hem de dört halifenin sünnetine ittiba için en uygun tercihtir.

3. Ehlu’l Hâl ve’l Akd’in Halifeyi Belirlemesi

Seçim veya atama olmadığı vakit İslam’daki Ehlu’l hâl ve’l akd müessesesinin üyeleri halife seçimi yapabilirler. Konu ile ilgili ayrıntıları başka bir başlık altında anlatacağımız için burada kısa tutuyoruz.

Ehlu’l Hâl ve’l Akd kimdir?

Kelime anlamı çözme ve bağlama topluluğudur. Istılahta ise; İslam toplumunu temsil eden, onlar adına karar alan heyet demektir.

Bu topluluk bir şahsı halife olarak atayabileceği gibi, hilafet şartlarını yitiren bir halifeyi azletme hakkına da sahiptir. Önemli konularda halifenin, görüşlerine başvurduğu, devlet yönetiminde halifeye yardımcı olan bu heyet, halifenin diktatörleşmesinin önündeki engel, toplum haklarının sigortası mesabesindedir.

İslam hilafetinin raşid halifelik olarak kalmasını sağlayan bu yapı, saltanat döneminde işlevini yitirmiş, yöneticiyi tasdik heyetine dönüşmüştür.

Ehlu’l hâl ve’l akd; İslam, akıl, hürriyet, erkek olma, adalet, ilim ve siyaset şartlarını taşıyan kişilerden oluşur. Heyetin üyeleri toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görmüş, dinî, ilmî, ahlakî, siyasî ve askerî anlamda Müslüman toplumun öncüleri konumunda olan insanlardır.

Peki, İslam toplumunda var olduğunu söylediğimiz bu sistemin delili nedir?

“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki onu, Rasûl’e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi. Allah’ın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, pek azınız müstesna, şeytana uyup giderdiniz.” (4/Nisa, 83)

Ayette Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem yanında yetki sahibi/ehli istinbat/olayları daha iyi yorumlayıp anlayan Müslümanların varlığına vurgu yapılmaktadır. Müslümanların olağan dışı hadiseleri Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem yanında bu insanlara götürmeleri istenmektedir.

Bir başka delil Ömer’in radıyallahu anh vefat etmeden önce oluşturduğu altı kişilik heyettir ve daha da önemlisi sahabeden hiç kimsenin buna itiraz etmeyerek icmanın en kuvvetli şekli olan sahabe icmasının onayını almasıdır.

Yine şu hadis de bunun delillerinden biridir:

“Rasûlullah, Müslümanlar Hevâzin esirlerinin hürriyete kavuşturulması hususunda kendilerine izin verdikleri zaman: ‘Şimdi ben sizden esirlerini vermeye rızası olan kimseleri, rızası olmayanlardan bilemiyorum. Geri dönünüz temsilcileriniz bu durumunuzu arz edinceye kadar.’ buyurdu. Bunun üzerine insanlar yerlerine çekildiler. Kabilelerin temsilcileri konuştular. Sonra da Rasûlullah’a gelip her biri kavminin esirlerini geri vermekten memnun olduklarını ve Rasûlullah’a esirleri hürriyete kavuşturmak hususunda izin verdiklerini bildirdiler.”

Bu hadisten de toplumda öncü olanların toplum adına yönetim ile temas hâlinde olduklarını ve yönetim katında toplumu temsil ettiklerini anlıyoruz.

Ehlu’l Hâl ve’l Akd Halifeyi Nasıl Seçer?

a. Bütün Üyelerin Bir Kişi Üzerinde İttifak Etmesi

Ehlu’l hâl ve’l akd’in ve doğal olarak da onların temsil ettiği kesimin bir kişi üzerinde ittifak etmeleri hâlinde, İslam toplumunun o kimseye halife olarak biat etmeleri zorunludur. Bu durumda şer’i bir gerekçe olmaksızın biatten geri duranlar zikredeceğimiz hadislere muhatap olurlar.

“Kim itaatten yüz çevirir ve cemaati de terk ettiği hâlde ölürse cahiliye ölümü üzere ölür.” (Müslim)

“Kim İslam cemaatinden bir karış ayrılır ise boynundaki İslam bağını da koparmış olur.” (Ebu Davud)

Bu ve benzeri hadisler, üzerinde ittifak olunan imama biat etmeyenler içindir. Bir şahsın imametinde ihtilaf olursa bu içerikteki hadisler biat etmeyenlere tatbik edilemez. Selefin rahimehumullah uygulamalarına baktığımızda bunu açıkça görürüz.

Konu ile alakalı ilk örneğimiz İbni Ömer’in radıyallahu anh fiilidir. Ali ve Muaviye radıyallahu anhuma arasında yaşanan savaşlarda her iki tarafın da emirlik iddiası vardı ve İslam ümmeti bir taraf üzerinde ittifak etmemişti. İbni Ömer de radıyallahu anh bu karışıklık yıllarında iki tarafa da biat etmedi. Hasan radıyallahu anh, Muaviye ile anlaşıp hilafeti ona bırakınca ittifak hâsıl oldu. Tüm İslam toprakları Muaviye’nin radıyallahu anh yönetiminde toplandı. İbni Ömer radıyallahu anh bu dönemde Muaviye’ye biat etti. Muaviye radıyallahu anh vefat edip oğlu Yezid hükümdarlığa gelince tekrardan karışıklık başladı ve İbni Ömer radıyallahu anh yaklaşık on yıl süren bu ihtilaf zamanında biat etmemekte ısrar etti. Abdulmelik bin Mervan Irak, Yemen, Şam ve Hicaz’da hâkimiyetini sağlayıp tek başına iktidar olunca İbni Ömer radıyallahu anh tekrardan beyatını verdi. Karışıklık döneminde kendisinden biat isteyen Abdullah bin Zubeyr radıyallahu anh ve taraftarlarına şöyle demiştir:

“Ben ihtilaf anında biat edecek, ittifak hâlinde de biatten el çekecek değilim.”

Halifeye biat etmeyenleri tehdit içerikli hadislerden bazısını rivayet etmesine rağmen İbni Ömer’in bu tutumu dikkat çekicidir.

İbni Haldun da sahabenin bazısının, insanların Ali’nin radıyallahu anh hilafetinde ittifak etmemesi nedeni ile Ali’ye radıyallahu anh biat etmediklerini ve birleşme olmadığı için de biatten el çekme hususunda varid olan tehditleri üzerlerine almadıklarını söyler. El Mukaddime’nin 30. faslında Usame bin Zeyd, Muğire bin Şu’be, Sad bin Ebi Vakkas, Abdullah ibni Ömer, Abdullah bin Selam, Ebu Said el-Hudri, Kudame bin Maz’un, Numan ibni Beşir, Hassan bin Sabit, Ka’b bin Acure radıyallahu anhum gibi sahabelerin bu nedenle Ali’ye radıyallahu anh biat etmediklerini söyler.

İmam Ahmed’e tehdit içerikli bu hadisler sorulduğunda:

‘Sen o hadislerle kast edilenin kim olduğunu biliyor musun? O, tüm insanların ittifak ettikleri ve bu Müslümanların imamıdır, dedikleri kişiden biatını çeken kimsedir.’

Bu anlayışın selefin geneline hâkim olduğunu söylemek yanlış olmaz. Belki selef ‘üzerinde ittifak edilmeyen imama biat etmemekte bir beis yoktur’ diye açık cümlelerle durumu anlatmadılar ama fiilleri onların zihin dünyasını göstermesi açısından önemli idi. Emevî yönetimde Haccac’a karşı ayaklananlar ve yönetime biat sunmayanlar arasında tabiinin büyükleri de vardı. Said bin Cübeyr, Talk bin Habib, Kuteybe bin Müslim başta olmak üzere birçok âlim ve abid bu kıyamda yer aldı.

Seleften hiç kimse bu imamları kınamamış ve cemaatten ayrılma/halifeye başkaldırma hadislerini bu imamlara tatbik etmemiştir.

Konu ile alakalı son olarak Huzeyfe’nin radıyallahu anh hadisini vereceğiz:

“İnsanlar Rasûlullah’a hayırdan sorarlardı. Ben de şerrin bana erişmesinden korkarak şerden sorardım. Peygamber’e dedim ki: ‘Ya Rasûlullah! Biz vaktiyle Cahiliye devrinde şirk ve küfür içinde idik. Sonra Allah bize şu büyük İslam hayrını getirdi. Bu hayırdan sonra gelecek bir şer ve fitne var mıdır? Rasûlullah: ‘Evet vardır’ buyurdu. Ben: ‘O şerden ve fitneden sonra bir hayır ve salâh var mıdır?’ dedim. Rasûlullah: ‘Evet bir hayır ve salâh vardır. Fakat onun içinde bazı şer ve fesâd bulunacak.’ buyurdu. Ben: ‘O hayrın (temizliğini bulandıracak) kiri nedir?’ diye sordum. Rasûlullah: ‘O devrin emirlerinden bir zümre ümmeti benim sünnetim ve yolumun hilâfına idare edecekler. Sen o devrin emir ve valilerinden bazılarının hareketlerini (doğru bulup) tasvip, bazılarının hareketlerini de (çirkin bulup) reddedeceksin!’ buyurdu. Ben: ‘Ya Rasûlullah! Bu karışık hayır devrinden sonra, yine bir şer ve fesâd devri gelecek midir?’ dedim. Rasûlullah: ‘Evet gelecektir. O devirde birtakım davetçiler halkı cehennem kapıları üzerine çağıracaklar. Her kim onların davetine icabet ederse, onu cehenneme atacaklar.’ buyurdu. Ben: ‘Ya Rasûlullah! Bu davetçileri bize vasfetseniz.’ dedim. Rasûlullah: ‘Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dillerimizle konuşurlar.’ buyurdu. Ben: ‘Ya Rasûlullah! O devir bana yetişirse nasıl hareket etmemi emredersin?’ dedim. Rasûlullah: ‘İslâm cemaatine iltizam et ve onların imamlarına itaat et!’ buyurdu. Ben: ‘Ya Rasûlullah! Onların bir cemaati yoksa başlarında imamları da yoksa?’ dedim. Rasûlullah: ‘O takdirde sen bu fırkaların hepsinden ayrıl. Velev ki, bu ayrılman bir ağaç kökünü ısırman suretiyle (meşakkatli) olsa bile. Artık ölüm sana erişinceye kadar, sen bu ayrılık üzere bulun!’ buyurdu.” (Buhari, Müslim.)

Hadiste Müslümanların cemaati ve imamından kastın ne olduğu hususunda Taberi bazı görüşler ileri sunmuştur.

• Müslümanların çoğunluğudur.

• Ashabtır.

• İlim ehlidir.

• Üzerinde insanların ittifak ettikleri ve itaatte bulundukları emirlerdir. Racih olan da budur.

İmam Taberi racih kabul ettiği görüş ile beraber, biatten el çeken kimse hakkında varid olan tehditler ile bu tür hadislerin arasında çelişki gibi gözüken noktaların ortadan kalktığını söylemektedir.

Yani İmam Taberi’ye rahimehullah göre; uzleti, toplumdan ve fitneden uzaklaşmayı emreden hadislerle, cemaatten ayrılmayı yasaklayan ve kınayan hadislerin arası böylece cem edilmiş olur. Ümmet, bir imam üzerinde ittifak etmiş, ayrılık son bulmuşsa cemaati terk etmek yasaklanmıştır. Birden fazla hilafet iddiası ve ihtilaf varsa uzlet ve karışıklığı terk etmek emredilmiştir.

b. Ehlu’l Hâl ve’l Akd’in Bir Bölümünün Kararı ile Yöneticinin Başa Getirilmesi

Bir grup âlim de, ehlu’l hâl ve’l akd’in hepsinin bir kişi üzerinde ittifak etmesine gerek olmadığını söylemiştir. İmam Maverdi görüşleri şöyle toplamıştır:

• Halife seçilecek kişinin üzerinde icma edilmeli.

• Beş kişinin ittifak etmesi yeterlidir. Çünkü Ebubekir radıyallahu anh seçilirken Ben-i Sakife’de beş kişi vardı.

• En az altı kişi olmalı. Çünkü Ömer radıyallahu anh yeni halifeyi seçmeleri için altı kişilik bir heyet oluşturmuştur.

• En az üç kişi olmalıdır. Çünkü herhangi bir akd yapmak için en az üç kişi istenmiştir.

• Bir kişi dahi olsa olur. Çünkü Ebubekir’i radıyallahu anh Ömer radıyallahu anh bu şekilde seçti.

Üzerinde en fazla tartışılan madde sonuncusudur.

Bazıları yalnız Ömer’in radıyallahu anh, Ebu Bekir’e radıyallahu anh biat ettiğini, buna binaen bir kişinin biatıyla da halifeliğin oluşabileceğini söylemişlerdir. Oysa Ömer radıyallahu anh, Ebu Bekir’e radıyallahu anh biat ederek tercihini ortaya koymuştur. Sonrasında kalan Müslümanların biatı ile Ebu Bekir’in radıyallahu anh hilafeti oluşmuştur.

Şayet çoğunluk Ömer’e uymasaydı aynı şeyi söylemek mümkün olmazdı. Kaldı ki; Ömer radıyallahu anh böyle bir uygulamanın yanlış olacağını belirtmiş ve ona yeltenmeyi düşünenleri sert bir dille uyarmıştır.

“Kim Müslümanların istişare etmeksizin bir adama beyat ederse, ona ve beyat ettiği adama biat edilmez.” (Buhari)

Ayrıca bir kişinin biatıyla hilafetin oluşacağına inanmak; İslam’ın en önemli müesseselerinden birini basitleştirmek olur. İslam ümmetinin kaderi ne idüğü belirsiz bir şahsın kendi gibi ne idüğü belirsiz birinin elini tutmasıyla belirlenecekse, böyle bir ümmet helak olmaya mahkûm olur.

Bütün bu tafsilatın sonucunda iki önemli nokta karşımıza çıkmaktadır:

• Halifenin de halifeyi seçecek Ehlu’l hâl ve’l akd’in de malum olması gerekir. Çünkü iki taraf için de aranan birçok şart vardır ve bu şartların vuku bulup-bulmadığı ancak halifenin ve onu seçecek kurulun tanınması ile mümkündür.

• Halifenin seçimi sırasında malumiyetle beraber diğer şartlar da yerine gelmiş, seçimden sonra Müslümanların kelimesi o kimse etrafında toplanmış ise yani çoğunluk onun hilafetinde ittifak hâlinde ise beyat her Müslüman üzerine zorunludur. Beyattan kaçınan, konu ile alakalı tehdit içerikli her nassa muhataptır. İttifakın olmadığı yerde biat bir tercihtir ve kimse biat etmemesi nedeniyle kınanmaz.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sözlerinin bir bütün olarak değerlendirmesi, selefin bu nasları anlayış ve pratize ediş biçimleri ihtilaf durumunda kişilerin muhayyer olduğu, biat konusunda zorlanamayacaklarını gösterir. Ali radıyallahu anh bu nedenle kendine biat etmeyenleri zorlamamış, onlara yaptırım uygulamamıştır. Bizlerin de tercih ettiği görüş budur.

4. İstila ve Tağallub

Bir kişinin mevcut yönetimi zorla, güç kullanarak alaşağı etmesi ve kendisini halife olarak ilan etmesidir.

Bu yöntemden bahseden bütün âlimlerin ortak olarak söyledikleri, bunun şer’i bir yol olmadığıdır. Çünkü amelin içerisinde zulüm, ihanet, hakkı olmayan bir şeyi gasp, ehil olmadan Müslümanların hakkını ele geçirme vb. cürümler vardır. Yönetimin el değiştirdiği bu süreçte kimsenin zorbalık yapana destek vermemesi gerekir.

Tüm bu süreçler aşıldıktan sonra zorla iktidarı ele geçirmeye çalışan kişinin muvaffak olması durumunda takınılması gereken tavırla ilgili ise âlimler farklı görüşler beyan etmişlerdir. Genel olarak öne çıkan görüş, eğer yeni yönetim Müslümanların kelimesini toplamış, insanlar da bunlardan razı olmuşsa biat zorunludur. Ancak bu zaruret babından değerlendirilmelidir.

Kurtubi rahimehullah, İstila ve tağallub yolunun dördüncü yol olduğunu söylemiş ve insanların da beyat etmesi ile yönetimin meşru olacağını ifade etmiştir.

İmam Nevevi rahimehullah ise: ‘Müslümanların toplumsal düzeninin sağlanabilmesi için zorla başa gelene biat edilmesi gereklidir. Bu konuda iki görüş olsa da racih olan budur.’ der.

Gazali rahimehullah ise; halifesizlik hâlindense kötü halifenin tercih edileceğini belirtmiştir. Şartları üzerinde taşımıyor diye zorla yönetime gelene karşı çıkmak şehirleri yıkacak, memleketi harap edecekse ortaya çıkacak bu kargaşayı engelleyecek şekilde zorba olan yöneticiye biatı daha evla görmüştür.

Muhammed bin Abdulvahhab rahimehullah ise farklı bir bakış açısı ile olaya yaklaşmıştır:

‘Zulüm ile başa geçmek şer’i bir yol değildir ve bu şahısta imamet özellikleri oluşmamıştır. O yüzden ne müminlerin emiri ne de halifesidir. Ancak imamlık yapması hâlinde arkasında namaz kılınır ve kâfirlere karşı savaşa çıkarken ona uyulur.’

En uygun görüş budur. Çünkü zorla, meşru yönetimi ortadan kaldırıp iktidara gelen kişi, halifelik şartlarını üzerinde taşımadığı için Müslümanların imamı olarak adlandırılamaz. Ancak hâlihazırdaki yönetici o olduğu için fitneyi daha da körüklememek için toplumun genelinin yararına olan hususlarda birliktelik en sağlıklı olan davranış şeklidir.

Başlığı sonlandırmadan önce şunu ekleyelim; zorla başa gelen kimseye biat edilebileceğini söyleyen âlimler, İbni Ömer’in radıyallahu anh Abdulmelik bin Mervan’a biat ettiğini gösteren hadisi delil almışlardır. İbni Ömer radıyallahu anh yaklaşık on yıl süren kargaşa boyunca kimseye biat etmemiş ancak Abdulmelik bin Mervan’ın önce Şam, Irak ve Yemen’i sonra da Haccac’ın eliyle Mekke ve Medine’yi ele geçirmesinin akabinde biatını yazılı olarak sunmuştur.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver