Zindandan Mektup Var

Allah’ın adıyla

Allah’a hamd, Rasûlü’ne Salat ve Selam olsun.

Es-Selamun aleykum ve rahmetullah-i ve berakatuhu.

Kıymetli Kardeşim,

Seni muhabbetle kucaklıyor, afiyet içinde olmanı temenni ediyorum. Göndermiş olduğun selamından ve şu mübarek ayda tecellilerini her an hissettiğim samimi dualarından haberdarım. Emin ol, ben de dualarına duayla karşılık vermekte, senin için Rabbimden hidayet, takva, güzel ahlak ve zahiri-batini fitnelerden selamet dilemekteyim.

Yine bir cezaevi odasından yazıyorum sana. Hayat böyle bir şey işte! Oysa ne planlar yapmış, ne hayaller kurmuştuk. Ramazan’ın son on günü itikafa girecek, bayram namazını beraber kılacak, tatil döneminde davet amaçlı ziyaretler düzenleyecektik… Biz bir şey diledik, Allah (cc) başka bir şey. ‘İşlerin akıbeti/nihayeti Allah’a aittir’ fermanı gereği Allah’ın (cc) iradesi gerçekleşti. Her halimizde Allah’a hamd olsun.

Değerli Kardeşim,

Neler yaşandığımı merak ettiğini biliyorum. Sözü fazla uzatmadan merakını gidermeye çalışayım.

Ramazan’ın 3. Günü büroda oturmaktaydım. Pazartesi ve Perşembe akşamları teravih sohbetlerini benim yaptığımı biliyorsun. Geçen yıl Ramazan sohbetlerinde ‘Arşın gölgesinde gölgelenen yedi insan’ hadisini şerhe başlamıştım. Adil imam, gençliğini ibadetle geçiren, birbirini Allah için seven, kalbi mescidlere bağlı olan ve güzel-soylu bir kadının ahlaksız teklifini ‘Allah’tan korkuyorum’ diyerek reddeden kişiyi bitirmiştim. Sağ elin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren ve yalnız kaldığında Allah’ı (cc) hatırlayıp ağlayan kimse kısımlarıysa eksik kalmıştı. Ben de gizli sadaka konusuyla ilgili ders hazırlıyordum. O sırada polis ekiplerinin binaya geldiğini haber verdiler. Polisler dergi binasına çıkıp, müdüriyet odasına geldiler. Sakarya Savcılığının yürüttüğü bir soruşturma nedeniyle gözaltı ve arama kararı olduğunu söylediler.

Polisler, benim odamı ve dergi katını aradı. Beni gözaltına almak kesmiş olmayacak ki derginin tüm bilgisayarlarını da gözaltına aldılar(!) Arama devam ederken evi aradım.  Gözaltına alındığımı, bir haftalık eşya hazırlamalarını ve en önemlisi de ivedilikle Muhammed Hanzala’yı dergiye getirmelerini rica ettim. Detay belirtmedim. Çünkü çilekeş yol arkadaşım gözaltı ve cezaevi için çanta hazırlamayı çok iyi öğrendi geçen yıllar içinde. Hatta bu konuda nam sahibidir diyebilirim. Cezaevine yakını girenler; hangi mevsimde ne giyilir, ne tür kıyafetler mahkumu rahat ettirir, içeri ne alınır ne alınmaz gibi konularda ona müracaat eder oldular.

Kısa bir zaman sonra M. Hanzala yanıma geldi. Yaklaşık iki saat yanımda kalmış oldu. Yakın zamanda Ankara’da yürütülen bir soruşturma kapsamında göz altına alınmıştım. Yaklaşık bir hafta sürmüştü. Geceleri oğlumu rüyamda görüyor, öpüp-kokluyor, sarılıyordum. Polisler, soruşturmanın Sakarya merkezli olduğunu söyleyince ayrılığın uzun olacağını anladım. Niye mi? Sakarya sabıkalı bir ildir. Tutuklanmadan mahkeme salonundan çıkmak neredeyse mümkün değildir. Devletin misafirperver yüzüdür diyelim. Öyle bir gün, üç gün, hatta birkaç ay misafir etmekle yetinmezler. En az altı ay, üst sınırı meçhul bir zaman diliminde devletin muhaliflerini ağırladığı F, L, M, E, T vb tipli konuk evlerinde (!) itinayla hazırlanmış menülerden ikram etmeden adamı bir yere bırakmazlar.

Tabi M. Hanzala vefalı çıktı. Gözaltındayken de savcılık izniyle 15 dakika da olsa ziyaretime geldi. Daha doğrusu anasının vefası diyelim.

Çocuğumu özleyeceğimi bildiğinden onu da alıp ziyarete gelmiş hakkını nasıl öderiz bilmiyorum. Kandıra, Edirne, Van, Silivri yollarında az mı çile çekti. Rabbim, sevdiklerini zindanlarda yalnız koymayan, onların derdine ortak olan tüm bacılarımıza kendi katında bir ev inşa edip, tez zamanda sevdiklerine kavuşturarak gözlerini aydın kılsın.

Değerli Dava Arkadaşım,

Gözaltına alınmış olduk. Vatan TEM büro nezaretine getirildik. İşlemler için 4. kat sağ büro namıyla meşhur kata çıktık. Büro amiriyle tanıştık. Niçin gözaltında olduğumuza dair bilgilendirdi bizi. Gayet saygılı, usûl-adap bilen bir devlet memuru.

Gecenin ilk şokunu o odada yaşadım. Bana IŞİD soruşturması nedeniyle gözaltına alındığım söylendi. Buraya kadar her şey normal. Daha sonra yakın zamanda yayımlanan bir ses kaydı üzerine düşüncemi sordular. IŞİD bünyesinden bir şahıs sorulan bir soru üzerine konuşuyor. Türkiye’de yaşayan ve IŞİD saflarına katılmayan insanlara hakaret ediyor, aşağılıyor, fısk ile suçluyor… İşi o denli ileri taşıyor ki Allah’ın dini uğruna insanların yaşadığı zorluklarla dalga geçip, tahkir ediyor.

Bu ses kaydı hakkında konuşulan kişinin ben olduğumu değerlendirdiklerini söyleyip, konu hakkında düşüncelerimi sordular.

Evet, sisteme göre IŞİD bana ve benim gibilere hakaret ediyor, aşağılıyor. Ama aynı sistem beni IŞİD üyesi olmakla gözaltına alıp, tutukluyor. Ne denir bilmiyorum ki?

Aslında söylenecek şey belli. Tevhid ve Sünnet daveti baş döndürücü bir hızla yayılıyor. Birileri bu davetten rahatsız. İnsanlarda ön yargı oluşturmak ve daveti dinlemelerine engel olmak için böylesi örgüt isimleriyle işlem yapıyorlar… Ancak nafile… Onlar engel olmak istedikçe daha fazla insanın dikkatini çekiyor, milyon dolarlar harcanarak yapılması mümkün olacak büyüklükte reklam yapmış oluyorlar.

Evet, Bra-i Aziz,

Bu kısa ve çelişkili sohbetten sonra nezaret katına indim. İkinci bir şoku da orada yaşadım. Mustafa Hoca’yı da aynı soruşturmadan dolayı göz altına almışlar. Şimdi düşünüyorsun tabi ne alaka? Beraber bir yemeğe iştirak etmişiz. Bu, bizim öncelikle aynı örgütten olduğumuza, ikinci olarak da örgütün faaliyetleri doğrultusunda birlikte hareket ettiğimize işaretmiş. Buradan bir ders çıkarmalısın bence. Hangi lokantada yemek yediğine, hangi iftar programında kiminle aynı masaya oturduğuna dikkat etmelisin! Neme lazım, karnımı doyurayım derken örgüt üyesi oluverirsin. Mustafa Hoca’mla selamlaşıp, sarıldık. Biraz hasbihal ettik… Bir gün sonra (Salı) bir iftarda aynı yere davetliymişiz. Allah (ac) yardım etmiş de gerçekleşmemiş. Bir yemek üzerine bu kadar komplo kuranlar, iki yemekte bir araya gelme suçuna(!) neler bina ederdi, düşünmek dahi istemiyorum.

Tabi, biz uğramayalı TEM nezaretleri çok değişmiş. Kırk kişiyle sığamadığımız nezaretlere 140 kişi sığdırmışlar. İki kişilik odalarda beş kişi kalıyor. Odada kullanabileceğin tek alan, yatağın. Onun dışında bir santim boş yer bulamazsın desem abartmış olmam. Kaderin cilvesi işte! TEM’in yeni misafirleri, eski sahipleri; 140 kişinin 130’u onlar diyebilirim. Subhanallah! Düne kadar kendilerini devletin sahibi görüp, insanları vicdanlarında yargılayıp, o nezaretlere atmaya hak sahibi görenler; şimdi o nezaretlerde suçlu olarak bulunuyorlar.

Hep öyle olmamış mıdır? Allah (cc) güç ve iktidarla bir topluluğu imtihan eder. Tevazu ve adalet ahlakıyla imtihana karşılık verenler yeryüzünün varisi olur, gönüllerde onlar için sevgi oluşur, kapılar ardı sıra önlerinde açılır. Kibir ve zulümle bu imtahana karşılık verenlerse ahiretten önce dünyada zillet ve alçaklık damgası yerler. Bir başka zalim onlara musallat olur. Ahını aldıkları mazlum sayısınca inlemeye mahkum olurlar. Çağrılarına icabet eden bir kalp de bulamazlar.

Pazartesi ve Salı gününü Vatan’da geçirdik. Çarşamba sabahı sahur vaktinde Sakarya TEM şubenin bizi almaya geldiği söylendi ve yola koyulduk. Sabah namazını Sakarya’da kıldık. Çevik kuvvet binasının spor salonunu geçici nezaretlere çevirmişler. Allah’a hamd olsun geniş, havadar ve sadece Mustafa Hoca’mla kaldığımız bir alana yerleştik. İstanbul’dan sonra Sakarya nezareti kamp gibi geldi gözümüze.

Nezaretler, çevik kuvvetin alan kapatmak için kullandığı demirden çitlerle oluşturulmuş. Yan tarafta kalanları görmek, konuşmak mümkün. Orada da FETÖ’den gelenler kalıyor. Kaldığımız bir hafta içinde ikisi polis, bir asker, bir öğretmen ve bir iş adamı getirdiler.

Gelenlerin tamamı FETÖ’ye lanet okuyor, bir alakalarının olmadığını söylüyorlardı. Zahiren bizde de bu yönde bir kanaat oluştu. Nezarette kaldığımız süre zarfında yaşadığımız bir olayı anlatayım müsadenle. ‘Aldatıcı sizi Allah’la aldatmasın’ ayetinin vuku bulmuş hali diyeyim olaya.

Son gün bir adam getirdiler. ODTÜ mezunu bir iş adamı. Ben ifade için TEM’e götürüldüğümde bu şahısla karşılaştım. Polislere F. Gülen’i savunuyor, Cemaat’i övüyordu. Dayak yemekten son anda kurtuldu. Biraz daha konuşsa ekip amiri bunu dövecek. Sözlü olarak bir kamyon hakaret etti zaten. Batıl bir davaya inanmış olsa da; böyle zorlu bir zamanda davasını, cemaatini, liderini savunuyor olmasını takdir ettim. Takdirim savunduklarına değil, cesaretineydi.

Sonra nezarete götürdüler şahsı. Ben ifade işlemini tamamlayınca nezarete indim aynı adam yan nezarette önünde Kur’an, yeni getirilmiş ve aşırı tükenmiş, çaresiz görünen bir FETÖ’cüyü motive etmeye çalışıyor.

Bakara suresi 218. ayeti okuyor. Kur’an okuması çok kötü. Latince okur gibi okuyor. Ayetin sonunda ‘İşte bunlar Allah’ın rahmetini umarlar, Allah El-Gafur ve Er-Rahim’dir’ bölümünü okuyor. ‘Bak’ diyor ‘Ayetin rakamı 218, ebced hesabıyla ayette 2018 ediyor. Yani 2018’de Allah bize rahmet edecek’ dinleyen boş gözlerle bakıyor. O kadar çaresiz ve ümitsiz ki bu kehanet onu etkilemiyor. Bizimki istenilen etkiyi oluşturamadığını anlayınca işi Hendek Savaşına bağlıyor; ‘Her taraftan kuşatıldık, ama zafer yakın’ diyor. Yine olmuyor. ‘Ahir zamanda tüm yeryüzüne hidayet edilecek ve yeryüzü adaletle dolacak’ diyor. Acaba nereye bağlayacak diyorum. Merakla dinliyorum. ‘Allah (cc) bize (cemaati kast ediyor) erken hidayet etti, ama biz hidayetin kıymetini bilmedik, gerektiği gibi çalışmadık, şefkat tokadıyla kendimize gelmemizi sağladı’ diyor. Karşıdakinde tık yok. Adam, hamlesinin işe yaramadığını görünce onu bırakıp askere yöneliyor. Nafile… Asker dinlemiyor bile. Sözün özü; yanlış okuduğu, okumayı bilmediği bir ayete batınî yorum yapıyor. Çevresindekileri Allah’la (cc) aldatmaya çalışıyor. Allah (cc) hidayetten sonra kalplerimizi eğriltmesin. Nezaret bu, meselesi bitmez. Ama ben bu kadarla iktifa edeyim.

9. gün polis ifadesine çıkıyoruz. Her zamanki gibi IŞİD ile ilgili somut veri oluşturacak tek bir soru dahi yok. Sorgulama anket niteliğinde. Demokrasi küfür mü? Oy verenler müşrik mi? Okula gidenler putperest mi? Parlamenterler tağut mu? Bu minvalde hepsi birbirinin tekrarı onlarca soru. Yani akidemizden dolayı yargılanıyoruz. Düşünce özgürlüğü, inanç hürriyeti, ifade hakkı vb. helvadan put yenmiş olmasın diye de; örgütle ilişkilendiriliyoruz. Mustafa Hoca’ya bunları dahi sormuyorlar. Üç soru soruyorlar. İkisi başkalarının yaptığı ve günlük hayata dair telefon konuşmaları. Niye sorduklarını onlar da izah edemedi, biz de henüz anlamış değiliz. Üçüncü soru da şu: Sakarya’da verilen yemeğe katıldın mı?

Düşün, bizi İstanbul’dan takip ediyorlar. Saniye saniye fotoğraflıyorlar. Evin kapısından girene dek her şeyi kayıt altına alıyorlar. Fakat yemeğin verildiği ortamı dinlemiyorlar.

Aslında dinliyorlar. Ancak yapılan konuşmalar işlerine gelmediği için dosyaya koymuyorlar. Koysalar dosya asıldan çökecek.

Mustafa Hoca’mla senin için beyin jimnastiği yaptık. Orada üç konuda konuşma yapıldı. İlki: Tevhid davetinde nelere dikkat edilmesi ve bireysel davette sabrın, uzun görüşlülüğün ve ahlakın önemine dair konuşuldu.

İkinci olarak: Orta Doğu’da aslında bir istihbaratlar savaşı yapıldığı, duygusal yaklaşımların bu bataklığı iyice içinden çıkılmaz hale getirdiği, savaşan grupların uzun vadede İslam’a ve Tevhid davetine zarar verdiği konuşuldu.

Son olarak da muayyen bir şahıs hakkında bazı iddialara kulak asılmaması gerektiği, kafasında şüphe olanın şahsı ziyaret edip onunla konuşması gerektiği, İslam ahlakının bunu gerektirdiği üzerinde duruldu.

Sen de tahmin edersin ki polis böylesi bir içeriği dosyaya koymaz, koysa bindiği dalı kesmiş olur.

Avukatlar dosyadan o kadar emin ki; ifade sonrası serbest kalacağımızı, en geç savcılıktan serbest bırakılacağımızı söylüyorlar. Bizim hiç ümidimiz yok. Nerede olduğumuzu çok iyi biliyoruz. Misafirperver Sakarya…

Perşembe günü savcıya çıkıyoruz. IŞİD’e üye olmak, propaganda yapmak, Atatürk’e hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret, Devlet memuruna görevinden dolayı hakaret; beş ayrı suç isnat ediliyor.

Cevaplıyoruz hepsini Allah’ın yardımıyla. Avukat hazırlıklı gelmiş, Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesinin istihbarattan istediği bir yazıyı sunuyor savcıya. Yazıya göre biz IŞİD değiliz. İki ay önce Ankara mahkemesinin bizim IŞİD olduğumuz yönünde somut bir delil olmadığı için kovuşturmaya yer olmadığı kararını da sunuyor. İstanbul da bizim dosyanın IŞİD dosyasından tefrik edildiğini belirtiyor. Eksik olmasınlar IŞİDlılar o kadar hakaret etmiş ki, hakim dosyayı ayırma ihtiyacı hissetmiş. Savcı dinledi, söylenenleri yazdı. Hiçbir somut delil olmamasına rağmen tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti.

Mahkemeye çıktık. Bayan bir hakime var. Mustafa Hoca’ya ayağımla dokundum. ‘Kadın niyeti bozmuş, bizi tutuklayacak’ dedim. O da beni tasdikledi.

Sorgulama-savunma başladı. Avukatlar şok halinde mahkemenin seyrini izliyor. Hakime hanım şahsi kanaatlerini bir-bir sıralıyor. Hiçbirinin dosyayla ya da hukukla ilgisi yok. Hukuk okumuş birinin söyleyeceği sözlere de benzemiyor. Yaşlı amca ve teyzelerin haber programları sonrası yaptıkları ilginç siyasi yorumlara benziyor.

Bana diyor ki: ‘Anayasal düzeni beğeniyor musun?’ ‘Hayır’ diyorum. ‘Allah’ın şeriatına göre yönetilmeyen bir düzeni beğenmem mümkün değil.’ Beni ülkeden kovuyor. ‘Dünya geniş, git başka yerde yaşa’ diyor. Salondan kovsa anlayacağım da, ülkeden kovuyor.

‘Niçin insanlara anlatıyorsun?’ diyor. ‘Doğru bildiklerini anlatmak İslamî bir yükümlülüktür’ diyorum. ‘Sen yanlış anlatmanın vebalini biliyor musun?’ minvalinde sorular soruyor. ‘Bunlar buranın konusu değil, Diyaneti, ilahiyatı ilgilendiren konular’ diyorum olmuyor… ‘Sen Sakarya’dan ne kadar insanın IŞİD’e katıldığını biliyor musun?’ diyor. ‘İyi de dosyadaki belgelere baktıysanız ben de bu örgütün mağduruyum’ diyorum.

Hakime hanım anlamıyor. Kedi yavrusunu yemeye niyet etti mi; ‘bu hiç bize benzemiyor’ dermiş. Biraz sonra ‘bu daha çok farelere benziyor’ der, sonra da ‘evet canım tıpatıp fare’ dermiş ve yavrusunu yermiş. Hakime hanım bizi yemeyi kafasına koymuş. Önündeki belgelere dahi bakmıyor. Bakın deyince de kızıyor. ‘Tabi ki dosyayı okudum’ diyor.

Sonra Mustafa Hoca’ya sorular soruyor. ‘Niye yemeğe katıldın?’ diyor. Abi de yemeği veren şahısla cezaevinde 11 ay beraber kaldığını, aralarında bir samimiyet oluştuğunu ve buna binaen yemek davetine icabet ettiğini izah ediyor. Hakime hanım memnun olmuyor. ‘Ben olsam katılmazdım’ diyor. ‘11 ay cezaevinde yatacaksın, başına onca iş gelecek, çıktıktan sonra aynı adamlarla görüşeceksin’ minvalinde şaşkınlık ifade eden bir tonlamayla itirazlar ediyor. Mustafa Hoca usulünce aynı düşünmek zorunda olmadıklarını anlatıyor ama nafile… Ve final cümlesi geliyor: ‘Ben Kararımı Açıklıyorum, Beğenmeyen itiraz Etsin!’

Şaka gibi ama gerçek. Bizi tutukluyor. Daha sonra öğreniyoruz ki abla meşhur. Asker dahi içerden mahkemeye adam getirirken diyormuş ki: ‘Dua et, hakime hanım olmasın. O varsa kesin tutukluluğun devam eder.’

Kardeşim,

Salondan çıkıyoruz. Polisler şaşırmış gibi yapıyorlar, belki de gerçekten şaşırıyorlar, bilemiyorum. Mahkeme önünde bekleyen abilerle vedalaşıyoruz. Abiler üzgün ve şaşırmış vaziyette. 2016-2017 sezonunda üç defa göz altına alındım. İlkinde beş saat, ikincide bir hafta, üçüncüde iki saat sonra serbest kaldım. Bununda öyle olacağını ümit ediyorlar. Dosyada o kadar belge varken IŞİD gerekçesiyle tutuklama olamaz diye düşünüyorlar. Allah’ın (cc) dediği oluyor ve Sakarya L Tipi cezaevinin yolunu tutuyoruz.

Mustafa Hoca bu cezaevinde daha önce yatmış. Ev sahibi o, ben soruyorum o bilgi veriyor. Cezaevinde aynı dosya kapsamında sekiz tutuklu Müslüman var. Hesapta onların odasına gideceğiz. Bize oda hazırlamış olacaklar. Karşılıklı bir semaver çay içeceğiz. Namazlar haricinde bir gün boyunca uyuyacak, sıcak suyla bir güzel paklanacağız.

On gündür çay içmiyoruz, banyo imkanı çok kısıtlı ve betona sarılı sevdiğimiz battaniye üzerinde uyumaya çalışmışız. O kadar sert ki yanlarımız yara olmuş gibi acıyor.

Cezaevine vardık. Bizi geçici koğuşa aldılar. Sonunda arkadaşlarımızın yanına geçeceğiz. Ramazan ayında geçici koğuşa gerek yok diyoruz. Dinlemiyorlar. ‘Talimat böyle’ diyorlar. Koğuşa giriyoruz. Geçici koğuşlar kirli olur ve çok kötü kokar. Bu da öyle. Herkes sabah çıkacağını düşündüğünden kimse dikkat etmez. Şu yastık temize benziyor, şu nevresim sanki kullanılmamış, bu yatağı abdestli namazlı bir FETÖ’cü kullanmıştır diyerek teselli arıyoruz. Ama nafile. Sonunda göz-göze gelip gülüyoruz. Kir ve koku hüsnüzanla kapanacak gibi değil.

İmkan dahilinde havlularla yatakları örtüp uyumaya çalışıyoruz. Ertesi gün öğlen sonrası bizi odaya almak için geliyorlar.  11. gün o kadar yorgunuz ki… Cezaevinin ortasına gelince bizi ayırıyorlar. Mustafa Abi’yi cezaevinde bulunan sekiz Müslümanın yanına. Beniyse psikopatların hücre cezası çektiği tekli odalara götürüyorlar. ‘Niye’ diye soruyoruz, gardiyan bilmiyor. ‘İdareye sorun’ diyor. Baş gardiyan geliyor. Durumu soruyorum. ‘Bilmiyorum’ diyor. Ağırlaştırılmış müebbet ceza alanlar gibi şartlar söyleniyor. Kapın hep kapalı kalacak. Günde bir saat açılacak. Kimseyle temasın olmayacak. ‘Niye?’ diyorum. ‘Bilmiyoruz talimat böyle’ diyorlar. Avukat beye yaptıkları açıklamaya göre ben örgüt lideriymişim, bu sebeple ayrı kalmam gerekiyormuş. ‘İyi de dosyada örgüt üyesi gözüküyorum, siz dosyaya göre mi, basına göre mi hareket ediyorsunuz?’ diyorum. ‘Talimat böyle’ diyorlar.

Kıymetli yol arkadaşım,

Bir odaya giriyorum. Odada hiçbir şey yok. Sadece bir yatak var. Bir insanın o yatakta uyuması için gözlerinin kör, burnunun koku almıyor olması lazım. Yastık yok, battaniye yok, nevresim yok. Soruyorum. Paranla alacaksın biz vermiyoruz diyorlar. İyi, getirin alayım diyorum. Kantin günü geçti ama yine de yaz bakarız diyorlar.

Yan odada cinayet mahkumu Ağrılı bir abi var. Sağolsun bana nevresim ve ekmek veriyor. Daha doğrusu istihkakını bölüşüyor benimle. Nevresimler sigara kokuyor. Ama hamd ediyorum sigara kokusuna. Çünkü yatağın kokusunu bastırıyor.

O kadar yorgunum ki iftarı açıyorum. Seferi olduğumdan akşam ve yatsıyı beraber kılıp uyuyorum. Üç saat uyumadan kapı açılıyor. ‘Hazırlık yap sevkin var’ diyorlar. Sabah 5’te alacağız. İstanbul’a gidiyorsun diyorlar.

Yatağımda oturuyorum. Kendime, odaya, sessizliğe, yalnızlığıma bakıyorum. Düşünmeden ağzımdan şu cümleler dökülüyor: ‘Allah’ım! Kendimi Sana Emanet Ediyorum. Sen Emanetleri Zayi Etmezsin’

Uyumaya çalışıyorum. Ama nafile. O arada 15 dakika dalmışım. Rüyamda Hanzala’ya sarılıyorum, onu öpüyorum. O da gülücükler saçıp oynuyor. Kendine özgü baba deyişiyle beni çağırıyor. Sahur yemeği dağıtıyorlar. 11. günün en güzel anlarından birini bölüyorlar. ‘Hiçbir faydaları yok, zarar vermeseler bari’ diyorum. Hazırlanıyorum namazdan sonra beni alıyorlar. Tek gideceğimi sanıyorum. Evrakları imzalarken Mustafa Hoca’nın ismini görüyorum. Meğer onu da sevk etmişler. Ring aracında yan-yana geliyoruz. Hiç uyumamış abi, çok yorgun görünüyor. Beni merak etmiş ve mesai başlayınca yapacaklarını hesaplamış.

‘Çay içebildin mi diyorum?’ mahcup bir gülümsemeyle ‘Evet’ diyor. Suçuna hafifletici sebep olsun diye de ‘Çay, seylan değildi. Tadı hiç güzel değildi. İkinci bir defa demlemek istediler, istemedim’ diyor. Özrü kabahatinden büyük. Bir semaver çay içmiş, ikinciyi içmediğiyle özür beyan ediyor. ‘Nasıl boğazından geçti Şeyh?’ diyorum, gülümsüyor ama cevap yok.

Sohbet ediyoruz. Uyumasını teklif ediyorum kabul etmiyor. ‘Bizi başka cezaevlerine götürebilirler’ diyor.

Silivri kampüsüne geliyoruz. Açık cezaevi önünde duruyoruz. Anlam veremiyoruz. Asker bilgi de vermiyor. Sonra 1 no’lu L tipinin önünde duruyoruz. Orada asker yol soruyor. ‘Bu yol 9 no’luya çıkar mı?’ diyor. Adresimiz belli oluyor. Benim son yattığım ve tahliye olduğum cezaevi.

Cezaevine varıyoruz. Allah (cc) 12. günü kolaylaştırıyor. Rahat bir şekilde odamıza geliyoruz. Her şey o kadar rahat ve kolay gelişiyor ki inanamıyoruz.

Zorlukla beraber kolaylık vaadi gerçekleşiyor. Zahmet, rahmete inkılap ediyor. Allah’ın (cc) yardım ve lütfunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Nasıl şükredeceğimizi bilemiyoruz. Ve belirlenen vakte kadar misafiri olacağımız diriler kabrinin bize ayrılan bölümüne yerleşiyoruz.

Gözaltına alınışımız, nezarette gördüklerimiz, savcılık ve mahkeme aşaması ve her aşamada yaşadıklarımız bize bir şey hatırlatıyor: Bekri Mustafa’yı.

Bekri Mustafa din eğitimi almış, daha sonra yoldan sapmış ve yılın on bir ayı içen bir ayyaştır. Ramazan ayı geldi mi içmeyi bırakır, Ramazan’ın bitmesini beklermiş.

Ramazan günü bir cenaze getirmişler musallaya. Namaz kıldıracak kimse yok. Bakmışlar Bekri Mustafa dolanıyor oralarda. Cenaze yerde kalacak. Mevtanın yakınlarından biri Bekri’ye gelmiş. Belli bir ücret karşılığında namazı kılmasını istemiş. Bekri Mustafa şaşırmış ama alacağı şarap parasını hayal edip keyifle kabul etmiş. Namazı kıldırmış. Namaz bittikten sonra eğilip tabuta bir şeyler söylemiş.  Parayı verecekken cenaze sahibi ölüye ne söylediğini sormuş. Bekri Mustafa cevap vermiş. ‘Ruhlar alemine gidince; sana dünyanın ve insanların ahvalinden soracaklar. Bekri Mustafa imam olmuş, onlar dünyanın ne hale geldiğini anlarlar’ dedim, demiş.

Kıymetli Dava Arkadaşım,

Sen merak edip sordun ben de anlattım. Bir imtihan süreci daha böylece başlamış oldu. Biliyorum üzülüyorsun. ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir.’ İlahî tesellisini hiç unutma. Yanında Allah (cc) olanın karşısında kimin olduğunun önemi yoktur. Her şey O’nun (cc) azameti karşısında küçük, kibriyası karşısında zelil, zenginliği karşısında fakir, kahrı karşısında boyun eğip el pençe durmuştur. Böyle El-Aliyy ve El-Celil olan bir varlığa sırtını dayayan, O’nu vekil edinen, O’nun kefaletinde dava yükünü omuzlayan, O’nun yardımıyla yola revan olan ve O’nun rahmetiyle menzile varmayı ümit edenler yolda kalmaz; engellere takılmazlar.

Davete başladığımız 9 yıllık süre zarfında cezaevi imtihanıyla neticelenen beşinci imtihanımız bu. Allah’a (cc) hamd olsun. Bana sorarsan sevinmeli ve yürekten bir sürurla Allah’a teşekkür etmelisin. Her bir imtihan bizleri biraz daha olgunlaştırdı, imanımızı arttırdı, çürüklerin dökülmesini sağladı, bizleri kenetledi… Her bir imtihan yeni bir hizmet kapısının açılmasına ve Allah’ın dinine daha fazla yardım etmemize vesile oldu. Her bir imtihan Tevhid ve Sünnet davetinin daha fazla yayılmasına, ülke sınırlarını aşıp farklı coğrafya ve dillere ulaşmamıza olanak sundu. Unutma ki; imtihan, insanı dininden aşırıyor, öncesine göre hizmette geri bırakıyorsa, dininde fitneye uğramışsın demektir. İmtihan; imanını perçinleyip seni hizmette ileri taşıyor, yeni ve farklı alanları önünde açıyorsa ilahi bir el; seni terbiye edip hazırlıyor demektir. Sana bir rol verilmiş, dine hizmetin bir ucu eline tutuşturulmuştur. Allah’a (cc) çokça hamd edip, bu büyük nimetleri karşısında minnet duymalısın.

Müslüman akıllıdır. Şuurlu ve bilinçlidir. Yaşamış olduğu olaylardan yaşaması muhtemel olanlara dair iz sürmeli, yolunu açık hale getiren işaretler ve yolunu aydınlatan kandiller edinmelidir. Kur’an’ın övdüğü basiret; sünnetin övdüğü feraset tam da budur.

Aziz Dostum,

Bir isteğim olup olmadığını soruyorsun. Öncelikle kendine iyi bakmanı ve İslam davası için elinden gelenin en iyisini ortaya koymanı istiyorum senden. Kendim içinse özel bir isteğim olacak. Benim hayallerimi süsleyen bir proje var. Üç aşamalı, uzun soluklu bir proje bu.

– Kur’an meali

– Açıklamalı Kur’an meali

– Kur’an tefsiri

Birinci aşamanın tüm ön hazırlıkları bitmiş durumda. Sadece oturup yazması kaldı. Bu süreçte dinin asılları olan Allah’a ibadet, şirkten teberri, tağutlar ve tağutlara kulluk yapanlardan beraat ayetlerini öne çıkaran, anlaşılır, sade, tevhidi gizlemek için yapılan anlam ve lafız tahriflerini belirten tevhid mealini yazmaya başlamayı düşünüyorum. Senden bu konuda çokça dua etmeni istiyorum. Özellikle Ramazan’ın son on gününde çokça dua bekliyorum.

Seni muhabbetle kucaklıyor, emanetleri zayi etmeyen Allah’a (cc) emanet ediyorum.

Selam ve dua ile kardeşin Halis Bayancuk (Ebu Hanzala)

Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi Silivri/İstanbul

Not: Hoca’mız Kur’an Mealine başlamış olup iki ay gibi bir sürede onu bitirmeyi hedeflemektedir. Kendisine Allah’tan kolaylık, yardım ve başarı diliyoruz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver