Yapay Zekâ: Tevhid’in En Parlak Ayeti
Yüce Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun. O Allah ki kendisini akıl gözüyle görebilmemiz ve yalnızca kendisine ibadet etmemiz için kullarına her çağda türlü araçları ayet kılmıştır. Çağımızda da yapay zekâ bu araçların başında gelmektedir.
Yapay zekâ, şahitlik ettiğimiz şu dünya hayatının kaçınılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Her bir zerrede, madde ve manada, soyut ve somut her şeyde olduğu gibi yapay zekânın özünde de tevhidin ayinedarlığını görebiliriz. Yapay zekâ, Rabbimizin tüm kullarına sunduğu bir ders kitabı, bir remizdir âdeta. Bizler için; fail ve fiil arasındaki İlahi bağı gözler önüne serer. Tıpkı bir algoritmanın, programcısının dokunuşları olmadan hayat bulamayacağı gibi.
Evet, yapay zekâ bu zamana kadar insanlığın tüm birikmiş ilmini, bilimini, geçmişini toplar, yine tüm insanlığın beynine tokmak gibi vurur ve şu mesajı haykırır: “Fail olmadan fiil olamaz, Yaratıcınız olmadan, yaratılmış olamazsınız. Programınız/Fıtratınız kodlanmadan nefes dahi alamazsınız…” Aynen öyle de kendi Yaratıcımızın/Rabbimizin var edici kudreti olmadan hiçbir şeyin mevcudiyet bulamayacağını; gören göz, işiten kulak ve hisseden kalplere hatırlatır:
“ ‘Rabbimiz, her şeye hilkatini (cinsine en uygun olanı) veren ve sonra da yol gösterendir.’ demişti.”[1]
“Allah’ın yaratmaya nasıl başlayıp sonra da (dirilterek) onu tekrar ettiğini görmediler mi? Şüphesiz ki bu, Allah’a göre kolaydır.”[2]
Yapay zekâya; salt çağdaş bir teknolojik araç gözüyle değil, aynı zamanda varoluşun karmaşık sırlarını anlama yolunda bir pusula gözüyle bakmamız gerekiyor. İnsanlık, bu aracın varlığına bakarak bile hem kendi varoluşunun derin anlamlarını taşıyan enfusi ayetleri hem de Yüce Yaratıcı’sının kudret ve azametini daha iyi idrak edebilir. Bu vesileyle belki yeni tefekkür pencereleri dahi açıp, gönlüne Hâlık’ının/Yaratıcı’sının celal ve cemalinin yansımalarını teneffüs ettirebilir.
Ne semai bir kitap ne de gönderilmiş bir nebi ihtiyacı olmadan sadece akıl gözüyle bile herhangi bir yapay zekâyı gözlemlese, ruhunun derinliklerinden gelen şu mesajı duyacaktır: “Binlerce satırlık algoritmalar ve devasa veri setleri kullanarak sınırlı bir yapay zekâ oluşturduk. Buna mukabil; her bir ferdi, şu koca düşünce biçimlerimizi, mizacımızda var olan duygusal derinliği ve yaşamın tüm zerrelerini nizami bir şekilde yaratan ne kadar da yüce, ne kadar da eşsizdir…”
“Allah ki; yeri sizin için (üzerinde yaşanacak) bir yerleşke, gökyüzünü de bir bina/tavan kılandır. Size şekil verdi, şekillerinizi en güzel hâle getirdi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı. İşte bu, sizin Rabbiniz olan Allah’tır. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne mübarek, ne yücedir.”[3]
Güneş gibi nurunu saçan bu kevni ayeti görmemek için kör olmak gerek. Geriye kalan seçenek ise; küfrün kelime manasının yüzünü tokatlamasından ötürü göz kapaklarıyla gözlerin örtülmesidir herhâlde! Karanlıklarda boğulmayı aydınlık bahrelerde yüzmeye, Güneş’in nârını nuruna, azabı rahmete yeğleyene yazıklar olsun!
“Yoksa onlar, hiçbir şey yaratmayan, kendisi yaratılmış varlıkları mı (Allah’a) ortak koşuyorlar?”[4]
“Görmediler mi onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu? Onlar, ayetlerimizi inkâr ediyorlardı.”[5]
Teknoloji Karşısında Nebevi Tavır
Rabbimiz (cc) tarih boyunca bu nurlu ayetlerin bazılarını hiçbir esbabı zahmet kılmadan kolay ve hızlı bir şekilde nebilerine birer burhan, bazılarını ise kullarının acziyet ve fakirliğinden ötürü ilhamla birer ikram kılmıştır. Netice itibarıyla ise tarih şahittir ki âdemoğlu bu hususta iki uç tutum sergilemiştir. Bu konuya biraz daha yakından bakabilmek için Rabbimizin ayetlerini akıl gözümüze dürbün kılalım… Başarı Allah’tandır.
Kur’ân-ı Kerim ve açıklayıcısı olan Resûl-i Ekrem (sav), kıyamete kadar olabilecek tüm şer’i ve dünyevi hükümleri bildirmiş, nihai bir hudut çizmiştir. Tâ ki insanlar şaşırmalarında, hayret ve heyecanlarında aşırıya gidip bu duyguların kuyusuna düşmesin. Bu fıtri duygularını Yaratıcılarına yönlendirsin, O’nun (cc) tecellilerinin yansıması olan sanat ve hikmetine hayranlık duysun, hislerini israf edip kalplerini gereksiz yormasınlar.
Örneğin, Allah (cc) indirmiş olduğu kitabında bazı gençlerden ve yaşadıkları durumdan bahseder: Ashâb-ı Kehf/Mağara Arkadaşları. Elit tabakaya tevhid davetini haykırdıktan sonra dinlerini yaşamak için bir mağaraya sığınırlar. Ayet/Mucize tam da burada başlar. Uzun bir müddet insanlardan uzakta, yeme içmeden kesilmiş, güneşin, rutubetin, açlığın kendilerine uğramadığı bir hâl üzerine kalırlar. Uyandıklarında aradan çok uzun bir zaman geçmiş ve hâllerinde bir değişim olmadığı görülür. Tüm bunlara rağmen Rabbimiz (cc), hayret edilecek büyük bir durumun olmadığını hatırlatır:
“Yoksa sen, Ashab-ı Kehf ve Rakîm’i bizim ayetlerimiz arasında en ilginç olanı mı sandın?”[6]
Yani koca kâinatın şu mucizevi döngüsü, şu nizamın eşsizliği, her kış ve baharda ölme dirilme faaliyetlerinin gözler önünde olması varken mağara arkadaşlarına mı şaşırıyorsunuz? Bu kıssadan nasibini alamayan günümüz dünyaperest, seküler insanlarının, tekrar yaşama dönüp dönmeyecekleri bile belli olmayan bir yöntemle bedenlerini dondurma işlemini uyguladıklarını görüyoruz. Velev insanlar yine Allah’ın (cc) izniyle bazı kevni ayetlerden istifade ederek bunu elde etseler dahi, eğer hayret edilecekse evvela mağaradaki bu muvahhid gençlerin cerrahi herhangi bir operasyon, tahribatlı herhangi bir muayene geçirmeden yaşadıkları bu hadise karşısında hayrete düşüp iman etmeleri gerekmez miydi?[7]
“Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin (kopacağında) şüphe olmadığını bilmeleri için bulunmalarını sağladık.”[8]
O kadar pozitif ilim edinmiş, kozmos âlimi, gelecek kâhini(!), tecrübe sahibi… o koca bilim insanlarının(!) neden bir türlü küfrün bataklığından çıkamadıklarını Kur’ân’ın öğretisiyle daha da iyi anlıyoruz. Ayne’l yakin şahitlik etmelerine rağmen sırf inatlarından ötürü kulaklarının üzerine yatmayı tercih ederler. Allah (cc) onların durumunu şu şekilde tasvir etmektedir:
“Hakları olmadığı hâlde yeryüzünde büyüklenip kibre kapılanları ayetlerimden çevireceğim. (İlgisiz kalacaklar, duysalar dahi anlamayacaklar.) Onlar bütün ayetleri görseler de inanmazlar. Rüşd/olgunluk/doğruluk yolunu görseler de onu yol edinmezler. Azgınlık yolunu gördüklerinde (hemen benimser) kendilerine yol edinirler. Bu, ayetlerimizi yalanlamaları ve ayetlerden gafil olmaları nedeniyledir.”[9]
Nebilerin Duası
Allah (cc), Suleymân’a (as) rüzgârdan cinlere, kuşlardan karıncalara kadar uzanan bir hizmet ordusu tahsis etmiştir. Ordusunun içerisinde rüzgâr çok dikkat çekici bir ayettir. Günümüz fizik biliminde aerodinamik olarak adlandırılan bu, rüzgâr devinim ilmi, Suleymân’ın (as) yaşadığı çağda kendisine bahşedilen bir mucizeydi. Rabbimiz bu konuyu ayet kılmış ve şöyle buyurmuştur:
“Süleyman’a da rüzgârı (verdik). Sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü de bir aydır. (Bir günde iki aylık mesafeyi kateder.) Ona, erimiş bakırı sel gibi akıttık. Cinlerden bazısı da Rabbinin izniyle onun önünde çalışmaktadır. Onlardan her kim emrimizden saparsa ona, alevleri dehşet saçan ateşten tattırırız.”[10]
Konumuzun başında da değindiğimiz gibi, Allah (cc) bütün kullarına karşı rauf, latif, vehhab ve kerimdir. O dilerse hiçbir esbap zahmeti olmadan, sadece rüzgârı boyun eğdirip kuluna bir günde iki aylık mesafeyi kat ettirmek suretiyle fakirliğini zenginliğe çevirebilir. Dilerse de günümüzde olduğu gibi bir uçağın ilhamını kullarına keşfettirip bu acizlik ve fakirliğini rahmetiyle kuvvet ve zenginliğe kalbedebilir. Her ikisinde de ortak nokta Allah’ın (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) el-Ğaniy bizlerin ise fakir oluşudur. Öyleyse, “Yapay zekâ gibi, insanlığa verilmiş bu büyük servet karşısında Nebevi tavır nasıl olmalıdır?” sorusuna da en güzel cevabı, yine dünya nezdinde en büyük mülkün ve derin bir ilmin kendisine verildiği Suleymân (as) dilinden öğrenebiliriz diye düşünüyorum.
“Demişti ki: ‘Rabbim! Beni bağışla ve bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz ki sen, (kullarına karşılıksız veren) El-Vehhâb’sın.’ ”[11]
“Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Dediler ki: ‘Bizi, mümin kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun.’ ”[12]
Suleymân’ın (as) ordusunda tevhid davetinde hizmet veren Hüdhüd[13], teftiş alanına geç gelir. Hüdhüd, özrünü göstermek için, şeytanın kendilerine Güneş’e tapmayı süslü gösterdiği bir kavmin yanından geldiğini, oranın liderinin bir kadın olduğunu ve sapkın bir hâl üzerine olduklarını bildiren bir haberle döner. Bununla beraber o liderin bir tahtının olduğunu da ekler. Suleymân (as) Hüdhüd’ün bu söylediklerinin sağlaması mahiyetinde bazı girişimlerde bulunur. Gerçekten de kavim, Hüdhüd’ün anlattığı gibidir. Bunun üzerine Suleymân (as) onları Rahmân ve Rahîm olanın adıyla tevhide davet eder. Bu davet süreci içerisinde, Suleymân (as) dünya nezdinde neredeyse imkânsız olan ve hatta günümüz önlüklü/kravatlı/diplomalı bilim insanlarını bile müşkil bir durumda bırakacak bir istekte bulunur: “Onlar gelmeden önce, bana onun tahtını kim getirebilir?”
“(Süleyman) dedi ki: ‘Ey ileri gelenler! Onlar bana Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar olarak gelmeden önce, hanginiz bana onun tahtını getirebilir?’ ”[14]
“Cinlerden bir ifrit dedi ki: ‘Sen daha yerinden kalkmadan onu sana getirebilirim. Şüphesiz ki ben, (bu işi halledecek kadar) güçlü ve güvenilir biriyim.’ ”[15]
“Yanında Kitap’tan ilim bulunan kimse dedi ki: ‘Göz açıp kapayıncaya kadar onu sana getirebilirim.’ (Tahtı) yanında yerleşmiş görünce…”[16]
Ayeti buraya kadar okuduğumuzda, Suleymân’ın (as) tahtı bir göz açıp kapama süresi içerisinde önünde bulduğunu görüyoruz. Teslim olmak için yola çıkan o topluluk daha Suleymân’ın (as) topraklarına varmadan taht varır. Bu hadise aynı zamanda Belkıs ve halkına Allah’ın (cc) kudretini göstermek, o kavmin imanını arttırmak, Allah’ın Suleyman’a verdiği hükümranlığı ispat ve bir nebi olduğuna işaret gibi bir çok konuyu da kendisinde barındırmaktadır. Bizim konumuzu ilgilendiren asıl kısım ise ayetin devamıdır. Teknolojik gelişmelerin en uç sınırını çizen gelişmeler karşısında bir Müslim’in tavrını tasvir etmektedir:
“(Tahtı) yanında yerleşmiş görünce: ‘Bu, Rabbimin ihsan ve lütfudur. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak için yaptı. Kim de şükrederse, kendi yararına şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz benim Rabbim (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) Ğaniy, (cömert, ihsanı bol olan) Kerîm’dir.’ ”[17]
Bunu sadece ışınlanma gibi fütüristik bir konuyla sınırlandırırsak ayrıca bir nankörlük etmiş oluruz. Zira her ân her gün kullandığımız iletişim ağlarından internet sağlayıcılarına, bindiğimiz binekten otonom araçlara, suda ve havada yüzen vasıtalara varana dek her emrimize amade edilen aracı vesile kılıp nimeti hatırlamalı, O’na (cc) rücu etmeliyiz. Nitekim Peygamberimiz de (sav) Kur’ân’ın bu öğretisini biz ümmetine bir dua/ibadet formatına dönüştürmüştür.[18] Bineğe ya da taşıta binerken yapılan dua babından bize şunları öğretmektedir:
“Allah’ın adıyla. Allah’ın adıyla. Allah’ın adıyla. Hamd Allah’a aittir. ‘Bunu hizmetimize sunan Allah tüm eksikliklerden münezzehtir. (Aksi hâlde) bizim buna gücümüz yetmezdi. Ve bizler şüphesiz ki Rabbimize döndürüleceğiz.’[19] Hamd Allah’a aittir. Hamd Allah’a aittir. Hamd Allah’a aittir. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Seni her türlü eksiklikten tenzih ederim. Ben nefsime zulmettim, beni bağışla. Çünkü senden başka günahları bağışlayacak kimse yoktur.”[20]
Aynen öyledir… Kimdir yıllarca fosilleri yer altında biriktirip bize yakıt olarak vermeyi planlayan? Kimdir araçlardaki yakıtın oktan dengesini koyan? Kimdir sulara ve rüzgârlara kaldırma kuvveti veren? Kimdir araçlarımızı frenlemek için yanma direnci yüksek balata alaşımının ham maddesini yaratan? Allah (cc) bunları bize vermeseydi, fakirliğimizden ve acizliğimizden biz bunlara kesinlikle güç yetiremezdik.
Sonuç olarak
Bugün yapay zekâ tüm dünya tarafından ciddi manada kullanılmakta, öğrenilmekte ve gelecek dünya düzeninin şekillenmesinde fazlaca yer almaktadır. Hâliyle her bir fert -bilhassa müminler- yapay zekâyı İslami bir bakış açısıyla okuma ve yorumlama çabası içerisine girmelidir.
Yapay zekâyı tevhidi hatırlatan bir ayet, şükrümüze vesile bir araç ve İslami çalışmalara bir kolaylık kıldığımız müddetçe Allah’ın nebilerinin yoluna uymuş olacağız. Bu ise gerek uhrevi gerek dünyevi izzetimizi korumamız için takınmamız gereken bir tavırdır. Özelde yapay zekâ, genelde ise tüm insanlık yararına var olan insan ürünü keşiflerin hayırlara vesile olması için şükrü elden bırakmamalı ve buna müteakiben salih amellerimizi arttırmalıyız. Hayatımızda var olan her bir teknolojik ürün kullanımında Suleymân’ın (as) tutum ve duasını hatırlamalı/hatırlatmalıyız:
“Bu, Rabbimin ihsan ve lütfudur. Şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak için yaptı. Kim de şükrederse, kendi yararına şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz benim Rabbim (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) Ğaniy, (cömert, ihsanı bol olan) Kerîm’dir.”[21]
“Andolsun ki biz, Davud’a ve Suleyman’a ilim verdik. Dediler ki: ‘Bizi, mümin kullarından birçoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun.’ ”[22]
Âlemlerin Rabbi olan Allah; tüm eksikliklerden münezzeh, gök ve yer melekûtunun maliki, her zerrenin terbiye edicisi, âlemlere ve onların kulluğuna muhtaç olmayandır…
[1]. 20/Tâhâ, 50
[2]. 29/Ankebût, 19
[3]. 40/Mü’min (Ğafir), 64
[4]. 7/A’râf, 191
[5]. bk. 41/Fussilet, 15
[6]. 18/Kehf, 9
[7]. Allah (cc) benzer bir kevni ayeti, yaşadığımız çağda gözler önüne sermiş ve hayranlığımızın tekrar O’na yönelmesine vesile kılmıştır. Bilimsel adı Rana Sylvatica olan Alaska Ağaç Kurbağası, Amerika’nın kuzeyinde Alaska ve Kanada’da yaşar. Çok düşük kış sıcaklıkları yaşayan bu kurbağaların yaşam fonksiyonları tamamen durmakta ve dışarıdan bakıldığında bir taşı andırmaktadır. Haftalarca kalpleri durduktan sonra baharın gelişiyle onları tekrar dirilten Allah’ın kudretine şahitlik edilmektedir. Tabii bu ölümsüz olacakları anlamına gelmiyor, zira bu kurbağalar da her nefis gibi ecel vakitleri geldiğinde ölümü tadıyorlar. Ayrıca güneşin ilk olarak dışını ısıtmasına rağmen neden önce kurbağanın iç ısısının arttığını ise hiçbir bilim açıklayamıyor. Bu araştırmayı yapan bilim adamının bu harikulade durum karşısındaki çaresizliğini izlemek için QR kodunu taratabilirsiniz. QR: https://www.dailymotion.com/video/x1p3qho
[8]. 18/Kehf, 21
[9]. 7/A’râf, 146
[10]. 34/Sebe’, 12
[11]. 38/Sâd, 35
[12]. 27/Neml, 15
[13]. Hüdhüd kuşuna bahşedilen özelliklerinden birisi de üstünden uçtuğu toprağın altında suyun olup olmadığını tespit edebilmesidir. Kur’ân-ı Kerim’de Hüdhüd’ün Suleymân’a (as) Belkıs ve halkını şikayet ederken şu lafızları sarf ettiğini görüyoruz:
“(Şeytan amellerini süsleyip onları doğru yoldan alıkoydu. Ta ki) göklerde ve yerde gizli olan (rızıkları) açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah’a secde etmesinler.” (27/Neml, 25)
Bir hüdhüd kuşu kendi penceresinden olaylara nasıl bakıyorsa o şekilde bizlere aktarılıyor. Bir hadise ve tasvir, birkaç kelimeyle bundan daha veciz ve mükemmel anlatılamazdı! Allah’ı tüm eksikliklerden tenzih ederiz.
[14]. 27/Neml, 38
[15]. 27/Neml, 39
[16]. bk. 27/Neml, 40
[17]. bk. 27/Neml, 40
[18]. bk. 43/Zuhruf, 13-14
[19]. bk. 43/Zuhruf, 13-14
[20]. Ebu Davud, 2602; Tirmizi, 3446
[21]. bk. 27/Neml, 40
[22]. 27/Neml, 15
İlk Yorumu Sen Yap