Vahyin Gölgesinde Yoldaki İşaretler

Kitabın Künyesi

Kitabın Adı: Yoldaki İşaretler

Kitabın Yazarı: Seyyid Kutub

Yayınevi: Beka

Yayın Tarihi: Ocak, 2017

[1]

Basım Yeri: İstanbul

Sayfa Sayısı: 221

Dili: Türkçe

Cilt/Kâğıt: Karton Kapak, Kitap Kâğıdı

Yazara Dair

Seyyid Kutub, Orta Mısır’da Nil Irmağı kıyısında Asyut şehrine bağlı Qalia köyünde 1906 yılında doğmuştur. Ortaöğrenimini (Orta ve lise) El-Ezher Külliyesi’nde bitirdi. Daha sonra Kahire Üniversitesi’nin Daru’l Ulum Fakültesi’ne girdi. 1933 yılında mezun olduğu fakülteye aynı yıl hoca olarak tayin oldu. İslami düşünceye yönelimi ise 1939 yılında başladı. 1949 yılında ABD’ye gitmiştir. Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını, toplumunu ve tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve Amerikan uygarlığını ilkel olarak nitelendirerek reddetmiştir.

Seyyid Kutub yurt dışındayken 1949 yılında 

“İslam’da Sosyal Adalet”

 isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam’da olduğunu savunmuştur. Ayrıca yine ABD’deki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebî makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha seküler (dinden bağımsız) olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam’ı alması gerektiğini savunuyordu.

Seyyid Kutub, kitaplarında genellikle geleneksel İslam’a karşı tevhidî sahih çizgiyi savunur. İslami olarak gösterilen sapkın Tasavvufî cereyanları ve onlarda ortaya çıkan hurafeleri de eleştirmiştir.

Mısır’a döndüğünde kamu hizmetinden ayrılıp o dönemde Mısır’ın birçok bölgesinde örgütlenmiş olan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na katılmıştır. Teşkilat’ın gazete ve dergilerinde devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışmış, ileriki süreçte Teşkilat’ın genel politikasıyla kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıkmasına karşın Müslüman Kardeşler ile olan ilişkisini alt düzeyde de olsa sürdürmüştür.

1954 yılında Cemal Abdunnasır’a düzenlenen suikast sonrasında Müslüman Kardeşler mensuplarıyla beraber göz altına alındı ve ardından hapishaneye atıldı. Hapishanede ağır işkencelere maruz kaldı. Bilahare mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sağlık sorunlarının ağırlaşmasından dolayı ev hapsi/zorunlu ikamet şartıyla serbest bırakıldı.

İlk basımı 1964 yılında yapılan 

“Yoldaki İşaretler”

 adlı kitabı nedeniyle 1965 yılında tekrar tutuklandı. Hapishanede kendisine yapılan ağır işkencelere rağmen tağuti güçler onu davasından vazgeçiremeyince bu kez psikolojik işkence yapmaya başladılar. 25 yaşındaki mühendis yeğeni Rıfat, Bekr Eş-Şafii’yi getirerek gözleri önünde ona akıl almaz işkenceler yaptılar. İşkencelere dayanamayan Rıfat dayısının gözleri önünde can verdi. Bu yolla da Kutub’u vazgeçiremeyince bu kez Azmi adındaki diğer yeğenini getirerek abisi Rıfat gibi şiddetli işkencelere tabi tuttular.

Tağut Cemal Abdunnasır’ın cellatları bununla da yetinmeyerek kız kardeşleri Nefise ile Emine Kutub’a da dehşet verici işkenceler yaptılar. Oğlu Rıfat şehit edildikten sonra Nefise Hanım serbest bırakıldı. Emine Kutub’un mahpusluğu ise devam etti. Daha sonra sözde mahkemeye çıkarılan Emine Kutub, 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bir bölümü askerî hapishanede diğer kısmı da Kanatir Cezaevi’nde olmak üzere toplam altı yıl dört ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.

Tağutun yardımcıları, Seyyid Kutub’u onca işkenceye rağmen davasından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine bir teklif sundular. Tağut Abdunnasır, Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifi iletti:

“Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’dan özür dilediğin takdirde idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır.”

Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Seyyid Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi:

“Eğer idamı hak etmiş olarak Hakk’ın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!..”

Sarfettiği bu cümle ,onun İslam aleminde örnek ve önder bir mücahid olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü ama gösterdiği kararlılık, fikirleri kendisine yönelen şuurlu gençlerin önünü açan bir meşale kıldı.

Seyyid Kutub’un, Türkiye’deki İslami camianın girişimleriyle, ülkemizde gündeme gelmesi, 1964 senesinde Hilal Yayınları’ndan çıkan 

“Din Dediğin Budur”

 kitabının çevirisi ile gerçekleşmiştir. Seyyid Kutub’u idama götüren ve içinde önemli metodik ve stratejik tespitler barındıran kitabı 

“Yoldaki İşaretler”, 

idamından hemen sonra Abdülkadir Şener tarafından Türkçe’ye tercüme edilerek Hilal Yayınları tarafından 1966 yılının Aralık ayında yayımlanmıştı. Fakat bu kitap, anında o dönem İslami olan her şeye engel olarak devreye sokulan Ceza Kanunu’nun meşhur 163. Maddesi nedeniyle toplatılmış ve yayıncısı ile çevirmeni de cezalandırılmıştı.

Seyyid Kutub, Şeyh Abdülfettah İsmail ve Muhammed Yusuf Havvaş’la birlikte 29 Ağustos 1966’da idam edildi.

İnnalillahiveinnaileyhiraciun…

Seyyid Kutub’un “Yoldaki İşaretler” dışında Türkçe yayımlanan eserleri:

  1. Fi Zilali’l Kur’an (tefsir) (10 Cild)
  2. İslam’da Sosyal Adalet
  3. Din Budur
  4. İslam Düşüncesi İlkeleri-Esasları (3 Cild)
  5. İstikbal İslam’ındır
  6. Kadın ve Aile
  7. İslam ve Emperyalizm
  8. İslam-Kapitalizm Çatışması

Vahyin Gölgesinde 

“Yoldaki İşaretler

Yoldaki İşaretler’i eline alan bir okurun, bu kitabın elli üç yıl önce yazılmış olduğunu kitabı tamamlayıncaya kadar hatırında tutması gerekir. Yazar, okuru (aslında hepimizi) Allah’ın 

(cc)

 rızasına götürecek yolun işaretlerini ve durumumuzun vahametini hissettirmek istercesine şu sarsıcı cümlelerle başlıyor kitabına:

“İnsanlık, bugün, korkunç bir uçurumun kenarında bulunmaktadır.”

Tevhid akidesi temelli İslam ümmetini tanımlarken kuru akıl ve hevaya dayalı yeryüzündeki tüm beşerî sistemlerin;saçmalık, sahtekârlık, yalan ve kula kulluğa dayalı olduğunu açıklar.

Seyyid Kutub insanlık tarihi boyunca Resûlullah’ın 

(sav)

 ashabıyla beraber yaşadığı Asr-ı Saadet’teki Medine-i Münevvere’sinde olduğu kadar çok sayıda örnek ve seçkin insanın aynı dönemde bir araya geldiğinin vaki olmadığı gerçeğinin arkasındaki nedenleri şöyle sıralar:

“İlk dönem örnek nesli Kur’ân’a; kültürünü ilerletmek, bilgisini artırmak, haz almak veya manen tatmin olmak gibi amaçlarla yaklaşmazlardı. Onlar Kur’ân’ı; kültürü geliştiren, ilmî ve fıkhi hususlarda bilgi dağarcığını dolduran bir kaynak olarak algılamıyorlardı. Onlar kendilerinin ve içinde yaşadıkları toplumun nasıl bir hayat tarzını takip etmeleri gerektiğini öğrenmek -ve- bunu da savaş alanında aldığı anlık emri derhal yerine getiren ordunun neferleri gibi- tatbik etmek için Kur’ân’ı inceliyorlardı.”

Seyyid Kutub; tevhid akidesini, benliğimizin, bilincimizin ve yaşamımızın temeline oturtmadıkça bu davada başarılı olunamayacağı hakikatiyle yüz yüze bırakıyor bizleri. Akide derken bugün akıllara ilk anda gelen 

“Akide Şekeri”

 değil; öyle bir akide ki kalplerde, ruhlarda, ticarette, beşerî münasebetlerde, eğitimde, yasamada, yargıda ve yaşamın tüm alanlarında sadece Allah’ın 

(cc)

 hâkimiyetinin geçerli olduğu bir akideden söz etmektedir yazar.

“Akidenin hemen ardından ihtiyaçlara karşılık verecek tevhid ve şeriat temelli beşerî bir hükümranlık…

Kalplerin kendisiyle mutmain olduğu ve vicdanların kendisiyle dolduğu bir akide sistemi…

İşte, akideleri bu şekilde düzenlenmiş bir toplum oluşup iktidar yetkisi de bu toplumun elinde bulunduğunda şer’i şerifin prensipleri, onların hayatlarını düzenlemeye ve pratik ihtiyaçlarına cevap vermeye başlar.”

Seyyid Kutub’a göre davet: 

“İnsanları, fıtratın üstünde birikmiş yabancı tortulardan arındırma ve fıtri değerlere döndürme çabası”

dır.

Seyyid Kutub; unutulmuş, törpülenmiş, sulandırılmış ve sümen altı edilmiş can acıtıcı hakikatleri 

“İslam Ümmeti”

 olma iddiasındaki yüz milyonlarca insana haykırıyor âdeta: 

“İslam, sadece fikri boyutta kalan beşerî sistemlerden tamamen ayrılan ve benzeri asla bulunmayan bambaşka bir sistemdir. İslam, soyut bir teori şeklinde temsil edilemez. Allah 

(cc)

 İslam ümmetinden ‘bağımsız ve fiiliyata yönelik canlı bir toplum’ istemektedir.”

Seyyid Kutub cihad olgusunu değerlendirirken de zihinlerdeki bulanıklığı netleştirir. Cihadı, vakıanın her boyutuna karşı en elverişli vasıtalarla çıkılan ve her aşamasında, gerektiğinde farklı araçlara başvurulan bir topyekûn insanlığı kurtarma ameliyesi ve seferberliği olarak tanımlar. Bununla beraber cihadı sadece tebliğ cihadı olarak sınırlandıranlara da sert karşılık verir.

Yeryüzünün dört bir yanındaki tüm insanların kurtuluşunu hedef edinen bir davet düşünüp de karşısına çıkan engelleri sırf tebliğ cihadıyla ortadan kaldırmaya çalışmak safdilliktir. Dille yapılan tebliğ cihadı, İslam daveti ile şahıslar arasındaki engellerin ortadan kalkmasından sonra özgür bir ortamda hitap imkânı oluştuğunda/olduğunda, insanlar menfi etkilerin tamamından kurtulduğunda söz konusu olur. Cihadın hedefini de 

“dinin tamamının/tam egemenliğin yeryüzünde sadece Allah’a ait olduğu bir barış hedefi”

 şeklinde vahyî ölçüye göre izah eder.

Yol uzun ve işaretler çok, bununla birlikte yoldaki işaretler olabildiğince açık ve nettir.

“Yoldaki İşaretler”

 kitabının, okurlarına kazandırdığı en önemli değerleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Tevhid ve sünnet nizamının, hayatın bütün alanlarını kapsadığını akıcı ve anlaşılır bir dil ve örneklemelerle ortaya koymuştur. Vahyin hem dünyevi hem de uhrevi hayata dair itikadi, siyasi, amelî, iktisadî, kültürel ve sosyal alanlarla ilgili evrensel ve bütünsel mesajlarına dair örnekleri de okuyucusuna takdim etmiştir.

 Tevhid, cihad ve davet gibi vahyî kavramların özgün anlamıyla kullanımının önemine değinmiş ve millet kavramı gibi din ve şeriat anlamına geldiği hâlde özünden saptırılıp ulus anlamında kullanılmasında olduğu gibi, tüm kirletilmiş kavramlarımızın yeniden kazanılmasına ve bu konuda zihinlerin berraklaşmasına dikkat çekmiştir.

 Seyyid Kutub, bu kitabında çözülmekte olan ve vahyin mesajını ihmal eden ümmeti yeniden yapılandırmak, ihya ve inşa etmek için ilkesel olarak Kur’ân ve sünnetin bütünlüğünü gözeten ama sünnetullah açısından merhaleyi de esas almak konusunda 

“Yeniden Kur’ân Neslinin İnşası”

 hedefini uzun soluklu bir ıslah projesi olarak ortaya koymuştur.

Seyyid Kutub en değerli varlığı olan canını bu dava uğruna vermiş olsa da müminler için kutsal veya düşünceleri temel ölçü olarak alınacak bir kişi değildir.

Şu da bilinmelidir ki ülkemizdeki tevhidî uyanış sürecinde 

“sağcı, muhafazakâr milliyetçi, devletçi ve Türkçü (ya da son yıllarda kimi densizlerce dillendirilmeye başlanan Kürtçü) dindarlık”

 zeminindeki kirlenmişlikten arınmada bu kitap önemli katkılarda bulunmuştur, bulunmaya da devam etmektedir. Ayrıca ıslah mücadelesinde zamanın şartları içinde sağladığı artılarla geleceğe âdeta köprü olmuş bir eserdir.

“İslami uyanış eylemi nasıl başlayacak? Bu görevi üstlenecek bir öncü cemaat lazımdır. Bu yola baş koymuş bir cemaat…

Dünyanın her köşesindeki cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat…

Çevresini kuşatan cahiliyeyi yok etmek için yola çıkmış bir cemaat…

Çevresini kuşatan cahiliyeden, bir yandan kendini uzak tutmaya çalışırken öte yandan onunla ilişkisini koparmadan yürüyen bir cemaat…”

 

[1]

       .   Mısır’da Arapça ilk basımı 1964. Türkiye’de ilk tercüme ve baskı: Aralık, 1966, Hilal Yayınları

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver