Vahye Karşı Heva, Dine Karşı Din

Tevhid akidesi, insanı arınma ve yücelme istikametine yönelterek kâinatın yaratıcısıyla olan bağını güçlendirmesini teşvik eder. İnsan için sadece haseb ve nesebi değil, inanç ve değer asaletini önceler. Tevhid akidesi ve sünnet şuuru, insanın dünya hayatında ebedilik arayışıyla salt tüketim ve güç peşinde koşan “hayvanilik” derekesine inmesine izin vermez. İnsana şuursuz bir aygıt, hiçbir amacı olmayan, darmadağınık, tesadüf eseri ve değerlerden yoksun bir varlık olarak değil; şerefli, bilinçli, amaçları olan, kemal yolunda mertebeler katedebilen, etmesi gereken, irade sahibi, estetik ve güzellik vasıflarına haiz bir varlık olarak bakar.

Tevhid ve Sünnet nizamı, toplumu canlı, bilinçli ve dinamik unsurlardan müteşekkil olarak görür. Takva ile fıskı, ıslah ile ifsadı ve yücelik ile aşağılığı birbirinden ayırır. İçerisinde yaşadığımız dünya ve hatta kâinatta hiçbir hareketin amaçsız, neticesiz ve öylesine tesadüfi olmadığı hakikatini öğretir.

İnsanlık tarihi boyunca her daim varlığını sürdürebilmiş yegâne din, tevhid dini olan İslam’dır. Âdem (as) ve kendinden sonraki nesillerin ardından tevhidden sapma şeklinde çok tanrıcı/politeist inançlar ortaya çıkmıştır.

Dinsiz kimse dinlere inanmaz, fakat aynı zamanda Allah (cc) dışında herhangi uydurma bir tanrıya inanabilir. Burada reddettiği şey dindir, dinin zararlardan koruma amaçlı sınırlandırıcılığıyla insanı özgürleştirici karakteridir, dinî disiplindir. Şirk de birçok insanın zannettiğinin aksine aslında dinsizlik değildir. Bilakis farklı isimlendirmeler ve pazarlama taktikleriyle toplumlara fiilen egemen olmuş bir dindir. Bir başka deyişle şirk; sonradan üretilmiş olmakla beraber tevhidin olduğu her yer ve devirde bitiveren, farklı formlara evrilebilen ve kendine kutsal sınıflardan müteşekkil sosyal sistemin çok tanrıcılığa, güce ve kolay yayılma özelliğine dayalı bir dindir.

Modern şirk, bir yönüyle çok tanrıcılığın gereği olarak demokrasideki çok particilik ile oligarşik yapı veya yerleşik hanedanlık düzenini meşrulaştırmak için üretilmiş ve sürekli olarak revize edilen çok katmanlı bir dindir. Böyle bir temel üzerine kurulu sosyal ve siyasal bir sistemin kutsal bir hüviyete bürünmesi/büründürülmesi muhtemel itirazların önünü kapatır ve bu düzenin sürdürülebilirliğini kolaylaştırır. Günümüzde olduğu gibi eğer Tevhid dini demokratik, oligarşik veya hanedanlığa dayalı düzenin meşrulaştırma aracına dönüştürülürse işte o zaman din “tevhid dini” olmaktan çıkıp şirk dinine dönüşür.

Modern şirk dinlerini tanımak ve doğru anlamak için küfrün gerçek mahiyetini bilmek gerekir. Arapça bir terim olarak küfür, sözlük anlamı itibarıyla ekilen tohumun üzerinin toprakla örtülmesi gibi örtmek manasına gelir. Hakkın üzerinin batıl, ilmin üzerinin cehalet ve adaletin üzerinin zulümle perdelenmesi gibi dinin üzeri de dinsizlikle falan değil, apaçık bir şekilde başka bir dinle örtülmektedir.

Batı’dan ithal edilen kavramlardan kaynaklı karmaşayla küfrün dinsizlikle eş anlamlı olarak kullanılması toplumumuzda da yaygınlaşmıştır. Hâlbuki şer’i ıstılahta küfür, dinsizlik olarak anlamlandırılmamıştır. Zira küfür, bizatihi başlı başına hevadan kaynaklı bir dindir. İslam dışındaki münzel fakat muharref dinler ile diğer beşerî dinlerin her birisi de kendisini hak, diğer dinleri küfür dini olarak görür. Gönderilmiş resûller (as) ilk geldiklerinde öncelikle tahrif edilmiş olan yerleşik dinî yapıyı aslına, yani tevhide dönüştürmek için çaba göstermişlerdir. Resûllerin (as) başlattığı öze dönüş çabalarına karşı direnç geliştiren güç de başka bir din olmuştur.

İslam öncesinde de sonrasında da dine karşı savaşmış olan güç, mutlak olarak yine bir başka din olmuştur. Bu tarihî hakikate istinaden denilebilir ki insanlık tarihi dinler savaşından ibarettir. Ne Moğollar ne Mecûsiler ne Sovyet komünistleri ne Haçlılar ne Siyonistler ne de bunların günümüzdeki yerli marabaları güncel anlamda İslam ümmetiyle hiçbir zaman dinsizlik adına savaşmamışlardır. Öyle ki bunların çoğu özellikle İslam’a karşı savaşlarında “kutsal savaş, şehit” gibi dinî sıfatlar kullanmış ve hâlen kullanmaya devam etmektelerdir.

Eğer bir şey içgüdüsel olarak devam ediyor ve mütemadiyen her yerde artarak yayılıyorsa o, fıtridir. Bu durum kulluğun/tapınmanın fıtri ve içgüdüsel, yani doğal bir şey olduğunu gösterir. Kur’ân-ı Kerim’den ve yazılı tarihten öğrendiğimize göre insanlık tarihinin hiçbir döneminde hiçbir toplumun tevhid üzere olmadan veya Allah (cc) dışında başka tanrılara tapmadan yaşadığı görülmemiştir.

Kulluk/Tapınma duygusu esasen ferdin tevhide yönelmesine ve kâinat ile ona hâkim olan sınırsız kudreti tanımasına vesile olur. Kulluk/Tapınma duygusu tevhid dini sayesinde tarihte insanlığın birliği; soyların, sınıfların, ailelerin ve kişilerin eşitliği ile adaletin, hukukun ve değerlerin üstünlüğü olarak tecelli eder. Diğer taraftan aynı dinî duygu, tarihteki varlığını şirk boyutuyla da devam ettirmiştir. Şirk dini, tevhid dininin karşısına en büyük güç olarak çıkmış, onun yerleşip yayılmasına engel olmaya çalışmıştır.

Tevhid ve Sünnet nizamının en başta gelen özelliklerinden biri, net ve taviz kabul etmez karakteridir. Tevhidin karşısında konumlanmış şirk dinlerinin ortak özelliği ise çıkarcılık, meşru olmayan bir şeyi kitabına uydurmak, savsaklanan asli işler için bahaneler üretmek ve yasa dışı olanı hile-i şer’iyyeyle meşrulaştırmaya çalışmaktır.

Net ve nezih tevhid dini, Müslimlerin genel anlamda hayata ve hayatın maddi, manevi ve sosyal yönlerine yapıcı, olumlu ve Rabbani endişelerle eleştirel bir bakış açısı kazandırır. Tevhid ve Sünnet nizamında mevcut durumun tevili olmaz. Oldu bittilere dinî meşruiyet kazandırma çabasında bulunulmaz ve bu türden girişimlere kayıtsız kalınmaz.

Tarihte Tevhid Bozguncuları

Her biri kendi döneminin en büyük devrimcisi olan peygamberlerin mücadelesi de zulüm altındaki muztazafların başta itikadi olmak üzere ahlaki, fikrî ve iktisadi açıdan batıla yöneltilmesini ve sömürülmesini meşrulaştırarak devrin tağutunu kollayan şirk dinine karşı olmuştur.

Peygamberin (sav) güvenilir vârisleri olmaları gereken âlimler esas itibarıyla halkın dinî anlayışını şekillendirme ve onları hayatın birçok alanında doğru istikamete kanalize edebilme kapasitesine sahip önderlerdir. Rehber konumundaki Rabbani âlimlerden veya Bel’amî kişiliklerden kimlerin etkin ve iş başında bulunduğuna dair fikir edinmek için toplumun yöneltildiği istikamete bakmak gerekir.

Samiri ve Bel’am ibni Baura, Mûsâ’nın (as) öğrettiği tevhid dininin süreç içerisinde şirke evrilip dönüşmesine önderlik etmişlerdir. Mûsâ (as), Firavun’a karşı verdiği büyük bir mücadelenin sonunda ve aralarında bulunan etkili bazı odaklara rağmen kavmini şirkten uzaklaştırıp tevhidle tanıştırdıktan sonra Samiri, onun Tur Dağı’na çıkışını fırsat bilerek yaptığı altın buzağı ile halkı tekrar buzağıya tapmaya/putperestliğe teşvik etmiştir.

İsrailoğulları Allah’ı (cc) bırakıp yeniden paganizme dönsün diye altından buzağı heykeli yapan Samiri ateist veya dinsiz biri değildi. Bilakis dininin tebliğcisi bir dindardı. Bel’am da aslında ilk başlarda iyi bir “mümin”, dönemin en büyük bilgini ve halkın din anlayışını şekillendiren dinî bir önderdi. Bel’am ve onun misyonunu üstlenmiş “Bel’amî âlimler” dinin gücünü, halkın dinî duygu ve inancını istismar ederek tarih boyunca hakka ve tevhid dinine karşı direnmişler ve tıpkı günümüzde olduğu gibi toplumdaki din algısına ağır darbeler indirmişlerdir.

Îsâ (as), kendi döneminde Musevilik/Yahudilik olarak bilinen tevhid dinini münzel/saf hâliyle yeniden ihya edip öğretmek ve hâkim kılmak için gönderilmişti. O dönemin Bel’amları (Ferisîler) buna engel olarak Îsâ’ya (as) ihanet etmiş ve baskı uygulamışlardır. Bu bozguncuların ateist veya dinsiz olduğunu hiç kimse iddia etmez. Fakat Îsâ’nın (as) getirdiği yeni tevhid dinine ve onun havarilerine karşı şirk dinini temsil edip savunarak tevhid dininin yerleşip yaygınlaşmasına büyük ölçüde engel olmuşlardır. Bununla da yetinmeyip barışçıl, vefakâr, affedici ve hoşgörülü Îsâ’nın (as) münzel/özgün dini adına yüzyıllar boyunca devam eden cinayetler ve katliamlar işlediler, işlemeye de devam ediyorlar.

Mûsâ (as) ve Îsâ (as) gibi Ulu’l Azm Peygamberlerin karşılaştığı bu zorlukların benzeriyle Resûlullah’ın da (sav) karşılaştığını görüyoruz. Evet, müşriklerden müteşekkil bir orduydu, ama Mekke’den Bedr’e kadar gelen Kureyş ordusunu kimse dinsiz bir güruh olarak tanımlamamıştır. Huneyn Vadisi’nde İslam ordusu ile Taif bölgesinde bulunan Hevazin ve Sakif Kabileleri arasında yaşanan Hevazin Gazvesi’ndeki düşman ordusunu da tarihçiler dinsiz bir kavim olarak vasıflandırmamışlardır. Kurayza, Yermuk, Kadisiye ve diğer savaşlarda İslam’a karşı savaşmış kavimlerin hepsi de tevhid dışında bir inanca sahiplerdi. Yani herhangi bir dinin mensuplarıydı.

Amaçları belli ve kararlılıkları aleniydi. Yegâne hedef Tevhid ve Sünnet nizamını ortadan kaldırmak… Zira tevhid inancı ve Nebevî menhec şirk dininin mensuplarının içinde bulundukları dalaleti ifşa ediyor, kutsal saydıkları trajikomik tapınma gösterilerini ve sapkın ideolojilerini değersizleştiriyordu. Bundan dolayıdır ki dinî bir motivasyonla tevhid daveti karşısında putlarına, kutsallarına ve efsaneleştirilen önderlerine/reislerine/rehberlerine sımsıkı sarılarak varlıklarını korumak ve daha da güçlendirmek için olabildiğince çaba gösterdiler.

Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’ın nurunu söndürmek için gösterdikleri çabaya rağmen İslam’ın üstün geleceğini bildirdiği ayetlerde bu toplulukları dinsizler olarak değil, (herhangi bir dinin müntesibi) müşrikler olarak tanımlamaktadır:

“Müşrikler hoşlanmasa da, tüm dinlere üstün gelsin diye, Resûl’ünü hidayet ve hak dinle gönderen O’dur.”[1]

Allah’ın yardımıyla tevhidin Arap yarımadasında hâkim olmasıyla şirk düzeninin devamından yana olan münafıklar Resûlullah’a (sav) açık muhalefetten sakınarak iki yüzlülükle onun yakınında yer almaya devam etmişlerdir. Ancak tüm çabalarına rağmen Resûlullah (sav) hayatta olduğu müddetçe ümmeti tevhidin özünden saptıramamışlar ve çok arzuladıkları hâlde şirki yeniden egemen kılmaya muvaffak olamamışlardır.

Dalaleti “Din” ile Çitiletip Temizlenme Yanılgısı

Günümüzde de başta demokrasi olmak üzere şirk dinlerinin asıl görevi meşruiyetine bakılmaksızın hâlihazırda cari olan durumu tezyin ve tevil yoluyla temize çıkarmaya çalışmaktır. Kimilerinin dindar nesil yetiştirme ülküsünün asıl maksadı böylece ortaya çıkmış oluyor. Dindar diye vasıflandırılan nesle “İçinde bulunulan ahval, evet, her ne kadar ideal değilse de ondan çok da uzak değildir.” inancını benimsetir.

Küresel şirk sisteminin yerelde ikamesi ve idamesi için şirk dini belli bazı oligarşik yapıların egemenliğine ve çoğunluktaki kitlelerin hayat şartlarının zorluklarıyla boğuşturulmasına dayanır. Demokrasi adı altında hanedanlık veya oligarşik yapılar için din çok önemli, etkili, zaruri ve hayati bir araçtır. Böylelikle adaletsizlikler, liyakatsizlikler, yolsuzluklar, haramzadelikler, ahlaksızlıklar, zulümler ve tuğyanlar kitleler nezdinde sıradanlaşır, daha da kötüsü meşruymuş gibi görülür.

Ahlaktan yoksun olan şirk dini, iletişim ve dezenformasyon ağıyla toplumun her kesimi içerisinde cehalet, şehvet ve korkuyu yayar. Tağutun egemenliği sürsün diye planlanmış bir “Sürdürülebilir Fakirlik Programı” uygulanır. Böylelikle insanlar arasında hayâsızlık, zillet ve cehaletin artarak yayılması sağlanır. Demokratik tağuti sistemler de halkın beklentilerini ve insanların ihtiyaçlarını vahşi kapitalist zorbaların yararına görmezden gelir.

Küfrünü apaçık gösteren ve içyüzünü gizlemeden ortaya koyan şirk odaklarına/dinine karşı mücadele edip direnmek nispeten daha kolaydır. Kendisini din kisvesi altında gizleyen şirk ise daha tehlikeli, zararlı ve yıkıcıdır. Bu tür nifak ve şirk cereyanı ile mücadele etmek oldukça zordur.

Söylemleriyle ve suretleriyle şirk ehli, çıkar ve imtiyazlarını korumak için tevhid maskesine bürünerek tevhid dinine musallat olur. Kendilerinden biat alıp harekete geçirdikleri kitleleri cihad adı altında demokratik, laik, batıcı ve ölmüş ya da diri tağutlara nispet edilen bir sistemi koruyup kollamak için savaştırır. Böyle bir sisteme kullukta bulunanlar hayatlarını müşrik gibi yaşar, fakat ölümden sonrası umdukları esenlik ve saadeti de kimselere kaptırmama avuntusuyla “şehit” ilan edilirler.

Yukarıda Mûsâ (as) ve Îsâ (as) örneklerini verirken kısmen değindiğimiz gibi “tevhid” maskeli şirk, Yahudilik ve Hıristiyanlık tarihinde de aleni şirkten daha güçlü ve yıkıcı bir şekilde varlık göstermiştir.

Tevhid maskesi takarak İslam’ın özünü tahrif edip hevanın iktidarını kurmaya çalışanlar Umeyye ibni Halef, Ebû Cehil, Âs ibni Vâil, Nadr ibni Hâris veya Ukbe ibni Ebû Muayt karakterleri değildir, kuşkusuz. Her demokratik seçim sürecinde olduğu gibi bugün de aynı misyonu bilerek veya bilmeden sürdüren kesimlerin ismiyle, diliyle ve teniyle bize benzeyenler olduklarını görürüz.

Günümüzde mustazaf muvahhid kitlelere karşı gelişen/geliştirilen ve giderek güçlenen/güçlendirilen nifak kökenli dalgaların yayılmakta olduğu müşahade edilmektedir. Bu tür çabaların profesyonel bir organizasyon, merkezî bir akıl, finansal kaynak ve arka plan gerektirdiği de saklı değildir:

“(Küfre meyil gösterenler) tuzak kurdular, Allah da (onların tuzaklarını bozmak ve müminlere yardım etmek için onların tuzaklarına karşı) tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”[2]


[1]. 61/Saff, 9; Ayrıca bk. 9/Tevbe, 33

[2]. 3/Al-î İmran, 54

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver