Ümmetin Kanserli Uzvu: Şia (Rafiziler)Abdullah b. Sebe’nin İslam Toplumundaki Faaliyetleri; Hasan’ın Halifelik Dönemi

Abdullah b. Sebe, Ali radıyallahu anh döneminde insanlar arasında itikadi sapkınlıkları ve özellikle rucat inancını(Ölmüş olan bir insanın tekrardan dünyaya dönmesi.) dillendirmeye başlamıştı. O, Ali’nin vefatından hemen sonra şu sözlerle rucat inancını somutlaştırarak dillendirdi: ‘Vallahi sen onun kafasını yetmiş ayrı kabın içinde de getirsen, yetmiş tane adaletli şahit de getirsen biz Ali’nin öldüğüne inanmayız. Allah’a yemin olsun ki! Ali yeryüzünün bütün mülkünü eline almadan ve Arabı ve Acemi ıslah etmeden gökyüzüne yükselmeyecektir. Ali işini henüz bitirmedi. Muaviye ve Haricilerden intikam almadı ve bütün mülkü ehlibeytin eline vermedi. Bunları yapması için Ali mutlaka geri gelecektir.’ Abdullah b. Sebe, faaliyetlerini beşinci halife olan Hasan radıyallahu anh döneminde de devam ettirdi.

Hasan Dönemi: Ali radıyallahu anh suikast sonucu hemen şehit düşmedi. Bir müddet yaralı şekilde yaşadı. Fakat kılıç zehirli olduğu için Ali radıyallahu anh bir müddet sonra şehit düştü. Abdullah b. Sebe’nin yanında olan bazı insanlar, Ali’nin yanına gelerek dediler ki: ‘Ey Ali, yerine birini halife tayin et.’ Ali: ‘Ben yerime kimseyi tayin etmem. Rasûlullah’ın kendi yerine birini tayin etmediği gibi ben de tayin etmiyorum. Kendi aranızda birini tayin edin’ dedi. Ali’nin şehit düşmesinden sonra Kays b. Sa’d b. Ubade, Hasan’a radıyallahu anhum halife olarak biat edince insanlar da Hasan’a biat ettiler.

Hasan’nın radıyallahu anh halife seçilmesi hicri 40’lı yıllara tekabül etmektedir. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem vefatı ise hicri 10 yılında gerçekleşti. Rasûlullah’ın vefatından otuz yıl sonra Hasan’a biat edildi.

Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hilafet, ümmetimde otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.” (Ebu Davud, Tirmizi)

İbni Kesir, ‘El-Bidaye ve’n Nihaye’ kitabında bu rivayeti aktardıktan sonra şöyle der: ‘Hasan’ın hilafeti ile Raşid Hilafet dönemi bitmiştir.’

İmam Ahmed’in naklettiği bir rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle der:

“Benim ümmetimde Nübüvvet, Allah’ın dilediği kadar olacaktır. Daha sonra Allah dilediğinde Nübüvveti kaldıracak sonra Raşid Hilafet gelecektir. Raşid Hilafet Allah’ın dilediği kadar kalacak, sonra Allah, Raşid Hilafet’i kaldıracaktır. Sonra ısırıcı mülk gelecektir. Isırıcı mülk, Allah’ın dilediği kadar kalacak, sonra Allah ısırıcı mülkü kaldıracaktır. Sonra cebrî mülk (diktatörlük) gelecektir. Daha sonra Nübüvvet menheci üzerine hilafet geri gelecektir.”

Hasan radıyallahu anh, insanların biatini mutlak olarak kabul etmiyor, bazı şartlar dahilinde halife olabileceğini söylüyordu. Hasan, biati şu söz üzerine aldı: ‘Kitaba, Sünnete ve Raşid Halifelerin sünnetine bağlı kalacağıma, kiminle harp edersem harp edeceğinize ve kiminle sulh yaparsam da sulh yapacağınıza dair bana biat edeceksiniz.’ Hasan, bu şartları öne sürerek daha sonra yapılacak olan sulha hazırlık yapmış oluyordu. Çünkü Hasan, baştan beri Muaviye ile aralarında olan ihtilafın bitmesini istiyordu.

Nitekim Hasan bununla müjdelenmiştir. Buhari’de geçen bir rivayette Rasûlullah, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhum yanındayken Hasan’ı öperek dedi ki:

“Benim bu oğlum seyyiddir. Umulur ki Allah bunun eli ile iki mümin taifenin arasındaki sorunu sulh eder.”

Abdullah b. Sebe ve taraftarları, Hasan’ın sulha meyilli olduğunu anlayınca sulhun olmaması için birtakım faaliyetlere başladılar. İlk olarak insanları Şam ehli ile savaşması için ayaklandırmaya başladılar. Hasan da bunun önünü alamayınca savaş kararına onay verdi ve ordunun hazırlanmasını emretti. Fakat  Hasan’ın niyeti savaşmak değil sulh yapmaktı. Bununla beraber  Hasan, Haricilerin babasına yaptıklarını çok iyi bildiği için dikkatli bir şekilde hareket etmeye çalışıyordu. Nasıl ki Hariciler, Ali ile beraber savaşa çıktılar ve Ali’ye kâfir diyerek karşı çıktılar ise aynısını Hasan’a da yapabilirlerdi.

Hasan’ın niyetinde savaşmak yerine müzakere yolu ile anlaşmak olduğu için, savaş işini ağırdan aldı. Savaş alanına geç gitmek için orduyu yavaşlatacak birtakım emirler verdi. Bu arada Muaviye de sulh olması için elçilerini Hasan’a gönderiyordu. Uzun görüşmeler sonunda Hasan gizli bir şekilde hilafeti Muaviye’ye bazı şartlarda bıkacağına dair sulh yapma kararı aldı. Hasan sulh kararını aldıktan sonra atının üstünde insanlara seslendi ve dedi ki: ‘Ey insanlar! Ben sizden kiminle savaşırsam savaşacaksınız, kiminle barış yaparsam da barışacaksanız diye söz almıştım. Ben bu işten elimi çekiyorum. Bu işi Muaviye’ye bırakıyorum.’ Hasan bu sözü söyler söylemez hemen biri bıçakla saldırarak baldırına bıçak darbesi vurdu. Fakat Hasan, atın üzerinde olduğu için darbe ölümcül olmadı. İkinci bir suikast ise sulh için yapılan görüşmeler esnasında gerçekleşti. Biri bıçakla saldırdı ve bıçağı kemiğine sapladı. Hasan’a yine bir şey olmadı.

Sulhu istemeyenlerin tüm çabalarına rağmen sulh gerçekleşti. Hasan bazı şartlar koşarak hilafeti  Muaviye’ye bıraktı.

Sulhta Koyulan Şartlar

1. Şart: Kitap, Sünnet ve Raşid Halifelerin yoluna tabi olunacaktır.

Bu şart, Hasan’ın radıyallahu anh yanında veya, Şia’nın yanında meselenin itikadi olmadığının en açık delillerindendir. Şayet ehlibeyt ve Şam ehli arasında veya Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhum arasındaki ihtilaf, itikadi olmuş olsaydı, Hasan ne hilafeti Muaviye’ye bırakırdı ne de şart olarak Raşid Halifelerin yoluna tabi olmayı şart koşardı.

2. Şart: Var olan mallarımıza dokunulmayacak.

Hasan hem emirlik dönemlerinde elde ettikleri hem de Rasûlullah’ın Abdulmuttaliboğulları’na fey olarak bıraktığı malların kendilerinde kalmasını talep etti. Muaviye de bunu kabul etti.( Hasan b. Ali radıyallahu anh, vallahi Muaviye’yi radıyallahu anh dağlar gibi büyük askerî birliklerle karşıladı. Bunun üzerine Amr b. As radıyallahu anh, Muaviye’ye: ‘Ben vallahi, öyle askerî birlikler görüyorum ki, bunlar kendileri gibi (sayıca ve keyfiyetçe) akran olan birlikleri öldürmedikçe geri dönmezler’ dedi. Muaviye de Amr’a -ki vallahi Muaviye, bu iki adamın hayırlısıdır- şu cevabı verdi: ‘Ey Amr, söyle bakalım! Şunlar (bizimkiler) öbürlerini, öbürleri de şunları öldürseler Müslümanların işlerini kim benim adıma yürütecek, kim kadınlarının, yetimlerinin bakımını benim adıma üzerine alacak?’ Sulh yapmak için, Kureyş’in Ben-i Abdişşems boyundan iki kişiyi yani Abdurrahman b. Semure ve Abdullah b. Amir’i radıyallahu anhum, Hasan’a gönderdi. Bunlara: ‘Haydi, şu zata gidin, ona (sulh yapmak istediğimizi) söyleyin. (Hilafet arzusundan vazgeçmesini) talep edin, (buna mukabil ne isterlerse) verin!’ dedi. Bunlar Hasan’ın yanına gidip huzuruna çıktılar. (Muaviye’nin tenbihine uygun olarak) Konuştular. (Hilafeti Muaviye’ye bırakması hâlinde ne isterse vereceğini) söylediler. Hasan onlara: ‘Bizler Abdulmuttalib’in oğullarıyız. Beytu’l maldan bir hissemiz var. Bu ümmet (ihtiyaç karşısında mal için) kanını israf etmeye başladı. (Beytu’l maldan bize ayrılacak hisse nedir?)’ dedi. Onlar: ‘Muaviye size şunları teklif ediyor, hilafetten vazgeçmenizi talep ediyor, mukabilinde ne istediğinizi soruyor’ dediler. Hasan: ‘Sizin bu vaatlerinizi bize kim tekeffül edecek?’ dedi. Elçiler: ‘Sana biz tekeffül ediyor, garanti veriyoruz!’ dediler. Hasan her ne talepte bulundu ise hepsine: ‘Biz tekeffül ediyoruz!’ diyerek teminat verdiler. Böylece Hasan, Muaviye ile sulh yaptı. Hasan-ı Basri rahimehullah demiştir ki: ‘Ben Ebu Bekir’i işittim şöyle demişti: ‘Rasûlullah’ı minberde gördüm, yanında Hasan b. Ali vardı. Bazen halka yöneliyor, bazen Hasan’a yöneliyor ve: ‘Şu oğlum, seyyiddir. Umulur ki, Allah bununla iki muazzam Müslüman orduyu sulha kavuşturacak’ diyordu.” (Buhari, Fiten))

3. Şart: Geçmişte yaşanan olaylar silinecek ve taraflar hiçbir şekilde hak talebinde bulunmayacak.

Şartlar arasında en önemli olanı budur. Çünkü Osman’ın şehadetinden sonra yaşanan olayların temeli kısas talebinde bulunmaktı. Nitekim İslam düşmanları bunun üzerinden propagandalarını yaparak ümmetin ihtilafını ve parçalanmasını sağlıyorlardı.

Abdullah b. Sebe ve taraftarlarını asıl rahatsız eden madde budur. Çünkü bunlar mezheplerini bunun üzerine kurmuş ve bütün fitneyi bunun üzerine çıkarıyorlardı. Her iki taraf da hak talebinden vazgeçtiklerinden dolayı, bu insanların fitne yapacakları araçları kısmen ortadan kalkmış oldu.

4. Şart: Bu madde ihtilaflıdır. Tarih kitaplarında iki rivayet varid olmuştur.

Birinci Rivayet: Muaviye, Hasan’a radıyallahu anhum yolladığı sulh mektubunda diyor ki: ‘Ben öldüğümde sen yaşıyorsan hilafet senin hakkındır. Sana bu konuda söz veriyorum.’ (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Hasan b. Ali’ye Muaviye b. Ebu Süfyan’dan; Ben seninle, benden sonra hilafetin sana ait olması hususunda anlaştım. Bu konuda Allah ve Peygamberi kefil gösteriyor ve sana söz veriyorum. Sana karşı hiçbir entrika çevirmeyecek ve düşmanlık yapmayacağım. Kim sözünden dönerse Allah’ın en şiddetli azabı onun üzerine olsun.’ (Belazuri, Ensab 3.cilt))

İkinci Rivayet: Hasan, Muaviye’ye yolladığı sulh mektubunda diyor ki: ‘Sen öldüğünde bu iş mülke/saltanata dönüşmeyecek ve Müslümanlar halifeyi şura ile seçeceklerdir.’ (Rahman ve Rahim olan Allah ın adıyla… Hasan b. Ali ile Muaviye arasında (hilafete geçtikten sonra) Muaviye’nin Allah’ın kitabı, Rasûlünün sünneti ve Hulafa-i Raşidin’in sireti üzere amel etmesi, kendinden sonra veliaht tayin etmemesi ve kendinden sonraki halifenin şura ile belirlenmesi, insanların mallarına, canlarına ve ailelerine eman vermesi, bana karşı gizli ve açık hiçbir entrikada bulunmaması ve dostlarımdan hiçbirine bir şey yapmayacağı şartı ile ona hilafeti teslim edeceğime dair bir anlaşmadır. Buna Abdullah b. El-Haris ve Amr b. Seleme şahittir.’ (Belazuri, Ensab 3.cilt))

Bu iki rivayeti ele aldığımızda muhakkik olan tarihçiler, birinci rivayetin olmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Bunu şu gerekçelerle izah etmişlerdir:

‘Hasan yaşarken bile babasına bu işlerden vazgeçmesini tavsiye etmiştir: ‘Ey Babacığım! Sen bu insanların nankörlüğünü görmüyor musun? Sen bu insanların yaptıklarını görmüyor musun? Allah’a yemin olsun! Bu yaşananlar bize gösterdi ki, Allah Nübüvveti ve hilafeti bu evde toplamaya razı olmadı.’ Bu şekilde babasını hilafetten vazgeçirmeye çalışan birinin tekrardan hilafeti kendi şahsında istemesi makul değildir.’

‘Hasan, kendi hilafet döneminde başa geçmeden önce hilafeti Muaviye’ye bırakmak için ön hazırlıklar yaptı. Nitekim insanlardan şu söz üzere biat almıştır: ‘…Kiminle sulh yaparsam, sulh yapacağınıza dair bana biat edeceksiniz.’ Yine Hasan vefat edeceği sırada Hüseyin’e radıyallahu anh hilafeti istememe konusunda nasihat ediyor: ‘Sakın bu işe yeltenme! Allah hilafetle Nübüvveti bir evde toplamayacaktır. Bu isteğinden vazgeç.’

‘Hüseyin radıyallahu anh kıyam edip halifeliğini öne sürerken sebep olarak bu konuyu ileri sürmemiştir. Yani: ‘Muaviye; ölünce, halifeliği Hasan’a devredeceğine dair bize söz vermişti. Halifeliği Yezid’e devrederek hainlik yapmıştır’ dememiştir. Bu konu hakkında herhangi bir rivayet de sabit olmamıştır.’

Bu ve benzeri nedenlerden dolayı muhakkik olan tarihçiler birinci rivayeti kabul etmemişlerdir. O zaman son şartta sahih olan, Hasan’ın Muaviye’ye radıyallahu anhum hilafetin şura ile olmasını şart koşarak halifeliği bırakmasıdır.

Hasan’ın Şehit Edilmesi

Hasan, halifeliği Muaviye’ye bıraktıktan sonra Medine’ye döndü. Medine’de on seneye yakın ikamet etti. Fakat bu zaman içerisinde üç kere suikastle zehirlendi. Fakat bu zehirlenmeler ölümcül olmadığı için Hasan’a fazla zarar vermedi. Daha sonra yapılan başka bir zehirleme girişiminde, istenilen elde edilmişti. Çünkü zehir çok tesirli olan bir zehirdi. Hasan uzun bir süre hasta bir şekilde yaşadıktan sonra şehit düştü.

Hasan’ı kimi zehirledi? Bunun hakkında kesin bir delil yoktur. Şia kaynaklarında olay şöyle aktarılmakta: Muaviye, halife olarak Yezid’i seçeceğini ilan edince Yezid, Hasan’ın karısı olan Ca’de binti El-Eş’as b. Kays’a haber yolluyor. Ona diyor ki: ‘Hasan’ı zehirlersen seninle evlenirim.’ Bunun üzerine Hasan’ın karısı, içeceğe zehir koyarak Hasan’ı zehirledi.

Bu rivayet sadece Şia kaynaklarında mevcuttur. Nitekim Ehli Sünnet âlimleri, bu rivayetin ravilerinin hepsinin yalancı ve aşırı Şii olduğunu söylemişlerdir.

Biz bu rivayeti sahih kabul etsek dahi Yezid’in Hasan’ı katlettirmesi makul değildir. Bunun nedenleri olarak şunları söyleyebiliriz:

Hüseyin’in, Yezid’e karşı ayaklandığı zaman sebep olarak bunu öne sürmesi gerekirdi. Gelen rivayetlerin hiçbirinde böyle bir rivayet yoktur.

O dönemde birinin öldürülmesi gerekseydi, Hasan’ın değil Hüseyin’in katledilmesi gerekirdi. Çünkü Muaviye ve Yezid’in halifeliğine en çok karşı çıkan ve insanları etkileyecek kişi, hiç şüphesiz Hüseyin radıyallahu anh idi.

Hasan’ı öldürenlerin tam olarak bilinmemesiyle beraber şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hasan’ı şehit edenler sulhu baştan beri hazmedemeyen İslam düşmanı olan insanlardır. Ayrıca Hüseyin ve Abdullah b. Zübeyir radıyallahu anhum, Yezid’e biat etmemiş ve rahatsızlıklarını her ortamda dile getirmişlerdi. Hasan ise sürekli olanlara nasihat etmiş ve onlar da Hasan’ı dinlemişlerdi. Bu durumda Hasan’ın katledilmesi bu özelliğinden kaynaklanıyordu. Fitneyi arzulayanlar, sulh sürecinde aleyhlerine olanı, Hasan’ı öldürmekle lehlerine döndürmek isteyerek onu katletmiş olabilirler.

Bu dönemde Abdullah b. Sebe ve taraftarlarının oynadıkları rol, sulhun önüne geçmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktı. Ki bundan dolayı Hasan’ı bunlar da öldürmüş olabilirler.

Davamızın sonu Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver