Tağutların Safından İzlemek

2015 yılının henüz başlarıydı. Afyon ilinde düzenlenen bir eğitim sonrası branşlı bir emniyet personeli olarak kariyerimdeki büyük adımın başlangıcını atıyordum. Ta ki yeğenimin yakın bir zamanda dünyaya gelmiş olması sebebiyle iki günlük iznimi Konya ilinde geçirene kadar… Ablam susuyordu. Eniştem ise beni incitmemeye çalışır bir edayla aklıma bazı şüpheler sokuyordu. Mesleğimi takmıştı kafasına… Müşrik, tağut, anayasa, kanun, hüküm… Oysa ben bunları duymak istemiyordum. Bunları niye anlatıyordu ki? Laikliği savunuyordum. Demokrasinin fazileti, insanların hakları derken sıkılmıştım bu ziyaretten. Ama eniştem pes etmedi, Konya’dan ayrılırken bir iki de kitap sıkıştırdı çantama…

Görev yaptığım birimin alt katında çalışan bir arkadaşım vardı. Uzun süre görüşme fırsatımız olmamıştı. Genel itibarıyla efendiliği ön plana çıkıyordu. Açıkçası İslam’a yakınlığıyla da merakımı celbediyordu. Bir mesai bitimi koşar adım bir yere gittiğini gördüm. Kendisiyle yine oturur, muhabbet ederiz düşüncesiyle yanına gittim. Fakat bir derse katılacağını, geç kalacağını, eğer istersem benim de gelebileceğimi söyledi. Ben de bir dahaki hafta beni de davet etmesini temenni ettim.

O gün geldi çattı. Bir hoca efendi caminin birinde heyecanlı bir şekilde vaaz ediyor. Karşısında cübbesi ve sarığıyla onu dinleyen topluluğun huşusu imrenilecek duyguydu doğrusu. Hoca anlattıkça coşuyor kalpler. O konuştukça hopluyor yürekler. Bu esnada, sıkışmış olduğum safta toparlanayım derken birine çarptı ayağım. Eyvah! Hacı amca şimdi kızacaktı. Oysa o öyle yapmadı. Şefkatle ayağımı sıktı, gülümsedi. Ne kadar da naif ve alçakgönüllü olduğunu düşündüm. Ders bitene kadar da birbirimize olan nezaketimiz devam etti. Aracıma yönelip evime yola çıkacakken bir baktım aynı abi etrafına bakıp duruyor. Tam o sırada beni görüp, “Ah be kardeşim, gördün mü Numan’ı, şimdi kaçırdık mı treni?” deyince onu evine bırakmayı teklif ettim. Kabul etti ve başladık sohbete… Yolumuz uzun… Fatih-Beylikdüzü arası otuz beş kilometre…

O beni tanıdıkça sevdi. Ben onu tanıdıkça uzaklaştım. Dışarıdan görünen zühd ehli sufi… İçine bakılınca tavan yapmıştı kibri… Fakat yine de boşuna olmamıştır, diyorum; koskoca Çarşamba Cemaatinin Esenyurt-Beylikdüzü Vekili… Yine de ahbap olduk Numan Hoca ile. Arada sırada görüşmeye, birbirimize gidip gelmeye başladık.

Bir gün içimdeki yangını anlatayım dedim. “Ben de bir enişte var. ‘Tağut’ diyor, ‘imamlar’ diyor, ‘türbeler’ diyor da başka bir şey demiyor. Anlat bana Numan Hoca, bu eniştem benden ne istiyor?”

“Vah!” dedi Numan Hoca… “Siz kimlere vermişsiniz ablanı? Onlar hem İngiliz ajanı hem de Büyük Ortadoğu planı… Üstelik Vahhabi ve Haricilerle de aynı…” Ben de düşünedurdum. Benim gariban enişte nasıl oldu da kendini yaktı? Ama son bir söz söyledi ki asıl o zaman dehşet içinde bakakaldım: “Onlar TERÖRİST. Kaçır, kurtar ablanı…”

Yangından kaçar gibi Numan Hoca’nın evinden çıktım. Kışın soğuğu serinletmiyordu içimi… Kendimi, ablamı kurtarmak üzere planlar yaparken buldum. Kumpas, iftira, ihbar… Ne oluyordu bana? Sağlıklı düşünmeli, öncelikle ne istediklerini öğrenmeliydim. Sonra da karşıma alıp konuşmalıydım. Onu düzeltmeliydim. Sonra bir şimşek daha çaktı beynime, terörist ne anlardı ki nasihatten, güzellikten?..

Çantamın içinden çıkarmaya tenezzül etmediğim kitabı okurken buldum kendimi, ismi gerçekten çok etkileyiciydi: Tüm Resûllerin Ortak Daveti. Beyin damarlarımda biriken cahiliye kırıntılarını, kitabı okurken fark ettim. Ve bir damarın aydınlandığını hissettim ve bu damara bir isim verdim: Hidayet Damarı. Ardından hayatımı değiştirecek soruyu o zaman sordum kendime: “Ya bu yol doğruysa ve ben gidiyorsam ebedî cehenneme?”

Bu dini nasıl öğrenmeliyim? En güzel kimler yaşıyor? Canlı örnekleri kimlerdir?.. Başladım araştırmaya. Tevhid kelimesiyle çıktım yola. Kendisine hoca diyen, fakat sistemin yalakalığını yapan birçok belamı dinlemek zorunda kaldım. Fakat bir hocaya denk geldim ki konuştukları kalbe işliyor, cesareti hayran bırakıyordu. Tevafuk muydu? Yoksa hakkı anlatan sadece o muydu? Üstelik kitabın yazarıyla da aynı kişiydi, Halis Hoca’ydı.

Günler, haftalar, aylar geçmişti. Amel edilen ilmin fayda vermesi beklenirken, teslim olmadığım için benim kalbimi daraltıyordu. Ya öğrendiklerimle amel edip vahyin nuruna dönmeliydim ya da hüsrana giden yolda cehennem azığımı doldurmalıydım. Son bir çırpınışla ilk yolu tercih ettim. Rızık endişesi ağır gelse de imanımın ona galebe çalması gerekiyordu.

Öncelikle görev yerimi değiştirdim. Geceleri masa başı çalışmaya başladım. Hem bu vesileyle haramlardan biraz daha uzak duracaktım. İşe geliş ve gidişlerimde Ebu Hanzala Hoca’nın derslerini dinleme kararı aldım. Gece görevine giderken akaid, görevden çıkarken ahlak dersleri… Gün gün uzaklaşmaya başladım; çok sevdiğim silahımdan, kimliğimden ve mesleğimden…

Ve kahrolduğum gün gelip çattı. Bir sabah şafak operasyonuyla alınan Müslimlerin tek tek otobüsten indirildiği esnada benim tağutların safında onları izleyişim…

Artık gülemiyordum. O manzara gülmeyi unutturdu bana. Üstelik mustazaf da değildim. Çıkıp sövebilirdim ilahlarına. Diyebilirdim: “Yıkılsın putlarınız ve yere batsın batıl ideolojileriniz!” Diyemedim ve tekrar kahroldum…

Eşim benden önce iman etmişti. Onun desteği, süreci benim için daha kolay kılmıştı. Beraber dinlediğimiz bir ders sonrası Allah (cc) sanki ihtiyacım olan cümleleri onun diline ilham etmişti. O geceki uzun konuşmamız neticesinde görevimden istifa edip iman etme kararı aldım. Aslında ben Ebu Hanzala Hoca ile tanışmadım. Tanışmak zorunda kaldım. Allah da (cc) bu vesileyle hidayet etti.

Allah Resûlü (sav) ve ashabının yaşayış tarzı, birlik olmak üzerine kuruludur. İnsan fıtratı gereği örnek şahsiyetlerin varlığından etkilenir ve bu özellikleri hayatına yansıtır. Tüm topluluklar arasında hem akidesine hem menhecine hem de ahlakına en güzel şekilde şahit olduğum Tevhid Dergisine bu sebeplerle gitmeye başladım.

İslam’ın teklik anlayışıyla hâkim kılınmayacağı, fertlerin çalışmalarının bir imtihan sonrası izinin bile kalmadığını görürken, birlik ve düzen içinde yapılan çalışmaların süreklilik arz ettiğini anladım. Dolayısıyla cahiliyenin, şahsiyeti öne çıkarma anlayışını terk ederek, İslam’ın gölgesi altında verilen vazifenin en güzel şekilde yapılması gerektiği bilincine kavuştum.

Daha söyleyecek çok sözüm olsa da sözlerimi burada tamamlamak istiyorum. Bizlere hidayet nimetiyle lütufta bulunan Rabbimize hamdolsun.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver