Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
“Sünnet Üzerine” isimli yazı dizimizde şu âna kadar, “Sünnetin vahiy kaynaklı olması, teşri kaynağı olması ve Sünnete ittibanın Kur’âni bir yükümlülük olduğu” konularını işledik. Bu sayımızda “Sünnetin, Kur’ân’ın açıklayıcısı/beyanı olduğu” konusunu işlemeye başlayacağız.
Allah (cc), tüm resûllerini vazifelendirdiği gibi Allah Resûlü’nü de tebliğle vazifelendirmiştir. Yani, resûller, kavimlerine gelecek ve Allah’ın (cc) emir ve yasaklarını ulaştıracaklar, bu emir ve yasaklara göre yaşamanın gerekliliğini insanlara duyuracaklar:
“Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni (insanlara) tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan (Allah’ın) risalet (mesajını) tebliğ etmemiş/vazifeni yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidayet etmez.”[1]
Onun (sav), tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirdiğine ümmeti şahittir:
“…‘Aranıza öyle bir şey bıraktım ki, ona sarıldığınızda bundan sonra asla sapıtmazsınız. Bu, Allah’ın Kitabı’dır. Beni size soracaklar, o zaman ne diyeceksiniz?’
Orada bulunanlar, ‘Senin, dini tebliğ ettiğine, görevini yerine getirdiğine ve nasihat verdiğine şahitlik ederiz.’ dediler.
Bunun üzerine şehadet parmağını semaya doğru kaldırıp arkasından insanlara doğru çevirerek üç defa ‘Allah’ım şahit ol, Allah’ım şahit ol.’ buyurdu.”[2]
Aişe Annemiz’den (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:
“Her kim Allah Resûlü’nün, kendisine vahyedilenlerden bazısını gizlediğini anlatırsa, onu doğrulama…”[3]
Allah Resûlü’ne (sav) indirilen iki şey vardır. Bunlardan biri Kur’ân-ı Kerim; diğeri ise Sünnettir/hikmettir:[4]
“…Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah’ın senin üzerindeki lütuf ve ihsanı çok büyüktür.”[5]
Mikdam ibni Ma’dikerib’ten (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size, ‘Bu Kur’ân’a uymanız gerekir. Onda helal bulduklarınız helal, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur!)’ demesi yakındır. Dikkat edin! Allah’ın Elçisi’nin haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.”[6]
Binaenaleyh Allah Resûlü (sav), vahy-i metluvv olan Kur’ân’ı tebliğ etmekle vazifeli olduğu gibi vahy-i gayri metluvv olan Sünneti de tebliğ etmekle emrolunmuştur. O da (sav) kendisine indirilen tüm şeyleri insanlara tebliğ etmiş ve hiçbir şeyi gizlemeden, ertelemeden ümmetine ulaştırmıştır.
Allah Resûlü’nün görevi tebliğle sınırlı değildir. Ayrıca Kur’ân’ı tebyin/açıklama görevi de vardır. Allah Resûlü (sav), sözleri, fiilleri ve takrirleriyle yani Sünnetiyle Kur’ân’ı beyan etmiş, ayetlerden neyin murad edildiğini, kapalılığa yer kalmayacak şekilde açığa kavuşturmuştur. Sünnetin tebliğ edilmesi de Kur’ân’ın açıklayıcısı olması özelliğiyle daha bir önem kazanmaktadır.
Allah (cc) şöyle buyurur:
“(Peygamberleri) apaçık deliller ve Kitaplarla (yolladık). Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın/beyan edesin. Umulur ki düşünürler.”[7]
Ayette “äðÊïÈîêñðæî” ifadesi geçiyor ve “…açıklayasın/beyan edesin.” deniliyor. Bu, tebliğden ayrı bir görevdir. Tebliğ, ulaştırmak anlamındadır. Allah Resûlü (sav) Kur’ân’dan hiçbir şeyi gizlememiş, bunları ulaştırmıştır. Tebyin ise, açıklamak demektir. İnsanlar kendilerine ulaşan ayetleri doğru anlasınlar diye onlara açıklamıştır.
Ayetteki “Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın/beyan edesin.” ibaresi dikkat çekicidir. Yani, “Başka bir şekilde de insanlara bu kitabı verebilirdik. Bir melek aracılığıyla ya da iki kapak arasında bir kitap olarak… Ancak gaye, insanlara bu kitabın ulaşması değildir sadece. Doğru anlaşılması için insanların beyana ihtiyacı vardır. Kitab’ı indirdik ve beyan vazifesini sana verdik.” vurgusu yapılmaktadır.
Bu anlamda Allah (cc) şöyle buyurur:
“Hakkında anlaşmazlığa düştükleri hususları onlara açıklaman, iman eden bir topluluğa hidayet ve rahmet olması için bu Kitab’ı sana indirdik.”[8]
“Biz, her peygamberi kendi kavminin diliyle yolladık ki, onlara açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayet eder. O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir.”[9]
Allah Resûlü’nün (sav) bu görevi ile Kıyâmet Suresi’ndeki şu ayetler arasında önemli bağ vardır:
“Onu (anlama ve ezberlemeyi) çabuklaştırmak için, dilini onunla hareket ettirme. Şüphesiz ki onu (kalbinde) toplamak ve okutmak bizim işimizdir. Onu okuduğumuzda sen okunmasını takip et. Sonra kuşkusuz, onu açıklamak da bizim işimizdir.”[10]
Yani, “Kur’ân’ı biz indirdik, onu toplayacağız, okutacağız. Okuyucuya açıklanması gereken şeyleri açıklamak da bizim işimizdir. Kur’ân’ın açıklanması katımızdan sana verdiğimiz yetki ve daha önce bilmediğin ilimle olacak. Sen Allah’ın muradını insanlara açıklayacaksın…”
Peygamberler vahyin ilk duraklarıdır. Vahyedilenden kastedilenin, Allah’ın murad ettiklerinin ne olduğunu da herkesten daha iyi bilirler. Çünkü Allah (cc) insanlara gönderdiği elçilere sadece vahyetmemiş, vahyin ilmini de vermiştir:
“İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin diye bu Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma!”[11]
“…Allah, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti…”[12]
Aişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“…Hiç şüphesiz sizin Allah’ı en iyi tanıyanınız ve O’ndan en çok korkanınız benim.”[13]
Cabir ibni Abdullah’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“…Resûlullah (sav) bizim ortamızda bulunuyor, (zaman zaman) kendisine Kur’ân iniyor, bu inenlerin yorumunu/te’vilini de biliyordu. Kendisi ne yapmış ise biz de öyle yapıyorduk…”[14]
Ümeyye ibni Abdullah ibni Halid’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Kendisi, Abdullah ibni Ömer’e şöyle sormuştu: ‘Vakit namazları, korku namazı Kur’ân’da var. Fakat yolculuk (sefer) namazını Kur’ân’da bulamıyoruz.’ dedi.
İbni Ömer dedi ki: ‘Ey yeğenim, Aziz ve Celil olan Allah bize Muhammed’i (sav) gönderdi (vakit namazları ve korku namazları dâhil olmak üzere) hiçbir şey bilmiyorduk, (O bize her şeyi öğretti.) Dolayısıyla Muhammed’in (sav) yaptığını gördüğümüz şeyleri biz de yaparız.’ ”[15]
Hassan ibni Atiyye’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Cibril (as) Allah Resûlü’ne Kur’ân’ı indirdiği gibi, Sünneti de indirirdi. Ona (sav) Kur’ân’ı öğrettiği gibi Sünneti de öğretirdi.”[16]
Eyyüb’den (rh) şöyle şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir adam Mutarrıf ibni Abdullah ibni eş-Şihhir’e, ‘Bize Kur’ân’dan başka bir şeyden bahsetmeyiniz.’ der.
Mutarrıf ise ona şöyle cevap verir: ‘Vallahi biz (hadisleri-Sünneti) Kur’ân’ın yerine koymayı amaçlamıyoruz. Bizim amacımız Kur’ân’ı bizden daha iyi bilenin sözlerini aktarmaktır.’ ”[17]
Ya’la ibni Hakim’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir gün Said ibni Cubeyr, Allah Resûlü’nün bir hadisini aktardı.
Bir adam dedi ki: ‘Allah’ın Kitabı’nda bu rivayetle zıtlaşan şeyler var.’
Said ibni Cubeyr dedi ki: ‘Allah Allah! Ben sana Resûlullah’tan (sav) hadis rivayet ediyorum. Sen ise Allah’ın Kitabı ile ona ters/zıt düşen bir şey var diyorsun! Resûlullah (sav) Allah’ın Kitabı’nı senden daha iyi bilirdi.’ ”[18]
Kur’ân yirmi üç senede parça parça inmiştir. Tek seferde bir bütün olarak inmemesinin nedeni önemlidir. Yaşanan olay üzerine inen ayetin/ayetlerin insanlarda tesiri ve anlattıkları elbette daha fazladır. Ayetler iner, Allah Resûlü (sav) ayetleri okur ve gerektirdiklerini ve hayattaki karşılığını sözleri ve yaşantısıyla açıklar/beyan eder. Vakıanın sıcak olaylarıyla birlikte Allah Resûlü’nün sözlü ve fiilî beyanı gerçekleşsin diye Kur’ân-ı Kerim parça parça inmiştir:
“Kâfirler dediler ki: ‘Kur’ân onun üzerine bir seferde indirilseydi ya!’ Böyle (parça parça) indirdik ki kalbini sağlamlaştıralım. Ve onu tertil üzere/ağır ağır okuduk.”[19]
Eğer Kur’ân sadece tebliğ edilecek bir kitap olsaydı kâfirlerin, “Kur’ân bir defada indirilse ya!” gibi sözlerinde haklılık payı olurdu. Böylece Kur’ân iki kapak arasında tek seferde indirilir, Allah katından olduğu ve tabi olunması gerektiği tebliğ edilerek anlaşılması/açıklanması insanlığa bırakılırdı. Zira Mekkeliler Arap lugatının altın devrini yaşamaktaydılar. Herkes Kur’ân’ı kendi birikimine ve örfüne göre yorumlayabilirdi. Ancak Allah (cc) Kur’ân’ın, herkesin kendi bakış açısına göre değerlendirdiği bir kitap olmasına izin vermedi. Resûlullah’a (sav), Kitab’ı beyan etmesini emretti. Kitab’ın doğru açıklamasını ve hayattaki karşılığını bilmek isteyenlere Allah Resûlü’nü adres olarak gösterdi. Mutlak anlamda lugavi tahlillere, akli önergelere, örf, âdet ve geleneklere terk etmedi Kitab’ını…
“Andolsun ki sizin için, Allah’ı ve Ahiret Günü’nü uman ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah Resûl’ünde güzel bir örneklik vardır.”[20]
“Ve hiç kuşkusuz, sen büyük bir ahlak üzeresin.”[21]
Sa’d ibni Hişam’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“… Ben Aişe’ye, ‘Ey müminlerin annesi! Resûlullah’ın ahlakından bana bilgi versen?’ dedim.
‘Sen Kur’ân okumuyor musun?’ dedi.
‘Okuyorum.’ dedim.
‘Allah Resûlü’nün ahlakı Kur’ân’dı.’ dedi.
Ben de (bu özlü cevaptan sonra) yanından ayrılmaya ve (artık) ölene kadar kimseye bir şey sormamaya karar verdim, ama sonra aklıma geliverdi: ‘Resûlullah’ın gece namazını da bana bildirsen?’ dedim.
O, ‘Sen Müzzemmil Suresi’ni okumuyor musun?’ dedi.
‘Okuyorum.’ dedim.
‘Yüce Allah, bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) ve ashabı bir yıl gece namazı kıldı. Allah, Müzzemmil Suresi’nin sonunu on iki ay semada tuttu. Nihayet Yüce Allah bu surenin sonundaki hafifletmeyi indirdi. Böylece gece namazı farz olduktan sonra nafileye dönüştü.’ dedi.”[22]
Herhangi bir kitaptan bir pasaj okudunuz. Konuya dair bazı sorularınız var. Her bir insanın fehmetme derecesi farklıdır. Anlamadığınız noktalar oldu ya da doğru anlayıp anlamadığınızı tespit etmek istiyorsunuz. Ne yaparsınız? Kitabın yazarıyla direkt görüşme imkânı varsa ona sorabilirsiniz, mail atabilirsiniz ya da o konuya dair alanında uzman, güvenilir birine sorabilirsiniz. Böylece soru işaretleri cevaplanır, kapalılıklar açıklıkla yer değiştirir.
Aynı durumu Allah Resûlü (sav) devrinde yaşıyormuş gibi düşünelim. Allah Resûlü’nden (sav) ayetleri dinledik. Ancak kafamıza takılan bazı şeyler oldu. Bu durumda ne yapardık? “Kur’ân açıktır, başkasının açıklamasına ihtiyacı yoktur.” der miydik? Ya da “Kur’ân’ı anlayabilirim. En uygun gibi görünen cevap budur.” deyip sormadan bir tercihte mi bulunurduk? Elbette mümkün değil! Gider, Allah Resûlü’ne sorumuzu arz eder, cevabımızı alırdık.
Evet… O hayattayken ona (sav) başvuruşumuz onun vefatıyla son bulmamıştır. Onun Sünneti, ilk Kur’ân talebelerinin büyük bir sorumluluk ve ciddiyet hissederek rivayette bulunmasıyla aramızda, raflarımızdadır. Günümüzde de Kur’ân’ı doğru anlamak için onun sünnetine başvurmalıyız.
[1]. 5/Mâide, 67
[2]. Müslim, 1218; Ebu Davud, 1905 (Veda Hutbesi’nden ilgili bölüm alınıştır.)
[3]. Buhari, 7531
[4]. Konunun tafsilatı için Tevhid Dergisi’nin 99 ve 101. Sayılarının “Sünnet Üzerine” yazılarına bakabilirsiniz.
[5]. 4/Nisâ, 113
[6]. Ebu Davud, 4604; Tirmizi, 2664
[7]. 16/Nahl, 44
[8]. 16/Nahl, 64
[9]. 14/İbrahîm, 4
[10]. 75/Kıyâmet, 16-19
[11]. 4/Nisâ, 105
[12]. 4/Nisâ, 113
[13]. Buhari, 20
[14]. Müslim, 1218
[15]. Nesai, 1434; İbn Mace, 1066
[16]. El-Medhal ile Ulumi’s Sünen, Beyhaki, 162
[17]. Camiu Beyani’l İlmi ve Fadlih, 2349
[18]. Darimi, 610
[19]. 25/Furkân, 32
[20]. 33/Ahzâb, 21
[21]. 68/Kalem, 4
[22]. Müslim, 746
İlk Yorumu Sen Yap