Çocuk kitaplarını paylaşıyorum zaman zaman. Bu kitapların hem çocuklara hem de biz yetişkinlere iyi geleceğini düşünüyorum. Bir ders almak veya hatamızı görebilmek her zaman ağdalı sözlerle, beylik laflarla olacak değil ya. Bazen çocuklar için kaleme alınmış renkli bir kitabın sayfaları arasında da bekliyor olabilir bir nasihat bizi.
Geçtiğimiz ay, bir odadaki altı kişiyle tanışmıştık. Bu ay size içeriğinden bahsedeceğim kitapta o odadan biri de var. “Kendimizi gördüğümüz hâlimizle biz”e bir yönüyle değinmiş kitap. Bununla birlikte kimliğini bulma, öz değerini bilip kabullenme ve yaşam boyu hâlden hâle geçişlere dair anlamlı bir eser.
Kitabın adı, Petra. Kendini görkemli bir dağ sanan çakıl taşının hikâyesi.
Petra’ya göre o bir dağ. Yerinden asla kıpırdamayan bir dağ. Ne rüzgâr ne de zaman onu yerinden edebilir. Hiçbir yere gitmez, herkes ona gelir. Kocamandır, ürkütücüdür ve görkemlidir. En azından o öyle sanıyor. Tâ ki bir gencin attığı ağaç dalını almak için koşan köpek, Petra’yı görene kadar. Köpek, Petra’yı sahibine getiriyor.
Ve genç, “Çakıl taşı mı getirdin bana?” deyip onu fırlatıyor.
Petra şaşkın. Kimden bahsettiklerini anlamıyor.
“Ben? Çakıl mı? Daha neler…” derken fırlatmanın etkisiyle havada süzülüyor ve bir kuş yuvasına düşüyor. Yumuşacık bir yuva. Yanında iki yumurta. Boyutları kendiyle aynı. Ve Petra, “Ben bir yumurtayım.” diyor. “Pürüzsüz ve parlak bir yumurta. Sıradan bir yumurta değilim ama… İçimden ne çıkacağı bilinmez, ancak harika olacağım kesin.” diyor. Tâ ki anne karga gelene kadar.
“Yuvada taşlara yer yok.” deyip atıveriyor onu. Göle düşüyor Petra.
“Ne muhteşem bir ada oldum ama, cennet gibi bir ada. Huzurlu, güneşli, palmiyeli…”
O, bunları düşünürken bir el, “Ne kadar da güzel bir taş.” diyerek uzanıyor. Petra memnuniyetsiz. Eve getiriliyor. Guaj boyalarla boyanıp bir kenara bırakılıyor.
“Hımm… Taş olmak o kadar da kötü değilmiş aslında. Yarın ne olacağım acaba? Endişelenmeye gerek yok. Ben bir taşım, bu da benim yuvarlanışım.” diyor sonunda. Her taş nasıl yuvarlanıyorsa.
Petra kendini görkemli görüyor, kendini beğeniyor. Sıradan bir taş olduğunun farkında değil ya da bunu kabullenmek istemiyor. Bizler de bir yerlere aidiyetimiz, makamımız, sosyoekonomik imkânlarımız, fiziksel özelliklerimiz, mesleklerimiz, tanınmışlığımız ve daha birçok saikle kendimizi farklı görebiliyoruz çevremizdekilerden. Farklılıklarımız nedeniyle beklenti içine giriyoruz zamanla. Konumumuza saygı bekliyor, sözümüzün yerine getirilmesini arzu ediyoruz. Artık her doğruyu biz biliyoruz, hep haklı çıkıyoruz, muhalefetten hoşlanmıyoruz. Her konuda fikrimize başvurulmasını, her şeyden haberdar edilmeyi de istiyoruz zamanla. Oysa yanımızda bir vestiyer bulunsa, assak ona makamımızı. Ne kaldı üstümüzde? Asalım aidiyetimizi, bırakalım cüzdanımızı, mesleğimizi, terk edelim oracığa sevenlerimizi… Ne kaldı bizden geri?
İsmimizin yanında ne yazarsa yazsın tek aidiyetimizin Ümmet-i Muhammed olmak ve tek kimliğimizin beşer olmaktan ibaret olduğunu unutuyoruz her nasılsa. Birbirimize üstünlük sağlayacak tek bir sıfatımız dahi yok aslında. Yalnızca takvamız bunun istisnası. Petra nasıl sadece taş ise biz de sadece beşeriz. Bu sıfatla tanınmalı, alt/üst/yan kimliklere ihtiyaç hissetmemeliyiz.
Fakat bunu yaparken insanın ahseni takvim olarak yaratıldığını es geçmemeliyiz. Yukarıdaki paragrafla çelişki gibi gelebilir bu cümle. Âlim, üstad, yönetici, mühendis… olduğun için değil, insan olduğun için kıymetlisin. Allah’ın (cc) muhatabı, yeryüzündeki halifesi, yer ve gökyüzüne yayılan tüm nimetlerin hem sahibi hem emanetçisisin. Kimimiz değersiz hissederiz kendimizi, yeteneksiz, yetersiz… oysa bunlar zihnimizin vehimleridir. Yaradanın muhatabı olmakla yeterince değerliyiz. Kul sıfatımızla biz, yeryüzünün halifesiyiz.
Ancak unutmamalıyız, bize bu payeyi veren, özelliklerimizi sıralarken “nankör” diyor. Aciz, cahil, unutkan, tartışmacı, fucura da meyilli, çokça hata yapan… olarak bizi tanımlıyor. Öyleyse tüm bunlar ışığında kendimizi yeniden tanımlayalım. “Ben kimim?” sorusunu kendimize soralım. Sonra ne kimseye üstünlük taslayalım ne de kendimizi değersiz sayalım. Eksiklerimizin farkında olalım. Onu ıslah için çabalayalım.
Petra, bir taş. Ve bir oraya yuvarlanıyor bir buraya. Bizim hayatımız da farklı değil onunkinden aslında. Biz de her geçen gün farklı bir yerde, farklı mevkilerde, kimi inişte kimi yükselişte; bazen sağlıkla, bazen hastalıkla, çoğunlukla sıkıntıda, zaman zaman da bolluktayız… Bunu hayatın ta kendisi olarak kabullenmeli, her geçişi bir imtihan olarak değerlendirmeliyiz. İçinde bulunduğumuz hâl neyi gerektiriyorsa yaşamalı, şikâyetlenmemeliyiz. Hem, yuvarlanan (hâlden hâle geçen) bir tek biz değiliz…
İlk Yorumu Sen Yap