Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Bir önceki yazımızda lokmayı ağzımıza almış, dişler ile parçalamış ve dil ile daha küçük parçalar oluşturmuştuk. Şimdi sırada tadını almak, yutmak ve mideye göndermek var.
Dil üzerinde 4 adet papilla[1] adı verilen yapılar mevcuttur. Bunların çeşitli görevleri vardır ve bazıları içlerinde tat tomurcuklarını içerir. Bunlardan bir tanesi “filiform papilla” denilen ipliksi çıkıntılardır; tat tomurcuğu yoktur, dokunma duyusunu algılar. Örneğin, bir balık parçasını ağzımıza attığımızda o parçanın içindeki kılçığı algılayan doku, işte bu çıkıntılardır. Yenilen besinin içindeki maddelerin şekil ve doku ayrımını sağlar. “Fungiform papilla” adı verilen ikinci doku, dilin tüm yüzeyine yayılmıştır. Dilinize dikkatlice bakarsanız bu küçük kırmızı noktacıkları görebilirsiniz. Şekli mantara benzediği için fungiform papilla ismini alır, mantarsı çıkıntı demektir.
Çok kanlandığı için dil yüzeyinde kırmızı renkte gözükür.
Dilin gerisinde “v” şeklinde sıralı duran oluklu çıkıntılara ise “sirkumvallat papilla” denilir. Tat tomurcukları en çok buradadır ve buradaki oluklardan besinlerin sindirimi için enzim salgılanır. Son olarak, “foliat papilla” adı verilen yapraksı çıkıntılar erişkin bireylerde eski değerini zamanla kaybetmiştir. Bu çıkıntılar bebeklerde işlevseldir. Bebeğin anne sütünün tadını almasını sağlar ve dilin iki yanında bulunurlar. Dilin her bölgesi genel olarak her tadı alır, ama bazı bölgelerinde bazı tatlar yoğunlaşır. Örneğin limon yediğiniz zaman dilinizin yan kısımları kamaşır. Bunun sebebi dilin yan kısmının ekşi tada daha duyarlı olmasıdır. Tatlı yiyeceklerin tadı dilin en ön ucunda yoğun bir şekilde hissedilir. Acı yediğinizde ise özellikle dilin en gerideki kısmı, arkası yanar. Genelde biberin acılığı dilin ucu ile test edilir, acı olmadığı düşünülür; ancak biber yenildiğinde aslında acı olduğu anlaşılır, çünkü dilin arkası ve boğaz kısmı yanar. Allah (cc) dil yapısı üzerinde bu şekilde gruplamalar yaratmıştır.
Allah (cc) sindirim kanalını belirli bir düzen ve katmanda düzenlemiştir. Bütün sindirim sistemi bir kanal hattıdır. Besinin geçtiği bu kanalın içine “lümen” denir ve o kanalın duvarını oluşturan çok katlı tabakalar mevcuttur. Bu tabakaların içinden dışına doğru ilk önce mukoza adı verilen sümüksü yapı yer alır. Bu yapı çok önemlidir. Çünkü vücut bu kanalın içerisine, yediği besinleri sindirmek için bazı enzimler salgılar. Bu mukoza tabakası yeterli kalınlıkta olmazsa bizim vücudumuz da sindirilir hem de kendimiz tarafından. Örneğin yediğimiz etleri düşünelim. Bu etler özünde proteindir. Bizim vücudumuzdaki kaslar da proteindir ve bu kanalın duvarında o besinleri ileri doğru hareket ettirmek için birkaç kat kas tabakası bulunur. Eğer bu kas tabakasının kanal ile arasında mukoza ve başka katmanlar olmasaydı, o eti sindirmek için salgıladığımız enzimler bizim kendi kas tabakamızı da sindirirdi. Allah (cc) insanın kendisini yememesi için araya çok önemli bir bariyer koymuştur ve bu bariyeri de insanların çoğunun, baktığında bile midesinin bulandığı sümüksü bir yapı olan mukus ile sağlamıştır. Sadece bu örnek dahi Rabbimizin her şeyi bir hikmet üzere yarattığına ve büyüklüğünü ve kudretini insan aklının alamayacağına bir delildir.
Görsel: Sindirim sistemi tabakaları
Mukoza tabakasının üstünde ikinci tabaka olarak, ona benzeyen submukoza tabakası bulunur. Bu tabaka içinde ince ve çok küçük kılcal damarlar, sinir düğümleri ve besinlerin salgısını kontrol eden sinir toplulukları bulunur. Kanal içerisine salgılanacak maddeleri kontrol eden tabakadır. Aynı zamanda sinirler ile sindirim sistemi hakkındaki bilgi akışını sağlayan, beyne sinyal gönderen tabakadır. Örneğin bir mide ülserini ele alalım. Mide ülseri, midedeki mukus yapısının azalması ve yetersiz kalması sonucu, mideyi koruyan yapının zarar görmesi ve mide içindeki besinlerin sindirimi için gerekli olan asit miktarının artarak midenin altındaki dokuları eritmesi ile ortaya çıkan bir yaradır. İnsanlar mide ülseri sebebiyle çok fazla ağrı duyarlar, çünkü içinde sinir tabakası olan submukoza tabakası, mukus tabakasının hemen üzerindedir. Asit bu sinirleri uyarınca beyinde de ağrı duyusu oluşur. Eğer asit, submukozadaki kan damarlarına zarar verirse mide ülserinden kanamalar oluşur. İnsanlar bu hastalıkta çoğunlukla yemekten sonra çok ağrı duyarlar. Sebebi ise mideye besinin gelmesi ile asit salgılanmasının artması ve o yaraların acımaya başlamasıdır. Tedavi için verilen ve halk arasında mide koruyucu olarak bilinen ilaç, midenin ürettiği asiti azaltır. “İlacı açken için.” denmesindeki amaç ise mideye besin gelmeden ve asit salgılaması başlamadan önce asit üreten kanalları tıkamaktır.[2]
İnsanlar bazen mide ülseri ağrısı başlayınca süt içer ve fayda görürler. Mide asiti süt ile birleştiğinde eksi değeri fazla olan asit, artı değeri fazla olan alkali süt ile birleşerek nötürlenir, yani sıfırlanır. Ateş ve suyun, bir araya geldiklerinde birbirlerinin etkisini yok etmeleri gibi. Ya da sıcak ve soğuğun, bir araya geldiklerinde ılık duruma geçmeleri gibi…
Konumuza dönecek olursak submukoza tabakasının üzerinde kas tabakaları bulunur. Bu kas tabakaları, besini girişten/ağızdan çıkışa/makata kadar ilerletmek üzere hep ileri doğru hareket sağlar. Bu ileri doğru hareket olmasaydı besinler yaklaşık 6-8 metre olan barsaklarda ilerleyemezdi. Bu kas tabakası hem bulunduğu alanda karıştırıcı hareket yapar, yani çorba karıştırır gibi besini barsak içinde karıştırır hem de ilerletme kasılması yapar. Bu kasların arasında da kasların hareketlerini kontrol eden sinir toplulukları bulunur. Örneğin, eğer bu kas tabakası midede ileriye doğru çalışmazsa reflü hastalığı oluşur. Reflü, geriye kaçma demektir.[3] Böyle bir durumda besinler, sindirim enzimleri ve mide asidi ileri doğru değil, ağza doğru hareket eder. İnsanın ağzına acı bir sıvı gelir. Mide asidinin geriye kaçıp yemek borusunu acıtması ile göğsün tam ortasında bir yanma meydana gelir. Ve bu besin ve asit zamanla çok ciddi bir ağız kokusu meydana getirir. Ağza kadar gelen acı su, yani mide asidi zamanla ağzın arkasındaki dişlerin mine tabakasını eritir ve diş çürükleri meydana gelir. İnsandaki ağız kokusunun en önemli sebeplerinden bir tanesi diş çürükleri, diğeri de reflü gibi mide problemleridir.
Bu kas tabakasının üzerinde, yani kanalın en dış bölümünde ise “seroza” adı verilen zar yapı bulunur. Bu incecik zar çok güçlüdür. Kasaplık yapanlar veya evlerinde et ve tavukla uğraşan hanımlar bilirler, etin üzerinde incecik bir zar bulunur bazen. Eti çok kolay keserler, ama bu zar çok zor kesilir. Evet, bu zar tabakası bütün bu yapıları bir arada tutan ve birliklerini koruyan yapıdır.
Genel olarak sindirim sistemi kanalını tanıttıktan sonra sırada yemek borusu var. Yemek borusu, yutulan besinin mideye ilerlemesini sağlayan esas organdır.
Yutma 3 fazda (aşamada) gerçekleşir: 1. İstemli faz. 2. Faringeal faz (boğaz fazı) 3. Özefageal faz (yemek borusu fazı)
İlk istemli faz, dil ile sağlanır ve yutma işlemini başlatır. Bu fazı isteyerek yaparız. Neyi ne zaman yutmak istersek o zaman yutkunmayı başlatırız, hatta besin olmasa bile tükürüğümüzü yutmak için de yutkunuruz. Bilinci yerinde olmayan bir kişi yutamaz. Örneğin ani bilinç kapanmasında, sara nöbetlerinde, çok çok ileri yaş hastalarda veya zihinsel engeli olan hastalarda yutma işlemi başlayamaz ve yutkunamazlar. Ani bilinç kayıplarında ve sara nöbetlerinde hastayı omzu üzerine yan çevirme hareketi, hem kişi ağzının içindeki salyaları yutamadığı için hem de mide içerisindeki sıvıların yukarı çıkıp soluk borusunu tıkamaması ve hastayı boğmaması için yapılır. Çok ileri yaşta olan veya zihinsel engelli insanlarda besin direkt mideye veya barsaklara gönderilir. Ameliyatlardan önce bir yudum su dâhil hiçbir şey yiyip içilmemesinin sebebi de budur. Ameliyat sırasında kişi uyutulur. Bu, gece uyuması gibi normal bir uyuma değildir, bilinç ortadan kalkar, bütün kaslar pelte gibi gevşer. Bu durumda uykudan farklı olarak kişinin ağzındaki salyalar soluk borusuna kaçabilir veya bir şeyler yiyip içmişse midesindekiler yukarı çıkıp soluk borusuna kaçabilir ve hastayı boğabilir. El-Alîm ve El-Latîf ismiyle Allah (cc) ne güzel yaratmıştır. Uykuda bilincimiz kapanıyor, ama tamamen gitmediği için kimse tükürüğünde boğulmaktan korkmuyor ve rahatça uyuyabiliyor. Yediklerinin midesinden yukarı çıkıp soluk borusuna kaçmasından ve kendisini boğmasından korkmadan yemek yiyebiliyor ve hemen uyuyabiliyor. O kadar ince bir ayarlama ile yaratmış ki Allah (cc) insanı, bizler doktor olarak çoğu zaman mekanizmayı dahi anlayamıyoruz, Rabbimizin büyüklüğünü siz düşünün…
İkincisi faringeal faz (boğaz fazı), bir geçiş fazıdır. Besinin ağızdan, yemek borusuna geçişini sağlar. Bu kaslar ilerletme hareketinin başlangıcını oluşturur. Örneğin kişinin boğazında bir şey kaldı, ilerlemiyor. İnsanlar hemen su ikram eder, hem su ile besinin gidişinin kolaylaşması hem de yutma fazının ilk etapta uyarılması ve oluşamamış bu ilerleme hareketini oluşturmak için uyarı göndermesi için.
Bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi boğaza iki adet boru açılır; biri yemek borusu diğeri de soluk borusu ve aralarındaki bir kapak (epiglot) ile birbirlerinden ayrılırlar. Kişinin boğazında bir şey kalır da yutamazsa hemen su ile veya yutkunarak yutkunma hareketini uyarması gerekir. Ancak kişinin soluk borusuna bir şey kaçmış ve nefes almayı zorluyor, kişi öksürüyorsa insanların çoğunun yaptığı gibi “su içmek” yanlıştır. Burada “yukarı bak” dediğimiz hareket gereklidir, yani soluk borusu dümdüz hâle getirilir yukarı bakarak. Vücut, nefes borusuna kaçan bir maddeye öksürme refleksi verir. O şeyi oradan çıkarana kadar kişi art arda öksürür. Öksürmeyi baskılamamak gerekir, ama öksürük arasında kısa kısa nefes almaya çabalamak gerekir. Yukarı bakarak düzleşmiş olan soluk borusundan öksürme ile de kaçan su-besin-tükürük çıkartılır.
Sonuncusu, yemek borusu fazı olan özefageal fazdır. Yemek borusu içindeki kasların yardımıyla besin art arda hareketler ile ağızdan mideye doğru ilerletilir. Yemek borusunun sonunda mide ile birleştiği yerde bir kapak olarak bilinen sifinker vardır. Besin ilerledikçe refleks olarak bu kapak açılır ve besin yemek borusundan mideye geçer. Bu kapağın yetersiz olması veya yukarı doğru kaçak yapması reflü hastalığının diğer bir sebebidir.
Besin mideye geldiğinde, mide diğer sindirim sistemi organlarından daha farklı bir tepki verir. Örneğin tüm sindirim sistemi, besin kendisine geldiğinde ilerletme hareketleri yapar ve kasılır. Ama mide, besin kendisine geldiğinde gevşer ve besini ilerletmek yerine tutar. Midenin görevlerinden birisi de besin depolamaktır. Gevşeyerek, hacmini arttırıp büyüterek besini depolama görevi görür. Diğer bir görevi yemek borusu ile arasındaki kapağı kapatıp, kendisi ile on iki parmak bağırsağı arasında kapak görevi gören kası da sıkarak besini iki kapak arasında hapseder. Bu hapsetme esnasında midenin kendisi kasılırken, hapsolmuş besin mekanik olarak daha da küçük parçalar hâline getirilir. Ve yavaş yavaş, kontrollü bir şekilde on iki parmak bağırsağına geçişi sağlanır. Hapsettiği besinler üzerine bir sürü sindirim enzimi salgılayarak besinleri sindirmeye çalışır. Salgıladığı asitle besinleri eritir ve sindirim enzimlerini çalışır hâle getirir, yani bir nevi anahtar görevi görür.
Midenin birçok salgısı vardır. Örneğin mukus denilen sümüksü yapıyı salgılar, asit salgılar. Ne gariptir değil mi, hem kendisine faydalı olan hem de kendisine zarar veren maddeler aynı yerden salgılanıyor. El-Bedî ve El-Muksit olan Allah (cc) her şeyi tezatı ile ve bir arada denge içinde yaratmış. İyi ve kötü. Fayda ve zarar. Hem birbirlerine zıtlar hem de bir arada ve denge hâlinde… Peki, bu asidin faydası nedir? El-Hakîm olan Allah her şeyi bir hikmet üzere yaratır. Bu asit, mideden salgılanan ve besinleri sindiren enzimlerimizi çalıştırır. Mide hücreleri sindirim enzimlerini üretir. Ancak hücrelerin içinde kendisini bu sindirim enzimlerinden koruyacak bir mekanizma yoktur. Allah (cc) bu enzimleri hücrelere çalışmaz hâlde ürettirir. Hücre içerisinde üretilen enzim, besini sindirmeye güç yetiremeyecek hâlde olduğu için kendisini üreten hücreyi sindirmez, sindiremez. Hücreler bu enzimleri midenin lümenine, yani besinin bulunduğu mide içi boşluğa attığında ve bu enzimler midenin ürettiği asit ile bir araya geldiğinde asit, sindirim enziminin çalışması için bir anahtar görevi görür ve sindirim enzimi çalışır duruma gelir. Örneğin arabanın anahtarı olmadan araba yola çıkabilir mi? Çıkamaz. Sindirim enzimleri, park hâlindeki araba gibidir. Çalışmaz hâldedir. Asit de arabanın anahtarıdır. Ne zaman ki kontağa yerleştirilir ve anahtar çevrilir, işte o zaman arabanın çalıştığı gibi enzimler de çalışır ve iş görür hâle gelir.
Mide salgılarından bir diğeri “ghrellin” denilen bir maddedir. Salgılandığında iştahı arttırır. Ghrellin salgılayan hücreler aynı zamanda asit de salgılar. Yani ghrellin ve asit aynı hücre tarafından üretilip salgılanır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi yemek yendikçe mide sindirim enzimi salgılar, bu sindirim enzimlerini aktifleştirecek anahtar olan asit salgısı da yemek yedikçe artar. Bu asit salgılayan hücreler çalıştıkça aynı hücrelerin ürettiği bir diğer madde olan ghrellin salgısı da artar. Böylece insanın yedikçe yiyesi gelir ve iştahı arttıkça artar.
Mide hem kendi hareketlerini arttıran maddeler salgılar, çünkü besin geldiğinde o besinleri hareket ederek yoğurması, ezmesi gerekir hem de kendi hareketlerini azaltan, sindirim enzimlerini azaltan, asit salgılanmasını azaltan; yani temel olarak kendisini durduran maddeler salgılar. Sindirim işlemi bitip de mide boşaldığında sistemin de durması gerekir. Aşırıya kaçmamak için kendi freni de içerisindedir. Bu gaz ve fren sistemi muhteşem bir uyum içerisinde birbiri ile bağlantılı çalışır. Her zaman bir dengededir.
Örneğin midenin salgıladığı maddelerden bir diğeri de “motilin” maddesidir. Motilin barsak hareketlerini arttıran bir maddedir. Mideden salgılanır ve barsakların hareketlenmesini sağlar. Yani mide hem kendisinden sorumlu olarak görevini yapar hem de kendisinden sonra gelen ve besini belirli bir seviyeye getirip göndereceği yerin de besini almaya hazır hâle gelmesini sağlar. Mideden sonra gelen barsaklar bu madde ile hareketlerini arttırır. Ayrıca mide, salgıladığı motilin ile -eğer barsakların içerisinde besin kalmışsa- ” İçinde önceden kalan besin varsa hızlıca hareket ettir ve çıkışa doğru gönder. Ben sana yeni besin göndereceğim, bu besinler için de üzerine düşen işlemleri tamamla, onları da hareket ettir ve gönder.” demiş olur. Bu hareket, mekanik olarak barsakları hazırlamaktır.
Tüm bunlara ek olarak mide; barsaklara, sindirim enzimi salgılayacak organlara ve sindirimi kolaylaştıracak madde salgılayacak diğer organlara da uyarılar gönderir.
Barsaklardan ve bu uyarılardan bahsedeceğimiz bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…
Selametle…
İlk Yorumu Sen Yap