Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Bu yazımızda Allah’ın (cc) her şeyi kuşatmış olan El-Alîm sıfatı ile bizlere öğrettiği bazı bilgileri -belki de sadece bir damlasını- açıklamaya çalışacağız. Her şeye güç yetiren Allah’ın izni ile vücut sistemlerinin bir parçası olan sindirim sisteminin ilk adımını, yani ağız, dil ve diş bölgesini ele alırken diş sağlığına ve sesin nasıl oluştuğuna da değineceğiz.
Şunu belirtmek isterim ki bir sistemi anlatmaya başladığımızda sadece o sistemi anlatıp konuyu kapatmamız mümkün olmayacaktır. Konu içerisinde başka sistemler ve birbiri ile bağlantılı olan bölümleri de anlatmaya çalışacağız. Esas olarak insan vücudu bir bütündür, tıp ilmi kolaylaştırmak amacıyla bölümlere ayırır. Ancak bu ayrım kesinlikle sınırları keskin bir şekilde belirlenmiş bir ayrım değildir. Bu sebeple bir organı anlatırken onun diğer görevlerine ve başka sistemlerle ilgili olan özelliklerine de değinebiliriz.
Ağzımıza aldığımız besinin dil ve dişlerimizle buluşmasıyla sindirim başlamış olur ve sindirim sitemi devreye girer. Dişlerimiz; besini karşılar, böler, parçalar, küçültür ve kendi ağız yapımıza uygun bir boyuta getirir.
Dört çeşit diş vardır. İkisi altta, ikisi de üstte olup en önde bulunan ön kesici dişler lokmayı (besin parçasını) bütünden ayırır. Ön kesici dişlerin sağ ve sol yanlarında bulunan dişler de yan kesici dişlerdir ve ön kesici dişlere yardım eder. Yan kesici dişlerin yanında bulunan ve köpek dişleri olarak bilinen dişler ise delme-tutma-çekme işlevini yapar. Şekil olarak da diğerlerinden biraz daha uzun ve sivri bir yapıya sahiptir. Arkalarda bulunan ve yassı olup yüzeyi geniş olan diğer dişler de küçük ve büyük azı dişleridir. Bu dişler ise lokmayı ezme işlemi yapar. Lokma, üstteki azı dişleri ile alttaki azı dişleri arasına dil ile oturtulur; dudakların kapanması ve yanaklarda bulunan, çiğneme kası olarak da bilinen bukkal kası sayesinde lokma dışa kaçamaz ve dil de bu besin parçasının dişlerin arasından ağız içerisine düşmesini engeller. Böylece lokma dört taraftan sıkıştırılmış olur ve alt-üst azı dişlerinin kapanması ile de lokma ezilir.
Bu ezme parçalama işlemleri esnasında, girintili çıkıntılı olan dişlerin arasında her zaman besin maddeleri kalır. Eğer bu besin maddeleri temizlenmez ve dişlerin arasında kalırsa yiyecek parçaları ile gelen mikroorganizmalar bu maddeleri sindirir (yer). Bu sindirim esnasında bir asit sıvısı ile birlikte kötü bir koku açığa çıkar. Açığa çıkan asitli sıvı; dişin en üst tabakası, vücudun en sağlam dokusu, kemikten bile sert ve kalkan gibi koruyucu olan mine tabakasını eritir; çünkü bu tabaka %96 oranında inorganik madde dediğimiz kalsiyumdan oluşur ve kalsiyum asitli ortamda erir. Bu da diş minesinin erimesi demektir. Kalkanda deliklerin açılması misali, eriyen diş minesinin koruma fonksiyonu zayıflar ve dışarıdan yediğimiz besinler ile gelen zararlı mikroorganizmalardan dişi koruyamaz, bu mikroorganizmalar ise o deliklere yerleşerek dişlerin içine girmek için yer bulmuş olur. Diş çürümesi de işte bu şekilde oluşur. Dişler üç tabakadan oluşur:
Mine tabakası: En üstte yer alan, dişin alt kısımlarını koruyan ve dışarıdan görünen beyaz kısımdır. En güçlü tabakadır ve kalkan görevi görür.
Dentin Tabakası: Ortada yer alan, dişlerin beslenmesini sağlayan dokuyu ve dişleri yenileyen hücreleri içeren tabakadır.
Pulpa Tabakası: En içte yer alan, damar ve sinirleri barındıran tabakadır.
Diş çürükleri başlarda ağrı yapmaz. Çünkü diş çürüğü henüz mine ve dentin tabakasındadır. Ancak çürük ilerleyerek pulpa tabakasına, yani sinirlere ulaşmışsa ciddi bir ağrı yapar. Mine ve dentin tabakasında olan ve henüz pulpa tabakasına inmemiş çürüklerin kişinin kendisi tarafından saptanması mümkün değildir, ağrı gibi bir belirtisi olmadığı için kişi bütün dişlerini sağlam zanneder. Bu sebeple altı ayda bir diş hekimi kontrolü önerilmektedir.
Bunun yanı sıra dişlerimizi korumak için her yemekten sonra orada besin artıkları kalmaması adına diş fırçalama, diş fırçalanamıyorsa su ile ağzın iyice çalkalanması önerilir (suyu tükürmek şart değildir, ağızda çalkalanıp yutulması da aynı işlevi görür). Böylece o besin artıkları uzaklaştırılır.
Bunun yanı sıra şeker olarak bildiğimiz glukozun fazla olduğu besinler bu mikroorganizmaların en sevdiği besin çeşididir ve bu tip besinleri yediğimizde onların daha çabuk doymasını sağlamış ve orada kalmasını kolaylaştırmış oluruz. Çocuklara şeker ve çikolata konusunda “Yeme, dişlerin çürür!” denmesinin sebebi budur. Bununla birlikte çocuğa böyle bir sınır koymak pek insaflıca değildir. Şeker ve çikolata sonrası diş fırçalama veya hiç değilse ağzı bol su ile birkaç kere çalkalama alışkanlığı kazandırılabilir. Çocukları böyle engellemeye çalışan anne babalara, yedikleri pasta, börek, ekmek gibi hamur işi gıdaların da şeker ve çikolata ile aynı grupta olduğu ve şeker-karbonhidrat-glukoz içerdiği hatırlatılmalıdır. Bu sebeple sevgili anne babalarımızın daha anlayışlı olmalarını, kendilerinin bırakamadığı ekmeği ya da hamur işlerini düşünerek, çocuklarına “Şeker yeme, dişlerin çürür!” şeklinde yaklaşmamalarını temenni ediyoruz. Çocuklarımız, bizlerin örnek olamayıp yalnızca ağzımız ile koyduğumuz kurallara uyamazlar. Fıtratları aynalama yöntemiyle öğrenmeye programlıdır.1
Bu hususta sunabileceğimiz başka bir öneri de %96’sı kalsiyumdan oluşan ve dişin en güçlü tabakası olan mine tabakasını korumak için vücuda düzenli bir şekilde kalsiyum almaktır. İlaç alarak vücudumuza kalsiyum takviyesi yapmayı önermiyorum. Günde 2 kâse yoğurt ve bir bardak süt vücudun bütün kalsiyum ihtiyacını -Allah’ın (cc) izni ile- karşılayacaktır.
Asıl konumuza dönecek olursak ağzın içindeki esas şef dildir. Lokmaların hareketini, boyutunu, hangi dişler ile parçalanacağını yöneten; o lokmanın uygun boyuta küçültülüp yutmaya uygun hâle getirilip getirilmediğini kontrol eden ve yutma işlemini gerçekleştiren esas şef. Hatta dil, ağza alınan herhangi bir maddenin dahi tüm denetimini sağlar. Örneğin, dişlerinizi fırçalarken dil, hem fırçanın dişlere ne şekilde ve ne kadar temas edeceğini ayarlar hem de fırçayı ağzınızda hareket ettireceğiniz yöne yönlendirir. Hâlbuki o diş fırçasını eliniz tutuyordur, ancak dilin kontrolü olmadan o eylem gerçekleşemez. Aslında dil yoğun bir çizgili kas tabakasıdır, yani kendi içinde bir sürü kas tabakası barındırır ve bu tabakaların tamamı kendi isteğimizle hareket ettirebildiğimiz çizgili kaslardan oluşur. Kişinin her istediğinde dilini istediği yöne ve istediği şekilde hareket ettirebilmesinin sebebi budur. Diğer kas grupları ise düz kaslar ve kalp kasıdır, ki bu kas grupları istemli hareket dışında otomatik olarak kasılan ve kendilerine göre bir çalışma düzeni olan kaslardır. Belli durumlar meydana geldiğinde kasılmaları hızlanır, belli durumlarda ise yavaşlar. Örneğin, kişi istediği vakit kalbinin hızlı atmasını sağlayamaz veya yavaşlatıp durduramaz.2 Kalp ritim bozuklukları3 yaşandığında kişi kendisi bu duruma müdahale edemez; çarpıntısını, kalbinin anormal şekil ve düzende kasılmasını normale çeviremez. Ya geçmesini bekler ya da tıbbi destek almak durumundadır. Başka bir örnek verecek olursak, sindirim sisteminin ilerleyen kısımlarında bahsedeceğimiz bağırsakların ve benzeri organların sahip olduğu kaslar, düz kaslardır ve kişi ishal olması4 hâlinde kolunu bacağını oynattığında yaptığı gibi veya kendi karnını kasarak bağırsak kaslarına müdahale edemez ve ishalini durduramaz ya da kendisini ishal yapamaz.
Bu durum Allah’ın (cc) bir lütfudur ve bizlere merhametidir. Çünkü her kas kendi kontrolümüzde olsaydı, bazıları istemsiz çalışmasaydı; kişi gece uyuduğunda bilinci kapandığı için kalbine ve akciğerlerine söz geçiremez, kalbine “çalış”, akciğer çevresindeki göğüs kaslarına “nefes al” emrini veremezdi. Ya da günlük koşuşturma anında her bir dakika içinde 60-100 defa kalbine “kasıl” emri vermeyi unuturdu. Göğüs kaslarına her bir dakikada 12-18 kere “nefes al” demeyi ihmal ederdi… Her şeyi yerli yerinde yaratan Rabbimize hamd olsun.
Dilimiz, yukarıda belirttiğimiz gibi tamamen kendi kontrolümüzde olan birçok kas tabakasından oluşmaktadır ve başka kaslar ile de ağzın ve boğazın diğer bölgelerine bağlanır. Örneğin, bazı insanların travma anında veya ciddi bilinç kaybı yaşadığı zamanlarda dilinin geriye kaçtığını ve soluk borusuna giden hava akımını engelleyerek kişinin boğularak ölmesine sebep olduğunu duymuşsunuzdur. Buna rağmen hiç kimse uykusunda dilinin arkaya kaçmasından ve boğularak ölmekten korkmaz… Çünkü El-Mukît ve El-Latîf olan Allah (cc) ağzın içinde, dili ağzın bazı özel kısımlarına bağlayan bir kas grubu yaratmıştır ve bu kas grubunun tek görevi dilin geriye kaçmasını engellemektir. Bunun yanında herkesin bildiği gibi dil, konuşma işlevinden sorumlu olan organların en başında gelir ve konuşmanın bölümlerinden olan artikülasyonda (ses çıkarma işlevi) esas görevi görür. Ses iki bölümden oluşur. İlk bölüm, sonasyon, yani ses oluşturma bölümüdür. Sonasyonun esas organı gırtlaktaki ses telleridir. İkinci bölüm ise artikülasyon, yani ses çıkarma bölümüdür.
Ses; akciğerden nefes vererek gelen havanın iki adet ses teli (vokal kord) arasından geçerken oluşturduğu titreşim ile meydana gelir (sonasyon aşaması). Sonrasında oluşturulan ses; boğaz (farenks), dil, dişler ve dudağa iletilerek ses çıkartılması sağlanır (artikülasyon aşaması).
Konuşma kısmı nefesin dışarı verilmesi sırasında oluştuğu için kişi nefes alırken konuşamaz. Bazı acayip sesler çıkartabilir, ki çoğu zaman o da çıkmaz. (Bunu deneyebilirsiniz.)
İnsanın konuşması ve iletişim kurabilmesi, Allah’ın çokça şükür gerektiren bir nimetidir. Gırtlak kanseri olan kişilerin kanser dokusu ameliyatla alınması gerektiğinde, boğazına akciğerlerine giden bir delik açılır ve nefes alıp vermesi oradan sağlanır. Konuşmayı sağlayan ve sesi oluşturan bölüm de ameliyatla alındığı için kişinin eskisi gibi konuşması mümkün değildir. Bu hastalara, havayı yutma ve yutarak yemek borusu ile mideye gönderilen havayı geğirme yöntemi ile dışarı çıkartma şeklinde gerçekleşen konuşma yöntemi öğretilir. Bu yöntemin işe yaramasının nedeni gırtlağın hemen arkasında birbirleri ile bağlantılı olan yemek borusunun bulunmasıdır. Kişi daha önceden yutmuş olduğu havayı geğirirken ses tellerine çarptırır ve ses tellerinin titremesini sağlayarak bir ses oluşturur. Bu ses hiçbir zaman Allah’ın (cc) ilk verdiği ses gibi olmaz, ama kişiyi iletişime açık hâle getirir. Geğirmek toplumda pek hoş karşılanmasa da aslında Allah’ın bir nimeti ve bir lütfudur. Konuşma organı zarara uğramış, ameliyatla alınmış veya herhangi hastalıktan ötürü kullanılamaz hâle gelmiş kişiler için geğirme eylemi ile konuşmak büyük bir nimettir.
Kişi yutkunurken bir kapak (epiglot), gırtlağın bitimindeki soluk borusunu kapatır ve kişinin yediği besinlerin soluk borusuna kaçıp kişiyi boğmasını engeller. Yani birbiri ile bağlantılı, yan yana olan ve bir kapakçık ile ayrılan iki boru vardır: soluk borusu ve yemek borusu. Ancak kişi yemek yeme esnasında bir yandan da konuşmaya çalışırsa konuşma esnasında bu kapak açılır ve o sırada yediği yemek soluk borusuna kaçabilir. Ağzında bir şey varken kişinin konuşmaması hem güzel bir edeptir hem de kendi sağlığı için faydalıdır.
Yutma eylemi, yemek borusu ve mideden bahsedeceğim bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…
1. Bu konuyu başka bir yazıda açıklamayı düşünüyorum inşallah
2. Bunu yaptığını iddia eden bazı Uzak Doğu insanları vardır; ancak bu doğru değildir. İnsanlar kalp kaslarını; kollarını ya da dillerini hareket ettirebildikleri gibi kalplerini hareket ettiremezler. Emosyonel durumlarda, yani kişinin duygu durumu değiştiğinde kalp hareketleri de değişir; hızlanır veya yavaşlar. Bu insanlar da daha önce yaşayıp korku, heyecan, acı vb. duyguları hissettikleri duygusal bir anına yoğunlaşarak suni bir emosyonel durum oluşturmaya çalışırlar. Bu şekilde oluşan kalp hızının artması ya da azalması durumunu da kalp kaslarını diledikleri gibi hareket ettirebilme yetisi olarak ifade ederler. Oysa bu tip durumlarda da kişi kalbini yönlendirmiş olmaz, kalp hormonal kontrol altındadır.
3. Halk dilinde çarpıntı olarak ifade edilen, kalbin kasılma düzeninin bozulması durumudur.
4. Bağırsakların, içindeki gıdaları tam anlamı ile emememesi, gıdaların suyunu çekememesi ve bağırsakların hızlanması sonucu oluşan bir hastalıktır.
İlk Yorumu Sen Yap